31 Temmuz 2020 Cuma

ŞAHSEN, KEDİLERİMİN BAŞKANI OLMAYI YEĞLERİM! | Bedri Baykam | 30 Temmuz 2020


Acayip bir evrene atılmış yaşıyoruz! Şansımız şu ki, dünyanın gelmiş geçmiş en müthiş beyinlerinden birinin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde dünyadaki misafirliğimizi geçiriyoruz, bu çok büyük bir gurur! Peki neden bir asır geçtikten sonra kendimizi sürekli olarak ilkel bir gerilim içinde buluyoruz? İçinde bulunduğumuz coğrafyada şeriatçılarla, etnik bölücülerle, liboşlarla mücadele etmeye alışmışız; peki Atatürk’ün partisinin içinde yaşadığımız bu akıl almaz dışlamalar nasıl izah edilebilir?

KILIÇDAROĞLU KİMLERİ MEMNUN EDECEK PM’Yİ KURDU?
Kılıçdaroğlu, CHP geniş bir seçmen tabanına açılsın diye partiyi deneme tahtası yaptı. Etnik siyaset yapanlar, ılımlı İslamcılar, eski Refah Partililer, 2. Cumhuriyetçiler, 10 Aralıkçılar, Atatürk’e alerji duyanlar... Bildiğiniz diğer isimlere yenileri eklenmeye devam ediyor. Bu profiller bizi nereye sürüklüyor? Ekmelettin İhsanoğlu veya Abdullah Gül’e! Peki Kılıçdaroğlu tarafından tasarlanan CHP listesinde kimlerin adı geçmiyor ve geçemez? Onur Öymen, Haluk Pekşen, Hüsnü Bozkurt gibi Atatürkçülüğü ile bilinen isimlerin... Her yöne doğru açılan Sayın Kılıçdaroğlu, gazetecilere, aydınlara, sanatçılara açılmayı (dostum Necdet Saraç hariç) aklına dahi getiremiyor! Mesela Ümit Zileli, Sinan Meydan, Uğur Dündar, Tevfik Kızgınkaya, Suay Karaman… Benzer isimleri tabii ki almıyor, çünkü ilginçtir ki Atatürkçülüğü tescilli, Cumhuriyetçi insan istemiyor. Kılıçdaroğlu’nun seçim hedefi “Aman mütedeyyin seçmenleri mutlu edelim. Babacan, Gül ve Davutoğlu’nu mutlu edelim. Eh, yurtdışında da zaten CHP’nin fazla ulusalcı Kemalist bir çizgiye kaymasını istemiyorlar, onları da mutlu edelim.” Peki iyi de, Atatürkçüleri, solcuları kim mutlu edecek sayın Kılıçdaroğlu? “CHP’li olmanın mutluluğu onlara yeter de artar bile!” Eminim böyle düşünüyorsunuz… Unuttuğunuz küçük bir detay var, ittifaklar döneminde bile seçmenlerinin üçte ikisi, temsiliyetine hiç önem vermediğiniz bu temel gruptan geliyor! Bu çok ağır bir çelişki. Lütfen üşenmeyin, kadın dernekleri ile konuşun, Atatürkçü Düşünce Derneği ile, çağdaş eğitim vakıf ve dernekleri ile konuşun, Atatürkçü önemli gazetecilerle, yazarlarla, tarihçilerle konuşun. Yaptığınızı alkışlayan yüzde bir insan çıkarsa, ben bu yazıyı yırtmaya hazırım!

KILIÇDAROĞLU MUHALEFETİ YOK ETMİŞ”
Ülkemizde bu büyük bir başarı olarak gösteriliyor! Üstü kapalı veya açık olarak Kılıçdaroğlu’na alkış alkış alkış! Rakiplerini konuşturmaması ve yarışa gerek kalmadan kazanması bir başarı ise, o zaman gerçekten tebrik etmek lazım! Kılıçdaroğlu, Baykal’ın parti içi muhaliflere göz açtırmama konusundaki taktiklerini geliştirerek çok daha başarılı formüller üretmiş, ama aynı Kılıçdaroğlu, Baykal’ın laikliğe, Cumhuriyet’e, Atatürk’e sahip çıkan ödünsüz tavrından hiçbir şey almamış. Size bir örnek… Kurultay’dan birkaç gün önce kendini bilmez bir Diyanet İşleri Başkanı, Atatürk’e düpedüz lanet okudu. Ne beklersiniz? Kurultay’da CHP Genel Başkanı’nın, Atatürk’e yapılan bu seviyesiz hakarete en sert şekilde karşı çıkmasını, kürsüyü adeta yumruğuyla dağıtmasını değil mi? Ne gezer! Varsa yoksa “Aman mütedeyyin seçmenler etkilenmesin, kapatalım geçer” mantığı ile topa girmemek…

