Milli Takım’la Avrupa maceramız hüsranla sonuçlandı. Futbol bu! Her şey olabilir. Mesela son maçta, Mert Müldür o nefis şutlarıyla dört gol atıp Avrupa Kupası’nın yıldızları arasına girebilirdi, olmadı; İsviçreli kaleci Sommer izin vermedi.
Fransa’da harika işler yapan Burak Yılmaz, Milli Takım’da formsuzdu. Belki o da yeterince “beslenemediğini” söyleyecek haklı olarak; özellikle İtalya maçında orta sahayı geçmemeye yeminli oyuncularla elinizde Ronaldo olsa ne işe yarardı?! Zaten her şey o şanssız İtalya maçında Merih Demiral’ın kendi kalesine attığı golle başlamıştı. Son iki yılda Avrupa’da üst üste harika sonuçlar alan Milli Takım’la bu takım, sanki ayrı gezegenlerden geliyordu.
Şenol Güneş’in de maalesef net hataları oldu. Örneğin, İtalya maçında üçüncü golün resmen “asistini” yapmış olan kaleci Uğurcan, sonraki iki maçta da oynadı. Bale penaltıyı kaçırdıktan bir dakika sonra yaptığı hatayla az daha topu ona çarptırıp kendi kalesine gol atıyordu! Son maçta İsviçre’ye karşı 1. ve 3. golde net hataları vardı. Uğurcan büyük kabiliyet, ama formsuzdu. Buna rağmen Güneş, Uğurcan dışında hiçbir kaleciye şans tanımadı. Emin olun Fenerbahçelilik yapmıyorum. Diyelim ki sezonun en formda kalecisi Fenerbahçeli Altay’ı oynatmak istemedi, çünkü Trabzonsporluların malum baskısı vardı; yani Trabzon kalesinden gelen Güneş’in, arada bu kadar husumet varken Milli Takım kalesini bir Trabzonludan alıp Fenerbahçeliye vermeye diyelim ki eli varmadı. O zaman bile muhteşem bir alternatifi vardı: Büyük tecrübesiyle kapı gibi bekleyen Mert Günok. Ayrıca solbekte Fenerli Caner’i “defansif tarafları zayıf” gerekçesiyle, o kadar uluslararası büyük maç tecrübesine rağmen kadroya almadıktan sonra, zannederdiniz ki Beşiktaşlı Rıdvan’ı genç yıldız adayı olarak sahaya sürecek. Ne gezer! Rıdvan maalesef tek dakika bile oynatılmadan buruk şekilde yurda döndü. Aynen 6-7 başka futbolcumuz gibi! İrfancan’ın orta sahada, uzaktan harika şutlarla gole en yakın oyuncu olduğunu herkes biliyordu. Ama son maçta şerefimizi kurtaran o harika golü atan İrfan Can ilk maçlarda yok sayıldı, ancak Galler maçında son 7 dakikada alındı. Takımımız ilk maç ile “Çanakkale geçilmez” taktiğini en başarısız şekilde oynadıktan sonra diğer maçlarda da belini doğrultamadı. İstatistiklere göre az koştu, dezorganize ve ne yaptığını bilmeyen bir takım havası verdi. Bu arada, sürekli olarak takımın gençliğinin öne çıkarılması ve tecrübesizliğin bizi bu sonuçlara taşıdığını söylemek “özrü kabahatinden daha büyük” bir ortam yaratıyor. Hiç kimse Güneş’e “tecrübeli futbolcular getirme” demedi; bu kendi tercihiydi! Bunun üstünden bir felaket izahına gitmek istenmesi maalesef dramatik.
Bunlar benim gördüğüm gerekçeler; herkesinki ayrıdır. Sonuçta “en kötü takım” sıfatı bize yapıştı. Güneş istifa etmeli mi? Bilemem, ama en azından bu soru sorulduğunda “Bu da nereden çıktı” der gibi uzaya bakmamalı! Büyük başarılarda ne kadar çok alkış-prim ve heykel varsa, bu kadar kötü sonuçlarda da istifa beklentisi normal. Güneş’in daha mütevazı yaklaşıp kamuoyunun ve hatta federasyonun önüne en azından istifa kartını koyması ve “tamam mı devam mı” sorusunun yanıtını beklemesi daha yerinde olur. Güvenoyunu tazeleyip tazeleyemeyeceğini görürüz. Hiçbir şey olmamış gibi davranmanın anlamı yok. Türkiye ruhundan ve futbolundan hiçbir şey anlamayan bir yabancı hoca getirmenin de doğru olacağına inanmıyorum. Ciddi söylüyorum, bu kadar başarıya aç ve bir o kadar da emek dolu bir geçmişten gelen Yılmaz Vural, Milli Takım’ı çalıştırmaya adayımdır. İçeriksiz gerekçelerle reddetmezseniz sevinirim.
