13 Temmuz 2016 Çarşamba

ÇAĞDAŞ TÜRK İNSANI, SANATIN DEĞERİNİ IŞİD KADAR BİLMİYOR! | Bedri Baykam | 13.07.2016




Yazının başlığını okurken çoğunuzun isyan ettiğini biliyorum. Baştan söyleyeyim, bu dikkat çekmek için konmuş bir tuzak değil. Ama ne kadar tepki gösterirseniz gösterin, şunu bilin ki bu yazıyı okuduktan sonra o başlığa da, bana da hak vereceksiniz. Bakalım haklı çıkacak mıyım?

Geçen haftaki yazımı okumamış olabilirsiniz. Elinizde yoksa, ODATV sitesinden bulabilirsiniz: “Şimdi Sanatın Zamanı mı?” başlıklı yazı, şu anda okuduğunuz yazının girişi sayılabilirdi. Sanatın zor dönemlerde öncelikler sırasında nasıl sona düştüğü, halbuki Avrupa’da savaş yıllarında bile insanların sanata nasıl tutundukları, Atatürk’ün savaş sonrası Cumhuriyet kurulurken resme, operaya, sahne sanatlarına, sinemaya nasıl sahip çıktığı gibi birçok veriyi hatırlatan bir yazıydı. Sonuçta “Her zaman, sanat zamanıdır” diyerek, sanatı yok saymak veya ondan uzaklaşmak için bahane arayanlara toplu bir yanıttı.

Gelelim sizin büyük ihtimalle açık provokasyon saydığınız bu başlıklı yazıya...

Öncelikle bir noktaya dikkatinizi çekerim: “Çağdaşlar, IŞİD kadar sanatı sevmiyor” demedim, “IŞİD kadar değerini bilmiyor” dedim. IŞİD tabii ki sanatı sevmiyor. Ama sanatın ne kadar önemli, değerli olduğunun farkındalar; kendi sapık dünyalarında her türlü deformasyondan geçirerek kafalarına göre yorumladıkları din olgusuna sanatı nasıl karşıt ve büyük bir rakip olarak gördükleri ortada. Onlar için heykeller, müzeler, sanatsal her türlü iz yok edilmeli, patlatılmalı, yakılmalı, yıkılmalı. Yani sanat, onların gözünde en önemli hasımlarından biri. Herhalde bu konuda anlaştık sizlerle: Hiç sevmiyorlar! Ama değerini ve önemini, ilk çağlardaki izlerinden itibaren biliyorlar.

Gelelim bizim kesime... Artık adına ne derseniz deyin, onları da sayalım: Çağdaş insanlar, beyaz Türkler, Atatürkçüler, liberaller, CHP’liler, DSP’liler, diğer partililer, magazin elitleri, yıldızlar... Saymaya devam etmeyeyim. Buradan ne çıkarmamız lazım? IŞİD’in, aşırı yobazların, tutucuların sevmediği sanatı, onlar sevecek, sahiplenecek diye düşünürsünüz değil mi? Bakın orada da, şu ayrımı yapmam lazım: Sahne sanatları olarak sayabileceğimiz sinema, tiyatro, konser, hatta opera ve bale bu saydığım kesimler tarafından seviliyor. Peki ya plastik sanatlar? Resimler? Heykeller? Çağdaş sergiler? Çağdaş sanat kitapları? Onlar bu büyük ailenin kara koyunları! “Sözde sevilen”, “sözde değer verilen”, “sözde uzaktan korunan”, saldırıya uğradığında adet yerini bulsun diye veya samimi duygularla sahip çıkılan çook uzak hısımlar gibi...

Yani anlayacağınız, biz çağdaş sanatçılara, yobazlar “hasım” diye bakıyorsa, çağdaş insanlar da “hısım” diye bakıyorlar! Şimdi de diyeceksiniz ki, “Nereden çıktı, abartıyorsun! Mesela sergi açılışları kalabalık geçiyor, meydanlara heykeller yapılıyor, sanatçılar itibar görüyor”.



