17 Ağustos 2016 Çarşamba

“2. CUMHURİYET DEMOKRASİSİ” VE YAYINLANMAYAN DÜZELTİ! | BEDRİ BAYKAM | 16.08.2016‏


Yazıya neresinden giriş yapayım, bilemiyorum. O kadar çok kapısı var ki!
Türkiye’de en yalama olmuş kavram “demokrasi”! Sorsanız herkes demokrat ve herkes bunu kendine göre yorumlayabiliyor. Aynen “laiklik” gibi... Kimine göre yalnız dindarların ve her dinden insanın ibadet hakkını garanti altına alan yüce bir kavram; benim gibi insanlar için ise, bundan önce dinin hiçbir aşamada devlet işlerine veya yasalara karışmaması...


Bugün ana konumuz Cumhuriyet Gazetesi’nin “demokrasi aşkı” ve başkalarına reva gördüğü demokrasi seviyesi. Benim en önemli yaşam kriterlerimden biri şu: “Başkasının sana yapmasını istemediğin şeyi, sen de kimseye yapma!”


MUSTAFA” FİLMİ, CAN DÜNDAR’LA ARAMIZI NASIL AÇMIŞTI
Bildiğiniz gibi geçen yıl Can Dündar ne yazık ki tutuklandı ve yapılan yerli-yabancı tüm baskılarla 3 ay sonra özgürlüğüne kavuştu. Dündar cezaevine girmeden 1-2 hafta önce hiçbir resmi sıfatım olmamasına rağmen- CHP’yi sade bir üyesi olarak eleştirdim diye yazımı önce sansür edip ardından da beni 30 yıldır yazdığım gazeteden çıkartmıştı. Aslında düşünüyorum da, 2008 yılında Dündar’ın “Mustafa” filmine ciddi eleştiriler getirmiştim. Belki de onu atlatamadı, bilemem. O yazıda, o filmin Atatürk’ün 1930’da Serbest Fırka’nın kuruluşuna aracılık edip çok partili rejime, yani demokrasiye geçişi hızlandırmaya çalıştığı gerçeğinin özenle nasıl sakladığını anlatmıştım. Yazının adı “Mustafa Filminin Ölüm Noktası” idi. Dündar o en önemli bilgiyi neden yok saydığını ne bana ne de kamuoyuna ömür boyu izah edemez. Hadi diyelim ki Atatürk’ün son yıllarını iyi anlayamamıştı. Demokrasi tarihimizin bu kadar günümüzü de ilgilendiren kilit ve somut bir anını nasıl “unutabildi” (!?). Çünkü bu unutkanlık veya “bilgisizlik” değilse, başka senaryolar gündeme gelir.


CUMHURİYET GAZETESİ’NİN ÇİZGİSİ NERELERDE RAYDAN ÇIKTI?
Cumhuriyet’in asırlık çizgisini düşünüyorum da... Türkçe alfabeye geçtikten sonra yayınlanan her Cumhuriyet gazetesini, hazırladığım büyük sergiler doğrultusunda arşivinden okumuş bir insan olarak, herhalde gazetenin ideolojisini, çizgisini, felsefesini Dündar’dan 1890 kere fazla DNA’larıma geçirmiş biriyim. Ne mutlu herkese ki Dündar hapisten çıktı, birkaç ay önce de Almanya’ya intikal etti. Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmenliği’ni ise bildiğiniz gibi iki gün önce resmi olarak bıraktı. Ekibiyle beraber gazetenin kimliğinde yarattığı depremler ise kolay kolay tamir olacağa benzemiyor. Peki o süreçte Dündar’ın yerine gazetenin günlük genel sorumluluğunu “fiilen” kim almıştı dersiniz? Sizi uğraştırmayayım: Aydın Engin!


Cumhuriyet “yeni” yönetimi ile, birkaç yıl önce somut değişme sürecine girdi. Atatürkçü duruşu ile bilinen Oktay Akbal, Ümit Zileli, Alev Çoşkun, Mehmet Faraç, Mustafa Balbay ve benim gibi yazarlarla yollar sırayla ayrıldı; arada yazan Coşkun Özdemir ve Deniz Banoğlu gibi isimlerle de ilişki kesildi. Bu isimler yerine Ahmet İnsel, Aydın Engin, Nuray Mert, Ceyda Karan ve tabii onlardan önce gemi kaptanlığı görevini alan şimdi ise vazgeçen Can Dündar gibi isimler geldi. Kemalizm’le arasına mesafe koyan, “yetmez ama evet”çilerle ikinci Cumhuriyetçiler bölgesinde duran bir anlayışın temsilcileri...
Benimkiden farklı her ideolojiye saygım var, ama anlayamadığım şeyler de var: Mesela insan niye mertçe kalkıp Radikal veya 90’lı yılların Yeni Yüzyıl’ı gibi bir gazete yapacağına, Cumhuriyet’i ele geçirip onun ideolojisine ters, farklı bir yayını o mecrada yaşama geçirmeye çalışır? Bu sebeplerle gazeteden toplu olarak ayrılıp yıllardır protestolarını sürdüren CUMOK’ların (Cumhuriyet Gazetesi Okurları) üzücü durumu da zaten ortada. Şayet bu da “demokrasi” ise, sağ olun, ben almayayım!




