NEDEN
KAHRAMAN’A TBMM BAŞKANI OLARAK BAKAMADIĞIMA DAİR...
Kahrolduğum
nokta şu: Sıfatı “TBMM Başkanı” olan bir insan, dost bir
ülkenin ve hatta dünyanın gözünde ülkemizin entellektüel
seviyesini yerin dibine batıran bir konuşma yapıyor ve biz de bu
utancı yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Tarihe “Meclis’inin
Başkanı, Che hakkında 2016’da katil ve eşkıya demiş bir
ülkenin vatandaşı” olarak kaydoluyoruz! Bu yüz kızartıcı
yorumlardan sonra ne Che’nin prestiji sarsılacak ne de bizlerin
veya dünyanın ona olan hayranlığında bir azalma olacak! Hatta
rahatlıkla söyleyebilirim ki, tersine Türkiye’de Che’yi
nispeten daha az tanıyan yeni kuşak, Kahraman sayesinde bu büyük
insanı tüm derinliğiyle keşfedecek, daha çok sevecek, ona çok
daha fazla hayran olacak!
Her
şeyden önce, Che’nin sevgili ailesinden, dost Küba ve Arjantin
halklarından, Güney Amerikalılar’dan, hatta dünyanın tüm
hümanist, demokrat, aydın, ilerici insanlarından özür diliyorum.
Lütfen bizi yanlış tanımayın. Biz bu kadar cahil, bu kadar dünya
değerlerinden yoksun bir toplum değiliz! Aslında en doğru sözü,
Küba Meclis Başkanı Esteban Lazo Hernàndez söylemiş: “Atatürk
gibi büyük bir devrimciyi anlayamamış birinin, Che’yi anlaması
beklenemez!”.
İşte ben buna Meclis Başkanı derim!
Ben
zaten İsmail Kahraman’a “TBMM Başkanı” olarak bakamıyorum.
Yaptığı milletvekili yemininin en önemli ve değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi olan “laiklik”
ilkesinin yeni Anayasa’da yer almasını istemeyip Anayasamız ile
ters düşen ve daha ilk dakikadan kendi sıfatını dinamitlediğinin
farkına bile varamayan bir Meclis Başkanı’nı nasıl kabul
edebilirim ki? Muhalefet partileri Kahraman’ın o günlerde
istifası için sonuna kadar nasıl diretmediler, hala anlayabilmiş
değilim. Ama şimdi bu tarihsel gafla ve yeniden neden olduğu
krizle beraber, İsmail Kahraman’ın derhal istifa etmesini talep
ediyorum! İki halkın arasına kabul edilemez nifak tohumları
sokan, gafletiyle diplomatik ve siyasi bir yükün altına girmemize
neden olan bu insana düşen “Bu
2. vakamla, dönemimi doldurdum”
diyerek siyasetten -veya en azından Meclis Başkanlığı’ndan-
ayrılmasıdır. Kah-ra-man İs-ti-fa!!!
DİPLOMATİK
GAFLARIN MALİYETİ
Meclis
Başkanı, herhalde kendi Cumhurbaşkanı’nın daha şurada 1,5
sene önce Küba’ya yaptığı resmi ziyaretten habersiz. Küba
demek, Castro ve Che demek. Erdoğan Küba’ya gitmiş ve Che’nin
duvar resimleri, heykelleri önünde resmi fotoğraf çektirmiştir.
Küba’ya saygılarını sunmuştur. Kahraman hangi düşüncesiz
gerekçelerinden Che’ye “eşkıya” dediyse, aynı yorum Castro
için de geçerlidir. Keşke o zaman Cumhurbaşkanı’nı da “aman
Küba’ya gitmeyin, orası bir eşkıya devletidir”
diye ikaz etseydi!
Siyaset
ve diplomasi, ülkelerin birbirleriyle ilişkilerini bağlayan ciddi
bir alandır. Sarf edilen sözler, yalnız sahibinin sorumluluğunda
değildir. Makamı temsil eder. Örneğin dünyada herhangi bir üst
düzey politikacı kalkıp Cumhuriyetimiz’in kurucusu hakkında
aynı ağır sözleri sarf etse, neler yaşanırdı, düşündünüz
mü biraz empatiyle?
Bunun
gibi çıkışlar, siyasi krizlere de yol açar; tam tersine veciz ve
evrensel değerde büyük sözler, tarih boyu sürecek etkiler de
oluşturabilir. Tek bir cümle, insanı rezil de eder, vezir de...
