Sayın
Cumhurbaşkanı,
İstanbul’da
düzenlediğiniz Demokrasi Mitingi’ne CHP’nin önce katılmama kararı almasını doğru
bulanlardan biriydim. Bunun nedeni de sizin demokrasi kavramına olan bakışınızın
yıllar üstünden güven vermiyor oluşuydu. Ancak “ülke
birliği-beraberliği ve demokrasinin zaferi” ısrarınız sonuç verdi ve önce
Bahçeli, ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu ikinci davetinizi kabul ettiler. Bunun
üzerine yıllardır size ve temsil ettiğiniz siyasi ideolojiye karşı bir insan
olmama rağmen, bu mitinge katılıp demokrasi-barış ikilisine bir şans vermeye
karar verdim. Yenikapı’ya gittim. Yerinde tabanınızla beraber oldum. Bugün
izninizle yargılarımı, hatta siyasi inançlarımı buzdolabına kaldırıp, demokratik
teamüller içerisinde, sizinle açık yüreklilikle düşüncelerimi paylaşacağım.
Sayın
Cumhurbaşkanı,
15
Temmuz kanlı FETÖ darbe girişimi, umarım Atatürk’ün en önemli söylemlerinden
birini size en kritik süreçte kaçınılmaz şekilde hatırlattı: “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler,
meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır”.
Bugüne kadar tarikatlara “masum dini
oluşumlar” diye bakan seçmenleriniz de herhalde yaptıkları hatanın farkına varmışlardır.
Biliyorsunuz sizi ve siyasal İslamı destekleyen 2. Cumhuriyetçi yazarların çoğu
da ne zaman FETÖ’den veya “F tipi”nden söz edilse, hemen savunmaya geçip “onların sivil toplum örgütlerinden ne farkı
var ki?” derlerdi. O farkı tüm Türkiye o gece ağır bedeller ödeyerek öğrendi.
Kendi halkına top, tank ve makineli
tüfekle ateş etmekten çekinmeyen ve emirlerini irtica yayıcısı bir yobazdan
alan gözü dönmüş sözde askerler, halkımıza ağır kayıplar verdirtti. Ne kadar
ilginçtir ki, yıllardır TSK içinde ihraç edilmelerine hep şerh koyduğunuz kişilerle
aynı gruptan gelip en üst rütbelere sızanlar, size ve halka karşı bu affedilmez
saldırıları gerçekleştirdiler. TSK içinde sizi koruyup, darbeyi engelleyenlerin
çoğunluğu ise Atatürkçü-geleneksel TSK çizgisinden
gelen askerler arasından çıktı. Onlar ve medya aracılığıyla sokağa
çağırdığınız kitleler sayesinde FETÖ’nün bu alçak operasyonu hedefine ulaşamadı.
İşin kötüsü, TSK içine sızmış, derinlerde “uyuyan hücreler” hala olabilir. Bu
şüphe devamlı gündeme getiriliyor. Galiba
sizin için en sağlam liman, yine yakın geçmişte ERGENEKON davasından yatmış
olan Cumhuriyetçi-Atatürkçü-demokrat subaylar! Onların FETÖ’nün ve darbenin tam
karşısında durduklarından kimsenin şüphesi yok. Daha doğrusu, belki de onlardan
başka bu “test”ten 100% geçmiş kimse yok! Umarım artık yaverleriniz ve en yakınınızda
olanlar daha iyi seçilirler.
FETÖ ÖRGÜTÜ BENİ
DE HEDEF ALDI
Sayın
Cumhurbaşkanı,
FETÖ
bana da bulaştı. 90’lı yıllar civarında, onun kontrolündeki Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı, yaptıkları geniş birkaç davete ısrarla beni de davet ettiler. “Gülen Hocaefendi’nin beni orada görmeyi çok
istediğini” anlattılar. Tabii ki tuzağa düşmedim. Oradan başlayarak mesafe
koydum ve malum Atatürkçü mücadeleme devam ettim. Sonra Ergenekon davası
sırasında, Balbay, Özkan, Perinçek gibi Atatürkçü insanlara uyguladıkları
taktikle, benim hakkımda da en uydurma senaryolarla iddianameler hazırlayıp,
sonuca ulaştıramadan deşifre oldular. Beni illegal bir şekilde yıllarca
dinledikleri ortaya çıktı. Bunu bana
geçen yıl, en üst düzeyden HSYK müfettişleri, en açık resmi belgelerle, polis
fezlekeleriyle gösterdiler. Tabii ki her birinden şikayetçi olup, FETÖ davasına
müşteki olarak katıldım. Ayrıca bir “sipariş
cinayeti” olduğu her halinden belli olan 2011’de uğradığım ağır saldırının kaynağı
da hala aydınlanamadı. Saldırıyı gerçekleştiren şahıs 32 yıl ceza aldı, ancak
bağlantılarını açıklamadı.