SEÇİM ZAFERİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Bakın, bir siyasi parti lideri kaybettiği zaman gider rakibini alkışlar, destek sözü verir. Bunlar güzel ve gerekli hareketlerdir. Ne yazık ki, CHP’de düzen öyle kurulmuş ki, Kılıçdaroğlu yarattığı bu kabul edilemez ve yüz kızartan metodla, sağlığı elverdiği sürece bu kurultayları yarışmadan kazanacak. Neden mi? Gayet basit: Birbirini tamamlayan, ikisi de antidemokratik, birincisi gayri hukuki, ikincisi gayri etik iki gerekçeden dolayı!
2003’ten beri CHP genel başkan seçimleri gayri hukukidir, tüzüğe aykırıdır, tüzük net olarak genel başkan seçimlerinin “gizli oy açık tasnifle” yapılacağını ifade eder. Halbuki o yıl, Baykalcılar iktidarın ellerinden kaydığını gördükleri için, seçim günü zorla yaptırdıkları bir tüzük değişikliği ile gerekli imza sayısını dört misline çıkarıp, bir de dünyada görülmemiş şekilde o değişikliği, sonuçlanmasına birkaç saat kalmış olan kurultayda uygulamaya koydular. Ayrıca bundan çok daha mantıksız ve partiyi tüzük inkarına götüren başka bir hamle daha yaptılar: Genel başkan adaylarından birine imza veren bir delegenin, diğer adaylara imza verememesinin iki sonucu var. Birincisi, mesela delege, üç genel başkan adayını dinleyip onlardan hangisinin programı aklına yatarsa, ona oyunu vermek gibi bir seçenek rahatlığını artık yaşayamıyor. İkincisi ise, artık genel başkanlığa aday gösterme imzası ile genel başkanlık için oy kullanmak aynı anlama getirilmiş oluyor, yani isimler açık olarak kendi imzalarıyla bir adayı önerirken, bu aynı zamanda adeta oya dönüşüyor ve artık genel başkan resmen fiili olarak açık oyla seçilmiş oluyor, ki bu da ağır bir tüzük ihlalidir.
Gelelim işin kabul edilemez, gayri etik yönüne: Farz edelim, başkan olarak tüm güç elinize… Belediye başkan adayları, milletvekili adayları veya il-ilçe başkanlarının hepsini siz seçiyorsunuz, bölgelerde kayıtlı tüm üyelerin oyu ile seçilmiyor. MYK toplantılarında, arkadaşlarınıza bir konuşma yapıp listeyi önlerine koyuyorsunuz! Sonra da sıra genel başkan seçimine geldiği zaman, sizin il ve ilçe başkanlığına, milletvekilliğe, belediye başkanlığına atadığınız kişiler, onların güçleri ile kontrol ettikleri delegeler ve yarattığınız tek odaklı sistem sayesinde onların genel başkan adayı olarak ilan edilip yarışmaya gerek kalmadan da kurultaydan başkan olarak çıkıyorsunuz! Sen benim sırtımı kaşı ben de senin sırtını kaşıyayım! Yaşanan bu. Ayrıca tesadüfe bakın ki, delegelere, siz veya seçtiğiniz parti meclisi adayları dışında hiç kimseye öneri imzası verilmemesi telkin ediliyor ve eli kolu bağlı delegeler değerli adaylardan ne İlhan Cihaner’e ne Tolga Yarman’a ne de Aytuğ Atıcı’ya destek veremiyor. Her şey Baykal döneminden de daha kötüye giden bir parti içi demokratik çöküşe işaret ediyor. Sıfat ve paye dağıttığım delegeler ve onların kontrol ettiği arkadaşları, bana bir seçim zaferi getireceklerse, gerçekten ömür boyu ben böyle bir utanç yaşamayayım da, evimde küçük kedilerimin sevimli oylarıyla, onların başkanı seçileyim, 10 bin kere tercih ederim!
Bu kurultay, CHP’ye hiç yakışmadı ve bu istikamet isterse Kılıçdaroğlu on kere daha başkan seçtirsin, heyecan, saygınlık ve kitleleri sürükleme kapasitesi taşımıyor. İçinden izleyemediğimiz kurultaya lütfettikleri şekilde son anda girip, bütün bu gerçekleri 8 dakikaya sığdırarak herkese anlattığımda, yapılamayan genel başkan yarışı zaten bitmiş ve adaylar “adaylık konuşmaları”nı yapamadan evlerine dönmüştü.

