24 Haziran 2014 Salı
ADAYINIZDAKİ ISRAR NEDEN SAYIN KILIÇDAROĞLU? | Bedri Baykam | 24 Haziran 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Sayın Kılıçdaroğlu, "Balyoz" davasında haksız yere yatan değerli komutanlarımızın da Ergenekon tutuklularının ardından cezaevinden çıkmalarıyla 6-7 senedir ilk defa gönül rahatlığıyla uyuyabiliyoruz bu ülkede. Halkımızın direnci ise, Gezi olaylarının ardından tavan yapmış bir özgüven ve kararlılık kazanmışken bu yükseliş "momentum”unu hiçe sayarcasına neden bu kadar tepki çekecek bir "çatı adayı" önerdiniz? Evet Türkiye'de muhalif iki büyük partinin tek ortak aday çıkarmalarının kaçınılmazlığını ilk vurgulayan bir kaç kişiden biriyim ve sizi bu konuda Sn Bahçeli ile uzlaşabildiğiniz için tebrik ediyorum. Ama kamuoyunda her iki partinin ve muhaliflerin itiraz etmeyeceği onca aday varken bu hamleye ne gerek vardı Sn Kılıçdaroğlu?
Uzun bir süre, Cumhurbaşkanı adayı ve profili konusunda onca görüşme yaptınız parti yetkilileriyle, örgütle, sendikalarla, aydınlarla, bizlerle. Buna karşın bulduğunuz adayı kendi seçmen tabanımız ve örgütümüzde bile kimse tanımıyor. O gün herkes arama motorlarına yüklenip bu soğuk şakayı algılamaya çalıştı. Hiç kimseyi dinlemeyecek idi iseniz, neden tüm bu görüşmeler yapıldı diye merak ediyor insan! Şimdi o kişi ve kurumlar kendilerini kandırılmış hissediyorlar.
Geçen gün yaptığınız bir televizyon programında "CHP demokratik bir partidir. Herkes istediğini düşünür ama 2. bir adaya kesinlikle izin vermem" (!) dediniz. Bu da şaka gibiydi! Yani orada açıkça tüm Parti ve kamuoyu baskılarını hiçe sayacağınızı söylüyorsunuz. Şimdi bu sözlerinizi "Parti içi bir ihtar" olarak kabul eden bir çok milletvekili, daha kendilerini ait hissedecekleri bir adayı, belki disiplin veya seçim listeleri korkularından öneremeyecekler. Size de "peki" diyerek doku uyuşmazlığı ayyuka çıkmış adayınızda kendi kendilerini ikna edecek gerekçe arıyorlar.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun Sn Kılıçdaroğlu: Bu yöntemler ve dayatmalar sosyal demokrat bir partiye yakışıyor mu? Sizinle Grup Başkan Vekilliği döneminizden bu yana Parti’nin demokratikleşmesi yolunda onca ortak çaba harcamadık mı?
Yine Uğur Dündar’ın programında, "Gönlümden Yaşar Kemal veya Orhan Pamuk geçiyordu" dediniz. MHP ile ortaklık için yola çıkmışken, bu onların seçmenlerine yönelik nasıl bir provokasyondur, inanın ben anlamadım! Bırakın MHP'yi, siz Sn. İhsanoğlu'nu öne sürerek, AKP'den oy alma niyetiyle yola çıkmışken, tersine kendi çatı-baca oylarınızı kaybedeceksiniz! Allah aşkına, siz CHP örgütünde, İhsanoğlu için heyecanla sokağa fırlayacak bir kitle görüyor musunuz? Evet emir demiri keser. Ama kendini "bindirme kıta" gibi hissedecek insanlar, adaylarını RTE'nin kitlesi gibi destekleyebilecek mi? Bu halk "kerhen" ve "ehvenişer"e oy vermekten bıktı usandı Sn Kılıçdaroğlu! Sokakta CHP'yi gerçekten temsil edecek aday için saçını süpürge etmek isteyen milyonlar var. Ama siz onları küstürüyorsunuz. Aylardır toplumun "ideal aday profili" tanımlamalarına tamamen zıt bir ismi kendi kesiminize dayatarak yarattığınız deprem, maalesef çok hayırlı artçı şoklar yaratmadı. Kitle örgütleri ayakta ve Atatürkçü Türkiye'nin bünyesi bunu hazmedemiyor! Yani siz aday seçiminizle "sinerji" yaratacağınıza, tam tersine inşa etmeye çalıştığınız çatıyı temelsiz bırakmış oluyorsunuz!
Lütfen yanlış anlaşılmasın: Konumuz burada Sn İhsanoğlu'nun kişiliği kesinlikle değil. Eminim kendisi son derece saygın ve iyi donanımlı bir şahsiyet. Ama konu bunlar değil. Konumuz İhsanoğlu'nun genel sosyo-politik bağları, eğitimi, kurduğu dostluklar, arkadaşlıkların çıkış noktaları. Onları biraz eşelediğimizde, ne oğlunun düğününe neredeyse yalnız AKP sosyetesinin gitmiş olmasına, ne hiç birimizin onu tanımamasına artık şaşırmıyoruz. Sanki Sn. İhsanoğlu, CHP'nin değil de, "Bu profil bazı laiklerden bile oy alabilir" diye bir hamle yapan AKP'nin adayı! Yanlış anlayıp kızmayın Sn. Kılıçdaroğlu; bunu derken konumuz kişiliği değil, genel profili, aidiyet ortamı ile ilgili.
Herhalde arkadaşımız Soner Yalçın'ın da ikazlarını okudunuz. İslam Konferansı Örgütü gibi dini temel alan bir siyasi örgütlenmenin "laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti"ni şart olarak ortaya koymuş Anayasamızla ortak bir paydası olabilir mi? Ya da ekleyeyim, o Genel Sekreter pozisyonunda bile İhsanoğlu hiç Türkiye'de yaşanan yobazlıklara karşı hiç sesini duyurdu mu?
Hiç kimse inatla dev fırtınalara karşı zorla açık denize sürerek gemisini bu kadar sorumsuzca felakete sürükleyemez. Lütfen tarihi bir hatadan dönerek seçmenimizin geleceğine küsmesine neden olmayın Sn. Kılıçdaroğlu. Ya da en azından bırakın 20 milletvekili toplumun önemli bir kesiminin talebini özgürce yerine getirsin...