EGEMENLİĞİN
“YERE İNMESİ” VE LAİKLİK
“Her şerde bir hayır vardır” der atasözümüz. Darbe girişiminden sonra Türk
siyasi ortamında estirilen barış ve demokrasi rüzgarlarına, halkımızın büyük
çoğunluğu inanmak istiyor. Çünkü toplum en ağır şekilde en az üçe dörde
bölünmüş ve insanlar artık buna isyan etmiş durumda. Türkiye’nin tüm siyasi
gruplaşmalara rağmen bir bütün olarak geleceğe umutla baktığı eski günleri,
demokrasiyi özlüyorlar.
Biliyorsunuz,
dini siyasallaştırmaya çalışan her kesim, “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” cümlesine karşı “Hakimiyet Allah’ındır” cümlesini öne sürer. 15 Temmuz’dan itibaren
sizin kurucusu olduğunuz parti başta olmak üzere, “Hakimiyet milletindir” söylemine geçilmiş olması, son derece umut
vericidir. Çünkü gördüğünüz gibi
birileri “Hakimiyet Allah’ındır”
dedikten sonra bu “yetki”nin beyni nifak tohumu dolu hangi şeyhin, hangi
tarikat liderinin eline düşeceğini bilemezsiniz, hesaplayamazsınız! Allah’a olan inanç ve sevginin, siyasi arenada
bir argüman, bir güç arayışı olarak birilerinin sepetine çıkar taşımak için
kullanılmasından daha alçak bir bölücülük olabilir mi? Demek orada da
Atatürk’ün haklı çıktığını hep beraber tespit etmiş olduk. Umarım artık bu yaşananlardan herkes bir ders çıkarır ve hiçbir tarikatın
herhangi bir şekilde palazlanmasının, haksız yere bir güç ve çıkar ortamı
oluşturmasının önü kesilir.
15
Temmuz’da gelen “demokrasi zaferinin”
sıkça ağır eleştiriler yönelttiğiniz medya kuruluşlarının cansiperane demokrasi
bekçilikleri sayesinde başarıldığına eminim aslında sevinmişsinizdir. Aynen “Herkesin
bir gün hukuka ihtiyacı olur” sözü gibi, “Herkesin bir gün özgür medyaya ihtiyacı olur” sözlerinin de
tartışılmaz doğruluğu bu şekilde tekrar kanıtlandı. Tabii açık konuşmak
gerekirse, ülkemiz medyası halen “özgür” olarak nitelenebilmekten çok uzak. 2016
yılında Washington’da yayınlanan Sınır
Tanımayan Gazeteciler’in hazırladığı dünya basın özgürlüğü endeksine göre, dünyada
180 ülke arasında 151. sıradayız, bizden hatırlatması. Eminim Yenikapı’da
demokrasiyi kutsayan insanların yaşadığı çağdaş bir Türkiye’de, siz de artık bu
durumdan rahatsız oluyorsunuzdur.
Sayın
Cumhurbaşkanı,
239
şehidin anısına ve demokrasi için yapılan mitingde güzel sözler sarf edildi,
halka demokrasi ve iç barış-huzur dolu günler vaat edildi. Özellikle CHP Genel
Başkanı’nın “kışlaya, adliyeye, camiye
siyaset sokmamak” konusundaki ısrarı çok dikkat çekiciydi. Laiklik
kelimesinin anlamını ise, mitingin konuşmacıları tam olarak anlatamadılar. Çünkü
olayın kritik eşiği, tabii ki laiklik üzerinden dönüyor. Ne yazık ki laikliğin her
şeyden önce dinin devlet işlerine kesinlikle karışmaması ve o ortamda tüm
dinlere, tüm inançlara ve inanmayanlara eşit olarak saygı duyulmasını sağlayan
bir kavram olduğunu bir türlü öğrenemediler veya kabullenemediler.
