Hem de ne
S.O.S.! Titanic’in Iceberg’e çarptıktan sonra verdiği “mayday-mayday” çağrıları
gibi alarm zillerini elinden geldiği kadar çalıp, bugüne kadar kendisini
sorumsuzca kullanan nankör milyonlara sesleniyor Taksim Meydanı:
“Yıllardır benim üstümde buluştunuz, aşık oldunuz, her türlü ilerici siyasi mitingi, buluşmayı, yürüyüşü gerçekleştirdiniz, geceleri o sel gibi aktığınız Beyoğlu sokaklarından geçmek için hep beni kullandınız. Size nefes verdim, umut verdim, tarihinize tanıklık ettim, geceleri ucuz ve eşsiz tadlı büfelerimde ıslak hamburgerlerimle, atom içeceklerimle, muzlu sütlerimle, döner kebaplarımla sizi besledim. Birbirinize darıldığınızda yine ucuz çiçeklerimle yeniden birbirinize sarılmanızı sağladım. Kentin neresine giderseniz gidin, size hep yol gösterdim, dünyanın her yerine uçak biletlerinizi, geceleri ayılmanız için açık hava, sabahları neşe ve kahvaltı verdim. Dergi, kitap, sinema, tiyatro, sergiler,kültür verdim; verdim oğlu verdim! Cumhuriyet tarihimiz boyunca hep giderek daha çok verdim. Ve şimdi siz, benim imha planım uygulanmaya konmak üzereyken, hala o sorumsuz donuk bakışlarınızla önümden geçip, elinizdeki o acaip aletlere hipnotize edilmiş gibi bakarak, tuşlara basıp tatmin olmuş görünerek önümden uzaklaşıp gidiyorsunuz. Yine sahte gülücüklerle sözde birbirinizle ‘cepten’ konuşuyorsunuz. Ama ruhunuz kaçmış, beyniniz büzülmüş, insanlığınız robotlar dünyayı istila etmeden yok olmuş, suratıma bile baktığınız yok, yok oluşum umrunuzda bile değil, hatta o kadar her ne haltsa ‘sanal’ dediğiniz dünyanıza ve ne işe yaradığı belirsiz toplantılarınıza ve para koşunuza hapsolmuşsunuz ki, belki haberiniz bile yok olan bitenden! Ne yapmamı bekliyorsunuz? Deniz Gezmiş’i mezarından çıkarıp sizi silkelemesini ve başınıza geçmesini talep etmekten başka şey aklıma gelmiyor ama onu da nasıl yapabilirim bilemiyorum... Ya da kalbimde 1925’den beri duran o muhteşem Atatürk ve Kurtuluş Savaşı heykelindeki tarihi -ve ne yazık ki yeri doldurulmaz olduğunu bedelini ödeyerek öğrendiğim – kişiliklerin canlanmasını ve bana bu işkenceyi, bu yok oluşu reva görenlere haddini bildirmesini diliyorum. Artık göremediğimiz o bir gün önce çıkan günlük gazeteleri satan ve “Gasteler yarınkiii!!” diye yanık sesle bağırarak satış yapan gençler şimdi de “yazıyoo, yazıyooo, yarın Taksim yıkımının başlayacağını yazıyoooo” diye ortalığı inletseler acaba uyanır mıydınız bu uzun kış uykunuzdan? Ne kadar meraklıymışsınız suçu başkasına atmaya! ‘30 yıldır 12 Eylül toplumu pasifize etti’ diye şikayet edip kendi içinizi rahatlatıp güya kendinizi aklıyorsunuz. Ama tekinizin aklına gelmiyor ki o toplum Madagaskarda filan değil. O toplum sizsiniz. Başkası değil. Bahanelerin arkasına saklanacağınıza neden ayağa kalkmıyorsunuz? Bilmek istiyorsanız söyleyeyim: daha şimdiden yerin dibine battım. Ama o insafsız ve izansız kazmalar henüz böğrüme saplanmadı. Sizlerin vefasızlığını ve sorumsuz beyin boşalmanızı izlediğim için yerin dibine battım. Kendi çıkarlarınızı bile korumaktan