23 Temmuz 2020 Perşembe

AYASOFYA, KURULTAY, SANATÇILAR GİRİŞİMİ VE KANYE WEST! | Bedri Baykam | 23.07.2020


AYASOFYA KONUSUNDA SAĞDUYUYU DİNLEMEDİLER
Ayasofya, tantanalı bir Cuma namazı ile AKP döneminde müze statüsünü terk edip cami olarak ibadete açılıyor! Hem de Lozan’ın yıldönümünde! Her ne kadar camilerde protokol olamayacağını bilsek de, orada her türlü “düzen baskılı”, A, B, C, D sıralamasıyla sınıflar ve belki gösteriş uğruna verilecek ödünlerle Ayasofya’nın önündeki büyük parke meydanını dışarıda namaz kılarak işgal edecek binlerce insan olacak.
Anlam veremiyorum, Erdoğan yıllardır kendi söylediklerini yok sayıp Bahçeli’nin baskısıyla tüm kararlarını değiştirdi. Tüm dünyada yarattığı hayal kırıklığı ve kızgınlığı neden bu kadar açık şekilde -sipariş edercesine- provoke ettiler, anlayan var mı? Geçen hafta, Ataol Behramoğlu’nun “Hasmın Kutsalına Tecavüz” yazısından çarpıcı bir bölüm paylaşmıştım. Bugün de, 4 Temmuz’da Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’te yazmış olduğu son derece sade ve değerli satırları hatırlatıyorum: “Evet bugün veya yarın veya bir gün, anayasamıza şöyle bir madde koysak ‘Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir inanca ait hiçbir mabed, bir başka inancın mabedi haline dönüştürülemez.” Özkök, ardından bunun bize taşıyacağı sonuçlar hakkında son derece net çıkarımları ortaya koymuş. Son hatırlatması da şuydu: “21. yüzyılda yaşıyoruz. Bu yüzyılın başında dünyaya büyük umutlar vererek kurulan medeniyetler ittifakını hala yaşatmaya çalışanların başında biz varız.”
Öyle mi acaba? Soruyorum, Cuma günü başınız göğe mi erecek? Hani her dine eşit uzaklıktaydınız? Başka dinlere mensup insanları üzerek, işi sanki İstanbul dün fethedilmiş gibi bir şova dönüştürdüğünüz için çok mu mutlu olacaksınız? Burada ana hedefin yine Cumhuriyet kazanımlarını ve Atatürk’ün kararlarını, mirasını yok saymanın taşkın keyfi olduğunu göremeyen ana muhalefet partisine gelince, gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum…

NASIL BİR KURULTAY OLACAK DERSİNİZ?
Haftalardır, “Bir CHP Kurultayı’nın, CHP Kurultayı’na benzemesi gerektiğini” tekrarlıyoruz. Muhaliflerin katılamadığı, Onur Üyeleri’nin konuşma yapamadığı, halk ve örgütün kitlesel olarak izleyemediği bir kurultay, zaten coşkulu geçemeyecekti. Sabri Ergül de, Fikri Sağlar da, Muharrem İnce, Umut Oran, Şahin Mengü de, ben de, birçok partili arkadaşımla beraber buna tepki verdik. Kurultaya 3-4 gün kala, Faik Öztrak birden parti adına bir U dönüşüne imza attı: “Kurultaya katılmak üzere gelecek onur üyelerimizle ilgili ‘almayacağız’ diye bir şey demiyoruz. Ama tercih hakkını onlara bırakıyoruz. Bunun üzerinden CHP’yi eleştirmek insafsızlıktan başka bir şey değil. Ortada bir pandemi var, bu işin ne zaman düzeleceği de belli değil. Bugün CHP’ye bu eleştiriyi yöneltenlerin ikinci dalganın başlaması durumunda Mart ayında ortaya çıkıp ‘Kurultayı yapamadılar kayyum atayın’ diye bağırmaya başlayacaklarından hiç şüphem yok. (Gerçekten kanıtsız ve çok ayıp bir suçlama!) Onur üyelerimiz bizim başımızın tacıdır, kurultayımıza gelmek istemeleri halinde kendileri için de sağlık şartlarını sağlayarak kurultayımızı izleme imkânı vereceğiz”. İlginçtir ki, kurultayın 20 bin kişilik bir stadda yapılma olasılığı CHP yöneticilerinin hiçbirinin aklına gelememiş! Pes…
CHP’de muhalefet kulisleri çok hareketli. Pandeminin tehlikelerine rağmen ısrar edilen kurultayın iptali için başvuran üyeler oldu. Kılıçdaroğlu’na karşı adaylar çıkabilir. Ancak 2003’te Baykal döneminde bir oldu-bitti ile başlatılan garabet ile artık CHP’de genel başkan seçimi yapmanın anlamı kalmadı. Çünkü başkanı önerdiğini söyleyen delege imzalarının adeta birer oy haline dönüşerek başka hiçbir adaya verilememesi, CHP Genel Başkanı’nın “gizli oy açık tasnifle seçimi” şeklinde net yazılmış tüzük maddesini kadük hale getiriyor; illegal, mantıksız ve CHP’ye yakışmayan bir yöntem. Muhalif gruplar, tek aday ve tek anahtar liste ile çıkarlarsa, Genel Merkez listesini, kurultayda yaratılan her türlü eşitsizlikle kuşatılmış ortama rağmen delebilirler. CHP’de parti içi demokrasiye ve ödünsüz Atatürkçülüğe güç katacak kadrolar da artık seslerini duyurmalı! Kurultayda neler yaşanacak? Onur üyeleri, bir “çadır tiyatrosu” ortamına girmeyi kabul edecekler mi, konuşma hakları nasıl ellerinden alınacak? Göreceğiz…

SANATÇILAR GİRİŞİMİ’NİN ÖZGÜVENLİ GÜR SESİ
Geçtiğimiz hafta Sanatçılar Girişimi, sanatçıların ortak sesiyle demokrasiye, çağdaş Türkiye’ye, ifade özgürlüğüne sahip çıkan ve halkın dertlerini önemseyen bir duruş sergiledi. Aralarında Rutkay Aziz’den Edip Akbayram’a, Selda Bağcan’dan Zuhal Olcay’a, Ferhan Şensoy’dan Ekrem Kahraman’a, Ataol Behramoğlu’ndan Orhan Aydın’a yüzlerce imza, hiçbir şeyden korkmadıklarını ve yurdun her zerresine sahip çıktıklarını, Türkiye’nin sahipsiz olmadığını görkemli bir çıkışla ortaya koydular, ortaya koyduk. Siz de reddediyoruz@gmail.com adresine e-mail atarak desteğinizi sunabilirsiniz!