DEMOKRASİ
TAHAMMÜL VE ÖTEKİNE SAYGIDAN GEÇER...
Sayın
Cumhurbaşkanı, bu konuda size bir vatandaş olarak sorular yöneltmeden önce,
“demokrasi” kelimesi üzerinde bazı kısa hatırlatmalar yapmak istedim. Biliyorsunuz, demokrasi her şeyden önce beraber
yaşama kültürüdür. Kendisine benzemeyen, kendisi gibi yaşamayan, kendisi gibi
düşünmeyen insanlara yalnız tahammül etmek değil, tahammül etmeye mecbur
olduğunu bilmektir. Demokrasi egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olması,
gücün ne göklerde, ne de tek bir insanda aranmaması demektir. Laiklik, çoğulcu düşünce ve ifade özgürlüğü
ile gelir. Demokrasinin özü karşı tarafa, rakibine, en sert fikir
ayrılığında bile saygı duymaktır. Etik bir davranış kodu dizisidir. Güçlü
olanın, o gücü haksız bir şekilde kullanarak azınlıkta olanı dize getirmesi,
caydırıcı tehditlerde bulunması değildir. Sonuçta
demokrat olmanız demek, sizin çevrenizde, siyasi alanınızda, bürokrasiniz veya
emniyet güçleriniz için çalışan insanların da aynı şekilde eşitlikçi ve
demokrat olması demektir. Yani siz şayet 15 Temmuz’dan itibaren demokrasiyi
vurguladığınız kadar öne çıkaracaksanız, tüm ekibinizi de mucizevi bir şekilde
o aynı noktaya taşıyabilmeniz lazım. Umarım
başarırsınız.
BU KONULARDA
DEĞİŞİP DEMOKRAT OLABİLECEK MİSİNİZ?
Sayın
Cumhurbaşkanı,
Evvelsi
gün 5 milyonu aşkın vatandaşımızın toplandığı Yenikapı mitinginde, demokrasi
kavramı üzerine inşa ettiğiniz ortamın samimi olduğuna inanmak isterim. O zaman
soruyorum size: Darbeden birkaç gün sonra meydanlarda açıkladığınız gibi, yine
“Taksim’e Topçu Kışlası’nı
yerleştireceğiz” iddianızda ısrarcı mısınız? Atatürk Kültür Merkezi gereksiz yere 8 yıldır kapalı, sanatçılar için gerçek
bir işkence olan bu mantıksız durum sürecek mi? Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın,
balemizin, operamızın, klasik müzik orkestralarımızın içine düşürüldüğü içler
acısı durum ortada. Bunlar sürecek mi, yoksa sanat kurumlarının haklı şikayet
ve yüksek sesli isyanlarına kulak verilerek bu durum düzeltilecek mi? Tarihi konularda toplum hassasiyetlerine
dikkat edilip, Cumhuriyetimiz’in kurucularına gereken saygıyla yaklaşılacak mı?
Atatürk’ün adını ve devrimlerini sinsice adım adım her yerden silmeye çalışan
sözde kurnaz eğitimci veya daire başkanlarını durdurabilecek misiniz? Siyasi arenada ve toplumumuzun içinde,
büyük bir rahatsızlık yaratan ve normalde anayasal teminat altında olan “güçler
ayrılığı” konusunda, herkesin bu diken üstündeki hali daha ne kadar sürecek?