19 Haziran 2014 Perşembe
Cumhurbaşkanlığı konusunda Basın Bildirisi
ÇANKAYA
İÇİN ULUSAL BİRLİK
BASIN BİLDİRİSİ
BASIN BİLDİRİSİ
Cumhurbaşkanlığı Çatı Adayı
19 Haziran 2014
Çankaya İçin Ulusal Birlik Komitesi Taksim-The Hill Hotel’de biraraya gelek bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşulan konuların metnini aşağıda bulabilirsiniz.
10 Ağustos’ta birinci turu yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin ilk deneyimidir.Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilk defa yurttaşların vereceği oyla seçilecektir. Bu nedenle aday seçimi çok önemlidir. Ülkemizdeki ve çevremizdeki olumsuz siyasi gelişmeler ile emperyalist planları da göz önüne aldığımızda, Cumhurbaşkanı adayının seçimi daha da önemli hale gelmektedir.
Büyük Uzlaşı toplantılarında Cumhurbaşkanı adayında aranması gereken nitelikler konusunda toplumun örgütlü geniş kesimlerinin görüşleri alınmış ve katılan kuruluş temsilcileri bu açıdan ortak paydada buluşan açıklamalar yapmışlardır.
"Çankaya İçin Ulusal Birlik Grubu" olarak bizler de,
· Mustafa Kemal'in ÇANKAYA’sında gerçekten demokrat;
· Laik, hukuka, insan haklarına, kadın-erkek eşitliğine inanan;
· Milli ve manevi değerlerimize saygılı;
· Tam bağımsızlıktan ve barıştan yana;
· Bölücülüğe ve gericiliğe asla ödün vermeyecek;
· Bu güzel ülkenin bütününü, ayrımsız kucaklayacak;
· Anayasamızın değiştirilemez hükümlerine ve ettiği yemine sadık kalacak;
bir Cumhurbaşkanı görmek istediğimizi Büyük Uzlaşı toplantısında dile getirmiş ve verdiğimiz ilanlarla tüm siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine ve kamuoyumuza duyurmuştuk.
"Çatı adayı", Cumhuriyetimizin temel ilkelerine bağlı geniş kesimlerin ve demokratik kitle örgütlerinin görüşü alınmadan açıklanmış bu nedenle de -yerli, yabancı bazı kurum ve çevreleri memnun etse de- ulusal çıkarları önde tutan, tam bağımsızlık ve laiklikten ödün vermeyecek olan kurumlarımızın yani bizlerin beklentilerini karşılamamıştır.
Cumhurbaşkanlığı için yukarıdaki -olmazsa olmaz- niteliklere sahip yeni bir adayın bir an önce belirlenmesi konusunun dikkate alınmasını istiyoruz, bekliyoruz.
BİLDİRİ OKUNDUKTAN SONRA SÖZ ALAN KATILIMCILAR İSE ŞU GÖRÜŞLERİ BİLDİRDİLER:
NAZAN MOROĞLU (İKKB KOORDİNATÖRÜ):
Kritik bir dönemden giçiyoruz ve Sivil Toplum Kuruluşları olarak tek tek hareket etmek yerine Çatı Aday için Çatı Örgüt oluşturduk: Çankaya için Ulusal Birlik.
NECLA ARAT (İKKB KOOERDİNATÖRÜ):
Kaygan bir zeminde olamak istemiyoruz. Temellere ve kurallara bağlı bir aday istiyoruz. Bu aday hazırlığı yapıldığı süreçte ismi hiç geçmeyenve halkın tanımadığı bir aday. Tam anlamıyla görücü usülü bir Cumhurbaşkanı seçimine zorlanıyoruz. İlkelere bağlıaday talebimiz olduğu için adayın geri çekilmesi doğrultusunda olan isteğimizi tekrarlıyoruz.
BEDRİ BAYKAM (UPSD BAŞKANI- SANATÇILAR GİRİŞİMİ SÖZCÜSÜ):
Kendisinin oy vermesini istediği kitle ile doku uyuşmazlığı varbu haketmediğimiz bir sonuç. Yapılan tüm dialoglar ve ortak aday kararı yerinde bir gelişim. Biz sağ adaya açıktık ama çizgi aşıldı. Laik sağ geçmişi ve güvenilir olan bir aday yerine İslami referansı olan ve kimsenin tanımadığı bir aday çıktı. CHP herkesle temas etti. Sivil Toplum Kuruluşları, sendikalar, partiler, sanatçılar... Bu kadar yapılan görüşmeden orataya çıkan aday bu mu? Siyasi tecrübesi yok hatta siyaset yapmak istemediğini kendisi ifade etmiş. Bu aday Erdoğan'ın karşısına çıktığı zaman onunla baş edebilecek mi? Sayın İhsanoğlu, tam tersine AKP'nin bizlerden de oy alabilmek için öne sürdüğü bir aday gibi. Bu düşüncelerin hepsine Sanatçılar Girişimi de katılıyor. Orhan Aydın, Gülsen Tuncer, Edip Akbayram, Tarık Akan, Müjdat Gezen, Orhan Kurtuldu ve daha sayısız sanatçımız.
Bugun görüyoruz ki seçmen potansiyelemizin 2/3 adaya karşı çıkıyor. Bizim AKP seçmenini ikna etmeye çalışmamız gerekirken, kendi seçmenlerimizin tepkisiyle karşı karşıyayız. Tüm tepkilerin değerlendirilip hatadan geri dönülmesi gerekiyor.
İLHAN GÜLEK (USTKB SÖZCÜSÜ):
Barış, lailk yüzümüzün kabul edemeyeceği bir aday. Bundan çıkar sağlayacak kesimler memnun gayet memnun. Göz boyamak için yapılan görüşmelerin işe yaramadığını ve bunlara kanmadığımızı bilmelerini istiyoruz. Koltuğa yakışacak bir aday talep ediyoruz.