ABD’DE YENİ BAŞKAN ADAYI KANYE WEST VE OBAMA’NIN YARATTIĞI IRKÇI ÇÖKÜŞ!
Amerika’da başkanlığa adaylığını açıklayan şarkıcı Kanye West, sanki Floyd cinayetiyle başlayan kaostan sonra yaşanan sosyolojik tırmanışın sonucu. Yaptığı basın toplantısına kurşun geçirmez yelekle çıkması, sürekli ağlaması ve hepsinden önemlisi doğacak her Amerikalı bebek için 1 milyon Dolar ödeme vaadini (!) açıklaması, Amerikan rüyasının gerilimlerinden sonra nasıl “delirgen” bir girdaba kapıldığının teatral mizanseni gibiydi! Şu kadarını size kesin söyleyebilirim, gerçekten para basma makinalarını işletip her doğan Amerikalı için bunu öderse, adam kesin başkan seçilir!
Acaba böyle bir çılgınlık, beyaz Amerika’nın daha yoksul kesimlerini bu akıl almaz senaryoyu ciddiye alarak yaşama geçirmek için hareketlendirebilir mi?
Yıllardır, polis şiddetinin bedelini en korkunç şekilde ödeyen Afro-Amerikalılar’ın yaşadıkları dramı, ABD’nin en büyük utancı olarak hep gündeme getirdim. Obama’nın bu konuyla ilgili hiçbir şey yapmaması ve olan biteni sorumsuz gözlerle izlemesi, döneminin en büyük felaketiydi.
Amerika’da yok sayılan “ünsüz” siyahlara en büyük kötülüğü Obama yaptı: Onun döneminde üst üste gelen zenci cinayetleri ve tepkisizlik, zaten şiddet yanlısı ve ırkçılıkla kıvranan Amerikan polis teşkilatında şöyle bir hava yarattı: “Adamlar başkan bile olsa biz onları canımız isterse en vahşi şekilde durup dururken katledebiliriz, kimsenin de kılı kıpırdamaz!” Siyahi Kanye West mi? Vallahi başkanlığı kazanması tabii ki şu anda bir komedi gibi duruyor! Aynen Trump’ın başkanlığı gündeme ilk geldiğinde, herkesin düşündüğü gibi!


16 Temmuz 2020 Perşembe

HANGİ CHP, AYASOFYA’YA TEPKİ VERMEYİ UNUTTU? | Bedri Baykam | 16.07.2020


CHP’nin çoğu üyesini üzen, neredeyse sadece yöneticiler ve seçilmesi istenen adayların katılacağı kurultayla Ayasofya olayı birbirinden ayrılabilir mi?
Kılıçdaroğlu, partide Atatürkçülüğün ve laikliğin savunulması üstüne önemli bir cephe oluşturmadı. Kritik noktalara yerleştirdiği siyasetçilerin yarısı liberal, bir kısmı 10 Aralık Hareketi’nden gelen, belki bir kısmı TESEV günlerinden beri dostluğunu sürdürdüğü isimler. Laiklik, Lozan, Kemalizm, Atatürk’ün kararları konusunda hassas bir CHP Genel Başkanı olsa, herhalde Ayasofya konusunda, “dine saygıyı” elden bırakmadan yeri göğü inletirdi. Bütün dünyanın hümanizmi, diplomatlığı ve filozofluğunu öve öve bitiremediği Mustafa Kemal’in, kültürlerin, dinlerin ve medeniyetlerin kesişme noktası İstanbul’da dahiyane bir şekilde dengelediği bu hareketin kalıcı evrensel değerini CHP Genel Başkanı’nın algılayamaması hayret verici. Erdoğan’ın, Atatürk ve Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararı algılayamayıp kendini tutamayarak “Esasında tek parti döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı, çünkü Ayasofya ne devletin ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür” demiş olması, üzücü ama pek şaşırtıcı değil. Diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun “Açıyorsanız açarsınız. Bunu siyasi rant alanına dönüştürmek kadar büyük bir yanlış yok” sözleriyle yetinmesi ve CHP’nin Parlamento’da hiçbir açık muhalefet yürütmemesi pes dedirtiyor.
90’ların ortasına kadar SHP ve özellikle Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, Atatürk’ün izlerine ve laikliğe yönelen tehlikeleri görmezden gelme üzerine kurulmuştur. 1989’da, Türk Ceza Kanunu’ndan şeriatçı propagandayı engelleyen 163. maddenin kaldırılması, SHP’nin Özal döneminde Atatürkçü sola attığı en büyük kazıktır.