1 Mayıs’ta başta Taksim olmak üzere, ana meydanları doldurmak isteyen emekçilerin
bu mütevazı ve haklı talepleri yine bir duvarla karşılaşacak mı? AKP’li belediyelerin muhalif miting veya
buluşma günlerinde ulaşımı zorlaştırma ve aksatma gibi alışkanlıklarını
kaybetmeleri sağlanabilecek mi? “Cumartesi
anneleri”, polisle sürtüşmeden çocuklarının acılarını birbirleriyle ve
toplumla paylaşabilecekler mi? Sizi sertçe
eleştiren gazeteciler ve yazarlara karşı ani tepki verme ve dava açma
geleneğinizi sürdürecek misiniz? Bu konuda açmış olduğunuz tüm eski
davalardan bir hafta önce feragat etmeniz çok önemli bir adımdı. Bunun gerisi
nasıl gelecek? Sizi sosyal medyadan eleştirenlere karşı (açık hakaret edenlerden söz etmiyorum) hemen dava açmak, veya daha
da ileri giderek interneti yavaşlatmak, popüler bir sosyal mecrayı kapatmak gibi
tepkileriniz olacak mı? Gözaltında
kaybolan veya ölen, hapislerde yatan tutukluların gereken sağlık hizmetlerini
alamadıkları süreçlerden sonra ölümle pençeleştikleri bir ülke görmeye devam
edecek miyiz? Ana muhalefet partisi dahil, hiçbir muhalif partiye,
üyelerine söz hakkı, cevap hakkı, özel program gibi çiçekler sunmayan devlet
medyası TRT’nin başında olup, bu tavrı fütursuzca sürdürenlere karşı seyirci
kalacak mısınız? AKP, devletin her
kademesine ve her bakanlığa kendi adamlarını yerleştirmeye devam edecek mi?
Katıldığınız televizyon programlarına veya basın toplantılarına veya dış
gezilere, muhalif kesimden gazetecilerin de katılmasına izin verecek misiniz? LGBT onur yürüyüşü için toplanan insanları polis yine dağıtacak mı?
Sayın Cumhurbaşkanı,
“demokrasinin zaferi” konusunda
samimiyseniz, takdir edersiniz ki tüm bu soruların yanıtının bugüne kadar
verilenlerden farklı olması lazım.
BİR SANAT KURUMU
BAŞKANI OLARAK...
Sayın Cumhurbaşkanı,
bu makalenin hedefi polemik yaratmak değil. Bu halk artık gerçekten siyasal
ortamın sakinleşmesini dilediğine ve siz de ısrarla bu kanlı darbe girişimi
sonrasında yeni bir diyalog ve uzlaşma dönemiyle demokrasiyi yeşertmek
istediğinizi belirttiğinize göre, bazı şeylerin değişmesi için ciddi adımlar
atılmalı.
Örneğin Demokrasi Mitingi yapılırken Türkiye’nin yüz akı tiyatrocularından
Genco Erkal’ın Moda’daki İstanbul Kadıköy Lisesi bahçesindeki tarihi Mahmut
Muhtar Paşa Konağı’nda oynayacağı “Güneşin
Sofrasında Nazım ve Brecht” adlı oyun yasaklandı. Bundan bir hafta kadar
önce İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 7 oyuncu anlam veremediğimiz şekilde sol ve
muhalif duruşlarından ötürü açığa alındılar. OHAL’in gelmesini fırsat bilen
kimileri, Anadolu’nun değişik yerlerinde birçok sanatsal aktiviteyi ve
tiyatroyu durdular. Ben, UNESCO resmi
partneri Uluslararası Sanat Dernekleri (International Association of Art/IAA)
Dünya Başkanı ve Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği, Türkiye Milli Komitesi
Başkanı olarak bunları çok yadırgıyorum ve doğal olarak kabullenemiyorum. Dünyada
her ülkede, kraldan daha kralcı birileri vardır! Türkiye bu değişimi gerçekten
yaşayacaksa, o zaman lütfen bu kabul edilemez durumlara müdahale edin ve
bürokratların da artık bu keyfi baskıyı sanatçılar üzerinde uygulamasına izin
vermeyin. Düşünen, sorgulayan, eleştiren,
protesto eden insanlardan korkmasınlar. Onlar bu ülkenin vicdanıdır. Aslında
biz sanatçılar bu devletten çok daha fazlasını istiyoruz. Yurt dışına çıkarken,
kültürel temas ve müze sergileri için yanınızda müze müdürleri, sanatçılar ve küratörler
götürmenizi, bu ülkenin dört bir yanına en az on tane Modern ve Çağdaş Sanat
Müzesi açmanızı bekliyoruz. Çünkü
yabancı politikacılar ve işadamları, ülkemizi en az, açtığımız köprüler kadar, açmadığımız
müzelerle değerlendiriyorlar! Devletin Atatürk döneminden bu yana ülkemizde
tek bir Modern veya Çağdaş müze açmadığını herhalde biliyorsunuzdur...
