Yazının
başlığını okurken çoğunuzun isyan ettiğini biliyorum. Baştan söyleyeyim, bu
dikkat çekmek için konmuş bir tuzak değil. Ama ne kadar tepki gösterirseniz
gösterin, şunu bilin ki bu yazıyı okuduktan sonra o başlığa da, bana da hak
vereceksiniz. Bakalım haklı çıkacak mıyım?
Geçen
haftaki yazımı okumamış olabilirsiniz. Elinizde yoksa, ODATV sitesinden
bulabilirsiniz: “Şimdi Sanatın Zamanı mı?” başlıklı yazı, şu anda okuduğunuz
yazının girişi sayılabilirdi. Sanatın zor dönemlerde öncelikler sırasında nasıl
sona düştüğü, halbuki Avrupa’da savaş yıllarında bile insanların sanata nasıl
tutundukları, Atatürk’ün savaş sonrası Cumhuriyet kurulurken resme, operaya,
sahne sanatlarına, sinemaya nasıl sahip çıktığı gibi birçok veriyi hatırlatan
bir yazıydı. Sonuçta “Her zaman, sanat zamanıdır” diyerek,
sanatı yok saymak veya ondan uzaklaşmak için bahane arayanlara toplu bir yanıttı.
Gelelim
sizin büyük ihtimalle açık provokasyon saydığınız bu başlıklı yazıya...
Öncelikle
bir noktaya dikkatinizi çekerim: “Çağdaşlar,
IŞİD kadar sanatı sevmiyor” demedim,
“IŞİD kadar değerini bilmiyor” dedim. IŞİD tabii ki sanatı sevmiyor. Ama
sanatın ne kadar önemli, değerli olduğunun farkındalar; kendi sapık dünyalarında
her türlü deformasyondan geçirerek kafalarına göre yorumladıkları din olgusuna sanatı
nasıl karşıt ve büyük bir rakip olarak gördükleri ortada. Onlar için heykeller,
müzeler, sanatsal her türlü iz yok edilmeli, patlatılmalı, yakılmalı,
yıkılmalı. Yani sanat, onların gözünde en
önemli hasımlarından biri. Herhalde bu konuda anlaştık sizlerle: Hiç
sevmiyorlar! Ama değerini ve önemini, ilk çağlardaki izlerinden itibaren biliyorlar.
Gelelim
bizim kesime... Artık adına ne derseniz deyin, onları da sayalım: Çağdaş
insanlar, beyaz Türkler, Atatürkçüler, liberaller, CHP’liler, DSP’liler, diğer
partililer, magazin elitleri, yıldızlar... Saymaya devam etmeyeyim. Buradan ne
çıkarmamız lazım? IŞİD’in, aşırı yobazların, tutucuların sevmediği sanatı,
onlar sevecek, sahiplenecek diye düşünürsünüz değil mi? Bakın orada da, şu
ayrımı yapmam lazım: Sahne sanatları olarak sayabileceğimiz sinema, tiyatro,
konser, hatta opera ve bale bu saydığım kesimler tarafından seviliyor. Peki ya plastik sanatlar? Resimler?
Heykeller? Çağdaş sergiler? Çağdaş sanat kitapları? Onlar bu büyük ailenin kara
koyunları! “Sözde sevilen”, “sözde değer verilen”, “sözde uzaktan korunan”,
saldırıya uğradığında adet yerini bulsun diye veya samimi duygularla sahip
çıkılan çook uzak hısımlar gibi...
Yani anlayacağınız, biz çağdaş
sanatçılara, yobazlar “hasım” diye bakıyorsa, çağdaş insanlar da “hısım” diye
bakıyorlar!
Şimdi de diyeceksiniz ki, “Nereden çıktı,
abartıyorsun! Mesela sergi açılışları kalabalık geçiyor, meydanlara heykeller
yapılıyor, sanatçılar itibar görüyor”.
İŞTE BÜTÜN BUNLAR KOCA BİR YANILSAMA!
