31 Ağustos 2016 Çarşamba

İSMAİL KAHRAMAN’A DÜŞEN DERHAL İSTİFA ETMEKTİR! | Bedri Baykam | 30.08.2016

NEDEN KAHRAMAN’A TBMM BAŞKANI OLARAK BAKAMADIĞIMA DAİR...
Kahrolduğum nokta şu: Sıfatı “TBMM Başkanı” olan bir insan, dost bir ülkenin ve hatta dünyanın gözünde ülkemizin entellektüel seviyesini yerin dibine batıran bir konuşma yapıyor ve biz de bu utancı yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Tarihe “Meclis’inin Başkanı, Che hakkında 2016’da katil ve eşkıya demiş bir ülkenin vatandaşı” olarak kaydoluyoruz! Bu yüz kızartıcı yorumlardan sonra ne Che’nin prestiji sarsılacak ne de bizlerin veya dünyanın ona olan hayranlığında bir azalma olacak! Hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki, tersine Türkiye’de Che’yi nispeten daha az tanıyan yeni kuşak, Kahraman sayesinde bu büyük insanı tüm derinliğiyle keşfedecek, daha çok sevecek, ona çok daha fazla hayran olacak!
Her şeyden önce, Che’nin sevgili ailesinden, dost Küba ve Arjantin halklarından, Güney Amerikalılar’dan, hatta dünyanın tüm hümanist, demokrat, aydın, ilerici insanlarından özür diliyorum. Lütfen bizi yanlış tanımayın. Biz bu kadar cahil, bu kadar dünya değerlerinden yoksun bir toplum değiliz! Aslında en doğru sözü, Küba Meclis Başkanı Esteban Lazo Hernàndez söylemiş: “Atatürk gibi büyük bir devrimciyi anlayamamış birinin, Che’yi anlaması beklenemez!”. İşte ben buna Meclis Başkanı derim!
Ben zaten İsmail Kahraman’a “TBMM Başkanı” olarak bakamıyorum. Yaptığı milletvekili yemininin en önemli ve değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi olan “laiklik” ilkesinin yeni Anayasa’da yer almasını istemeyip Anayasamız ile ters düşen ve daha ilk dakikadan kendi sıfatını dinamitlediğinin farkına bile varamayan bir Meclis Başkanı’nı nasıl kabul edebilirim ki? Muhalefet partileri Kahraman’ın o günlerde istifası için sonuna kadar nasıl diretmediler, hala anlayabilmiş değilim. Ama şimdi bu tarihsel gafla ve yeniden neden olduğu krizle beraber, İsmail Kahraman’ın derhal istifa etmesini talep ediyorum! İki halkın arasına kabul edilemez nifak tohumları sokan, gafletiyle diplomatik ve siyasi bir yükün altına girmemize neden olan bu insana düşen “Bu 2. vakamla, dönemimi doldurdum” diyerek siyasetten -veya en azından Meclis Başkanlığı’ndan- ayrılmasıdır. Kah-ra-man İs-ti-fa!!!


DİPLOMATİK GAFLARIN MALİYETİ
Meclis Başkanı, herhalde kendi Cumhurbaşkanı’nın daha şurada 1,5 sene önce Küba’ya yaptığı resmi ziyaretten habersiz. Küba demek, Castro ve Che demek. Erdoğan Küba’ya gitmiş ve Che’nin duvar resimleri, heykelleri önünde resmi fotoğraf çektirmiştir. Küba’ya saygılarını sunmuştur. Kahraman hangi düşüncesiz gerekçelerinden Che’ye “eşkıya” dediyse, aynı yorum Castro için de geçerlidir. Keşke o zaman Cumhurbaşkanı’nı da “aman Küba’ya gitmeyin, orası bir eşkıya devletidir” diye ikaz etseydi!
Siyaset ve diplomasi, ülkelerin birbirleriyle ilişkilerini bağlayan ciddi bir alandır. Sarf edilen sözler, yalnız sahibinin sorumluluğunda değildir. Makamı temsil eder. Örneğin dünyada herhangi bir üst düzey politikacı kalkıp Cumhuriyetimiz’in kurucusu hakkında aynı ağır sözleri sarf etse, neler yaşanırdı, düşündünüz mü biraz empatiyle?
Bunun gibi çıkışlar, siyasi krizlere de yol açar; tam tersine veciz ve evrensel değerde büyük sözler, tarih boyu sürecek etkiler de oluşturabilir. Tek bir cümle, insanı rezil de eder, vezir de... Tek bir gaf, ülkeleri bazen savaşın eşiğine getirmiştir. Siyaset, insanların desteksiz atabileceği bir alan değildir.
CHP Milletvekili Veli Ağbaba’dan 68’liler Birliği Vakfı’na, Jose Marti Kültür Vakfı’ndan Küba Büyükelçiliği’ne ve çeşitli yazarlara kadar birçok insan şimdiden Kahraman’a hak ettiği tepkiyi verdi. Benim merak ettiğim konu, Kahraman’ın ait olduğu siyasi hareketin her zaman tenezzül ettiği “gündem değiştirmek için skandal sözler sarf etmek” taktiğini örnek alarak kendi boyunu aşacak şekilde bu çıkışı yapmış olup olmadığıdır. Ya bu gerekçeyle zamanlama ayarını tutturamayıp bu skandalı tetikledi ya da kendi gerçek kimliği aradan 50 yıl kadar geçtikten sonra tekrar yüzeye bulaştı. Her iki gerekçe de, birbirinden daha bayağıdır. Kah-ra-man İs-ti-fa!!!