İŞTE BÜTÜN BUNLAR KOCA BİR YANILSAMA!

Evet arkadaşlar, artık aynaya bakma zamanı. Bütün bunlar koca bir yalan, yanılsama! Bakın, siz hiç genel merkezi sanat eserleriyle dolup taşan bir parti gördünüz mü? Tabii yurt içinden söz ediyorum. Siz hiç CHP veya DSP’nin iktidar veya ortağı olduklarında, “Biz bu ülkede tek bir modern sanat müzesi olmamasından rahatsızlık duyuyoruz, bu utanca derhal son veriyoruz” dediklerini duydunuz mu? Hali vakti yerinde koca koca ailelerin kaçının -hani çoğu zaman kapital evliliği yapar gibi en az kendileri kadar zengin damat-gelin arayan aileler var ya- çocukları evlenirken onlara en değerli hediye olarak “resim” aldıklarını duydunuz? Bunun yerine elmas, zümrüt, pırlanta, at, kat, yat, araba... ya da koca bir ada alındığını duymuşsunuzdur çok! Halbuki zaman tünelini uzun vadede en iyi geçen yatırımın sanat olduğunu, en değerli mirasın sanat eseri olduğunu bilmeleri gerekirdi! Ama ne gezer! Hep lafta kalır sanata verilen önem. Ata’mızın o güzel sözleri hep hatırlatılır: “Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir”. Herkes sergi açılışına gidip şarap içmeye, sohbet etmeye ve Atatürk’ün bu sözlerini hatırlatmaya bayılır. Ama kendisi bu sözlerin gereğini yapmaz. Çünkü Atatürk’ten sonra hiçbir hükümet döneminde eğitimde sanata verilen önem sürdürülmemiş ve ne yazık ki bu konu küçük bir grubun ilgi alanın şeklinde kalmıştır. Eğitimde ve hayatımızda sanatın yeri onlarca yıl boyunca ıskalanmıştır. 1940’larda, CHP’nin parti bilgilendirme gazetesi yayınlanırken tüm ön ve arka kapağında neler vardı biliyor musunuz? Türk sanatçılardan nü resimler! Bunu şimdi yapmaya kalksanız, maazallah ülke birbirine girer, “delirdiniz mi, partiyi batıracaksınız!” diye nutuk atılır. CHP’nin biz sanatçılara en yakın olan ismi, eski Kültür Bakanı dostum Ercan Karakaş’tır. Bu son dönemde seçilmeyen Karakaş, MYK’dan Kültür Platformu yöneticisi titriyle düşünce yerine.... hiç kimse atanmamış, o koltuğu makamıyla birlikte lağvetmişlerdir! CHP’nin de bundan duyduğu, duyacağı bir rahatsızlık olmamıştır. CHP’li belediyeler, sağ olsunlar, biz sanatçılara ve derneklere sergi salonu açarak katkı sağlarlar. Ama siz hiç içine girdiğinizde duvarları satın alınmış eserlerle kaplı ve biriktirdiği eserleriyle müze kurmaya çalışan bir Türk belediyesi gördünüz, duydunuz mu? Duyduysanız lütfen bana haber verin, ziyaret edip o keyfi ben de yaşayayım. Belediyeler arada heykel siparişi verip meydanlara güzel çağdaş eserler yerleştirirler. Heykel kültürü ne de olsa siyasetin şanındandır. Halkın gözünde direkt puan kazandırır. Ama resim veya çağdaş sanat merakları yoktur. Sergi açarlar, kokteyl verirler, ama kesinlikle eser satın alma “suçunu” işlemezler (!). Ne olur ne olmaz! Sonra dedikodu çıkar, yobazın biri “bak aha bu adam, resme, hatta bir videoya para vermiş yahu!” diye onu işaret etmeye kalkar. Ya da belediyelerin açtığı harika çağdaş sanat salonlarında şu milletvekilinin ricasıyla eşinin ve