AYDIN ENGİN’İN AFFEDİLMEZ İFTİRASI
Bir dönem Türkiye’de aydınlanma ve Atatürkçü demokratik görüşün kalesi olan sevgili gazetemde yazan ve hatta gazetenin Dündar yokken yönetmenliğine soyunan Aydın Engin isimli zat, hakkımda inanamadığım, affedilmez şeyler kaleme almış. Açık konuşalım, kızdım. Hadi yazan yazabilir, ama o gazetenin içinde bunların palavra olduğunu bilen o kadar çok insan var ki! Acaba yeni sıfatından mı çekindiler? Ne yapalım, yayınlanmış. Düzeltme yolladım. Yorucu diyaloglar orada başladı. Üç gün boyunca bana verilen dört isimden hiçbirine ulaşamadım. Sonunda zar zor gazetede imtiyaz sahibi olan eski dostum Orhan Erinç’e ulaştıktan bir gün sonra Abbas Yalçın nihayet bana dönüş yaptı. Önce kendisinin künyedeki sıfatı “sorumlu müdür” olmasına rağmen, “bu kararı tek başına değil, tüm yazı işleri ile beraber verdiğini” söyleyerek gardını aldı ve benim tepkimle karşılaştı. “Bunu yayınlayıp yayınlamamak gibi bir seçenekleri olmadığını” söyledim. Aydın Engin’in beni dolaylı da olsa Hrant Dink cinayetinin sorumluları arasında göstermeye cüret ettiğini hatırlattım!
Geçen Cuma günü, tekzibimi yayınlamayacaklarını, umursamaz ve hatta ne yazık ki bunun da ötesinde bir tavırla tebliğ ettiler:Yazınızın yayınlanmayacağını, tekzip talebinizi resmi/yasal başvuru ile iletmeniz gerektiğini belirtmek durumundayım”.

Ben de onlara altta okuyacağınız yanıtı verdim:


Sayın Abbas Yalçın,
Yanıtınız beni özellikle Cumhuriyet açısından üzdü. Gazetenin bu kararın sorumluluğunu alan yazı işleriyle, basın ahlak yasasını tanımayan hangi insanların eline düştüğünü görmüş oldum. AraştırMAma üzerine gazetecilik mantığını kurmuş ve uydurma bilgilerle insanları "cinayete katkı" ile suçlamaya tevessül edecek çapta insanları koruyor olmanız, benim adıma GAZETEM açısından koca bir hayal kırıklığı. Vicdanınız buna müsaitse, bu sözün bittiği yerdir. 
Basın ahlak yasasını, yanıt hakkına saygıyı, demokratik etik davranış kodlarınızı, yani mesleğin alfabesini tekrar gözden geçirmenizi diliyorum.
Beni yasal yollara başvurmak zorunda bırakan da sizsiniz. Bu durum beni İlhan Selçuk'un Cumhuriyet'i açısından ayrıca üzmüştür. Yakışmadı.”

YAYINLANMAYAN TEKZİP
Gelelim, noter (ve ardından gerekirse mahkeme) yoluyla onlara yolladığım tekzibe:


BEDRİ BAYKAM’DAN CUMHURİYET GAZETESİ SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜNE


15.08.2016


9 Ağustos 2016 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde, KENDİSİNE TANINAN YERDE Aydın Engin yazdığı “Hrant’ı da Cemaat öldürmüş öyle mi?” başlıklı yazısında adımı hakaret ve tazminat davalarına konu edilebilecek şekilde geçirmiştir:


(...) Eğer Hrant Dink cinayetinin tüm suçu sadece Cemaat’in sırtına yıkılacaksa, Hrant Dink’in yargılandığı davalarda mahkeme salonunda yer tutan, adliye binasını kuşatanların safında yer alan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Bedri Baykam gibi yiğitler de FETÖ üyesi olsalar gerek. Yani ey AKP elebaşları!.. Ey Cemaat’in ılımlı İslam dümenine yatmış elebaşıları!.. Ey Perinçsizler, Kerinçekler, Veli Küçükler!.. Hepiniz oradaydınız... Orada; Hrant’ın ölümüne giden kanlı yolun taşlarını döşeyenler arasında; mahkeme salonlarında Hrant’ı linç etmek için tepinenler arasında ve 2007’nin 19 Ocak’ında arkadaşım kalleşçe, arkadan vurulup öldürülürken Agos’un önünde... Kiminiz cisminizle, kiminiz isminizle, kiminiz milliyetçiliğinizle oradaydınız!..”


