Dünya tarihinin tartışmasız
en trajikomik “darbe”si cumayı cumartesiye bağlayan gece
yaşandı. Yeryüzü oluştuğundan beri daha absürd, daha rezil bir
“darbe girişimi” görülmemiştir.
Akla ziyan, amatör bir müsamere olarak bile sınıfta kalacak bu
seviyesiz saçmalık, o gece gözlerimizin önünde etrafa cerahat
saçarak uzadı gitti. Siz hiç özellikle kendini o maçı oynamış
gibi gösteren, ama kazanmamak için her şeyi yapan bir takım
gördünüz mü? “-mış
gibi yapmak” diye bir deyim vardır dilimizde; 15 Temmuz gecesi
yaşanan olaya yakıştıracak başka bir tanım bulamıyorum. Benim
de hakkımda hazırladıkları iğrenç uydurma iddialardan sonra
aleyhlerinde davacı olduğum ve onca başka aydın-gazeteci-yazar
hakkında en uydurma, en çirkef iddiaları hazırlayabilmiş FETÖ,
her kılığa girebilen, her senaryo ile toplumun her kademesine en
beklenilmedik anda saldırmayı DNA’sına yerleştirmiş, hırsı
aklından evvel giden bir çete...
Atatürkçü yazarlar, TSK, Fenerbahçe derken, bu sefer toptan
devlete saldırıp ele geçirmeye çalıştılar. Sonuçta 15 Temmuz
gecesi de yine o malum hırslarına mağlup oldular! Kendi
Parlamentoları’na ve kendi halkına silah ve bombaları
doğrultarak utanılası bir “ilk”in faili oldular bu ülkede...
TARİHİN PALYAÇOLUK
ZİRVELERİNE TIRMANAN TRAJİKOMEDİ
Önce olayın yapılış
saatinden başlayalım. Bu konuya da zaten bir çok yazar parmak
bastı. Her ne gerekçeyle olursa olsun, 22:30’da darbe yapıyorum
diye yola çıkan bahtsız sefillerle kimi kıyaslayabilirsiniz ki?
Mesela gece 03:00’te, ana okuluna giden bebelerin evine dayanıp
kapıyı panikle açan annelere “teyzeciğim,
çocukları bana verin, ben hepsini toplayıp doğum günü pastası
keseceğim” diyen
mahallenin abisi ile bu darbeciler arasındaki beyincik ebadı,
kıyaslanabilir durumdadır. Boğaziçi Köprüsü’nü tek yönlü
olarak bloke ettiği andan itibaren, darbecinin beyni her yeni
hamleyle birlikte o bizim abininkinden daha da geri kalmaya başlıyor.
Nedir o köprü? İktidarın oksijen tüpü mü? O anda halkı yolda
perişan edip, küfür yiyerek mi darbecilik oynayacaksın? İlkokul
çağında mısın da, bu zihni sinir fikirleri icat etmeye
kalkıyorsun? Neyin
kumandanısın? Bu beyinle evdeki TV kumandasını bile kullanamazsın
sen! Ayrıca bu çağda hala “darbe” yaparak halkı arkasına
alabileceğine inanan cahil gerçekten kaldı mı? Demek FETÖ’cularda
da görüntüde bile ruh, çağı yakalayamamış (!)
O gece aklıma ilk gelen
“mantıklı yorum” (!) şuydu: Herhalde
Fethullah Gülen buradaki adamlarına Türkiye saatini düşünerek
“darbe saat 04:00’te olsun” demiş, ama onun konuşlanmış
adamları bunu “Hazret
04:00 dedi, bizim saate göre bu akşam 21:00 ediyor, Haydin Yallah”
deyip işe
koyulmuş, böylece zaten tarih ve demokrasi kitaplarının yüzkarası
olmak dışında, bir de maskarası olmuşlardır. Başka
bir açıklama bulamıyorum! Peki, köprü dışında hangi komedi
noktasına gidiyorlar? TRT binasına! Herhalde
Evren’e danışmışlar önceden, o da onlara kendi marifetlerini
böyle anlatmış. İyi de yıl 2016, TRT’yi izleyen, bazı
yandaşlar dışında kimse kalmadı ki! Millet 800 farklı TV
kanalında, Twitter’ında, Facebook’unda...