ÖNAY ALPAGO (ESKİ BAKAN):
Tüm kimliklerimin yanı sıra CHPliyim ama bu adayı benimsemiyorum. Çünkü bu Parti genelinde de benimsenmiyor. Burada sadece Cumhurbaşkanı seçilmiyor. Genleceğimizi şekillendirmeye çalışıyoruz. Sayın İhsanoğlu'nun üm yaşamı ve geçmişi kendi tercihleri doğrultusunda şekillenmiş, bu gayet normal. Ama kendisinin tercihleri, bizim tercihlerimiz olamaz. AKP ile aynı kimlikte bir aday çıkaracağız yarışına girmememiz gerekiyordu. Bu kabul etmek fıtratımızda yok.
ŞULE PERİNÇEK (AYDINLIK GAZETESİ):
Basın olarak görevimizi rahatlıkla yapmak istiyoruz. Bu durum biz kadınlar için de büyük tehlike. Çocuklarımız, torunlarımız için başı dik ve özgür bir Türkiye istiyoruz. Bizim tanımlarımıza uygun bir Cumhurbaşkanı olursa ancak rahat uyuruz.
TÜM ÖĞRETİM ÜYELERİ DERNEĞİ:
Sorum şu: Cumhurbaşkanılığı için mülkiye, tıbbiye, harbiyenin kökü mü kurudu da El-Ezher ve Exeter Üniversiteleri mezunu tercihimiz oluyor.
ELİF İLHAMOĞLU (TGB BAŞKAN YARDIMCISI)
CHp yerel seçimlerde yaptı hatanın aynısını tekrarlamaktadır. AKP dublörü niteliğinde adayları seçerek başarısızlığa gitmektedir. Türk ulusu kendi bağrındn aday çıkaracak güçtedir.
ÇANKAYA İÇİN ULUSAL BİRLİK GRUBU
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, Kadın Araştırmaları Derneği, ADD – Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı, İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, Üniversiteliler Kültür ve Eğitim Vakfı, İP İstanbul Öncü Kadın, Türk Kadınlar Birliği( İstanbul-Beşiktaş-Bakırköy-Şişli-Kadıköy-Pendik Şubeleri), Çağdaş Anneler Derneği, CKD - Cumhuriyet Kadınları Derneği (Kadıköy, Maltepe, Fatih, Şişli Şubeleri), Şahkulu Sultan Vakfı, Çocuk Gelinlere Son Grubu, Milli Merkez, CUMOK, 68'liler Birliği Vakfı, Marmara Emlak Müşavirleri Derneği, Eğitim İş 3 ve 4 Nolu Şube, TÜMÖD İstanbul, TOBAV, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Liseliler Birliği, Ulusal Kanal, Aydınlık Gazetesi, Onuncu Köy Derneği, Yurttaşlık Hareketi Derneği, Uluslararası Plastik Sanatları Derneği, Konut İş Sendikası, Şişli Sanat, Taşeron İşçileri Derneği, Talatpaşa Komitesi, Türkiye Sanatçılar Birliği Düzenleme Kurulu, Troya Folklor Araştırmaları Derneği, Bakırköylü Sanatçılar Derneği (BASAD).
17 Haziran 2014 Salı
“ORTAK ADAY” PORTRESİNİN KOYU GRİLERİ | Bedri Baykam | 17 Haziran 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Bu
sütunda 22 Nisan 2014 tarihinde CHP ve MHP’nin ortak bir
Cumhurbaşkanı adayı çıkarmaya mecbur olduklarını belirtmiştim.
O tarihte henüz Bahçeli’nin
“Çatı aday” önerisine
de bir kaç hafta vardı. Dün nihayet bu aday ortak bir toplantıdan
sonra açıklandı: Ekmeleddin İhsanoğlu. Birden ortaya çıkan bu
isim, Türk kamuoyunu birden heyecanlandıracak ve “ne
kadar iyi yapmışlar”
diyeceği bir aday değil. Sanki “aman
hırslı bir politikacıya bu payeyi biz vermiş olmayalım, şöyle
az bilinen bir isim olsun” şeklinde
bir düşünce duruma hakim olmuş da ortaya bu sürpriz çıkıvermiş.
Adayın “muhafazakar
kesimlere ters düşmemesi” başka,
İslami konuları ana alanı yapmış olması başka. CHP ve MHP
seçmenleri kadar, bu çatı adayını hararetle bekleyen büyük
muhalif kitleler şimdi kendilerini biraz
“oldu bittiye getirilmiş” veya
aldatılmış hissediyorlar. Açıklanabilecek bir çok başka sağa
da uygun aday, hem kitleler tarafından tanınıyor olabilirdi, hem
de ana konular hakkında CHP ve MHP seçmenlerinin kendilerini ona
daha yakın hissetmelerini sağlayabilirdi.
Halbuki ülkemiz ve Orta-Doğu’da durum vahim. Din adına insan öldüren terör örgütü IŞİD'ın devletimizle alay eden hamleleri ard arda geliyor. Buna karşı aciz kalan bir Hükümet, suçu ve çözümü kendilerinden başka her yerde arıyor. Ve bu ortamda Türkiye başaşağı giden her ibresiyle RTE'nin rakipsiz “kişisel ev yapımı özel Başkanlık sistemine” sürüklenme korkusu yaşarken, şimdi birden bu beklenilmedik çatı adayla karşı karşıya. Öncelikle bu iki partimizi böylesine zor bir konuda kamuoyunun sesini dinleyip “ortak aday” çıkarabildikleri için tebrik etmemiz lazım. Bu bir demokratik atılım. Peki iyi de, İhsanoğlu aranan “ortak kan” konusunda beklentiyi olabilecek mi? Erdoğan’ın miting provokasyonlarıyla başedebilecek mi? Ya da şayet kazanırsa, kendi geçmişine bakınca AKP’nin anti-laik dayatmalarına Çankaya’da dur diyebilecek mi? Türkiye’nin gerilim hatları hakkında ne düşünüyor? Laiklik, ülke bütünlüğü, Atatürk devrimleri konusunda mahçup bir tavır mı sergileyecek? Bu konularda muğlak ifadeler kullanırsa, başta kendisine en büyük desteği vermesi gereken partiler olmak üzere, muhalifler hayal kırıklığına uğrayıp bir kısmı desteğini geri çekecek mi? Bütün bu sorular ciddi olarak uçuşuyor. Ciddi bir seçmen tepkisi de şimdiden gelmeye başladı. CHP ve MHP nihai ortak kararlarını kalıcı hale getirmeden önce, (sonunda İhsanoğlu isminde ısrar etseler bile) öncelikle kendi seçmenlerinin nabzını almaya mecburlar. Çünkü yanlış adıma yer yok.
