CHP’nin çoğu üyesini üzen,
neredeyse sadece yöneticiler ve seçilmesi istenen adayların
katılacağı kurultayla Ayasofya olayı birbirinden ayrılabilir mi?
Kılıçdaroğlu, partide
Atatürkçülüğün ve laikliğin savunulması üstüne önemli bir
cephe oluşturmadı. Kritik noktalara yerleştirdiği siyasetçilerin
yarısı liberal, bir kısmı 10 Aralık Hareketi’nden gelen, belki
bir kısmı TESEV günlerinden beri dostluğunu sürdürdüğü
isimler. Laiklik, Lozan, Kemalizm, Atatürk’ün kararları
konusunda hassas bir CHP Genel Başkanı olsa, herhalde Ayasofya
konusunda, “dine saygıyı” elden bırakmadan yeri göğü
inletirdi. Bütün dünyanın hümanizmi, diplomatlığı ve
filozofluğunu öve öve bitiremediği Mustafa Kemal’in,
kültürlerin, dinlerin ve medeniyetlerin kesişme noktası
İstanbul’da dahiyane bir şekilde dengelediği bu hareketin kalıcı
evrensel değerini CHP Genel Başkanı’nın algılayamaması hayret
verici. Erdoğan’ın, Atatürk ve Bakanlar Kurulu’nun aldığı
kararı algılayamayıp kendini tutamayarak “Esasında tek parti
döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da
aykırıydı, çünkü Ayasofya ne devletin ne de herhangi bir
kurumun malı değil, vakıf mülküdür” demiş olması, üzücü
ama pek şaşırtıcı değil. Diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun
“Açıyorsanız açarsınız. Bunu siyasi
rant alanına dönüştürmek kadar büyük bir yanlış yok”
sözleriyle yetinmesi ve CHP’nin Parlamento’da hiçbir açık
muhalefet yürütmemesi pes dedirtiyor.
90’ların ortasına kadar SHP ve
özellikle Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, Atatürk’ün izlerine
ve laikliğe yönelen tehlikeleri görmezden gelme üzerine
kurulmuştur. 1989’da, Türk Ceza Kanunu’ndan şeriatçı
propagandayı engelleyen 163. maddenin kaldırılması, SHP’nin
Özal döneminde Atatürkçü sola attığı en büyük kazıktır.
KILIÇDAROĞLU’NUN SEÇTİĞİ YOL
Göreve gelişinin henüz 4. gününde
verdiği demeçlerde “27 Mayıs’ı yapanlar şimdi utanıyor”
demişti. Aynı şekilde “Dersim” olayına bakışı, “farklı”
yaklaşımı, 2010 yılında verdiği “laiklik tehlikede değil”
ve 2012’deki “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem”
demeçleri, Kemalist bir CHP Genel Başkanı’ndan uzak bir profilin
izdüşümleriydi. Öte yandan, Cumhurbaşkanı olarak Ekmeleddin
İhsanoğlu’nu, Abdullah Gül’ü uygun görebilmek, 2018
seçimlerinde Haluk Pekşen ve Hüsnü Bozkurt gibi Atatürkçü
çıkışlarıyla o dönem halkın gönlünü fetheden
milletvekillerini tasfiye etmek, Hüseyin Aygün, Sezgin Tanrıkulu,
Mehmet Bekaroğlu, Muhammet Çakmak gibi etnik siyaset yapan veya
İslamcı kimlikleriyle bilinen insanları ana listelere almak, kesin
bir ters kadro mühendisliğine işaret ediyor. Benzer birçok sebep,
Sayın Kılıçdaroğlu’nun yakın tarihimizi, 20. yüzyıl CHP
tarihini ve partinin soyağacını iyi bilmediğini, Türk
siyasetinin köşe başlarına hakim olmadığını ve sürekli
tekrarladığı şekilde CHP’yi 1930’lardaki, 40’lardaki
kimliğinden koparmaya çalıştığını göstermiştir.
Ayasofya konusunda CHP’nin veremediği
tepkiler, geçmişte gösterdiği duruşlarla maalesef uyumlu!
Atatürk’ün partisinde Genel Başkanlık yapan biri, büyük
Önder’in en alkışlanacak evrensel boyutlu siyasi ve diplomatik
hamlelerinden biri üstünden haddini aşan ve onu “tarihe
ihanet etmekle” suçlayanlara
karşı elini masaya vurup ayağa kalkamıyorsa, grup toplantısında
Erdoğan’ı Danıştay’da yaşananlar konusunda ikiyüzlülükle
suçlamakla yetinip, Meclis’te somut karşı duruş
sergileyememişse, ne halkın nabzını tutabilmektedir ne de hangi
koltukta oturduğunun farkındadır!