KILIÇDAROĞLU’NUN SEÇTİĞİ YOL
Göreve gelişinin henüz 4. gününde verdiği demeçlerde “27 Mayıs’ı yapanlar şimdi utanıyor” demişti. Aynı şekilde “Dersim” olayına bakışı, “farklı” yaklaşımı, 2010 yılında verdiği “laiklik tehlikede değil” ve 2012’deki “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem” demeçleri, Kemalist bir CHP Genel Başkanı’ndan uzak bir profilin izdüşümleriydi. Öte yandan, Cumhurbaşkanı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, Abdullah Gül’ü uygun görebilmek, 2018 seçimlerinde Haluk Pekşen ve Hüsnü Bozkurt gibi Atatürkçü çıkışlarıyla o dönem halkın gönlünü fetheden milletvekillerini tasfiye etmek, Hüseyin Aygün, Sezgin Tanrıkulu, Mehmet Bekaroğlu, Muhammet Çakmak gibi etnik siyaset yapan veya İslamcı kimlikleriyle bilinen insanları ana listelere almak, kesin bir ters kadro mühendisliğine işaret ediyor. Benzer birçok sebep, Sayın Kılıçdaroğlu’nun yakın tarihimizi, 20. yüzyıl CHP tarihini ve partinin soyağacını iyi bilmediğini, Türk siyasetinin köşe başlarına hakim olmadığını ve sürekli tekrarladığı şekilde CHP’yi 1930’lardaki, 40’lardaki kimliğinden koparmaya çalıştığını göstermiştir.
Ayasofya konusunda CHP’nin veremediği tepkiler, geçmişte gösterdiği duruşlarla maalesef uyumlu! Atatürk’ün partisinde Genel Başkanlık yapan biri, büyük Önder’in en alkışlanacak evrensel boyutlu siyasi ve diplomatik hamlelerinden biri üstünden haddini aşan ve onu “tarihe ihanet etmekle” suçlayanlara karşı elini masaya vurup ayağa kalkamıyorsa, grup toplantısında Erdoğan’ı Danıştay’da yaşananlar konusunda ikiyüzlülükle suçlamakla yetinip, Meclis’te somut karşı duruş sergileyememişse, ne halkın nabzını tutabilmektedir ne de hangi koltukta oturduğunun farkındadır!
Meral Akşener ise, camiye dönüştürme tartışmasında olumlu görüş sunmasına karşın, Erdoğan’ın bu sözlerine karşı, gereken yanıtları en sert şekilde verebilmiştir. Bu, başta Kılıçdaroğlu, herkes adına düşündürücüdür. Atatürk’ün Ayasofya’yı Cami-i Şerif olarak tescil ettiğini vurgulayan Akşener, “Bu gerçek ortadayken öyle hukuki hatadan söz etmek, daha da ötesi utanmadan tarihe ihanet yakıştırması yapmak, makamı ne olursa olsun kimsenin haddi değildir” diyerek, Atatürk kızına yakışan bir ders vermiştir.
Kılıçdaroğlu’nu ilgilendiren tek konu “Ben bu konuda karşı durursam, daha sonra bu seçimlerde fatura olarak önüme konur mu, bana din düşmanı denir mi?” olmuştur. Aynen yakın geçmişte ne zaman alkol ve cinsel içerikli sansür, heykel saldırıları vesaire olduğunda CHP üç maymunu oynadıysa “Aman bana alkol veya çıplaklık düşkünü demesinler” diye çağdaş toplumda üzerine düşen tavırları göstermemişse, burada da CHP’nin oynadığı rol hiç farklı değildir.

ALİ RIZA ÖZTÜRK’ÜN KRİTİK İKAZLARI
CHP Mersin eski milletvekili Ali Rıza Öztürk, Danıştay kararının üç açıdan gayri hukuki olduğunu, (davacı derneğin dava açma ehliyeti bulunmaması, davanın 60 günlük süresinin geçmiş olması -evet, çünkü geçen süre 86 yıl!- ve aynı konuda daha önce açılmış davalarda verilmiş emsal ve kesinleşmiş hükümler bulunması) ve burada esas hedefin Atatürk Cumhuriyeti’nin Danıştay üzerinden tasfiye edilmesi olduğunu vurguluyor. “Bu karar ile karşı devrimi pekiştirmenin, Lozan’dan rövanş almanın yolu açılmıştır. Atatürk’ün imzasının çöpe atılması değildir tek sorun. Sorun Atatürk’ün kurduğu demokratik laik hukuk devleti olan cumhuriyetin tasfiye ediliyor olmasıdır. Sorun, herkesin gaflet ve delalet içinde seyrediyor olmasıdır.”
Bir hukukçu olmadığım için sayın Öztürk’ün önemli sözlerini iki kaynaktan içerik olarak doğrulattım: Biri Sayın Yekta Güngör Özden diğeri Sayın Sabih Kanadoğlu. 92 yaşındaki annem, Öztürk’ün çarpıcı yorumunu okuduktan sonra uyuyamıyorsa ve bu ortamda CHP Genel Başkanı bütün enerjisini kendisine muhalif hiç kimsenin giremeyeceği bir kurultay düzenlemeye verebiliyorsa, burada muhalefette ağır ve ciddi bir sorun var demektir. Şu ortamda, Atatürkçü duruş sergileyen her CHP’linin ısrarla kadro dışı bırakıldığı bir anlayış, bu insanların içeri girip muhalif duruş bile sergileyemedikleri bir kurultay ile çiftleşiyorsa, durum çok vahim demektir!