Yazarımız diyerek SIFAT kazandırdığınız Aydın Engin isimli “köşe yazarı”nın, en ufak bir araştırma dahi yapmadan, sorumsuzca, bu kadar cahilce ve fütursuzca insanları dolaylı bile olsa “cinayet”le suçlayabilmesi, uzaktan yakından affedilir bir şey değildir.


Söz konusu iddialarına gelince: Hrant Dink’in yargılandığı davaya hiçbir zaman katılmadım. O dava konusunda aleyhine tek bir yazı da yazmadım. Bu konudaki duruşmalarda hiçbir zaman bulunmadım. Mahkeme salonlarında Hrant’ı linç etmek için hiçbir zaman “tepinmedim”.
İddialarını hayal dünyasında kuran bir insanın, bünyesinde 30 yıl yazdığım, Türkiye’nin en köklü gazetesinde böyle yazılar döşenebilmesini esefle karşılıyorum.
Hrant Dink, medenice ilişkilerim olan bir yazar dostumdu. Kendisiyle 3-4 kere televizyonlarda soykırım iddialarını ve güncel konuları son derece uygarca tartıştık. Üstelik, atölyem 15 yıl boyunca Tarlabaşı’nda bir Ermeni manastırındaydı. Dink atölyemi de ziyaret etti ve dostluğumuz hep medeni bir çerçevede sürdü.
Öldürüldüğü gün de Agos’u ziyaret ettim, başsağlığı dileklerimi, teessürümü ilettim.
Herkes gibi ağır bir şoktaydım.


AYDIN ENGİN NEYİ-NEYLE KARIŞTIRMIŞ, ONU DA BEN SÖYLEYEYİM...
Aydın Engin yine tamamen yanlış şekilde, neyi-neyle karıştırdığını kendi dağınık düşünce dünyasında ve dağarcığında bulamayacağı için, ona da ben yardımcı olayım. Yalnız bu “araştırmaMAcı” gazetecimizin, ciddi bir efor sarf ederek, Cumhuriyet’in arşiv bölümüne inmesi lazım! Hrant Dink değil, Orhan Pamuk’un davası açılmadan 3-4 ay önce, 20 Eylül 2005 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “Pamuk Olayı: Dikkat Uçurum Geliyor” başlıklı bir yazı kaleme aldım ve kesinlikle Pamuk’a dava açılmaması gereğini vurgulayarak kendisine yanıtın demokratik platformlarda verilmesi gerektiğini anlattım. Hatta Sayın Cumhurbaşkanı ve davanın savcısından, bu dava üzerinden Türkiye aleyhine yaşanacak anti-propagandaları da düşünerek dava açılmasını engellemelerini rica ettim. (Şayet o dava o yılın sonunda görülmeden önce, Aydın Engin’in de böyle bir “davayı önden durdurma” girişimi olduysa haberim olsun, kutlarım!).
Tüm bu çabalarıma rağmen Orhan Pamuk davası Şişli Adliyesi’nde görülmeye başlandığında, tamamen aynı mantık doğrultusunda Pamuk’un yargılanmaması, davanın düşmesi, beraat etmesi için oraya gittim. Gerek makalelerim, gerek basın bildirilerim, gerek verdiğim röportajlar, hatta o gün canlı katıldığım rahmetli Mehmet Ali Birand’ın programı bunun sayısız kanıtı arasındadır. O gün de, hiçbir şekilde, Engin’in adını andığı diğer gruplarla bir temasım olmadı. Bu uyduruk, sahte ve genellemeci iddialarla Atatürkçüler’e çamur atmaya çalışanlara da o günlerde somut ve net cevaplarımı Cumhuriyet’ten vermiştim. Ayrıca o saçma dava vesilesiyle, Orhan Pamuk’un bence hak etmediği bir şekilde “demokrasi kahramanlığına tırmandırılmasına da karşı çıktım.
Aydın Engin, adını andığı diğer gruplarla beraber, bahsettiği konularda çekilmiş tek bir kare fotoğrafımı veya müşterek atılmış imzamı ihtiva eden tek bir delil bulamaz.