Orta-Doğu tam yangın yeri. Besle kargayı oysun gözünü: Bu hükümetin, özenle "terörist" tanımlamasını yapmaktan kaçındığı IŞİD terör örgütünü uzun zamandır desteklediğini biliyoruz. Bir de bu yüzden "IŞİD bize dokunamaz, konsolosluğumuz güvende, Irak'ta kaos olduğu görünümü verilmek isteniyor" şeklinde saçma sapan düşünceler birbirini takip etti. Konsolosluğumuzda bulunan vatandaşlarımız sükunetle oradan kurtarılabilecekken bu fırsat pas geçilerek krizin kalbine düştük. Bu satırları kaleme alırken de terör şebekesiyle haraç ve "MİT'ten maaş bağlanma pazarlıkları" gibi akıl almaz dedikodular ortada dolanıyor.
Terörle pazarlık olmaz. Hiçbir demokratik devlet de terör örgütleri üzerinden dış politikalarını belirlemez. Bu konuda dünyanın "eksper suçlusu" ABD’dir. Sovyetleri kuşatabilmek için Sovyet-Afgan kapışmasında El Kaide'yi desteklemesi, hatta resmen "yaratması" bu suçların en bilineni. Zaten ABD'nin kendi kör-topal analizleri yüzünden terör gruplarından, terörist devlet başkanlarına kadar her türlü kirli ilişkiye girebildiğini biliyoruz. Terörle yatan, kalbinden bıçaklanarak uyanır. IŞİD, Türkiye'ye bu dersi yeniden gerilim filmi eşliğinde sunmakla meşgul. Dua edelim ki bu fatura ağır kayıplarla gelmesin!
Peki ülkemizin Başbakan'ın ısrarla ifade ettiği gibi "unsurlarla" (!) ne kadar mücadele gücü var? Hükümette bu mücadeleyi bu illegal örgütlerle yapacak kararlılık yok. Hatta arkadan hançerlenmelerine rağmen, bir araya gelseler, ortak noktalarının fazlalığıyla gurur duyarlar! Geriye teorik olarak, "askeri güç" kalıyor. Zaten bu aşamada elinde onca rehin tutan bir katil sürüsü karşısında bu seçenek yok. Bir de Türkiye artık 8 yıl önceki o muhteşem Ordu'ya sahip değil. Türk Ordusu şu anda en iyi ihtimalle eski gücünün maddi olarak yüzde ellisinde, manevi olarak yirmi beşinde! Askerimizin hem morali yerlerde, hem de komutanları zindanda! Yani Türkiye bu gerçeğin farkında olarak kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan ırkçı grupların elinde rehin! Cumhurbaşkanı, böylesine kritik bir zamanlamada görev alacakken, “ben siyaset sevmem, öyle bir arzum da yok” mantığından gelen biri ne kadar uygun olabilir? Kritik soru!
Halbuki ülkemiz ve Orta-Doğu’da durum vahim. Din adına insan öldüren terör örgütü IŞİD'ın devletimizle alay eden hamleleri ard arda geliyor. Buna karşı aciz kalan bir Hükümet, suçu ve çözümü kendilerinden başka her yerde arıyor. Ve bu ortamda Türkiye başaşağı giden her ibresiyle RTE'nin rakipsiz “kişisel ev yapımı özel Başkanlık sistemine” sürüklenme korkusu yaşarken, şimdi birden bu beklenilmedik çatı adayla karşı karşıya. Öncelikle bu iki partimizi böylesine zor bir konuda kamuoyunun sesini dinleyip “ortak aday” çıkarabildikleri için tebrik etmemiz lazım. Bu bir demokratik atılım. Peki iyi de, İhsanoğlu aranan “ortak kan” konusunda beklentiyi olabilecek mi? Erdoğan’ın miting provokasyonlarıyla başedebilecek mi? Ya da şayet kazanırsa, kendi geçmişine bakınca AKP’nin anti-laik dayatmalarına Çankaya’da dur diyebilecek mi? Türkiye’nin gerilim hatları hakkında ne düşünüyor? Laiklik, ülke bütünlüğü, Atatürk devrimleri konusunda mahçup bir tavır mı sergileyecek? Bu konularda muğlak ifadeler kullanırsa, başta kendisine en büyük desteği vermesi gereken partiler olmak üzere, muhalifler hayal kırıklığına uğrayıp bir kısmı desteğini geri çekecek mi? Bütün bu sorular ciddi olarak uçuşuyor. Ciddi bir seçmen tepkisi de şimdiden gelmeye başladı. CHP ve MHP nihai ortak kararlarını kalıcı hale getirmeden önce, (sonunda İhsanoğlu isminde ısrar etseler bile) öncelikle kendi seçmenlerinin nabzını almaya mecburlar. Çünkü yanlış adıma yer yok.
Orta-Doğu tam yangın yeri. Besle kargayı oysun gözünü: Bu hükümetin, özenle "terörist" tanımlamasını yapmaktan kaçındığı IŞİD terör örgütünü uzun zamandır desteklediğini biliyoruz. Bir de bu yüzden "IŞİD bize dokunamaz, konsolosluğumuz güvende, Irak'ta kaos olduğu görünümü verilmek isteniyor" şeklinde saçma sapan düşünceler birbirini takip etti. Konsolosluğumuzda bulunan vatandaşlarımız sükunetle oradan kurtarılabilecekken bu fırsat pas geçilerek krizin kalbine düştük. Bu satırları kaleme alırken de terör şebekesiyle haraç ve "MİT'ten maaş bağlanma pazarlıkları" gibi akıl almaz dedikodular ortada dolanıyor.
