İnsanın sevgili babasının
cenazesine katılması, evrenin kendisine sunduğu en ağır sınavlardan biridir.
Maalesef çok iyi bildiğim bir dramdır. Çocukluğunuzdan beri her an korktuğunuz
şey bir gün gerçekleşir ve sizi dünyaya getiren iki insandan birini
kaybedersiniz. Bilinçaltı bu beklenti yıllardır içinizde olduğu için birazcık
hazırlıklısınızdır buna... Ama bir de bunun tersi vardır. Yani annenin-babanın
oğlunu-kızını zamansız kaybetmesi felaketi. İşte doğa sizi buna bilinçaltınızda
alıştırmamıştır. Akışın beklentilerine girmez. Acı daha da katlanır bu yüzden.
Hele o baba en akla sığmayan nedenlerle hapiste tutuluyorsa!
Bir kaç hafta önce yine Ergenekon davasını izlediğim bir gün, Malatya Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’yla uzun uzun sohbet etme imkanı buldum. Her zamanki vakur duruşuyla bana aşağıda okuyacağınız şekilde Ergenekon davasını analiz ediyordu. Kendisine en kısa zamanda bu savları ele alacağımızı söylemiştim. Araya Balyoz davası, iktidarın Taksim çıkartması gibi hayati gündem konuları gelince bu haftaya ertelenmişti bu yazı. Nereden bilebilirdim ki satırlarımın en ağır yanı, yüreği kanayan ve oğlunu kaybetmiş bir babayı teselli etme, daha doğrusu “edememe” ve acısını paylaşmaya çalışma olacak? Allah sabır versin Sn. Hilmioğlu’na... Kendisi hayatının en acı haberini en dramatik şekilde alıp sağlığını daha da kaybederek Ankara’ya 8 saat sonra götürüldüğü gece, ne kadar ilginçtir ki, yine en katı duvarla karşılaşmış. Yetkililer “Hayır gece kendi evinde kalmana izin yok” haberini verdikten sonra ailesiyle bir saat kalıp Sincan ceza evine yollanmış Hilmioğlu. Buna benzer insanlık dışı normları duyunca gerçekten kendime soruyorum: Empati denilen olgu, bu insanlarda hiç mi yok? Yarın aynı davranışı bir başkası kendilerine yapsa, ne hissederlerdi, çok merak ediyorum... Herhalde aynaya bakıp kendileriyle ilgili dehşete düşerlerdi!
Hilmioğlu, hep bana yansımış olan değerli yüzüyle, örnek bir Atatürkçü hoca, örnek çalışkan bir insan, ülkesine yalnız iyilik yapmak için, aydın gençler yetiştirmek için ömrünü vermiş bir büyük rektör. Herhalde cezaevinde yalnız kaldığı anlarda kendi kendine “Meğer hiç bir iyilik cezasız kalmaz sözü doğruymuş!” diye kendi kendini sorgulayan bir insan aynı zamanda.
Hilmioğlu, Ergenekon davası konusunda yargı merciilerinin, kamuoyunun ve siyasilerimizin dikkatini iki noktaya çekiyor. Bunların ilki, “Ergenekon” adı verilen bir terör örgütünün varlığını bugüne kadar kanıtlamış hiç bir kurum bulunamaması hakkında: “Yıllardır bu konu en derin şekliyle ve ısrarla, MİT’e, akeri İstihbarat ‘a, Polis’e, ve hatta basına soruluyor. Bugüne kadar böyle bir örgütü bu dava dışında duyan yok. Hiç bir devlet kurumu’ndan tek bir olumlu yanıt yok. Mahkeme heyeti’nin bunu sormadığı kapı kalmamışken hala neyin peşindeler merak ediyorum. Bu kadar yüksek imkanlarla bu tek yönlü soruşturmada bile yıllardır bir şey çıkmıyorsa, bu nasıl bir dava oluyor anlayamıyorum.”
Doğru söze ne denir? Yani bu ülkenin tüm istihbarat örgütleri, toptan sıfır mı çekiyorlar da böylesine “Cumhuriyet’in canına kastetmiş” dev bir örgütün tek bir izi çıkmıyor? Bu bir fiyasko değildir de nedir? Ama Hilmioğlu’nun çıkışı bununla da sınırlı değil. Bakın ne ekliyor: “Bu davanın özü, adı geçen ‘Örgüt’ ün, bir ‘darbe girişimi’ yaptığı iddiası üzerine kuruludur. Sn. Savcı’nın kendisi, ‘Bu davanın özü 2003-2004 darbe girişimi iddiasıdır.’ diye belirtmiştir. Bu konuda en yetkili kişi ve Genel Kurmay Başkanı olan Hilmi Özkök, ifade vermeye gelmiş ve ‘Böyle bir darbe girişimi olmamıştır’ diyerek kesin görüşünü açıklamıştır. Yani ne dediği belirsiz, güvenilmez sapkın gizli tanıkların mı sözleri daha değerlidir, yoksa Sn. Genel Kurmay Başkanı’nı sözleri mi? İşte bu nedenlerle bu konu artık bitmiştir. Olmayan örgütün olmayan darbe teşebbüsü nedeniyle daha kimi ne kadar tutabilirler burada? Artık yargının da toplumun da bunu görmesi lazımdır.”