Evet
arkadaşlar, artık aynaya bakma zamanı. Bütün bunlar koca bir yalan, yanılsama!
Bakın, siz hiç genel merkezi sanat eserleriyle dolup taşan bir parti gördünüz
mü? Tabii yurt içinden söz ediyorum. Siz hiç CHP veya DSP’nin iktidar veya
ortağı olduklarında, “Biz bu ülkede tek
bir modern sanat müzesi olmamasından rahatsızlık duyuyoruz, bu utanca derhal
son veriyoruz” dediklerini duydunuz mu?
Hali vakti yerinde koca koca ailelerin kaçının -hani çoğu zaman kapital evliliği
yapar gibi en az kendileri kadar zengin damat-gelin arayan aileler var ya- çocukları
evlenirken onlara en değerli hediye olarak “resim” aldıklarını duydunuz? Bunun
yerine elmas, zümrüt, pırlanta, at, kat, yat, araba... ya da koca bir ada
alındığını duymuşsunuzdur çok! Halbuki zaman tünelini uzun vadede en iyi geçen
yatırımın sanat olduğunu, en değerli mirasın sanat eseri olduğunu bilmeleri
gerekirdi! Ama ne gezer! Hep lafta kalır sanata verilen önem. Ata’mızın o güzel
sözleri hep hatırlatılır: “Sanatsız kalmış bir toplumun hayat
damarlarından biri kopmuş demektir”. Herkes sergi açılışına gidip şarap içmeye, sohbet etmeye ve Atatürk’ün
bu sözlerini hatırlatmaya bayılır. Ama kendisi bu sözlerin gereğini yapmaz.
Çünkü Atatürk’ten sonra hiçbir hükümet döneminde eğitimde sanata verilen önem
sürdürülmemiş ve ne yazık ki bu konu küçük bir grubun ilgi alanın şeklinde
kalmıştır. Eğitimde ve hayatımızda sanatın yeri onlarca yıl boyunca
ıskalanmıştır. 1940’larda, CHP’nin parti bilgilendirme gazetesi yayınlanırken
tüm ön ve arka kapağında neler vardı biliyor musunuz? Türk sanatçılardan nü
resimler! Bunu şimdi yapmaya kalksanız, maazallah ülke birbirine girer, “delirdiniz mi, partiyi batıracaksınız!”
diye nutuk atılır. CHP’nin biz
sanatçılara en yakın olan ismi, eski Kültür Bakanı dostum Ercan Karakaş’tır. Bu
son dönemde seçilmeyen Karakaş, MYK’dan Kültür Platformu yöneticisi titriyle düşünce
yerine.... hiç kimse atanmamış, o koltuğu makamıyla birlikte lağvetmişlerdir! CHP’nin
de bundan duyduğu, duyacağı bir rahatsızlık olmamıştır. CHP’li belediyeler, sağ
olsunlar, biz sanatçılara ve derneklere sergi salonu açarak katkı sağlarlar. Ama siz hiç içine girdiğinizde duvarları satın
alınmış eserlerle kaplı ve biriktirdiği eserleriyle müze kurmaya çalışan bir
Türk belediyesi gördünüz, duydunuz mu? Duyduysanız lütfen bana haber verin,
ziyaret edip o keyfi ben de yaşayayım. Belediyeler arada heykel siparişi verip
meydanlara güzel çağdaş eserler yerleştirirler. Heykel kültürü ne de olsa
siyasetin şanındandır. Halkın gözünde direkt puan kazandırır. Ama resim veya
çağdaş sanat merakları yoktur. Sergi açarlar, kokteyl verirler, ama kesinlikle eser
satın alma “suçunu” işlemezler (!). Ne olur ne olmaz! Sonra dedikodu çıkar,
yobazın biri “bak aha bu adam, resme,
hatta bir videoya para vermiş yahu!” diye onu işaret etmeye kalkar. Ya da belediyelerin
açtığı harika çağdaş sanat salonlarında şu milletvekilinin ricasıyla eşinin ve
arkadaşlarının suluboya resimlerinin sergilenmesi istenir. Yahut bir Parti
Meclisi Üyesi’nin “ricasıyla” gelininin el işleri veya seramik takıları o
salonlara oturtulmaya çalışılır. Sonra o çağdaş sanat salonuna bakan sorumlu ve
örnek profesyonellikte bir hanımefendi “bu
işler öyle olmaz” diye itiraz edince, tez elden kellesi uçurulur. O büyük
emeklerle hazırlanan sanat merkezlerinde, neden her kuşaktan sanatçıya ait
ciddi sergiler açılması gerektiğini bilmezler. Sorarım kendilerine: O sıfatlarla kalkıp torpille yeğeninizi
Fenerbahçe’ye veya Kartalspor’a zorla santrfor yapabilir misiniz? Ama konu
sanat olunca buna göz yumulur, bu mekanizmalar devreye sokulur. Ne de olsa bu
arkadaşların gözünde sanat o kadar da önemli veya dokunulmazlığı olan bir alan sayılmaz.