BEHRAMOĞLU’NUN TARİHE TOKAT GİBİ BIRAKTIĞI SATIRLAR…
En son, Ayasofya konusunda işin tarihsel özüne dönersek: Gerçekten bugün kime neyi kanıtlamaya çalıştığımızı anlayamıyorum. Bizans’ı 567 yıl önce fethetmiş olduğumuz konusunda şüphe duyan mı var? Atatürk’ün evrensel “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen duruşuna hiç mi hiç uymayan bu Danıştay kararıyla dünyanın tepkisi üzerimize çevrilmişken, Ataol Behramoğlu’nun dünkü makalesinden şu satırlara dikkat: Kutsal olan evrenseldir. Herkesin eşi, çocuğu, mabedi, sadece onun değil bütün insanlığın kutsalıdır. Savaş hukuku bile, yenilenin en temel insan olma haklarını korumaya yönelik ilkelere sahiptir.. Yaşadığımız çağda, insanlığın bugününde, savaşta ya da barışta, kimden ve kime karşı olursa olsun, kutsalları çarpıştırmak, bir kutsal adına bir başka kutsala tecavüz, ayıptır, günahtır, suçtur, küçüklüktür.

9 Temmuz 2020 Perşembe

CHP MUTLU DEĞİL SAYIN KILIÇDAROĞLU… | Bedri Baykam | 09.07.2020


Sayın Kılıçdaroğlu, CHP örgütü ve muhalefette güçlü ses arayan yurttaşlar, en görkemli kurultayı beklerken, siz tersine, hem de Korona döneminde, neredeyse seçilecek liste dışında kimsenin katılamayacağı bir kurultayı, itirazları yok sayarak toplama niyetindesiniz. Bu büyük bir hayal kırıklığı…
Sayın Kılıçdaroğlu, demokrasi arayan yurttaşlarımız hiç kimseye göbekten bağlı değiller. Samimi insanlar, doğrularınızı alkışlarlar yanlışlarınızı eleştirir. Örneğin, Gezi hiç yaşanmamış gibi, cumhurbaşkanlığına Ekmelettin İhsanoğlu’nu önerdiğinizde, ihraç tehditleri ile partide muhalefeti susturmaya çalıştığınızda ya da kurultayı örgütsüz, halksız, onur üyelerini dışlayarak, alelacele toplamaya çalıştığınızda, tabii ki eleştiriliyorsunuz. Tüzükte yer alan bir hakkı kim, hangi gerekçeyle iptal edebilir? Öte yandan, Ankara’dan İstanbul’a Adalet Yürüyüşü’nü başarı ile gerçekleştirdiğinizde, büyük şehirlerde ve birçok noktada yerel seçimleri doğru adaylarla kazandığınızda, iktidara kanıtlı eleştirileri doğru üslupla yaptığınızda da, sizi alkışlıyorlar. Kimseden size biat etmelerini beklemeyin, buna alışın.
NE UMUTLARIMIZ VARDI, BİR BİLSENİZ!
Sayın Kılıçdaroğlu, kaset krizi sonrasındaki kaosta, sayın Önder Sav kurultayda oy birliği ile başkanlığa gelmenizi sağladı. Mutlu olduk, sizden beklediğimiz çok şey vardı. Özellikle canlı yayınlarda, yolsuzlukla mücadele tartışmalarında, son derece başarılı sınavlar verirken daha yakından tanıdık. Sempatik, mütevazı kişiliğinizle öne çıkıp güven verdiniz.
Hatırlarsınız ki, 2003’te CHP Genel Başkanlığı’na aday olduğumda, kurultay sürerken dünyada görülmemiş şekilde, seçime iki saat kala tüzük değiştirilmiş, yarış engellenmişti. O günlerde, tam bir yapısal demokratik devrim sözü vermiştim. Mantık çok sadeydi: Yozgat Belediye Başkan adayını, Yozgatlı CHP’li üyeler seçsin; Beşiktaş İlçe Başkanı’nı, Beşiktaş CHP üyeleri; Diyarbakır milletvekili adaylarını bu ilin üyeleri seçsin. Böylece kimse adaylıklar için araya insan koymaz, Genel Merkez’in önünde adeta yalvarır gibi bekler duruma düşmez. Herkes kendi gücüyle seçilir, şikayet kalmaz.
Bu konularda sizden çok ümitliydik. 2010 yılında bütün bu anlattıklarımı “demokratik devrim tüzüğü” olarak yayınlayıp ilk size getirdiğimde (henüz Grup Başkan Vekili idiniz), nedense sizin bu projeyi daha da geliştirerek CHP’yi uçuracağınızı sanmıştık.
Beklediklerimiz pek gerçekleşmedi. Öncelikle, Genel Başkan olduktan sonra, CHP’nin 20. yüzyıldaki rolünü iyi bilmediğinizi gördük. Ayrıca, eşitlikçi ve demokrat tüzük yaklaşımı, anlaşılan sizin kişiliğinize çok uzaktı. Her ne kadar, tüzükte yer alan kadın ve gençlik kotalarını uygulamaya kalkışmış olsanız da, kesinlikle bu sonuçlara ulaşacak gerçek sıralara kadınları ve gençleri yerleştirmediniz. İl veya ilçe başkanları, ne atanmaktan, ne azledilmekten kurtulabildiler! Ayrıca Ercan Karakaş’ın, Sabri Ergül’ün, Erol Tuncer’in, Hasan Fehmi Güneş’in de yıllardır bu partide verdikleri “Parti İçi Demokrasi” mücadelesi sizi pek etkilememişti. Belki o dönemleri de iyi bilmiyordunuz. Siyasete, 2002’de 54 yaşındayken geç girmeniz hafifletici bir neden olabilir mi bilmiyorum, ama bana öyle geliyor ki, insan CHP liderliğine oturuyorsa, partinin tüm geçmişini ve demokratik mücadele süreçlerini yakından tanımak için yoğun çaba harcar.