Meral
Akşener ise, camiye dönüştürme tartışmasında olumlu görüş
sunmasına karşın, Erdoğan’ın bu sözlerine karşı, gereken
yanıtları en sert şekilde verebilmiştir. Bu, başta Kılıçdaroğlu,
herkes adına düşündürücüdür. Atatürk’ün Ayasofya’yı
Cami-i Şerif olarak tescil ettiğini vurgulayan Akşener, “Bu
gerçek ortadayken öyle hukuki hatadan söz etmek, daha da ötesi
utanmadan tarihe ihanet yakıştırması yapmak, makamı ne olursa
olsun kimsenin haddi değildir” diyerek,
Atatürk kızına yakışan bir ders vermiştir.
Kılıçdaroğlu’nu ilgilendiren tek
konu “Ben bu konuda karşı durursam, daha sonra bu seçimlerde
fatura olarak önüme konur mu, bana din düşmanı denir mi?”
olmuştur. Aynen yakın geçmişte ne zaman alkol ve cinsel
içerikli sansür, heykel saldırıları vesaire olduğunda CHP üç
maymunu oynadıysa “Aman bana alkol veya çıplaklık düşkünü
demesinler” diye çağdaş toplumda üzerine düşen tavırları
göstermemişse, burada da CHP’nin oynadığı rol hiç farklı
değildir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK’ÜN KRİTİK
İKAZLARI
CHP Mersin eski milletvekili Ali Rıza
Öztürk, Danıştay kararının üç açıdan gayri hukuki olduğunu,
(davacı derneğin dava açma ehliyeti
bulunmaması, davanın 60 günlük süresinin geçmiş olması -evet,
çünkü geçen süre 86 yıl!- ve aynı konuda daha önce açılmış
davalarda verilmiş emsal ve kesinleşmiş hükümler bulunması) ve
burada esas hedefin Atatürk Cumhuriyeti’nin Danıştay üzerinden
tasfiye edilmesi olduğunu vurguluyor. “Bu
karar ile karşı devrimi pekiştirmenin, Lozan’dan rövanş
almanın yolu açılmıştır. Atatürk’ün imzasının çöpe
atılması değildir tek sorun. Sorun Atatürk’ün kurduğu
demokratik laik hukuk devleti olan cumhuriyetin tasfiye ediliyor
olmasıdır. Sorun, herkesin gaflet ve delalet içinde seyrediyor
olmasıdır.”
Bir hukukçu
olmadığım için sayın Öztürk’ün önemli sözlerini iki
kaynaktan içerik olarak doğrulattım: Biri Sayın Yekta Güngör
Özden diğeri Sayın Sabih Kanadoğlu. 92
yaşındaki annem, Öztürk’ün çarpıcı yorumunu okuduktan sonra
uyuyamıyorsa ve bu ortamda CHP Genel Başkanı bütün enerjisini
kendisine muhalif hiç kimsenin giremeyeceği bir kurultay
düzenlemeye verebiliyorsa, burada muhalefette ağır ve ciddi bir
sorun var demektir. Şu ortamda,
Atatürkçü duruş sergileyen her CHP’linin ısrarla kadro dışı
bırakıldığı bir anlayış, bu insanların içeri girip muhalif
duruş bile sergileyemedikleri bir kurultay ile çiftleşiyorsa,
durum çok vahim demektir!
BEHRAMOĞLU’NUN
TARİHE TOKAT GİBİ BIRAKTIĞI SATIRLAR…
En son,
Ayasofya
konusunda işin tarihsel özüne dönersek:
Gerçekten bugün kime neyi kanıtlamaya çalıştığımızı
anlayamıyorum. Bizans’ı 567 yıl önce fethetmiş olduğumuz
konusunda şüphe duyan mı var? Atatürk’ün
evrensel “Yurtta
sulh,
cihanda sulh”
diyen duruşuna hiç mi hiç uymayan bu Danıştay kararıyla
dünyanın tepkisi üzerimize
çevrilmişken, Ataol Behramoğlu’nun
dünkü makalesinden şu satırlara
dikkat: “Kutsal
olan evrenseldir. Herkesin eşi, çocuğu, mabedi, sadece onun değil
bütün insanlığın kutsalıdır. Savaş hukuku bile, yenilenin en
temel insan olma haklarını korumaya yönelik ilkelere sahiptir..
Yaşadığımız çağda, insanlığın bugününde, savaşta ya da
barışta, kimden ve kime karşı olursa olsun, kutsalları
çarpıştırmak, bir kutsal adına bir başka kutsala tecavüz,
ayıptır, günahtır, suçtur, küçüklüktür.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.