Tek bir gaf, ülkeleri bazen savaşın eşiğine getirmiştir.
Siyaset, insanların desteksiz atabileceği bir alan değildir.
CHP
Milletvekili Veli Ağbaba’dan 68’liler Birliği Vakfı’na, Jose
Marti Kültür Vakfı’ndan Küba Büyükelçiliği’ne ve çeşitli
yazarlara kadar birçok insan şimdiden Kahraman’a hak ettiği
tepkiyi verdi. Benim merak ettiğim konu, Kahraman’ın ait olduğu
siyasi hareketin her zaman tenezzül ettiği “gündem değiştirmek
için skandal sözler sarf etmek” taktiğini örnek alarak kendi
boyunu aşacak şekilde bu çıkışı yapmış olup olmadığıdır.
Ya bu gerekçeyle zamanlama ayarını tutturamayıp bu skandalı
tetikledi ya da kendi gerçek kimliği aradan 50 yıl kadar geçtikten
sonra tekrar yüzeye bulaştı. Her iki gerekçe de, birbirinden daha
bayağıdır. Kah-ra-man İs-ti-fa!!!
KAHRAMAN’IN
NEDEN “DİĞER TARAFTA” OLDUĞUNA DAİR!
Kahraman’ın
1968’in her zerresi isyan, devrim, aşk ve bahar kokan günlerinde,
nehir yatağının tam tersine, Amerikancı, yazıklar olası bir
emperyalist korumacılığa girebilmiş olması, gerek ODATV’de,
gerek başka basın bildirileri ve yorumlarda dile getirildi.
Kahraman ve onun gibiler, hiçbir zaman Che ve Deniz Gezmiş gibileri
anlayamazlar. Çünkü bazı insanlar kendilerini değil, toplumu,
evrensel anlamda insanlığı, kardeşliği, dürüstlüğü
düşünerek yaşam tünelinden geçerler. Hedefleri büyüktür,
tavırları ödünsüz! Kendi çıkarları diye bir konu yoktur.
Düşmanla uzlaşma yoktur. Ölüm korkusu yoktur. Deniz ve Che
gibi... Gençliğini emperyalizmin sapı olma hayaliyle geçirmiş
insanların Che, Deniz veya haksızlıklarla ölümüne mücadele
etmiş başka değerleri bu kadar aşağılamaya çalışmalarının
arkasında, dramatik ve hezimete mahkum bir günah çıkarma çabası,
daha doğrusu kendini dolaylı olarak aklama hayali vardır. Bunlar
tabii ki beyhude çabalardır! Kendi geçmişlerinden böyle
kaçamazlar!
BU
KONUYU NEDEN KILCAL DAMARINA KADAR BİLDİĞİME DAİR...
Her
insan her konuyu bilemez. Bilmemek hiç ayıp değildir. Yeter ki
insan bilmediği bir konuda kulaktan dolma bilgilerle, popülist
dolduruşlarla ukalalığa kalkışmasın!
Küba’ya
iki kere gittim. Che ve Küba ile ilgili sayısız kitap ve film
elimden geçti. Kendim İmge Yayınları’ndan çıkan ve şu anda
tükenmiş bir Che kitabı yazdım: “Küba ve Binyılın Süvarisi
Che”. Havana’daki Devrim Müzesi’nde 1999’da “Che ve Küba
Devriminin 40. Yılı” başlıklı bir sergi açtım. Geçen yıl
yine yeni bir kitap çalışması için Küba’daydım. Yine Che’nin
kız Aleida ve oğlu Camilo ile beraberdim. Daha önce Che’nin
“Motorsiklet Günlükleri”nde Güney Amerika’yı genç bir adam
olarak beraber gezdiği Alberto Granado ile büyük bir röportaj
yapmıştım. Geçen yıl da, Che’nin en yakın silah
arkadaşlarından Pombo ile beraberdim ve saatler süren bir analizi
birlikte yaptık. En büyük Che tarihçilerinden Froilan Gonzalez
yakın dostumdur ve kimi detayları da ondan öğrenmişimdir.
İnanılmaz ve göz yaşartıcı hatıralarım vardır bu
karşılaşmalardan... Dolayısıyla naçizane, Kahraman’ın
Rize’de üzerine “kahramanlık” yapmaya kalkıştığı bu
konuyu, en azından ondan çook daha iyi bilirim!
EŞKIYA
KİME DENİR, CHE KİMDİR?