Hem zaten o yöneticiler, belediyenin maaşlı elemanları değil midir? Nasıl
kalkıp “hayır” diyebilirler koca
sıfatlı siyasilere? Ayrıca o belediyelerde “sanatsal aktivite” deyince
hemen akıllara çoğu sahil şeridinde olan çeşitli şenlikler kapsamında sergiler,
imza günleri gelir. Yanlış anlamayın, bunlar da çok önemli ve değerlidir. Ama ne
yazık ki orada bile yine belediye ismi vermeden, Trakya’da bu yazın başında
yaşanan bir üzücü olaya parmak basmak istiyorum. En değerli şair-yazarlarımızdan Küçük İskender’in orada nasıl hak
etmediği bir mağduriyete itildiğini birinci elden detaylarıyla biliyorum. Halbuki
bu genç şair, yazar ve filozoflarımızın bizi önümüzdeki kuşaklara taşıyacak
düşünürler olduğunu bilmeden “aktivite” olsun diye bu tip festivaller
düzenlenemez. Kendisi hala bir özür bekliyor! Bunu yalnız o belediyenin
yetkililerine değil, partinin MYK’sına bilgi olarak veriyorum. Bu tip
festivaller de elbette değerlidir, ama hangi kuşaktan olursa olsun, sanatçılara
kalıcı bir şeyler kazandırırsa ve hakkı verilerek düzenlenirse... Sonuçta, “bizim kesimler” için sanat tabii
ki “güzel ve makbul bir şeydir”, yeter ki işin ucu paraya dokunmasın! Yani
anlayacağınız “Biz sanatçıyı çok severiz,
ama onun nasıl yaşayacağı bizi ilgilendirmez. Sergi açar, kokteylini yaparız.
Bu onur da onun için yeter de artar bile!” Paraların ise, özellikle müteahhitlere
aktarılması, bitmez tükenmez çeşitli yol, kaldırım, duvar, bina, her türlü beton,
asfalt, çelik için saklanması lazımdır. Bütçede sanat eseri gideri diye bir kalem yoktur! Siyasi örnekleri
en çok kendi partim CHP üstünden veriyorsam bunun nedeni, sanata parlamentoda
en çok ve hatta tek değer veren parti bile bu durumda diye hatırlatmak
içindir... Hem de hangi dönemde biliyor
musunuz? AKP’nin sanat ortamı ile her gün takıştığı, her gün yeni bir çapanoğlunun
can sıktığı, iktidarın sanatı ve sanatçıyı “yok” saydığı bir ortamda yaşanır
bunlar. Bu “kritik” olgunun kimlere hangi sorumluluklar ve fedakarlıklar
eklediği düşünülmez bile! Oysa maddi olarak en az imkana sahip Vatan
Partisi’nin galerisi, yayınları ve orijinal eserleriyle nasıl kendi çapında
büyük çabalarla sanata sahip çıkabildiğini de görüyoruz.