KAHRAMAN’IN NEDEN “DİĞER TARAFTA” OLDUĞUNA DAİR!
Kahraman’ın 1968’in her zerresi isyan, devrim, aşk ve bahar kokan günlerinde, nehir yatağının tam tersine, Amerikancı, yazıklar olası bir emperyalist korumacılığa girebilmiş olması, gerek ODATV’de, gerek başka basın bildirileri ve yorumlarda dile getirildi. Kahraman ve onun gibiler, hiçbir zaman Che ve Deniz Gezmiş gibileri anlayamazlar. Çünkü bazı insanlar kendilerini değil, toplumu, evrensel anlamda insanlığı, kardeşliği, dürüstlüğü düşünerek yaşam tünelinden geçerler. Hedefleri büyüktür, tavırları ödünsüz! Kendi çıkarları diye bir konu yoktur. Düşmanla uzlaşma yoktur. Ölüm korkusu yoktur. Deniz ve Che gibi... Gençliğini emperyalizmin sapı olma hayaliyle geçirmiş insanların Che, Deniz veya haksızlıklarla ölümüne mücadele etmiş başka değerleri bu kadar aşağılamaya çalışmalarının arkasında, dramatik ve hezimete mahkum bir günah çıkarma çabası, daha doğrusu kendini dolaylı olarak aklama hayali vardır. Bunlar tabii ki beyhude çabalardır! Kendi geçmişlerinden böyle kaçamazlar!


BU KONUYU NEDEN KILCAL DAMARINA KADAR BİLDİĞİME DAİR...
Her insan her konuyu bilemez. Bilmemek hiç ayıp değildir. Yeter ki insan bilmediği bir konuda kulaktan dolma bilgilerle, popülist dolduruşlarla ukalalığa kalkışmasın!
Küba’ya iki kere gittim. Che ve Küba ile ilgili sayısız kitap ve film elimden geçti. Kendim İmge Yayınları’ndan çıkan ve şu anda tükenmiş bir Che kitabı yazdım: “Küba ve Binyılın Süvarisi Che”. Havana’daki Devrim Müzesi’nde 1999’da “Che ve Küba Devriminin 40. Yılı” başlıklı bir sergi açtım. Geçen yıl yine yeni bir kitap çalışması için Küba’daydım. Yine Che’nin kız Aleida ve oğlu Camilo ile beraberdim. Daha önce Che’nin “Motorsiklet Günlükleri”nde Güney Amerika’yı genç bir adam olarak beraber gezdiği Alberto Granado ile büyük bir röportaj yapmıştım. Geçen yıl da, Che’nin en yakın silah arkadaşlarından Pombo ile beraberdim ve saatler süren bir analizi birlikte yaptık. En büyük Che tarihçilerinden Froilan Gonzalez yakın dostumdur ve kimi detayları da ondan öğrenmişimdir. İnanılmaz ve göz yaşartıcı hatıralarım vardır bu karşılaşmalardan... Dolayısıyla naçizane, Kahraman’ın Rize’de üzerine “kahramanlık” yapmaya kalkıştığı bu konuyu, en azından ondan çook daha iyi bilirim!