PARTİ, BU DIŞLANMAYI HAK ETMİYOR
Kurultaya döndüğümüzde, durum tatsız bir hale geliyor Sayın Kılıçdaroğlu. Geçen hafta, CHP Kurultayı’nın neden bu şekilde yapılmaması gerektiğini gündeme taşımıştım. Halkın, örgütün ve onur üyelerinin coşkuyla katılamadığı, beyin fırtınası yaşanmayan bir kurultayda, kendi belirlediğiniz isimleri seçtirerek, belki her kararınızın oy birliği ile kabulünü sağlayacağınız bir Parti Meclisi elde etmiş olacaksınız. Ama ne kitlelere umut aşılayabileceksiniz ne de örgütü, gençleri veya parti büyüklerini dinleyebileceksiniz.
Sayın Kılıçdaroğlu, bu partinin geleneğinde, Atatürk ve İnönü, mecliste, kongrelerde, kurultaylarda her üyenin konuşmasını sonsuz bir dikkatle dinler ve not tutarlardı. Fakat, aynen Sayın Baykal gibi, sizin de katılımcı konuşmaları dinleyerek değer vermek ve sonra onları yanıtlamak gibi bir alışkanlığınız hiç yok. Ayrıca Parti Meclisi adaylarının delegelerden imza alamadıkları, Genel Merkez’in imza verdirmediği konusunda duyumlar ortada dolaşıyor. Bunlar doğru mu? Sizin hazırlayacağınız 80 veya 104 kişilik liste dışında, çok az kişiye adaylık için imza verileceği doğru mu? Sonuçta çarşaf listeyle kurultaya gidilse bile, genel başkanın anahtar listesi ve bu süregelen imza baskısı, zaten blok listeden başka ne anlama gelebilir?
Sayın Kılıçdaroğlu, ülkede her an ifade özgürlüğü ile ilgili sorunlar yaşanıyor. TELE 1, Halk TV ve Cumhuriyet Gazetesi konuları malumumuz. Sosyal medya kapatılma tehlikesi yaşıyor. Evvelsi gün Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ı hapse atmak için dava açıldı. Yandaş medya bildiğiniz gibi. Bunların ortasında anlaşılmaz şekilde “CNN Türk’e çıkma yasağı” getirdiğiniz partililerinize, şimdi de “Kurultaya gelme, orada bile konuşma” demiş oluyorsunuz! Bu arada bize hiç yer vermeyen başka kanallarla aranız gayet iyi! İnsanlar baskılardan bıkmış şekilde CHP’de nefes ve umut ararken, bu dışlayıcı tavırlarınız sizce alkış alıyor mu?
Partide demokrasi mücadelesi veren bir başka değerli arkadaşımız Umut Oran, il ve ilçelerde tek adaylı kongrelerin teşvik edildiğini, divan başkanlarının bile Genel Merkez’den belirlendiğini, kongrelerde hiçbir güncel konu konuşulmadığını ve kurultayın da açılış-seçim-kapanış mantığıyla şipşak bitirilmek istendiğini, parti tabanının kendisini “yalnız bırakılmış, hırpalanmış, değersizleştirilmiş hissettiğini” vurguluyor.
Covid’in adeta yeniden bir patlama denediği şu günlerde, 11 Temmuz günü için ilan edilen Kadın Kolları Kurultayı tehir edilmişken ve doktorlar her gün, özellikle Ankara için yeni ikazlar yayınlarken, bu dayatmanın gerekçesi nedir Sayın Kılıçdaroğlu, aceleniz nedir? Parti neden yangından mal kaçırırcasına kurultayı toplamaya çalışıyor? Ölümler yaşansa, sorumluluğu kim üstlenecek?
Bu soruların yanıtını bilmek, demokratik beklentileri tavan yapmış halkımızın da, kuşatma altına alınmaya çalışılan CHP örgütünün de hakkıdır!
Sayın Kılıçdaroğlu, ortada dolaşan tüm iddialara karşılık “CHP ancak kendi kökünden çıkacak bir adayla cumhurbaşkanlığı seçimine girecektir” cümlesini de sizden bir türlü duyamıyoruz! Çeşitli şaşırtıcı atamaların zaten örgütü çok üzdüğü bir dönemde, bu kurultayı yapay zorlamalarla gerçekleştirmeyin Sayın Kılıçdaroğlu, erteleyin ve büyük bir alana taşıyın. Bu partiye lütfen daha fazla zarar verilmesin.