Ama akla ziyan takım 3-5 genç askeri TRT’ye yollayarak işi
bitirdiğini sanıyor! Saat farkı şakası dışında akla gelen tek
açıklama, darbeyi saat 03:00 olarak planlamalarına rağmen, bilgi
sızması olduğu için hızlı hareket etmeye zorunlu kalmaları...
Dünkü Sözcü’de bildirinin darbeyi aslında 03:00 olarak
gösterdiği belirtiliyor. Yani son anda darbeden vazgeçeceklerine,
İngilizce deyimle “abort”
edeceklerine, (abortion=kürtaj) komedi filmi çekimlerine start
vermişler!
MİT SAAT 16:00’DAN BERİ
DARBEYİ BİLİYORMUŞ, ZİRVENİN HABERİ OLMAMIŞ!
Bu gece 01:00 haberlerinde ve
gün boyu, CNNTürk’te , MİT Müsteşarı’nın saat 16:00’da
devlet kademelerine darbe istihbaratını haber verdiği detaylarıyla
anlatıldı. Hatta, sözde alınan önlemlerle beraber... İyi de bu
taze bilginin özrü kabahatinden büyük mü desek, ne desek? Madem
böyle bir kesin istihbarat veya yoğun şüphe devreye girmiş, o
zaman neden Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı üst düzeyde
korumaya alınmadı? Türkiye
bu kadar güçsüz bir ülke mi? Daha dün Cumhurbaşkanı, “ben
öldürülmekten veya kaçırılmaktan son anda, 10-15 dakika farkla
kurtuldum” demedi
mi? Peki, öyleyse MİT bu bilgiyi neden zirvede koruması gereken
kişilere ulaştırmadı? Son haberler “ulaştırıldı”
diyor bir yandan. Yok ülke hava sahası askeri uçuşa kapatılmış,
yok birlik ve tank hareketleri yasaklanmış...
İyi de Cumhurbaşkanı’nın saat 20.00’den önce haberi olmuyor,
onda da korunamıyor bile... Tesadüfen kurtuldum diyor... Bunu
bırakın Türkiye’de, dünyada mazur gösterebilecek tek kişi var
mı? Sanmıyorum... O zaman biz en iyisi bu konuyu MİT,
Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı arasında bırakıp kendi
işimize bakalım. Çünkü
bu tarif ettiğimiz durumun mantıkla veya istihbaratla bir ilişkisi
yok. Bizi ve herkesi aşar... Aralarında aradan 4 gün geçtikten
sonra oturup anlaşıp, birbirlerine durumu inandırıcı şekilde
aktarabilirlerse, ne mutlu onlara! Daha inanılmazı, o gece konuyu
ne bakanlar biliyor, ne de düğünde derdest edilen büyük kuvvet
komutanları!
Bu arada tüm TV’ler
açık, hepsi yayına devam ediyor ve her birinde hala bu “kalkışan”
bir avuç “hırs mağlubuna” inanmamaları konusunda yayın
yapılıyor. Bu yayınlar sayesinde birçok noktada sivil, asker,
resmi, herkes nihayet gardını almış oluyor!
Cumhurbaşkanı’nın oteli, kendisi ayrıldıktan bir saat sonra
basılıyor. Uçağı veya indiği havaalanı Allah’tan
bombalanmıyor, Atatürk Havalimanı’ndan da yapılan göstermelik
1-2 saat işgalden sonra çekiliyorlar. Sözde darbe yaptıklarını
sanıyorlar, ama Genelkurmay Başkanı ve bazı kuvvet komutanları
dışında tutukladıkları veya tutuklamaya kalkıştıkları tek
hükümet üyesi veya üst düzey insan yok. Hem de hiç birine saat
16:00’da alınan istihbarat ulaştırılmamış olmasına rağmen...
Ayrıca hiçbir
darbenin tarihte halka karşı yapılamayacağını bilmeyenler, bir
cuma gecesi Köprü’den sonra havalimanında da halkın bedduasını
alıp iyice batmaya devam ediyorlar. Tabii her kanalda yedikleri
küfür ve alay da işin cabası! Beyinleri maşallah 0 kilometrede!
“MEDYANIN DEMOKRASİ
SINAVI” ESAS ŞİMDİ BAŞLIYOR
Meşhur bir laf vardır ve ne
hikmettir ki, en çok bu topraklarda rağbet edilir ona:
“Bir yalan, ne kadar büyük, ne kadar grotesk olursa, o kadar çok
inananı vardır” diye...