Terörle pazarlık olmaz. Hiçbir demokratik devlet de terör örgütleri üzerinden dış politikalarını belirlemez. Bu konuda dünyanın "eksper suçlusu" ABD’dir. Sovyetleri kuşatabilmek için Sovyet-Afgan kapışmasında El Kaide'yi desteklemesi, hatta resmen "yaratması" bu suçların en bilineni. Zaten ABD'nin kendi kör-topal analizleri yüzünden terör gruplarından, terörist devlet başkanlarına kadar her türlü kirli ilişkiye girebildiğini biliyoruz. Terörle yatan, kalbinden bıçaklanarak uyanır. IŞİD, Türkiye'ye bu dersi yeniden gerilim filmi eşliğinde sunmakla meşgul. Dua edelim ki bu fatura ağır kayıplarla gelmesin!
Peki ülkemizin Başbakan'ın ısrarla ifade ettiği gibi "unsurlarla" (!) ne kadar mücadele gücü var? Hükümette bu mücadeleyi bu illegal örgütlerle yapacak kararlılık yok. Hatta arkadan hançerlenmelerine rağmen, bir araya gelseler, ortak noktalarının fazlalığıyla gurur duyarlar! Geriye teorik olarak, "askeri güç" kalıyor. Zaten bu aşamada elinde onca rehin tutan bir katil sürüsü karşısında bu seçenek yok. Bir de Türkiye artık 8 yıl önceki o muhteşem Ordu'ya sahip değil. Türk Ordusu şu anda en iyi ihtimalle eski gücünün maddi olarak yüzde ellisinde, manevi olarak yirmi beşinde! Askerimizin hem morali yerlerde, hem de komutanları zindanda! Yani Türkiye bu gerçeğin farkında olarak kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan ırkçı grupların elinde rehin! Cumhurbaşkanı, böylesine kritik bir zamanlamada görev alacakken, “ben siyaset sevmem, öyle bir arzum da yok” mantığından gelen biri ne kadar uygun olabilir? Kritik soru!
10 Haziran 2014 Salı
PARİS'İN GÜNDEMİ VE "PAMUK İPLİĞİ" | BEDRİ BAYKAM | 10 Haziran 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Paris'te geçirdiğim iki
haftanın sonuna gelirken, Fransa'ya bir göz atalım: Bildiğiniz
gibi Cumhurbaşkanı Hollande'a olan desteğin yerlerde gezinmesi
(%3!) artık esprilerin ana konusu. Mesela Liberation’un kapağında
şaşkın bir Hollande fotoğrafı ve altında yazı: "Elysee
Sarayı: Pardon çıkış nereden?".
Zaten Hollande'ın tek günlük kaçış imkanları gündemin kendi
kabusunu örtme ihtimali; ki o da zor! Mesela Normandiya çıkartması
anma gününde bile "Er
Ryan'ı Kurtarmak"
filmine gönderme yaparak "D-Day
(O-gün) er Hollande'ı kurtarmak için gerekli"
manşetleri atılıyor. Ya da Rodez kentinde Hollande'ın ünlü
Fransız ressamı Pierre Soulages'ın müzesini açması basında
"Hollande ışığı
Soulages'da arıyor"
başlıklarıyla yer buluyor! Yani Obama ve Putin'in, Ukrayna
krizinden beri ilk defa görüşmeleri bile Hollande şamatasının
gölgesinde kalıyor. Fransız basını istediğinde çok acımasız
olabiliyor. Çünkü burada "Alo
Fatih" hattı
yok!
Tabii Hollande'ın Elysee Sarayı'nı daha yolun ortasında emekli barınağına çevirmesi Fransa'nın iç politikasını başka türlü hızlandırdı. Marine Le Pen'in başkanlığındaki Milliyetçi Cephe'nin Avrupa seçimlerinde aldığı %25’lik şaşırtıcı oy, hem Fransızları ürküttü hem de yeni tetiklerin çekilmesi gündeme geldi. Merkez sağda UMP'de hiç beklenilmedik şekilde Sarkozy öne çıkmaya başladı. Çünkü alternatif arayışlar hızlanıyor; her ülke Türkiye değil ki! Bu arada Brüksel'de yaşanan katliamın Fransa'da yakalanan zanlısı Mehdi Nemmouche ve bu bağlı olarak her gün İslami terörün Avrupa'da artan potansiyeli, bir yerde le Pen'in elini güçlendiren bir konu. Fransa artık adım adım "Demokrasi- İslam-Terör-İfade özgürlüğü" sarmalında polemiklerin ortasında kaybolmuş dengelerini karanlık bir tünelde arıyor.
Fransa bu arada Türkiye'de Gezi'nin 1.yılında yaşanan ağır sokak görüntülerine de tepki verdi. Malum şiddet fotoğrafları eşliğinde Erdoğan Hükümeti'nin dünyaya vermeyi seçtiği imaj kendilerine neye mal oluyor farkındalar mı bilmiyorum. Veya tersine bu imajı yaymaya çalışıyorlar da biz mi anlayamıyoruz!
Burada bizi ilgilendiren vahim bir perspektif var: Fransız basınının bir kısmı Türkiye'de olup bitenleri hala Orhan Pamuk üzerinden anlamaya çalışıyor (!). Pamuk "Cevdet Bey ve Oğulları" kitabının Fransa'da yayınlanması vesilesiyle Nouvel Observateur dergisiyle görüşmüş; burası normal. Ama röportajı yapan François Armanet, Erdoğan diktasından Gezi'ye ve tabii yaklaşan 2015 Ermeni Soykırım iddialarının 100. yılı konularına kadar her şeyi Pamuk üzerinden çözümlemeye çalışmış! Sonuç çelişki dolu acıklı bir fiyasko! Burada amacım Pamuk'un Türkiye hakkında bildiği yanıldığına yetmeyen 20. yüzyıl siyasetimizin tarihi derinliğinden uzak kolaj iddialarını ciddiye alıp yanıtlamak olamaz. Oraları çoktan aştık. Sorun Fransa gibi bir ülkenin bu acıdığım kafa karışıklığı üzerinden bizi veya Gezi’yi algılamaya kalkışması! Fransız basınına buradan bir ödev veriyorum: Lütfen Orhan Pamuk'un son 10 yıldaki röportajlarını elden geçirin. Ne ilginçtir ki Pamuk'un "zamanın ruhu"na uyarak bugün yaptığı Erdoğan eleştirileri, kendi söyleminde kökü veya bağlantıları olmayan belirsiz şeyler! Ne zaman kendisinin AKP veya Erdoğan aleyhine, vazgeçtim büyük bir suçlamadan, en küçük bir eleştiri yaptığını Gezi'nin 20. gününe kadar gördünüz? Tam tersine her fırsatta Atatürk Devrimleri'nin getirilerine ve Cumhuriyet'e sığ ezber suçlamalar getirip, "Erdoğan'ın şimdi bizi farklı bir Avrupa Hukuku medeniyetine taşıdığı" masalını anlattığını ne çabuk unuttunuz? Batı basını bu konuda ne kadar balık hafızalıymış meğer!