arkadaşlarının suluboya resimlerinin sergilenmesi istenir. Yahut bir Parti Meclisi Üyesi’nin “ricasıyla” gelininin el işleri veya seramik takıları o salonlara oturtulmaya çalışılır. Sonra o çağdaş sanat salonuna bakan sorumlu ve örnek profesyonellikte bir hanımefendi “bu işler öyle olmaz” diye itiraz edince, tez elden kellesi uçurulur. O büyük emeklerle hazırlanan sanat merkezlerinde, neden her kuşaktan sanatçıya ait ciddi sergiler açılması gerektiğini bilmezler. Sorarım kendilerine: O sıfatlarla kalkıp torpille yeğeninizi Fenerbahçe’ye veya Kartalspor’a zorla santrfor yapabilir misiniz? Ama konu sanat olunca buna göz yumulur, bu mekanizmalar devreye sokulur. Ne de olsa bu arkadaşların gözünde sanat o kadar da önemli veya dokunulmazlığı olan bir alan sayılmaz. Hem zaten o yöneticiler, belediyenin maaşlı elemanları değil midir? Nasıl kalkıp “hayır” diyebilirler koca sıfatlı siyasilere? Ayrıca o belediyelerde “sanatsal aktivite” deyince hemen akıllara çoğu sahil şeridinde olan çeşitli şenlikler kapsamında sergiler, imza günleri gelir. Yanlış anlamayın, bunlar da çok önemli ve değerlidir. Ama ne yazık ki orada bile yine belediye ismi vermeden, Trakya’da bu yazın başında yaşanan bir üzücü olaya parmak basmak istiyorum. En değerli şair-yazarlarımızdan Küçük İskender’in orada nasıl hak etmediği bir mağduriyete itildiğini birinci elden detaylarıyla biliyorum. Halbuki bu genç şair, yazar ve filozoflarımızın bizi önümüzdeki kuşaklara taşıyacak düşünürler olduğunu bilmeden “aktivite” olsun diye bu tip festivaller düzenlenemez. Kendisi hala bir özür bekliyor! Bunu yalnız o belediyenin yetkililerine değil, partinin MYK’sına bilgi olarak veriyorum. Bu tip festivaller de elbette değerlidir, ama hangi kuşaktan olursa olsun, sanatçılara kalıcı bir şeyler kazandırırsa ve hakkı verilerek düzenlenirse... Sonuçta, “bizim kesimler” için sanat tabii ki “güzel ve makbul bir şeydir”, yeter ki işin ucu paraya dokunmasın! Yani anlayacağınız “Biz sanatçıyı çok severiz, ama onun nasıl yaşayacağı bizi ilgilendirmez. Sergi açar, kokteylini yaparız. Bu onur da onun için yeter de artar bile!” Paraların ise, özellikle müteahhitlere aktarılması, bitmez tükenmez çeşitli yol, kaldırım, duvar, bina, her türlü beton, asfalt, çelik için saklanması lazımdır. Bütçede sanat eseri gideri diye bir kalem yoktur! Siyasi örnekleri en çok kendi partim CHP üstünden veriyorsam bunun nedeni, sanata parlamentoda en çok ve hatta tek değer veren parti bile bu durumda diye hatırlatmak içindir... Hem de hangi dönemde biliyor musunuz? AKP’nin sanat ortamı ile her gün takıştığı, her gün yeni bir çapanoğlunun can sıktığı, iktidarın sanatı ve sanatçıyı “yok” saydığı bir ortamda yaşanır bunlar. Bu “kritik” olgunun kimlere hangi sorumluluklar ve fedakarlıklar eklediği düşünülmez bile! Oysa maddi olarak en az imkana sahip Vatan Partisi’nin galerisi, yayınları ve orijinal eserleriyle nasıl kendi çapında büyük çabalarla sanata sahip çıkabildiğini de görüyoruz.