Fenerbahçe, büyük tartışmaların eşiğinde
Siz bu satırları perşembe sabah okurken, eski Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın basın toplantısını izliyor olacaksınız. Yalnız bir tahmin, ancak Yıldırım’ın üç yıl önce kendisini başkanlıktan düşüren Ali Koç’a karşı ekonomik konular ve bıraktığı miras üzerinden eleştirel bir çıkış yapacağı konuşuluyor. Başkan Koç’un cuma günü olacak Fenerbahçe Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, gündeme getirilmiş olabilecek savlara birçok cevap verecek olması herhalde kaçınılmaz.
Kamuoyunun geneline, hatta Fenerbahçe taraftarlarının önemli bir kısmının kıstaslarına göre Ali Koç’un kurduğu takımın özellikle futbolda başarılı olamaması, ciddi bir zaaf ve vaatlerin tutulmaması olarak görülüyor. Birkaç paragrafta Ali Koç döneminin analizini yapamayız. Ama evdeki hesabın nerelerde çarşıya uymadığını hatırlayabiliriz. Birinci yılın başlangıcında Türkiye’yi hiç tanımayan bir ekibe takımını emanet etmesi bence kaçınılmaz bir çöküş getirdi. Ersun Yanal, seyircilerin büyük desteğiyle göreve geldikten sonra, bir yandan transferlerin zayıflıkları ve santrforsuzluğun yanı sıra stoper eksikliğini bu mevki ile hiçbir ilgisi olmayan oyuncularla doldurmaya kalkması yüzünden önce kamuoyunun gözünde, ardından kendi iç psikolojisinde çöktü gitti. Emre Belözoğlu, sportif direktör olarak geldiği Fenerbahçe’de üçüncü yılın hocası Erol Bulut’un ayrılmasının ardından on maçlığına teknik ekibin başına getirildi. Halbuki belki sportif direktör kalsa daha iyi olurdu. Geçen yıl Türkiye Kupası’nın yarıfinalinde en basit Sörloth provokasyonuna gelerek saha kenarında kırmızı kart aldı, bu sene en beklenmedik anda takımı ile beraber şampiyonluk tacı giyecekken sezonun Fenerbahçe açısından en iyi dört oyuncusunu Sivas maçında sahadan alarak şampiyonluğu Beşiktaş’a hediye ederek taraftarlara saç baş yolduran tercihleri ile şampiyonluğu sanki kendi arzusuyla bıraktı. Böylece iki görevini birden kaybetmiş oldu. Zaten ben hiçbir zaman sportif direktörlüğün Türk futbol mantalitesine uygun olduğunu düşünmedim. Üstteki sandalyede oturan, alttaki teknik direktörün yerine geçiyor, boşalan koltuğu da kimse oturmuyor! Bu da zaten hiç kimsenin sportif direktörlük koltuğuna kesin bir gereksinim olduğuna inanmadığı ortaya çıkarıyor. Ama ortada bir gerçek var, Fenerbahçe bütün sezonu santrforsuz geçirdiğini okuyamayan bir teknik kadro tarafından yönetildi.
Bu saydığımız olumsuzluklara rağmen Ali Koç ve ekibi geçen yıl kupayı ve Süper Kupa’yı, bu sene de Ligi ve Süper Kupa’yı alabilirdi. Ama her iki sezonun kritik noktasında, teknik yönetim gerilim hattını taşıyamadı.
Bu hafta sonu yapılacak olan genel kurulda Ali Koç göreve geldiği günkü oranlarda güvenoyu bulamayabilir. Ama yaptığı hatalardan dersler çıkararak yoluna devam etmesi, her şeye karşın Fenerbahçe için büyük şans olacak diye düşünüyorum. Maddi manevi çabalarının ötesinde, günün 20 saatini nasıl bir yoğunlukla kulübe mesai olarak harcadığını biliyoruz. Hayatını Fenerbahçe’ye göre kurgulayan Ali Koç’un verdiklerinin karşılığı bu olmamalıydı.
Bu hafta sonu Fenerbahçe etrafında dönecek tartışmaları dinlemekten ya büyük heyecan duyacaksınız ya da resmen bıkacaksınız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.