aciz, zavallı bir konuma itilmişsiniz. Siz bu kadar edilgen seyirci rolünde kalırsanız, her şeye müstahaksınız. ‘Taksim ıssızlaşacak, kimliksizleştirilecek’ diye yazılar yazıp sizi dürtmeye kalkanlar var. Ama kesinlikle uyuşturucu ağır anestezi almış gibisiniz. Sizi temsil ettiğini sandığınız ama esasında politikacılık oynar gibi yapmaktan öteye gitmeyen koca ‘Milletvekillerinizin’ hiç aklına geldi mi kürsüye çıkıp ‘ya, biz taksi şöförlerine, öğrencilere, esnafa , halka sorduk, -bu işler iyidir yapılsın- diyen tek insan çıkmadı, bu yetkiyi kimden aldınız, ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bu ne telaş? Yangından mal mı kaçırıyorsunuz’ diyebilmek? Geçenlerde üzerimdeki büyük ekrandan görüp anladım: Benim de her yerimi, o güzel beni ben yapan salaş halimi yok edip, Dubai’daki mermer döküm Arap mahallelerine benzetmeye çalışacaklar. Yani sevgilinizi alıp, o kimliksiz ameliyatlarla maymuna benzetilen sentetik eski modeller gibi birini verecekler yerine! Bana Cumhuriyet’i temsil ettiğim için saldırdıklarının farkındasınız değil mi? Hani duydum, Anayasanıza da, Ankara’da Ulus Meydanınıza da, eğitim odaklarınıza da nasıl saldırdılarsa, aynen öyle saldıracaklar, aynı nedenlerle. Ana neden bu... Anladınız mı biraz? O yüzden itibarsızlaştırılıp ticarethane ve Arap Parklarına benzetiliyorum, anlatabildim mi derdimi, alo orada kimse var mı?”
Ben bu mektubu SİZE ilettim. İşe Gezi Parkı’ndan esnafa destek olarak başlayın, kendinizi affettirin derim... Biliyorum çok dolusunuz, ama Taksim bana SİZİN adınızı vermişti, ne yapabilirim ki?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
“Yıllardır benim üstümde buluştunuz, aşık oldunuz, her türlü ilerici siyasi mitingi, buluşmayı, yürüyüşü gerçekleştirdiniz, geceleri o sel gibi aktığınız Beyoğlu sokaklarından geçmek için hep beni kullandınız. Size nefes verdim, umut verdim, tarihinize tanıklık ettim, geceleri ucuz ve eşsiz tadlı büfelerimde ıslak hamburgerlerimle, atom içeceklerimle, muzlu sütlerimle, döner kebaplarımla sizi besledim. Birbirinize darıldığınızda yine ucuz çiçeklerimle yeniden birbirinize sarılmanızı sağladım. Kentin neresine giderseniz gidin, size hep yol gösterdim, dünyanın her yerine uçak biletlerinizi, geceleri ayılmanız için açık hava, sabahları neşe ve kahvaltı verdim. Dergi, kitap, sinema, tiyatro, sergiler,kültür verdim; verdim oğlu verdim! Cumhuriyet tarihimiz boyunca hep giderek daha çok verdim. Ve şimdi siz, benim imha planım uygulanmaya konmak üzereyken, hala o sorumsuz donuk bakışlarınızla önümden geçip, elinizdeki o acaip aletlere hipnotize edilmiş gibi bakarak, tuşlara basıp tatmin olmuş görünerek önümden uzaklaşıp gidiyorsunuz. Yine sahte gülücüklerle sözde birbirinizle ‘cepten’ konuşuyorsunuz. Ama ruhunuz kaçmış, beyniniz büzülmüş, insanlığınız robotlar dünyayı istila etmeden yok olmuş, suratıma bile baktığınız yok, yok oluşum umrunuzda bile değil, hatta o kadar her ne haltsa ‘sanal’ dediğiniz dünyanıza ve ne işe yaradığı belirsiz toplantılarınıza ve para koşunuza