Eşkıya
sözcüğü, halkı taciz eden, çalan çırpan, kaçakçılık
yapan, adam kaçıran, soyan, öldüren, kanun dışı silahlı ve
acımasız bedbahtlar için kullanılan bir sözcüktür. Che ile
uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, Che tüm ömrünü bunun
tersine adamıştır. Yani aksine, kendisi için tek bir çöp
istemeyen, doktor kimliğiyle fakir insanları bedava tedavi eden,
yalnız işçiler, köylüler ve masum halk kitlelerinin çıkarı
için canını vermek dahil her ne pahasına olursa olsun emperyalizm
ve faşizmle doğrudan “kora kor” mücadele eden bir insan olarak
ömrünü tamamlamıştır.
1955
yılının Temmuz ayında Fidel ile Meksika’da yolları kesişen
Che, onunla beraber Küba’yı fethetmek üzere yola çıkan 82
gerilladan biri oldu. Adaya iner inmez Batista’nın askerlerinin
yaylım ateşiyle karşılaşan gruptan yalnız 12 kişi sağ kaldı.
Bu 12 kahramanın Sierra Maestra dağları ve balta girmemiş
ormanlarında başlattıkları uzun yürüyüş ile, 1956 Kasımı’ndan
1 Ocak 1959’da Havana’dan Batista’nın kaçışıyla gelen
zafere kadar, dev ve mucizevi başarıları beraberinde getirdi. Bu
kahramanlar Atatürk’ü ve onun Bandırma Vapuru’yla başlattığı
Kurtuluş Savaşı ve anti-emperyalist mücadeleyi örnek aldılar.
Nutuk’tan esinlendiler. 1997 yılında İstanbul’u Habitat
zirvesi için ziyaret ettiğinde, Castro kendisine yöneltilen
sorulardan bıkıp gazetecilere “En
büyük devrimci sizin ülkenizde, niye illa dışarıdan kahramanlar
arayışındasınız?”
diye ilginç şekilde çıkıştı.
CHE-NAZIM
HİKMET İLİŞKİSİ
Che,
Granma isimli tekneyle yola çıkarken ailesine son veda mektubunu
atıyor ve bunu Nazım Hikmet’in dizelerine atıf yaparak
bitiriyor: “Ömrüm
boyunca deneme ve yanılma yöntemiyle yaşamda doğruyu aradım.
Şimdi de doğru yolda arkamda bir kız çocuğu bırakarak daireyi
tamamladım. Şu andan itibaren Nazım Hikmet’in dediği gibi
ölümümü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim, yalnız
mezarıma bitmemiş bir şarkının hüznünü taşıyacağım”.
Bu alıntıyı da tarih sayfalarından bulup çıkarmak bana nasip
olmuştu, 1999’da... Hadi sizi güldüreyim: 2. Cumhuriyetçiliğin
o hızlı günlerinde Cumhuriyet ve Aydınlık gibi sol gazeteler
dışında, Milliyet’te Ayça Atikoğlu Küba seyahatim konusunda
harika ve uzun bir röportaj yapmış, 2. Cumhuriyetçi geçici bir
genel yayın yönetmeni o röportajı sayfadan gece uçuruvermişti!
Kahraman’ın
eşkıyası (kimbilir sevgili Şener Şen ne düşünmüştür!),
gerilla arkadaşlarına ormanda her dersi veren, yakın zamanda da
onlardan bir ülke yönetecek karakterde insanlar çıkarmayı
hedefleyen bir mükemmeliyetçidir. Şiirin yanı sıra edebiyat ve
sanat düşkünüdür.
COMANDANTE
CHE GUEVARA
Che’ye
“Comandante” sıfatını 1957 yılında, gerilla Frank Pais’in
ölümüne ilişkin taziye mektubu imzalanırken Fidel vermiştir.
Gayet doğal ve sakin bir sesle “Mektupta adının altına
Comandante yaz” diyerek onun nihai üst rütbesini belirlemiş,
efsaneye sıfatını vermiştir: “Comandante Che Guevera”... İşte
bu dünyanın aşık olacağı “eşkıya”, Castro, kardeşi Raul
ve Camilo Cienfuegos ile beraber Batista’nın Küba Anayasası’nı
hiçe sayarak yaptığı kanlı darbe ve ülkeyi Amerikan
emperyalizminin peyki haline getiren teslimiyet tavırlarıyla
mücadele etmişlerdir. Yani Kahraman, Che’ye “eşkıya” derken
Batista gibi, 15 Temmuz’da Türkiye’de yaşanan başarısız
darbenin “başarılısını” yaparak ülkeye ve demokrasiye el
koyan, kin ve kan saçan bir diktatörün savunuculuğunu üstlenmiş
olmaktadır. Aynen 1968’de arkadaşlarıyla yaptığı gibi!