Antalya’da, Göcek’te, şurada burada otellere milyarlar yatıranlar, duvarlara en ucuzundan fotoğraflar veya fason üretilmiş basit dekoratif resimler asarlar. Mermere, İtalyan mobilyalara, hatta Fransız mimarlara para su gibi akıtılır, ama “boyacıya” para kaçırılmamalıdır! Resim koleksiyoneri olarak bilinen birçok işadamı da, kendi aralarında ne yazık ki kurdukları komik “birleşik akıllılar kulüpleri”ndeki cehalet yüklü dedikodularla, kendilerini müzayedecilerin spekülatif oyuncağı haline getirmişlerdir. Tek hedefleri, hala resim alıyorlarsa, ucuza iş kapatmaktır. Türk çağdaş sanatçılarının en güzide işlerini almak değil, birbirlerinin ellerinden ucuza iş kapmaktır hedefleri. Ya da “piyasa kötü” deyince, ellerini ovuşturarak fiyatların daha da düşmesi, sanatçıların adeta zorda kalacakları anların kollanması söz konusudur. Ne yazık ki bu ülkede “işler kötü, siyaset kötü, iktidar sanata düşman, sanatçılara bu zor günlerde sahip çıkılmalı-çıkalım” diyen koleksiyoner veya sanatsever sayısı, herhalde bir elin parmaklarını geçmez.



ANADOLU’DAN HENÜZ İLK TELEFON GELMEDİ!

Size söz veriyorum, bu ara başlığı daha sonra bir açık mektupta, bir makale başlığı olarak da göreceksiniz. Bir ilçemiz olan Alanya’dan Tufan Karasu’nun kendisi ve dernekleri adına, 25 yıl önceki çok başarılı ve somut sonuçlar getiren aktivitesini bir kenara koyalım, Anadolu’da, bizim kesimden henüz ilk çağdaş sanat talebi telefonu gelmemiştir. Bu benim deneyimim. Türkiye’de o şikayet ettiğimiz İstanbullu alıcılar ve birazcık da Ankaralı bazı sanatseverler olmasa, Çağdaş Türk resmi diye bildiğiniz işler de üretilemeyecekti! Çağdaş Sanat İstanbul’a sıkışıp kalmıştır! Halbuki biliyorsunuz Anadolu’da ne kaplanlarımız, ne aslanlarımız var, değil mi? Hani yaratıcı fabrikaları, büyük inşaatları ve girişimcilik ruhlarıyla, ABD’yi veya Avrupa’yı dize getirmiştir bu isimler... İşte bu örnek başarı hikayelerinin sahipleri, kendi topraklarında veya diğer ülkelerde evler, hanlar-hamamlar, oteller, arabalar, jetler alırlar... Ama bu kişiler dahil hala “peki duvarlarımıza neyi niçin asalım arkadaş?” sorusunu sormayı bilen olmamıştır. Halılar, akraba fotoğrafları, şelale resimleri, kaligrafiler veya İznik çinileri resimlerin yerini asırlardır fazlasıyla doldurmuştur zaten. Bir ülkenin nabzının önce sanatı ve sanatçısıyla attığını ne yazık ki öğrenememişlerdir.

Yani uzun lafın kısası şöyle diyebiliriz: Bu arkadaşlara göre Atatürk haklıdır. Sanat atar damarımızdır. Ben de Türkiyemizi, Cumhuriyetimizi seviyorum, fikirlerini sayıyorum, ama ne yapalım, anlamıyorum, ilgilenmiyorum, kendi özel hayatımda sanatı yok saymaya devam ediyorum” demiş olurlar, farkında olmadan.Her şeye harcanan para mubahtır, ne derseniz deyin helaldir, ama sanata harcana para zaten... kimseler duymasın ama enayiliktir” cümlesi bilinçaltlarının yansımasıdır.



AMERİKALI TÜRKLER’İN SANATTAN KAÇIŞLARI!