Bu denli sorumsuzca ve cehalet dolu, İFTİRAYA TEVESSÜL EDEN bir yazıyı –şu an sizde yazmasa da- 30 YILLIK YAZARINIZA KARŞI kaleme alabilen birinin gazeteniz tarafından önden ikaz edilmesini beklerdim.


Aydın Engin’e düşen ilk hareket önce kendi siyasi tutarsızlıklarının hesabını vermeyi denemesidir. Yani.... Ey AKP elebaşları!.. “ derken herhalde olsa olsa kendinden bahsediyor. Çünkü 2010’da referandum sırasında nasıl “yetmez ama evet”çilerle beraber AKP çığırtkanlığı yaptığını, herhalde en azından basın dünyasında hatırlamayan yok! Tüm ikazlarımıza rağmen “güçler ayrılığı” kavramını yerle bir ederek AKP’ye akıldışı güçlerin teslim edilmesindeki hukuk komplosunun baş aktörlerinden birisidir zat-ı alileri! Dolayısıyla, bugünkü muhalif eleştirileri havada kalmaktadır.
Aydın Engin’in siyasi görüş veya duruşlarını tartmak için daha fazla zaman harcamama gerek yok.


Bedri BAYKAM
ABANT TOPLANTILARININ MÜDAVİMLERİNDEN “F TİPİ” ERGENEKON-BALYOZ İNFAZCILIĞINA!
İşte böyle sevgili arkadaşlar...
F tipi”nin şu meşhuurrr Abant toplantılarının müdavimlerinden Engin Aydın, bu şekilde fütursuzca, bu tutarsız ve gerçeklerle sıfır bağlantılı yazılarıyla etrafa kin ve zehir saçıyor. Yani sizin anlayacağınız, hani kendisi “hepiniz oradaydınız” diye atıp tutuyor ya? Yine kendi grubuna gönderme yapıyor herhalde! Yardımcı olayım kendisine: “Hepiniz oradaydınız, Abant’ta! Ilımlı İslamcısından Atatürk düşmanına, küçümseyenine, F tipinden, 2. Cumhuriyetçi’sine, liberal atar-tutarlardan yeminli yandaşlara kadar... Topunuz oradaydınız, bol bol fotoğraflar çektirdiniz, nutuklar attınız, birbirinizin sırtını sıvazladınız... Hıncınızı da Silivri’de kumpaslarla mücadele eden yurtseverlerden çıkarmaya çalıştınız... Var mı buna bir itirazınız?
Kendisi şimdiler de ise TV’lerde günah çıkartmaya çalışıyor: “Bundan sonra Cumhurbaşkanı olmuş bir zat, onun bakanları, ‘biz kandırıldık’ diyerek ellerini yıkayamazlar. Çünkü ben bir yurttaş olarak bilemeyebilirim (...) ama bu pozisyonda olanlar, yani devletin istihbarat gücünü elinde tutanlar ve o güçlü devlet aygıtına sahip olanların bir: ‘kandırıldık’ diyerek ellerini yıkaması mümkün değil, iki: kandırılmaları da aslında mümkün değil” (kaynak: Medyascope TV)
Ah Aydın Engin, ahh! O dönemlerde tabii Cumhuriyet’te yazmıyordun ki, nereden bilecektin bunları! Demek Cumhuriyet’i okumuyordun bile! Çünkü biz “kanmaya meyilli olanları zamanında uyandırmak için” bunları defalarca yazdık. Ama o günlerde galiba “F tipi” kanallarda gezmekle meşguldün, o yüzden göremedin. 2010 Referandumu konusunda da herhalde aynı gerekçelerle seni de kandırdılar!
Bu yaşında, Atatürk olmadan bu topraklarda kimsenin sosyalist olamayacağını hala anlamamış olan bu zat, o günlerde artık iflası çoktan tescil edilmiş Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında, “askeri vesayetten kurtuluyoruz” diye mutluluğunu her fırsatta dile getiriyordu! Şimdilerde yaşadığı kavram kargaşası ve hızlı U dönüşlerinin ortasında, belki Can Dündar’ın ortalığı karıştırıp bırakıverdiği koltuğa tam yerleştirilecek! İşte o günler gelir de Aydın Bey aynı “araştırmama” mantığıyla gazeteyi çıkarmaya kalkarsa, vay bu Cumhuriyet’in haline!
Bir bireyin her türlü yörünge kayıplarını anlayabilirim de.. koca çınar Cumhuriyet’e neler yaşatıldığını, neler dayatıldığını görüyorum ve hazmedemiyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.