EŞKIYA KİME DENİR, CHE KİMDİR?
Eşkıya sözcüğü, halkı taciz eden, çalan çırpan, kaçakçılık yapan, adam kaçıran, soyan, öldüren, kanun dışı silahlı ve acımasız bedbahtlar için kullanılan bir sözcüktür. Che ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, Che tüm ömrünü bunun tersine adamıştır. Yani aksine, kendisi için tek bir çöp istemeyen, doktor kimliğiyle fakir insanları bedava tedavi eden, yalnız işçiler, köylüler ve masum halk kitlelerinin çıkarı için canını vermek dahil her ne pahasına olursa olsun emperyalizm ve faşizmle doğrudan “kora kor” mücadele eden bir insan olarak ömrünü tamamlamıştır.
1955 yılının Temmuz ayında Fidel ile Meksika’da yolları kesişen Che, onunla beraber Küba’yı fethetmek üzere yola çıkan 82 gerilladan biri oldu. Adaya iner inmez Batista’nın askerlerinin yaylım ateşiyle karşılaşan gruptan yalnız 12 kişi sağ kaldı. Bu 12 kahramanın Sierra Maestra dağları ve balta girmemiş ormanlarında başlattıkları uzun yürüyüş ile, 1956 Kasımı’ndan 1 Ocak 1959’da Havana’dan Batista’nın kaçışıyla gelen zafere kadar, dev ve mucizevi başarıları beraberinde getirdi. Bu kahramanlar Atatürk’ü ve onun Bandırma Vapuru’yla başlattığı Kurtuluş Savaşı ve anti-emperyalist mücadeleyi örnek aldılar. Nutuk’tan esinlendiler. 1997 yılında İstanbul’u Habitat zirvesi için ziyaret ettiğinde, Castro kendisine yöneltilen sorulardan bıkıp gazetecilere “En büyük devrimci sizin ülkenizde, niye illa dışarıdan kahramanlar arayışındasınız?” diye ilginç şekilde çıkıştı.


CHE-NAZIM HİKMET İLİŞKİSİ
Che, Granma isimli tekneyle yola çıkarken ailesine son veda mektubunu atıyor ve bunu Nazım Hikmet’in dizelerine atıf yaparak bitiriyor: “Ömrüm boyunca deneme ve yanılma yöntemiyle yaşamda doğruyu aradım. Şimdi de doğru yolda arkamda bir kız çocuğu bırakarak daireyi tamamladım. Şu andan itibaren Nazım Hikmet’in dediği gibi ölümümü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim, yalnız mezarıma bitmemiş bir şarkının hüznünü taşıyacağım”. Bu alıntıyı da tarih sayfalarından bulup çıkarmak bana nasip olmuştu, 1999’da... Hadi sizi güldüreyim: 2. Cumhuriyetçiliğin o hızlı günlerinde Cumhuriyet ve Aydınlık gibi sol gazeteler dışında, Milliyet’te Ayça Atikoğlu Küba seyahatim konusunda harika ve uzun bir röportaj yapmış, 2. Cumhuriyetçi geçici bir genel yayın yönetmeni o röportajı sayfadan gece uçuruvermişti!
Kahraman’ın eşkıyası (kimbilir sevgili Şener Şen ne düşünmüştür!), gerilla arkadaşlarına ormanda her dersi veren, yakın zamanda da onlardan bir ülke yönetecek karakterde insanlar çıkarmayı hedefleyen bir mükemmeliyetçidir. Şiirin yanı sıra edebiyat ve sanat düşkünüdür.


COMANDANTE CHE GUEVARA
Che’ye “Comandante” sıfatını 1957 yılında, gerilla Frank Pais’in ölümüne ilişkin taziye mektubu imzalanırken Fidel vermiştir. Gayet doğal ve sakin bir sesle “Mektupta adının altına Comandante yaz” diyerek onun nihai üst rütbesini belirlemiş, efsaneye sıfatını vermiştir: “Comandante Che Guevera”... İşte bu dünyanın aşık olacağı “eşkıya”, Castro, kardeşi Raul ve Camilo Cienfuegos ile beraber Batista’nın Küba Anayasası’nı hiçe sayarak yaptığı kanlı darbe ve ülkeyi Amerikan emperyalizminin peyki haline getiren teslimiyet tavırlarıyla mücadele etmişlerdir. Yani Kahraman, Che’ye “eşkıya” derken Batista gibi, 15 Temmuz’da Türkiye’de yaşanan başarısız darbenin “başarılısını” yaparak ülkeye ve demokrasiye el koyan, kin ve kan saçan bir diktatörün savunuculuğunu üstlenmiş olmaktadır. Aynen 1968’de arkadaşlarıyla yaptığı gibi! Aslında hiç olmazsa, kendi anti-demokratik ve faşizm yanlısı seçimlerinde tutarlıdır Kahraman!