Peki en az 3-4 kuşaktır ABD’de yaşayan Amerikalı Türkler’e ne diyeceksiniz? Hadi diyelim ki, Anadolu kaplanlarımız, kültürel olarak kurak bir iklimde yaşadıklarından bu durumdadırlar. Peki doğduklarından beri müzeler, tiyatrolar, TV’lerde sanat belgeselleri arasında büyümüş, komşularının evinin her zerresinde sanat görmüş bu dostlarımız, Los Angeles’ta, Miami’de, New York’ta yaşayıp nasıl olur da Türk sanatçılara olan ilgisizliklerinden hiç bir rahatsızlık duymazlar? Bu sorunun yanıtını ben 30 yıldır kendime veremiyorum. Dünyanın en iyi doktorlarının, mühendislerinin en iyi üniversitelerde okumuş çocukları bile aynı yoldan gidip apartman, villa, lüks araba alır, ama sanat eseri almaz. Ülkesinin sanatçılarının eserleriyle “hava atabileceği”, böylece o kültür mücadelesi alanında mesela genç bir sanatçısına da oksijen verebileceği aklının ucundan geçmez. Soruyorum bu kardeşlerime: Bu durum sizin açınızdan övünç dolu bir tablo mu? İtalyan, Alman veya Yunan toplumlarının bu konularda ABD’de neleri başardığını hiç duymadınız mı? Hiç onlara imrenmediniz mi? Geçmişte veya bugün Amerika’nın eğlence veya yiyecek-içecek sektöründe en büyük şirketlerini zirveden yöneten, milyar dolarlara tek başına yön veren birkaç ünlü ismimizin de ne yazık ki aynı hatalara düştüğünü biliyor muydunuz?



KİM HAKLIYMIŞ?

Bu yazıyı daha sayfalarca uzatabilirim. Ama sanırım anladınız beni. Sanata ve sanatçıya değer ve önem veren bir ülke bu şekilde mi davranır? Bu kadar mı “ölürlerse ölsünler, nefesleri kesilirse daha iyi teslim olurlar” diye düşünür? Çağdaş Türkler teorik olarak, hatta bazen pratikte de, sanatçıyı severler. Ama tavırları, mesela evcil hayvanları çok sevip onların açlık susuzluklarıyla ilgilenmeyen sözde hayvanseverler gibidir. Veya bitkileri çok sevip kendi bitkilerinin nasıl beslendiğiyle ilgisi olmayan insanlara benzerler. IŞİD’in sanattan nefret ettiği oranın onda biri kadar sanatı sevselerdi, Türkiye’de sanat ve sanatçılar bu durumda olmazlardı. Sanatı sözde seven ama özde bu kadar uzak duran, üstelik bir de Atatürk’ün öğretisinden geçmiş başka bir toplum yoktur. Sanatçısının nasıl bu mesleği sürdürebileceği, nereden para kazanacağı ile bu kadar ilgilenmeyip, gencecik sanatçıların daha üniversiteden çıktıkları anda, “Yahu ben bu ülkede baltayı taşa vurdum, maddi karşılığı olmayan bir meslek yapıyorum” demesine umursamazca dudak büken başka bir ülke olamaz! Her sanatçının ve sanatçı adayının bir atölye kirası ödeyeceği, boya satın alacağı, yemek yiyeceği ve kendini geliştirmek için seyahat etmesi gerektiği unutulur, yok sayılır. Galiba üzülerek de olsa kabul etmeniz lazım ki, başlıktaki iddiamda haklı çıktım... Gerçekten yazık! Siz mi? Bence bu utancı şimdi burada gömerek, kendi devriminize koşabilirsiniz! Genç Türk sanatçıların, hatta yaşayan üç kuşaktan ruhu genç değerli sanatçıların, yıllardır bu bayrağı taşıyan inatçı aydınların sizi sabır ve son bir dirençle beklediklerini göreceksiniz!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.