Aslında hiç olmazsa, kendi anti-demokratik ve faşizm yanlısı
seçimlerinde tutarlıdır Kahraman!
Küba’da
zafer halkın büyük sevinç gösterileri ve yer yer doğrudan
katkılarıyla elde edildikten sonra Che, Merkez Bankası Genel
Müdürü ve ardından Sanayi Bakanı olmuştur. Zaten tüm dünyanın
gözünde Castro ile beraber devrimin eşit ana kahramanı olan Che,
Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma ile ülkesini
başarıyla temsil etmesinin yanı sıra, uluslararası gezilerinde
dünya liderlerinin tanışmak için can attığı efsanevi bir
isimdi. Nasır’dan Tito’ya, Sukarno’dan Nehru’ya, Ben
Bella’dan Mao’ya sayısız lider, Kahraman’ın “eşkıya”sı
ile görüşmeler yapmak için sıraya girmiştir. Aynen Jean Paul
Sartre, Ernest Hemingway ve Simone de Beauvoir gibi, dünyanın en
ünlü yazarlarının ve tüm büyük gazetecilerinin yaptığı
gibi...
CHE’Yİ
YARGILAMAYA CESARETİ OLMAYAN EMPERYALİZM
Sıfatlara
yaslanıp kendini zafer takının içinde dondurmak istemeyen Che,
önce Kongo’da bir gerilla eğitim kampı kurmuş, ardından
Bolivya’da tekrar gerilla mücadelesine girişmiştir. Uygun ülke
olarak gördüğü Bolivya’da, not defterlerinden izlediğimiz
büyük çarpışmalardan sonra köylülerin ve Bolivya Komünist
Partisi’nin desteğini alamayan Che ve arkadaşları, dramatik
sonlarıyla burada karşılaştılar. Che, 8 Ekim 1967’de
yakalandı. 9 Ekim günü ise Bolivya’nın faşist diktatörü
Barrientos ve CIA’in ortak görüşmelerinden sonra aldıkları
hukuk dışı bir kararla, La Higuera köyünde, Mario Teran isimli,
yakın zamana kadar yaşayan alçak bir “gönüllü infazcı”
asker tarafından ateş edilerek öldürüldü.
Yine
sormak lazım Meclisimiz’in tarih profesörü Kahraman’a: “Sizce
Bolivya ve ABD’nin, savunmasız bir esir konumunda olan Che’yi,
yargılamadan apar topar hukuksuz bir şekilde infaz etme nedenleri
neydi?” Cevabı duyar gibi oluyorum: “İşte eşkıyaydı da
ondan!”. Yok İsmail Bey, yine yanıldınız. Amerika ve
Barrientos, Che’nin yargılanma sürecinin, esasında tüm dünyada
Amerikan emperyalizmi ve peyklerinin yargılanacağı bir felakete ve
imaj iflasına dönüşeceğini bildikleri için ortada böyle bir
seçenek olamazdı. Bu nedenle, koca ABD, koca Bolivya hükümeti ve
başkanı, Che için başparmaklarını aşağıya çevirip “ölüm”
kararı verdiler. Tabii orada bir efsaneyi ölümsüzlüğe en güçlü
şekilde yolluyor olduklarını göremeden... Aynen Batista gibi,
Barrientos da hukuku, insan yaşamını, savaş hukukunu, özgürlük
ve demokrasiyi hiçe sayan, her zerreleri işkencecilik ve çıkarcılık
üzerine kurulu yasadışı faşist hükümetlerin Amerikan
kuklasıydı. İşte Kahraman’ın cümleleri ve özlemleri, bu
kirli karşı tarafı savunmuş oluyor. Hukuksuz, yobaz, faşist,
kukla hükümetlerin, işkenceci diktatörlerinden yana taraf olup,
onların karşısına halk adına dikilen Che ve efsanesini
aşağılayabileceğini sanıyor. Ve ülkemizde de bizler bu
vesileyle Che’ye tekrar sahip çıkıp onu genç halkımıza sunmuş
oluyoruz. Ne diyelim, sağ ol ey Kahraman! Sayende halkımıza,
gençlerimize yazıp hatırlatabildik bu satırları... Kah-ra-man
is-ti-fa!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.