Antalya’da,
Göcek’te, şurada burada otellere milyarlar yatıranlar, duvarlara en ucuzundan
fotoğraflar veya fason üretilmiş basit dekoratif resimler asarlar. Mermere, İtalyan
mobilyalara, hatta Fransız mimarlara para su gibi akıtılır, ama “boyacıya” para
kaçırılmamalıdır! Resim koleksiyoneri olarak bilinen birçok işadamı da, kendi
aralarında ne yazık ki kurdukları komik “birleşik akıllılar kulüpleri”ndeki cehalet
yüklü dedikodularla, kendilerini müzayedecilerin spekülatif oyuncağı haline
getirmişlerdir. Tek hedefleri, hala resim alıyorlarsa, ucuza iş kapatmaktır.
Türk çağdaş sanatçılarının en güzide işlerini almak değil, birbirlerinin
ellerinden ucuza iş kapmaktır hedefleri. Ya da “piyasa kötü” deyince, ellerini ovuşturarak
fiyatların daha da düşmesi, sanatçıların adeta zorda kalacakları anların
kollanması söz konusudur. Ne yazık ki bu
ülkede “işler kötü, siyaset kötü, iktidar
sanata düşman, sanatçılara bu zor günlerde sahip çıkılmalı-çıkalım” diyen
koleksiyoner veya sanatsever sayısı, herhalde bir elin parmaklarını geçmez.
ANADOLU’DAN HENÜZ İLK TELEFON
GELMEDİ!
Size söz
veriyorum, bu ara başlığı daha sonra bir açık mektupta, bir makale başlığı
olarak da göreceksiniz. Bir ilçemiz olan Alanya’dan Tufan Karasu’nun kendisi ve
dernekleri adına, 25 yıl önceki çok başarılı ve somut sonuçlar getiren
aktivitesini bir kenara koyalım, Anadolu’da, bizim kesimden henüz ilk çağdaş
sanat talebi telefonu gelmemiştir. Bu benim deneyimim. Türkiye’de o şikayet
ettiğimiz İstanbullu alıcılar ve birazcık da Ankaralı bazı sanatseverler olmasa,
Çağdaş Türk resmi diye bildiğiniz işler de üretilemeyecekti! Çağdaş Sanat İstanbul’a
sıkışıp kalmıştır! Halbuki biliyorsunuz
Anadolu’da ne kaplanlarımız, ne aslanlarımız var, değil mi? Hani yaratıcı
fabrikaları, büyük inşaatları ve girişimcilik ruhlarıyla, ABD’yi veya Avrupa’yı
dize getirmiştir bu isimler... İşte bu örnek başarı hikayelerinin sahipleri,
kendi topraklarında veya diğer ülkelerde evler, hanlar-hamamlar, oteller,
arabalar, jetler alırlar... Ama bu kişiler dahil hala “peki duvarlarımıza neyi niçin asalım arkadaş?” sorusunu sormayı
bilen olmamıştır. Halılar, akraba fotoğrafları, şelale resimleri, kaligrafiler
veya İznik çinileri resimlerin yerini asırlardır fazlasıyla doldurmuştur
zaten. Bir ülkenin nabzının önce sanatı ve sanatçısıyla attığını ne yazık ki
öğrenememişlerdir.
Yani uzun
lafın kısası şöyle diyebiliriz: Bu arkadaşlara göre Atatürk haklıdır. Sanat
atar damarımızdır. Ben de Türkiyemizi,
Cumhuriyetimizi seviyorum, fikirlerini sayıyorum, ama ne yapalım, anlamıyorum,
ilgilenmiyorum, kendi özel hayatımda sanatı yok saymaya devam ediyorum” demiş
olurlar, farkında olmadan. “Her şeye
harcanan para mubahtır, ne derseniz deyin helaldir, ama sanata harcana para zaten...
kimseler duymasın ama enayiliktir” cümlesi bilinçaltlarının yansımasıdır.
AMERİKALI TÜRKLER’İN SANATTAN
KAÇIŞLARI!