Tabii Hollande'ın Elysee Sarayı'nı daha yolun ortasında emekli barınağına çevirmesi Fransa'nın iç politikasını başka türlü hızlandırdı. Marine Le Pen'in başkanlığındaki Milliyetçi Cephe'nin Avrupa seçimlerinde aldığı %25’lik şaşırtıcı oy, hem Fransızları ürküttü hem de yeni tetiklerin çekilmesi gündeme geldi. Merkez sağda UMP'de hiç beklenilmedik şekilde Sarkozy öne çıkmaya başladı. Çünkü alternatif arayışlar hızlanıyor; her ülke Türkiye değil ki! Bu arada Brüksel'de yaşanan katliamın Fransa'da yakalanan zanlısı Mehdi Nemmouche ve bu bağlı olarak her gün İslami terörün Avrupa'da artan potansiyeli, bir yerde le Pen'in elini güçlendiren bir konu. Fransa artık adım adım "Demokrasi- İslam-Terör-İfade özgürlüğü" sarmalında polemiklerin ortasında kaybolmuş dengelerini karanlık bir tünelde arıyor.
Fransa bu arada Türkiye'de Gezi'nin 1.yılında yaşanan ağır sokak görüntülerine de tepki verdi. Malum şiddet fotoğrafları eşliğinde Erdoğan Hükümeti'nin dünyaya vermeyi seçtiği imaj kendilerine neye mal oluyor farkındalar mı bilmiyorum. Veya tersine bu imajı yaymaya çalışıyorlar da biz mi anlayamıyoruz!
Burada bizi ilgilendiren vahim bir perspektif var: Fransız basınının bir kısmı Türkiye'de olup bitenleri hala Orhan Pamuk üzerinden anlamaya çalışıyor (!). Pamuk "Cevdet Bey ve Oğulları" kitabının Fransa'da yayınlanması vesilesiyle Nouvel Observateur dergisiyle görüşmüş; burası normal. Ama röportajı yapan François Armanet, Erdoğan diktasından Gezi'ye ve tabii yaklaşan 2015 Ermeni Soykırım iddialarının 100. yılı konularına kadar her şeyi Pamuk üzerinden çözümlemeye çalışmış! Sonuç çelişki dolu acıklı bir fiyasko! Burada amacım Pamuk'un Türkiye hakkında bildiği yanıldığına yetmeyen 20. yüzyıl siyasetimizin tarihi derinliğinden uzak kolaj iddialarını ciddiye alıp yanıtlamak olamaz. Oraları çoktan aştık. Sorun Fransa gibi bir ülkenin bu acıdığım kafa karışıklığı üzerinden bizi veya Gezi’yi algılamaya kalkışması! Fransız basınına buradan bir ödev veriyorum: Lütfen Orhan Pamuk'un son 10 yıldaki röportajlarını elden geçirin. Ne ilginçtir ki Pamuk'un "zamanın ruhu"na uyarak bugün yaptığı Erdoğan eleştirileri, kendi söyleminde kökü veya bağlantıları olmayan belirsiz şeyler! Ne zaman kendisinin AKP veya Erdoğan aleyhine, vazgeçtim büyük bir suçlamadan, en küçük bir eleştiri yaptığını Gezi'nin 20. gününe kadar gördünüz? Tam tersine her fırsatta Atatürk Devrimleri'nin getirilerine ve Cumhuriyet'e sığ ezber suçlamalar getirip, "Erdoğan'ın şimdi bizi farklı bir Avrupa Hukuku medeniyetine taşıdığı" masalını anlattığını ne çabuk unuttunuz? Batı basını bu konuda ne kadar balık hafızalıymış meğer!
Yine Pamuk'un kafasına takmış olduğu standard (!) konular bu röportajın da birçok yerine eklenmiş. Mesela hep suçlayıcı bir tonla ele aldığı "Türkiye'nin laik Avrupai hayat yaşayan burjua kesimleri" ve onların içki içmeleri veya oruç tutmamaları! Pamuk kendisinin de bu sınıftan çıkmış olmasını neredeyse utanıp aştığı bir geçmiş olarak aktarıyor! Hadi diyelim ki bu eksantrik "yeni Türkiye a la Erdoğan" yorumu da hazmettik, iyi de o zaman sen de git Cat Stevens gibi bir hamle yap, kapan, malum tarikatlardan birine gir ve "Osmanlı köküme döndüm, bize askeri mantıkla dayatılan yaşam tarzını reddettim" filan de de, hiç olmazsa o yeni bölgendeki samimiyetine inanalım! Hayır tabii ki öyle bir şey de yok tabii ki. Zaten bölgesini o da bilmiyor. Pamuk keyif ve heyecanla Ermeni Soykırım iddiaları ve 2015 perspektifine de tek yönlü ve standard Fransız dar bakışından balıklama giriş yapıyor ama o da ileri bir yazıya bırakacağımız ayrı bir başlık olsun! Yani anlayacağınız Avrupa imajlarımız "Pamuk ipliğine" bağlı!