Maşallah,
beklenilmedik bir refleksle o gece gerçekten büyük bir sınav
veren sevgili medyamıza, Hükümet bile teşekkür etmek durumunda
kaldı. Nasıl “bir gün herkesin hukuka ihtiyacı olacak”
dediysek, işte o zatlar da “bir gün herkesin özgür medyaya
ihtiyacı olacak” gerçeği ile karşı karşıya kaldılar. Ama
medyamızın “demokrasi ile sınanması” aslında daha bitmedi,
yeni başlıyor...
Çünkü dört gün boyunca “kalkışma”nın artık
ezberlediğimiz haber ve yorumları ile bu konuyu kapsama alanına
aldım sanmak yetmez! Yukarıda MİT ile ilgili sorduklarım dahil,
alttakilere kadar sayısız soru yanıt bekliyor...
Şimdi değerli medyamızın
acilen yanıtını araması gereken sorularla kuşatılmış
durumdayız: Mesela bu darbeyi Ordu’nun küçük bir kısmının
yaptığı söyleniyor. Hadi diyelim %10-15’i... Yanılıyorsak da
öğrenelim. Belki % 5, bilemem. Her neyse, demek ki Ordu’nun yüzde
80 veya %90’ı o anda rejime ve Cumhurbaşkanı’na bağlıydı.
Peki Ordu’nun bu
ezici çoğunluğu neden 5 saat boyunca devreye girip tepki veremedi?
Herhalde dizi seyretmiyorlardı! Bu sorunun yanıtı aramaya değmez
mi? Onlar yerine TV’de Cumhurbaşkanı’ndan emir alan halk mı
siper olmalıydı? Üstelik o anda MİT’in 7-8 saattir bildiği bir
konuda! Ülkenin
başkenti ve en büyük kentinin hava sahasını koruyacak herhangi
bir sistem yok mu? Örneğin Washington, Londra veya Buenos Aires’in
hava sahası bu kadar uzun süre saldırıya uğrasa, onlar da böyle
seyreder miydi? Peki ya o sokakların durumu?
1. Ordu köprüye 300 asker yollayıp bu fiili duruma müdahale
edemez miydi? Bu ülkenin vatandaşları olarak, bu soruyu sormak,
bizim hakkımız değil, görevimiz!
YANITI OLMAYAN BAŞKA
SORULAR ORTADA GEZİNİYOR
Bir diğer akla ziyan soru
daha geliyor, sıkı durun. Bütün gazetelerde vardı: Hava
Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal ve en yüksek rütbeliler, “o”
gece Moda Deniz Kulübü’nde bir düğündelermiş. Otopark
yetkililerine göre, saat 23:22’de otopark pistine inen (Kaynak:
Hürriyet ve NTV) bir askeri helikopterden gelen kamuflaj üniformalı
askerler içeri dalıp komutanlarla yaşanan kargaşa sonucu, onları
kaçırıp hareket etmişler. İyi de, “darbe”nin kamuoyu önünde
kör parmağım gözüne yapılış saati 22:30 civarı... 45-50
dakika boyunca tüm dünya Türkiye’deki darbe girişimini canlı
izlerken, bizim en yüksek rütbeli askerlerimizin konudan nasıl
hala haberleri yoktu? Bu gerçekten bulvar tiyatrolarında bile
rastlanılmayacak kadar abartılı bir fıkraya benziyor.
Sokaktaki adamın Twitter’i izlediği kadar ülke istihbaratını
takip etmeyen insanlara mı emanet ettik kendimizi ve ülkeyi?
Hadi diyelim ki MİT,
kim-kimden taraf emin olamadığı için haberi nerelere ne kadar
yayacağını bilemedi. İyi de o anda dünya-alem biliyordu darbe
girişimini!
Ardından ülke çapında
müsamere devam ederken, siyasiler “millet” kartını devreye
sokmaya çalıştılar. İşte bunu anlamam imkansız! Yani
ordunun ezici çoğunluğu elinde, ama sen silahsız sivilleri,
kurbanlık koyun gibi makinalı tüfeklerin, tankların önüne
atıyorsun. Bu nasıl bir mantık, pek anlamıyorum. Bu
kadar sivilin şehit düşmesinin ardında, MİT’in gerekli bilgiyi
doğru mercilere gereken yıldırım hızında yayamaması ve
düşüncesizce alınmış bu diğer karar var.