Küba’da zafer halkın büyük sevinç gösterileri ve yer yer doğrudan katkılarıyla elde edildikten sonra Che, Merkez Bankası Genel Müdürü ve ardından Sanayi Bakanı olmuştur. Zaten tüm dünyanın gözünde Castro ile beraber devrimin eşit ana kahramanı olan Che, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma ile ülkesini başarıyla temsil etmesinin yanı sıra, uluslararası gezilerinde dünya liderlerinin tanışmak için can attığı efsanevi bir isimdi. Nasır’dan Tito’ya, Sukarno’dan Nehru’ya, Ben Bella’dan Mao’ya sayısız lider, Kahraman’ın “eşkıya”sı ile görüşmeler yapmak için sıraya girmiştir. Aynen Jean Paul Sartre, Ernest Hemingway ve Simone de Beauvoir gibi, dünyanın en ünlü yazarlarının ve tüm büyük gazetecilerinin yaptığı gibi...


CHE’Yİ YARGILAMAYA CESARETİ OLMAYAN EMPERYALİZM
Sıfatlara yaslanıp kendini zafer takının içinde dondurmak istemeyen Che, önce Kongo’da bir gerilla eğitim kampı kurmuş, ardından Bolivya’da tekrar gerilla mücadelesine girişmiştir. Uygun ülke olarak gördüğü Bolivya’da, not defterlerinden izlediğimiz büyük çarpışmalardan sonra köylülerin ve Bolivya Komünist Partisi’nin desteğini alamayan Che ve arkadaşları, dramatik sonlarıyla burada karşılaştılar. Che, 8 Ekim 1967’de yakalandı. 9 Ekim günü ise Bolivya’nın faşist diktatörü Barrientos ve CIA’in ortak görüşmelerinden sonra aldıkları hukuk dışı bir kararla, La Higuera köyünde, Mario Teran isimli, yakın zamana kadar yaşayan alçak bir “gönüllü infazcı” asker tarafından ateş edilerek öldürüldü.


Yine sormak lazım Meclisimiz’in tarih profesörü Kahraman’a: “Sizce Bolivya ve ABD’nin, savunmasız bir esir konumunda olan Che’yi, yargılamadan apar topar hukuksuz bir şekilde infaz etme nedenleri neydi?” Cevabı duyar gibi oluyorum: “İşte eşkıyaydı da ondan!”. Yok İsmail Bey, yine yanıldınız. Amerika ve Barrientos, Che’nin yargılanma sürecinin, esasında tüm dünyada Amerikan emperyalizmi ve peyklerinin yargılanacağı bir felakete ve imaj iflasına dönüşeceğini bildikleri için ortada böyle bir seçenek olamazdı. Bu nedenle, koca ABD, koca Bolivya hükümeti ve başkanı, Che için başparmaklarını aşağıya çevirip “ölüm” kararı verdiler. Tabii orada bir efsaneyi ölümsüzlüğe en güçlü şekilde yolluyor olduklarını göremeden... Aynen Batista gibi, Barrientos da hukuku, insan yaşamını, savaş hukukunu, özgürlük ve demokrasiyi hiçe sayan, her zerreleri işkencecilik ve çıkarcılık üzerine kurulu yasadışı faşist hükümetlerin Amerikan kuklasıydı. İşte Kahraman’ın cümleleri ve özlemleri, bu kirli karşı tarafı savunmuş oluyor. Hukuksuz, yobaz, faşist, kukla hükümetlerin, işkenceci diktatörlerinden yana taraf olup, onların karşısına halk adına dikilen Che ve efsanesini aşağılayabileceğini sanıyor. Ve ülkemizde de bizler bu vesileyle Che’ye tekrar sahip çıkıp onu genç halkımıza sunmuş oluyoruz. Ne diyelim, sağ ol ey Kahraman! Sayende halkımıza, gençlerimize yazıp hatırlatabildik bu satırları... Kah-ra-man is-ti-fa!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.