8 Haziran 2014 Pazar
REKOR: NADAL PARİS'TE 9. KERE ŞAMPİYON | BEDRİ BAYKAM
Dün oynanan Paris açık tenis turnuası tek erkekler finalinde, İspanyol Rafael Nadal, Sırp tenisçi Novak Djokoviç'i 4 sette 3/6, 7/5, 6/2, 6/4 yenerek 9. kez şampiyon oldu ve kendine ait rekorları geliştirmeye devam etti. Nadal ayrıca 10 sene üst üste her yıl en az bir adet Slam turnuası kazanan tek tenisçi olarak tarihe geçti. Son 4 maçında Djokovic'e yenilen ve hatta bu seneki toprak saha maçlarında üst üste Djokovic dışında Ispanyol Almagro ve Ferrer'e kaybeden Nadal, kimilerini şaşırtarak turnuanın formda ismi olan Sırp ezeli rakibini çok fazla zorlanmadan saf dışı bıraktı. İlk sette 4-3 te kendi servisini kaybeden Nadal, 5-3 geriye düşse de 15-40 ı yakaladı. Ama Djokovic, kendi servisini kaptırmamayı özellikle forehand direkt sayılarıyla başararak seti 6/3 aldı. Çok dengeli giden ikinci sette, Nadal forehandiyle daha az hata yapıp, tersine daha direkt sayılar yazmaya başlayınca oyunun rengi değişti. Nadal 3/2 de rakibini kırdı ama Djokovic de özellikle geriden sert backhandleriyle çok puan kazanarak 4/4 ü buldu. 6-5 de sette kalmak için servisine tutunmaya çalışan Djokovic bunu başaramayınca Nadal 2. seti 7/5 aldı. Bu moralle 3. sete de iyi başlayan Nadal, özellikle çapraz backhandlerin de çok hata yapan rakibinin servisini hemen setin başlarında kırdı ve kendi servislerini de rahat kazanarak 4/1 i buldu. Setin sonlarına doğru Djokovic'i attığı ace servisler de kurtaramadı ve 5/2 de rakibinin servisini tekrar kıran Nadal seti 6/2 kazandı. Bu arada Djokovic'in gittikçe yorulduğu ve maça asılmak için gerekli konsantrasyonu toplamada zorlandığı gözden kaçmadı. 4. sette 3/2 de Djokovic'in servisini tekrar kıran Nadal 4/2 yi yakalarken maçı elinde hisetmeye başlamıştı. Ondan sonra yaşananlar evvelsi günkü kızlar finalini hatırlattı. Nasıl Halep 2/4 den 4/4 ü yakalamayı başardıysa, Djokovic'de maça son bir dönüş gayretiyle Nadal'ı son bir defa kırmayı başararak 4/4 ü buldu ama sonunda akibeti Halep'ten farklı olmadı. Yine aynen Sharapova'da olduğu gibi, Nadal'da maçın sonunu öldürücü forehandlere tüm kazanma arzusunu yükleyerek adı adım kupaya yaklaştı. İspanyol şampiyon, gerek fizik, gerek mental olarak maçtan hiç düşmedi. Maçın son puanında 30/40 da Djokovic 2. servis atarken bağıran-çağıran seyirciler konsantrasyonunu öldürünce, Nadal'a maçı kazandıran sayı, rakibinin çift hatasından geldi. Dizleri üzerine çöken Nadal, daha sonra Kupayı burada 6 kez şampiyon olan ünlü efsanevi İsveçli tenisçi Bjorn Borg'un elinden aldıktan sonra İspanyol milli marşını gözyaşları içinde dinledi. Mağlubiyetine duyduğu hayal kırıklığı ve şaşkınlığa rağmen Djokovic'de kendisini centilmence tebrik eden rakibine bir çok iltifat etmekten geri kalmadı. Nadal'da Sharapova gibi 5 milyon TL yi kazandı ve Wimbledon öncesi Dünya 1 numara klasmanını sağlamlaştırdı.
SHARAPOVA'NIN 2. PARİS ZAFERİ | BEDRİ BAYKAM
Roland-Garros Paris açık tenis turnuasının muhteşem geçen tek kadınlar final maçında rakibi genç Romen Simona Halep'i 6/4, 6/7, 6/3, 6/4 yenen Rus Maria Sharapova, 2. kez şampiyon olmayı başardı. Oyununu tamamen güçlü bir savunma üzerine kuran Halep, güçlü forehandiyle rakiplerini saha dışına taşırmayı alışkanlık haline getirmiş olan Rus rakibi karşısında işk sette 2-0 öne geçmesine karşın, kendi servisini iki kere üst üste kaybederek birden kendini 5-2 geride buldu ve seti 6-4 kaybetti. 2. sette ise tam tersi yaşandı. Bu sefer 2-0 Sharapova öne geçti ama Halep 3-3 de dengeyi sağladı. İlginç bir şekilde Fransız seyircilerin de desteğini alan Halep, 5-4 de set için servis atsa da Sharapova bu oyunda en kritik puanda filenin de yardımıyla 5-5 e geldi. 6-5 de yine servisini kırdıran Halep tie-breakde de 5-3 geriye düştü. O en zor noktada kritik noktada inatçı geri oyunuyla rakibini hataya zorlayan ve 4 puan üst üste alan Halep, seti 7/6 kapamayı başardı. Son set, tüm maç gibi yine bir tenis ziyafeti olarak geçti. Maçın bu son perdesinde özellikle forehandlerine tüm kazanma arzusunu yansıtan Sharapova, 2-2 de rakibinin servisini kırıp 4-2 ileri geçti. Bunun ardından Sharapova'nın dün bonkörce yaptığı servis çift hatalarından da yararlanan Halep, 4/4 beraberliği yakaladı ve Santrkort seyircisinin büyük desteği ile maça asıldı. Ancak son iki oyunda beklenenin aksine puan bile kaybetmeyen Sharapova ilk maç sayısında Şampiyonluğa kavuştuğu an dizleri üzerine çöktü. Maçın ilginç notları arasında 2 tenisçinin abartılı şekilde neredeyse hiç fileye çıkmamaları ve maçta neredeyse toplam vurulan smaç ve vole sayısının 4 ü geçmemesiydi! Oyunun akışı aslında kazanırken de kaybederken de Sharapova'nın forehandinde düğümlendi. Rus tenisçi maçı en çok bu vuruşuyla kazandı veya kaybetti. Ya direkt sayı aldı ya da topu dışarı attı. Halep ise çok iyi götürdüğü maçta savunmaya sıkışmanın bedelini ödedi. Rakibinin maçın kilit dakikalarında oyunu hep kendi kontrolünde tutabilmesi, Halep'i çaresiz bıraktı. Özellikle önemli puanlarda orta servis çizgide zıplayan toplara bile smaç vurmaktan kaçınan Halep, hücum oyununa da kendisini adapte edebildiği an hızlı saha Slamlerini de kazanabilir. Sharapova bu galibiyetiyle Paris'te 1,650000 euro (5 milyon TL) kazanırken rakibi Halep de teselli olarak (!) 825.000 Euro zenginleşti!