İşte başlarında tek
yüksek rütbeli subay olmadan sahaya sürülen zavallı emir
erlerinin kaderine bırakılan bu acayip “kalkışmanın”
doğurduğu sorulardan küçük bir kesit. Elinde tüfekle “tatbikata
gidiyorsun” diye
sahaya sürülen genç asker ve karşısında demokrasi için ölmesi
talep edilmiş siviller... Patlayan silahlar, küfürler, yumruklar,
tekmeler, tanklar... Sonuç, ağır bir bilanço. Bu arada
siyasilerin ardından tüm ülkenin camilerinde tekrar tekrar okunan
ezanlar, verilen selalar ile sokağa çağrılan halk... Bunun laik
demokratik bir rejime ve ülkenin iç huzuruna nasıl potansiyel bir
tehdit oluşturabileceği olasılığını da belirtmeden geçemeyiz.
Şuna inanın ki, hiç komplo
meraklısı bir insan değilim. Hatta “bu
olay kime yaradı?”
mantıksızlığından da hiçbir zaman hareket etmem. Ama burada
tartıştığımız verileri kendisine ısrarla ve sükunetle sorup
yanıtlarını aramayanlar beyinsizdir.
AĞIR GECENİN ARDINDAN
YAŞANANLAR...
Halkın olayın en sıcak
anında sahaya sürülerek demokrasiye sahip çıkması ne kadar
güzelse, ne yazık ki görüntülere yansıyan şekilde, gencecik
askerlerin linç edilmeleri ve değerli ordumuzun hakaretlere
uğraması da bir kadar korkunç ve üzücü. İtiraf
edelim, halkımızın büyük çoğunluğu erinden komutanlarına,
askerlerimizi o tablolar içinde seyrederken içleri kanadı, gözyaşı
döktüler... Ordu, bu Cumhuriyet’in temel taşında vardır. “Kafa
kesilme” iddiasının doğruluğu veya yanlışlığı konusuna
girmek istemiyorum. Ben o iddianın yanlış çıkmasını tercih
ederim. Ama tabii sonuna kadar araştırıldıktan sonra bu yanıtın
verilmesi lazım. Bu veya linçlere katılanların da en az darbe
girişimcileri kadar ağır şekilde cezalandırılmaları gerekir.
Halkın demokrasiyi
korumak için bayrak ve sloganlarla, o gece kendini sokağa atması
ne kadar doğal ve haklı ise, bu sloganlarda kimi unsurların
haddini aşıp agresif bir AKP taraftarlığı veya ağır bir
yobazlıkla, kendilerinden olmayan düşünce, kişi ve parti
üyelerine saldırmaları da bir o kadar affedilemez. Çünkü bu
kin, nefret ve şiddete çağrı suçlarının, darbeden aşağı
kalır tarafı yok!
Sosyal medyada okuduğum sayısız bildirim ve fotoğraflarda,
videolarda gördüğüm salyaları akan kimi yobazlar, daha birkaç
hafta önce yıldönümünü andığımız Sivas’ın ne yazık ki
acı bir hatıraya dönüşmediğini, her an hortlayabileceğini bize
tekrar kanıtladı. “Sokağa
çıkın” çağrısı, üzücüdür ki kimi noktada, İslami Devrim
gösterilerine dönüştü. Tekbirlerle,
adeta Gezi günlerinin acısını çıkarmaya çalıştılar. Sonuçta
o günlerde bir kere gördüğümüz için içimizin kalktığı o
“palalı” tipolojisi, tekil olmadığını, ülkede ne yazık ki
onca “palalı” yetiştirildiğini bize kanıtlayarak geri döndü.
Sanki hiç askerlik yapmamışçasına, kendilerine üstleri
tarafından verilen emirleri mecburen uygulamaktan başka suçu
olmayan gencecik insanlara reva görülen ağır hakaret, saldırı,
aşağılama ve işlenen cinayetler gerçekten korkunçtu.
ORTAK BİLDİRİ
Gecenin sonucu, gurur
verici kritik anı, tüm muhalefetin gayet vakur ve bilinçli bir
refleksle, anında “darbeye hayır!” demeleri. Bu konuda
Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve HDP Grup Başkan Vekili İdris
Baluken’in hızlı tepkileriyle darbeyi siyasi olarak dayanaksız
hale düşürmelerini gerçekten kutlamak lazım.