Peki en
az 3-4 kuşaktır ABD’de yaşayan Amerikalı Türkler’e ne diyeceksiniz? Hadi
diyelim ki, Anadolu kaplanlarımız, kültürel olarak kurak bir iklimde
yaşadıklarından bu durumdadırlar. Peki doğduklarından beri müzeler, tiyatrolar,
TV’lerde sanat belgeselleri arasında büyümüş, komşularının evinin her
zerresinde sanat görmüş bu dostlarımız, Los Angeles’ta, Miami’de, New York’ta
yaşayıp nasıl olur da Türk sanatçılara olan ilgisizliklerinden hiç bir rahatsızlık
duymazlar? Bu sorunun yanıtını ben 30 yıldır kendime veremiyorum. Dünyanın en
iyi doktorlarının, mühendislerinin en iyi üniversitelerde okumuş çocukları bile
aynı yoldan gidip apartman, villa, lüks araba alır, ama sanat eseri almaz.
Ülkesinin sanatçılarının eserleriyle “hava atabileceği”, böylece o kültür
mücadelesi alanında mesela genç bir sanatçısına da oksijen verebileceği aklının
ucundan geçmez. Soruyorum bu kardeşlerime: Bu durum sizin açınızdan övünç dolu
bir tablo mu? İtalyan, Alman veya Yunan toplumlarının bu konularda ABD’de
neleri başardığını hiç duymadınız mı? Hiç onlara imrenmediniz mi? Geçmişte veya bugün Amerika’nın eğlence
veya yiyecek-içecek sektöründe en büyük şirketlerini zirveden yöneten, milyar
dolarlara tek başına yön veren birkaç ünlü ismimizin de ne yazık ki aynı
hatalara düştüğünü biliyor muydunuz?
KİM HAKLIYMIŞ?
Bu
yazıyı daha sayfalarca uzatabilirim. Ama sanırım anladınız beni. Sanata ve
sanatçıya değer ve önem veren bir ülke bu şekilde mi davranır? Bu kadar mı “ölürlerse ölsünler, nefesleri kesilirse daha
iyi teslim olurlar” diye düşünür?
Çağdaş Türkler teorik olarak, hatta bazen pratikte de, sanatçıyı severler. Ama
tavırları, mesela evcil hayvanları çok sevip onların açlık susuzluklarıyla ilgilenmeyen
sözde hayvanseverler gibidir. Veya bitkileri çok sevip kendi bitkilerinin nasıl
beslendiğiyle ilgisi olmayan insanlara benzerler. IŞİD’in sanattan nefret ettiği
oranın onda biri kadar sanatı sevselerdi, Türkiye’de sanat ve sanatçılar bu
durumda olmazlardı. Sanatı sözde seven ama özde bu kadar uzak duran, üstelik
bir de Atatürk’ün öğretisinden geçmiş başka bir toplum yoktur. Sanatçısının
nasıl bu mesleği sürdürebileceği, nereden para kazanacağı ile bu kadar
ilgilenmeyip, gencecik sanatçıların daha üniversiteden çıktıkları anda, “Yahu ben bu ülkede baltayı taşa vurdum,
maddi karşılığı olmayan bir meslek yapıyorum” demesine umursamazca dudak
büken başka bir ülke olamaz! Her sanatçının ve sanatçı adayının bir atölye
kirası ödeyeceği, boya satın alacağı, yemek yiyeceği ve kendini geliştirmek
için seyahat etmesi gerektiği unutulur, yok sayılır. Galiba üzülerek de olsa
kabul etmeniz lazım ki, başlıktaki iddiamda haklı çıktım... Gerçekten yazık!
Siz mi? Bence bu utancı şimdi burada
gömerek, kendi devriminize koşabilirsiniz! Genç Türk sanatçıların, hatta yaşayan
üç kuşaktan ruhu genç değerli sanatçıların, yıllardır bu bayrağı taşıyan inatçı
aydınların sizi sabır ve son bir dirençle beklediklerini göreceksiniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.