3 Haziran 2014 Salı
PARDON SİZ HANGİ GRUPTANSINIZ? | Bedri Baykam | 3 Haziran 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Durumun özeti şu biz Türkler için: Kendimizi artık içine hapis hissettiğimiz bir sistemin yörüngesine kapılmış gidiyoruz. Bizim uzay aracının tüm kontrolü imamlığıyla övünen ve elinden gelen her yöntemle laik bağımsız devlet kurullarına ve yasalara mücadele bayrağı açan birisinin elinde. Toplumca kara deliğe doğru uçuyoruz ahlar vahlar arasında. Yok bizim yeryüzünden örnek ararsanız, o zaman otobüsümüz son sürat bir uçuruma doğru her an daha da hızlanarak gidiyor diyebiliriz. Aşağısı da kayalık, kabarmış bir deniz ve fırtına...
Uzay aracının içindekiler dört gruba ayrılıyor. Birinci grup, başına buyruk ve kimseyi dinlemeyen kaptanın kendilerini cennete hem de cepleri dolu olarak götüreceğine inananlar: Onları da kendi içinde birkaç gruba ayırabiliriz ama gerek yok; 2. grup, bunun tam tersine, cehenneme ve yok oluşa götürüldüğünü anlayıp umutsuzluktan susanlar veya içine kapanıp ağlayanlar... 3. grup, bir önceki grubun aksine bir şeyler yapılabileceğine inandıklarını söyleyen ama kendi aralarındaki uyduruk kavgaları uzay aracının içindeki yaşam mücadelesinin bile önüne çıkarmaktan çekinmeyenler... Bir de 4. grup var: Kıyamete doğru yol alan aracın içindeki 2. ve 3. grup dahil herkese güven vermeye çalışan, birleşmeye çağıran, önde kaptan köşkünün kendine kurduğu kırılmaz cam, bin bir koruma ve yalaka duvarının başka türlü yıkılamayacağını haykıranlar. İkinci grup onları sessizce ve gizli umutlarla dinlerken, ne dediği belirsiz 3. grubun tek yapabildiği, somut ciddi alternatif sunamadan 4. grubun önerilerini kötülemek ve onların neden yaşama geçemeyeceğini anlatarak çözümsüzlük yaymak!
Gezi olaylarının 1. yılında kaybettiğimiz değerli gençlerimizi anmak üzere buluşan kitlelerin üstüne ülkenin her kentinden taşıma polis getirip yığanların, yine çekinmeden aynı şekilde insanlara saldırtanların en güvendikleri kesim işte bu 3. grup! Yani somutlaşacak olursak, "Gelin biz de Gezi Partisi kuralım" diyen hayalperestler, "Bu sistemin içinde partilerle bir yere varılamaz, biz bu rejimin önereceği çözümleri toptan reddediyoruz" diyen anarşist ütopikler (burada anarşi kelimesini hala Kenan Evren sözlüğünden okuyanlar kaldıysa bir felsefe lugatına zahmet edip bakıversinler), "Bu CHP ile bir yere varılamaz, gelin siz bize destek olun, bize kaydolun" diye yaygara yapan küçük sol partiler ve sahada büyük çalışmalar yaparak emek harcayan ancak "Aman biz bir partiye destek veriyor görünmeyelim, hatta ana muhalefeti kötüleyelim ki bağımsız duruşumuza halel gelmesin" diyen neye ve kime hizmet ettiği anlaşılamayan ve her geçen gün kendi sonunu hazırlayan "Demokratik-sivil toplum örgütleri"... İşte RTE, en çok bu 3. gruba yaslanıyor, kimse farkında değil! Onlar "sayesinde", hem ülkede büyük bir muhalefet varMIŞ gibi bir durum, ama ortada hiçbir şey oluşamıyorMUŞ gibi bir sonuç var! İşte bunun ana "müsebbibi" yani suçlusu/sorumlusu bu 3. grup.
Siz hangi gruptansınız diye hem kendi kendinize, hem bana sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Vallahi orasını ben bilemem, kendiniz karar verin. Mesela belediye seçimlerinde ne yaptığınıza bakın. Kara deliğe veya uçuruma süren kaptanın dayatmalarına karşı belediye seçimlerinde ne yaptınız? Kazanması mümkün olmayan yerlerde kendi partinize oy vermek için direttiniz mi? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne yapmayı düşünüyorsunuz? Örnek bir inatla hala "herkes kendi çıkarına çalışsın" diyerek, o kaptanın aracını felakete istediği hızda -artık kendi koyduğu hız kontrolörünün bile onayına gerek kalmadan- sürebilmesi için yeşil ışık yakıyor musunuz? Yoksa son 20 yılda yaşadığımız onca seçim felaketinin ardından artık küçük bir uyanma oldu mu? Artık eski iç hesaplaşmaları köşeye bırakarak mantığınızla ve çevrenizdeki muhalif gruplarla el ele verebiliyor musunuz?
Geçen hafta sonu Türkiye yine orantısız zekayı da, orantısız şiddet kullanımını da gördü. Acımasızlığı da... Yabancı haber kanallarını hiçe sayan faşist yöntemleri de gördü. O direksiyonu elinde tutanların dünyaya rezil olma pahasına şiddet silahına sarılmalarına neden olan o derin korkuyu da anladı. İşte bu noktada tekrar 3. grupta yer alan herkese soruyorum: Hala çözümsüzlük ve iç kavga üreterek RTE'ye gizlice hizmet etme tutkusu nereden geliyor? Lütfen artık bir an önce kendinize hakim olun.
Ortak aday. Çankaya. Yarın olmaz, şimdi!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)