Dört partinin ortak
bildirisinde dikkat çeken noktalar vardı. Birincisi o sabah bu
işlemlerin hızla yapılabilmiş olması güzel bir gelişmeydi. Bu
arada Bahçeli’nin o inatçı söyleminde bu sefer ısrar etmeyip
HDP ile aynı bildiriye imza atması, işin sevindirici kısımları
arasındaydı. Bunu 15 ay önce yapabilseydi, başka bir Türkiye’de
yaşıyor olacaktık! Ama bir başka dikkat çekici nokta, bildirinin
“laik, demokratik, hukuk devleti”nden söz etmemesiydi. Hatta
ayrı ayrı ne laiklik, ne de hukuk devleti gündemdeydi bildiride...
Kılıçdaroğlu, altına imzasını attığı bu bildiriye keşke
“laiklik” tanımını koydurabilseydi.
İDAM VE SİLAHLANMA: AĞIR
TEHLİKE İÇEREN TALEPLER
AKP, bu vesileyle yalnız
FETÖ’cülerin değil, her muhalif gruptan insanın ister TSK,
ister yargı, ister bürokrasiden ayıklanmaları işine girişirse,
kimse buna şaşırmaz. Bu arada hangi hukuksuzlukların devreye
girebileceğine de bakmak lazım. Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin
iki üyesinin, Alparslan Ertan ve Erdal Ercan’ın gözaltına
alınabilmesi, bu konuda dehşet verici bir hamle. Çünkü normalde
AYM kararı olmadan AYM üyeleri hakkında işlem yapılamaz. Bu
üyeler hakkında önce gözaltı geldi, ardından daha ancak dün
AYM kararı çıktı. Bu tavır Yekta Güngör Özden’in yorumuyla
da, Taha Akyol’un yorumuyla da hukuka uygun değil. Çünkü
muhalefete tahammülsüzlük AKP’nin DNA’sında var. Bu
tahammülsüzlük, AKP seçmeni ve üyelerinde de olduğu için,
meydanlarda kan içicilerin “idam isteriz” diye bağırıp ölüm
sloganları atması da yine kimseyi şaşırtmadı.
Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın “halkımız
isterse gündeme alırız”
sözleri ağır popülizm kokuyordu: Hangi halkın isteği? Mesela
ben ve sayısız arkadaşım, idam cezası istemiyoruz. O zaman bizim
dediğimizi yapsın Sayın Cumhurbaşkanı! Medyada
bir çok gazetecinin, kendilerine manşet çıksın diye “idam
cezası” kartını sürekli sıcak tutmalarını esefle
karşılıyorum.
Birincisi, idam
cezası olan ülkeler, hiçbir surette AB üyesi olamazlar. Herhalde
bu olay nedeniyle AKP bile AB ile köprüleri toptan atmaya
kalkışamaz. Ayrıca
daha mühim nokta, idam cezası kana susamış bir güruh tarafından
tekrar yasalaşsa bile, bu “kalkışma” için geçerli olamaz.
Çünkü çıkarılan yasalar, geriye yönelik uygulanamazlar.
Ha, uygulansa ne mi olur? İşte o zaman bu yönetim, 12 Eylül
hukuksuzluğunun ortasına düşer. Erdal Eren’in yaşını illegal
şekilde büyüterek onu idama yollamaktan farklı olmaz. Evrensel
hukuka saygılı hiçbir ülke bu dayatmaları affetmez.
İdam olayına balıklama
atlayan diğer parti ise yine MHP oldu. Partinin Grup Başkanvekili
Erkan Akçay idama olan somut desteklerinin gerekçelerini saydıktan
sonra “Vatan
hainleri, teröristler, idam cezasının olmayışından cüret
bulmuşlardır. (…) Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz
ki vatan hainlerinin, teröristlerin ve terör elebaşlarının
kalemi artık kırılmalıdır”.
Ne kadar ilginç değil mi? Bir insanın canını almak için
sabırsızlanan bu ilginç zat, kalem kırma imgesinin bile, Türk
Hukuk’nda hakimin “Bu
kararı bir kez daha almak istemiyorum, bu kararı aldığım kalemi
kırarak da bunun son olmasını diliyorum” anlamında
kullanıldığını bile bilmiyor. İtiraf edeyim onun adına yüzüm
kızardı. Ayrıca
“idam” diye tempo tutanlar veya “hak ettiler” diyenler şunu
bilmelidir ki, o sehpalar bir kere kurulduğunda kimin canını
alacağı hiç belli olmaz. Bu oyunlara hiç yeltenmemek, en sağlıklı
çözümdür.