MUHALİF SANATÇI
VE DÜŞÜNÜRLERE SAYGI DUYMAK
Sayın
Cumhurbaşkanı,
Dünyanın
her demokratik ülkesindeki liderler, muhalif karikatüristlere, yazarlara,
sanatçılara, tiyatroculara, müzisyenlere hoşgörüyle bakarlar. Bazen bu fırsatla
kendi kendileriyle “dalga geçerler”.
Bu tavır tersine onları kamuoyunda büyütür. Siz, sizin seçimlerde kaybetmenizi isteyenlerin de Cumhurbaşkanı olarak
yola devam etmelisiniz. Şayet birden müzeler açmaya başlayıp dünyayı şaşırtmaya
karar verirseniz de, orada örneğin nü resimler veya muhalif siyasi işler de
olmasına olanak verecek bir yönetim atamayı göze alırsanız, o zaman gerek kendi
ülkenizde, gerek yurtdışında herkesi şaşkınlıktan donduran hamleler yapmış
olursunuz. İşte o zaman bu ülkede demokrasinin yol aldığını tüm dünya kabul
eder! Şaşırtın insanları Sayın Cumhurbaşkanı!
BU YIL TURNUSOL
KAĞIDINIZ OLACAK
Sayın
Cumhurbaşkanı,
Burada
size hatırlatmaya çalışarak örneklerle sunduğum verilerde bir değişiklik
olmazsa, emin olun Yenikapı’ya giden 5 milyon kişiye ve Türkiye’nin yorgun
düşmüş tüm vatandaşlarına yazık olur. O
zaman gerek ülkemizde gerek yurt dışında, insanlar bu mitingin lafta kalan
gösterişli bir buluşmadan öteye gidemediğini düşünürler. O zaman 7 Ağustos mitinginde
ana konunun sizin destek ve güç arayışınız olduğu, tartışılmaz bir yorum olarak
ortaya çıkar. Böylece hızla ilerleyen haftalarla beraber her şey “eski tas eski hamam”a döner, sizin
büyük bir hevesle başlattığınız bu uzlaşma çabaları ise başlayamadan biter. Yine
mitingde parlamentonun kucağına attığınız “idam”
konusu, bu darbenin failleri için yasadışı bir şekilde uygulanmaya kalkılırsa,
ne yazık ki Avrupa’dan kopmanın ötesinde, “korsan
hukuksuzlukların devleti” statüsüne geçeriz. Benden çok daha iyi biliyorsunuz ki, yapılan kanun değişiklikleri hiçbir
ciddi hukuk devletinde geriye yönelik uygulanamaz. Buna da özellikle dikkat
etmenizi rica ediyorum.
Sayın
Cumhurbaşkanı,
Mitingde
vurguladığınız o muhteşem insan seli, belki dünyanın en büyük siyasi hitap
dinlemiş kitlesiydi. Bu mitingi bu
yoğunluk ve tek vücut mantığında toparlayabilmek çok büyük bir başarıydı.
Özellikle PKK, IŞİD ve şimdi FETÖ saldırılarının ardından, Türkiye’nin bu
tabloya ihtiyacı vardı.
7 Ağustos
Mitingi, gerçekten unutulmaz bir sayfa olarak tarihimize geçmesi, ancak o günün
demokrasinin miladı olmasıyla mümkün kılınabilecek! Bu nedenle burada
gündeminize taşınan konuların yanıtlarını, gerek yurt içinde, gerek yurt
dışında insanların merakla beklediklerini belirtmek istedim. 239 yeni demokrasi
şehidinin anısı önünde saygıyla eğilirken,
barış ve
özgürlük dolu, huzur içinde yaşayan bir Türkiye’ye, demokrasiyi her yönüyle
hazmetmiş bir toplum olarak ulaşmak dileğimi burada tekrarlamak istiyorum,
saygılarımla..
Bedri Baykam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.