hapsolmuşsunuz ki, belki haberiniz bile yok olan bitenden! Ne yapmamı bekliyorsunuz? Deniz Gezmiş’i mezarından çıkarıp sizi silkelemesini ve başınıza geçmesini talep etmekten başka şey aklıma gelmiyor ama onu da nasıl yapabilirim bilemiyorum... Ya da kalbimde 1925’den beri duran o muhteşem Atatürk ve Kurtuluş Savaşı heykelindeki tarihi -ve ne yazık ki yeri doldurulmaz olduğunu bedelini ödeyerek öğrendiğim – kişiliklerin canlanmasını ve bana bu işkenceyi, bu yok oluşu reva görenlere haddini bildirmesini diliyorum. Artık göremediğimiz o bir gün önce çıkan günlük gazeteleri satan ve “Gasteler yarınkiii!!” diye yanık sesle bağırarak satış yapan gençler şimdi de “yazıyoo, yazıyooo, yarın Taksim yıkımının başlayacağını yazıyoooo” diye ortalığı inletseler acaba uyanır mıydınız bu uzun kış uykunuzdan? Ne kadar meraklıymışsınız suçu başkasına atmaya! ‘30 yıldır 12 Eylül toplumu pasifize etti’ diye şikayet edip kendi içinizi rahatlatıp güya kendinizi aklıyorsunuz. Ama tekinizin aklına gelmiyor ki o toplum Madagaskarda filan değil. O toplum sizsiniz. Başkası değil. Bahanelerin arkasına saklanacağınıza neden ayağa kalkmıyorsunuz? Bilmek istiyorsanız söyleyeyim: daha şimdiden yerin dibine battım. Ama o insafsız ve izansız kazmalar henüz böğrüme saplanmadı. Sizlerin vefasızlığını ve sorumsuz beyin boşalmanızı izlediğim için yerin dibine battım. Kendi çıkarlarınızı bile korumaktan aciz, zavallı bir konuma itilmişsiniz. Siz bu kadar edilgen seyirci rolünde kalırsanız, her şeye müstahaksınız. ‘Taksim ıssızlaşacak, kimliksizleştirilecek’ diye yazılar yazıp sizi dürtmeye kalkanlar var. Ama kesinlikle uyuşturucu ağır anestezi almış gibisiniz. Sizi temsil ettiğini sandığınız ama esasında politikacılık oynar gibi yapmaktan öteye gitmeyen koca ‘Milletvekillerinizin’ hiç aklına geldi mi kürsüye çıkıp ‘ya, biz taksi şöförlerine, öğrencilere, esnafa , halka sorduk, -bu işler iyidir yapılsın- diyen tek insan çıkmadı, bu yetkiyi kimden aldınız, ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bu ne telaş? Yangından mal mı kaçırıyorsunuz’ diyebilmek? Geçenlerde üzerimdeki büyük ekrandan görüp anladım: Benim de her yerimi, o güzel beni ben yapan salaş halimi yok edip, Dubai’daki mermer döküm Arap mahallelerine benzetmeye çalışacaklar. Yani sevgilinizi alıp, o kimliksiz ameliyatlarla maymuna benzetilen sentetik eski modeller gibi birini verecekler yerine! Bana Cumhuriyet’i temsil ettiğim için saldırdıklarının farkındasınız değil mi? Hani duydum, Anayasanıza da, Ankara’da Ulus Meydanınıza da, eğitim odaklarınıza da nasıl saldırdılarsa, aynen öyle saldıracaklar, aynı nedenlerle. Ana neden bu... Anladınız mı biraz? O yüzden itibarsızlaştırılıp ticarethane ve Arap Parklarına benzetiliyorum, anlatabildim mi derdimi, alo orada kimse var mı?”
Ben bu mektubu SİZE ilettim. İşe Gezi Parkı’ndan esnafa destek olarak başlayın, kendinizi affettirin derim... Biliyorum çok dolusunuz, ama Taksim bana SİZİN adınızı vermişti, ne yapabilirim ki?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.