Çok tehlikeli başka bir
çıkış, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Şeref Malkoç’tan
geldi. O da “darbeye
teşebbüs edenlere karşı milletin meşru müdafaa hakkını
savunması için ruhsatlı silah verilmesinin önünün açılması
lazım” demeye
cüret etti. Bunun nasıl bir cinayetler dizisi veya iç savaşın
önünü açacağını hesaplayamadan edilmiş sorumsuz sözlerdi...
AKP AÇISINDAN BİLANÇO
FETÖ çetesinin yarattığı
darbe girişimi ile bir rejim depremi geçiren Türkiye’de
iktidarın sahibi olan AKP’ye sormak lazım: Bugün darbeyi yapmış
olan komutanların çoğu, şurada 7-8 yıl önce Balyoz davasının
uydurma senaryoları ile alaşağı ettiğiniz namuslu subayların
yerine geçirdiğiniz ve şimdi FETÖ’cü olduğunu yine sizin
söylediğiniz subaylar değil mi? Hani
şu “ne
istediler de vermedik?”
dediğiniz o bahtsız Hoca’nın adamları...
Hani sizi kandırmışlardı ya... Hani biz Atatürkçü yazarlar
hakkında olmadık hayali senaryolar dayatmışlardı... Türkiye’nin
yaşadığı bu içler acısı senaryolar ve verdiği ağır insan
kayıplarında, işte bu kandırılmanın ağır sonuçları var.
Şimdi önümüzdeki YAŞ ve MGK kapsamında Türkiye’yi
yönetenler, Balyoz ve diğer davalarda suçsuzlukları kanıtlanmış
ama emekliye sevkedilmiş veya terfi ettirilmemiş gerçek
komutanlarının durumunu acil olarak masaya yatırmalıdır. Aksi
takdirde PKK, IŞİD, Suriye üçgeninde her köşede her an bekleyen
tehlikelerle mücadele edecek Ordumuz, son 15 Temmuz kalkışmasının
ardından sahaya sürecek yetkili donanımlı komutan bulamaz!
ERDOĞAN: BİR TAŞLA 8
KUŞ!
Gelin hızla sayalım:
1) Artık yurt dışında RTE
tüm iddiaların aksine, darbe engellemiş bir demokrasi şampiyonu
olarak görüldüğüne inanıyor.
2) Bu vesileyle TSK’yı,
yargıyı, bürokrasiyi istediği gibi temizleyerek kendi ekiplerine
yer açacak
3) Aynen eskisi gibi, artık
kendisi şikayet edilen bir Başkan veya diktatör değil, tersine
demokrasi mağduru, saldırıya uğramış, destek hak eden bir insan
konumuna geçti!
4) 17/25 Aralık iddialarının
artık ancak çöpe gidebileceğini, çünkü bunları
hazırlayanların silahlı bir çete olduğunun bu olayla
kanıtlandığını düşünüyor.
5) TBMM’nin çıkarabileceği
idam yasası, artık siyasetin üstünde Demokles’in kılıcı gibi
sallanacak ve muhalefeti caydırıcı bir unsur haline gelebilecek.
6) En azından bir süre,
muhalefetin sesi kısılacak, destek metinleri ve demeçleriyle AKP,
içte ve dışta nefes alacak.
7) Diploma konusu, artık
büyük oranda gündemden düşecek, bahsedenler “paralelcilikle”
suçlanabilecek!
8) Ve en önemlisi, en
azından RTE’nin görüşüyle, Başkanlık ve Yeni Anayasa yolu bu
vesileyle kılıfına uydurulup açılmış olacak.
Şimdi Erdoğan’ın tüm
umudu, bu 8’li pakette...
VE MUHALEFET...
Muhalefetin acil olarak
kendini 15 Temmuz tebrik ve dayanışma kutlamalarından çıkarıp o
konu ortak bildiride halledildiğine göre, gerçek işlevini
hatırlaması lazım. Aksi takdirde, Erdoğan bu gri günlerde
ilerleyebileceği çok boşluk bulur. Umarım her bir lider, yarından
tezi yok, “sana olan
muhalefetimizin %1 azalması için hiçbir gerekçe yok. Bu darbe
kalkışmasını, başka şekilde kullanmaya kalkma, ülkenin
sorunları ve hukuksuz yapısı aynen olduğu yerde duruyor”
demeyi ihmal etmez. Bizler mi? Yine bu antidemokratik grupların
hiçbirinde yer almamanın gönül rahatlığını yaşıyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.