Hilmioğlu’nun bu samimi ifadelerinin toplumun her kategorisine ulaşması lazımdır. Bu hafta sonu yine Taksim’de yaptığımız “Taksim için Taksim’e” mitingi güzel geçti ama istediğimiz kitlesel yoğunluk yoktu. İnsanlar akıllarını başlarına almazlarsa, daha çok Hilmioğlu, çok Taksim zarar görür. Demokratik tepki haklarınızı kullanmazsanız, bu sütunlar şikayet ve üzücü durum tespitlerinin ötesine geçemez...
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Bir kaç hafta önce yine Ergenekon davasını izlediğim bir gün, Malatya Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’yla uzun uzun sohbet etme imkanı buldum. Her zamanki vakur duruşuyla bana aşağıda okuyacağınız şekilde Ergenekon davasını analiz ediyordu. Kendisine en kısa zamanda bu savları ele alacağımızı söylemiştim. Araya Balyoz davası, iktidarın Taksim çıkartması gibi hayati gündem konuları gelince bu haftaya ertelenmişti bu yazı. Nereden bilebilirdim ki satırlarımın en ağır yanı, yüreği kanayan ve oğlunu kaybetmiş bir babayı teselli etme, daha doğrusu “edememe” ve acısını paylaşmaya çalışma olacak? Allah sabır versin Sn. Hilmioğlu’na... Kendisi hayatının en acı haberini en dramatik şekilde alıp sağlığını daha da kaybederek Ankara’ya 8 saat sonra götürüldüğü gece, ne kadar ilginçtir ki, yine en katı duvarla karşılaşmış. Yetkililer “Hayır gece kendi evinde kalmana izin yok” haberini verdikten sonra ailesiyle bir saat kalıp Sincan ceza evine yollanmış Hilmioğlu. Buna benzer insanlık dışı normları duyunca gerçekten kendime soruyorum: Empati denilen olgu, bu insanlarda hiç mi yok? Yarın aynı davranışı bir başkası kendilerine yapsa, ne hissederlerdi, çok merak ediyorum... Herhalde aynaya bakıp kendileriyle ilgili dehşete düşerlerdi!
Hilmioğlu, hep bana yansımış olan değerli yüzüyle, örnek bir Atatürkçü hoca, örnek çalışkan bir insan, ülkesine yalnız iyilik yapmak için, aydın gençler yetiştirmek için ömrünü vermiş bir büyük rektör. Herhalde cezaevinde yalnız kaldığı anlarda kendi kendine “Meğer hiç bir iyilik cezasız kalmaz sözü doğruymuş!” diye kendi kendini sorgulayan bir insan aynı zamanda.
Hilmioğlu, Ergenekon davası konusunda yargı merciilerinin, kamuoyunun ve siyasilerimizin dikkatini iki noktaya çekiyor. Bunların ilki, “Ergenekon” adı verilen bir terör örgütünün varlığını bugüne kadar kanıtlamış hiç bir kurum bulunamaması hakkında: “Yıllardır bu konu en derin şekliyle ve ısrarla, MİT’e, akeri İstihbarat ‘a, Polis’e, ve hatta basına soruluyor. Bugüne kadar böyle bir örgütü bu dava dışında duyan yok. Hiç bir devlet kurumu’ndan tek bir olumlu yanıt yok. Mahkeme heyeti’nin bunu sormadığı kapı kalmamışken hala neyin peşindeler merak ediyorum. Bu kadar yüksek imkanlarla bu tek yönlü soruşturmada bile yıllardır bir şey çıkmıyorsa, bu nasıl bir dava oluyor anlayamıyorum.”
Doğru söze ne denir? Yani bu ülkenin tüm istihbarat örgütleri, toptan sıfır mı çekiyorlar da böylesine “Cumhuriyet’in canına kastetmiş” dev bir örgütün tek bir izi çıkmıyor? Bu bir fiyasko değildir de nedir? Ama Hilmioğlu’nun çıkışı bununla da sınırlı değil. Bakın ne ekliyor: “Bu davanın özü, adı geçen ‘Örgüt’ ün, bir ‘darbe girişimi’ yaptığı iddiası üzerine kuruludur. Sn. Savcı’nın kendisi, ‘Bu davanın özü 2003-2004 darbe girişimi iddiasıdır.’ diye belirtmiştir. Bu konuda en yetkili kişi ve Genel Kurmay Başkanı olan Hilmi Özkök, ifade vermeye gelmiş ve ‘Böyle bir darbe girişimi olmamıştır’ diyerek kesin görüşünü açıklamıştır. Yani ne dediği belirsiz, güvenilmez sapkın gizli tanıkların mı sözleri daha değerlidir, yoksa Sn. Genel Kurmay Başkanı’nı sözleri mi? İşte bu nedenlerle bu konu artık bitmiştir. Olmayan örgütün olmayan darbe teşebbüsü nedeniyle daha kimi ne kadar tutabilirler burada? Artık yargının da toplumun da bunu görmesi lazımdır.”
Hilmioğlu’nun bu samimi ifadelerinin toplumun her kategorisine ulaşması lazımdır. Bu hafta sonu yine Taksim’de yaptığımız “Taksim için Taksim’e” mitingi güzel geçti ama istediğimiz kitlesel yoğunluk yoktu. İnsanlar akıllarını başlarına almazlarsa, daha çok Hilmioğlu, çok Taksim zarar görür. Demokratik tepki haklarınızı kullanmazsanız, bu sütunlar şikayet ve üzücü durum tespitlerinin ötesine geçemez...
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.