2 Temmuz 2020 Perşembe

CHP KURULTAYI’NIN ERTELENMESİ ŞART, ÇÜNKÜ… | Bedri Baykam | 02.07.2020

25-26 Temmuz için planlanan CHP Kurultayı’nın gerçekleşmesi mümkün değil. Değerli yöneticiler, sizden biraz daha tecrübeli arkadaşlarınızdan biri olarak uyarmak istiyorum: Yol yakınken dönün. Bu kurultayı, kendi kararınızla ertelemenizde sonsuz yarar var.
CHP yöneticileri, bu kurultayın, partinin “iktidara yürüyüş” sürecindeki önemini sık sık vurguladılar. Cumhuriyetin 100. yılı yaklaşırken, CHP’nin güçlü bir sesle örgüte ve halka sağlam kadrolarla umut vermesi lazım.
Son dönemlerdeki anketler, AKP seçmenlerinin neredeyse dörtte birinin desteklerini çektiğini söylüyor. Z kuşağı, yasakçı-tek adamcı zihniyete dur demek için tepkisini ortaya koyuyor. Halkla, kitle örgütleriyle, muhalif sendikalarla ve öğrencilerle bütünleşmenin tam zamanı diyoruz, hangi Türkiye’de? Baroların, adalet ve hukukun sesi avukatlarımızın yine yoğun bir mitinge mecbur kaldıkları malum baro bölünmesi dayatmalarının ana gündem olduğu, sendikaların kıdem tazminatı değişikliklerine karşı sokağa döküldüğü bir Türkiye’de
Peki, ülkeye demokrasi getirme iddiasında olan bir parti, önce kendi içinde demokrasiye inandığını kanıtlamak ve hukuka saygılı olmak durumunda değil mi?
Dev bir demokrasi şöleni olarak geçmesi gereken CHP Kurultayı, Covid riski içeren ortamlarda yapılabilir mi? Tabii ki hayır. Düne kadar CHP’nin MYK üyeleri “YKS yapılırsa bu bir intihardır” derken, kendileri 48 saat boyunca aynı ortamda Sağlık Kurulu genelgelerine karşı belki 3.500 kişiyi nasıl tutabilecekler? Mümkün mü bu? O sıkışık nizamda, kim alacak yaşlı delegelerin sorumluluğunu? O koltuklara, katılımcıların “bir boş-bir dolu” olarak oturtulabileceğine inanan var mı? Bilkent’in verdiği rakamlara göre salonun faydalı alanı 2.000 m2 ve alınan kararlarına göre o alana en fazla 900 kişi girebilecek. 1.300 delegenin üzerine örgüt, gençlik-kadın kolları, medya, kitle örgütleri temsilcileri, teknik ekip ve görevliler eklendiğinde sayı kaça ulaşacak? Gerçekçilik taşımayan, yasalara saygısız ve anti-demokrat bir girişim bu! 65 yaş üstü delegelerin yalnız 10.00-20.00 arası sokağa çıkma hakları olduğunu hatırlarsanız, olay daha da saçma! Bilkent bile kendi mezuniyet törenini 3 seansta, 1000’er kişilik düzende gerçekleştirdi.
- Pazartesi günü, Oğuz Kaan Salıcı, kurultaya CHP Onur Üyeleri’nin katılamayacağını açıkladı. Onur Üyeleri, (yani partinin eski genel başkanları, milletvekilleri, parti meclisi üyeleri) partinin hafızasıdır, vicdanıdır, onurudur. CHP Tüzüğü’ne göre, Onur Üyeleri, kurultayın doğal katılımcıları arasındadır, konuşma hakkına sahiptirler ve sıfat peşinde koşmadıklarından özgürce eleştiri yaparlar. Son 10 yıla baktığımda, CHP Tüzüğü’nde özellikle genel başkan seçimi konusundaki tutarsızlıklar ya da “Ekmek için Ekmeleddin” projesindeki eleştirilerimiz, o serbest kürsüde dillendirilmeden CHP kurultay yapmış sayılmaz. Hiçbir yöneticinin, kafasına göre aldığı bir kararla, kurultay katılımcılarını budamak, haklarını gaspetmek, haddi değildir. Partinin en büyük organı, genel başkan değil, kurultaydır.
- Parti Meclisi, partinin kalbidir; partinin yörüngesi ve geleceği orada çizilir. Oysa yapılan tüzük değişiklikleri ile işler yokuşa sürülmüş, artık Parti Meclisi’ne aday olanların, 10 delegeden imza toplaması şartı getirilmiştir. Kim kendini nasıl ve ne zaman tanıtabilecektir?

Mekana sığması mümkün olmayan diğer katılımcılara karşın, PM adayları salonda delegelerden imza avcılığı yapmak durumunda kalacaklardır. Şayet parti içi demokrasinin ilkelerine inanıyorsanız, her üyenin PM adayı olma hakkını kabul edeceksiniz. Bu da demek oluyor ki, belki delegeler dışında 350 kişi o salona girip delegelerden imza istemek ve doğal olarak divan başkanlığına adaylıklarını sunmak isteyecekler. O salonda bu uygulanabilecek mi? Hayır! Peki Yüksek Disiplin Kurulu’na aday olmak isteyen en az 100 kişinin durumu farklı mı olacak? Kurultay yapmaya çalışan olursa, oradan ancak, kaos, gürültü ve sonuçta CHP’ye karşı propagandaya dönüşen korkunç görüntüler gelecek, başka da bir şey mümkün değil. Kurultayda, üyelerin PM’ye seçilme haklarının sağlıklı bir şekilde uygulanamadığı ve belki de önceden saptanmış bir genel merkez blok listesi ile anti-demokrat ve kaotik bir ortam yaşanacak. Ayrıca, kurultay salonuna haklı olarak girmek isteyenlerin polis ve görevlilerle sertleşmeler yaşaması ve buna benzer olayların yöneticiler tarafından öngörülememesi mümkün değil! CHP’nin “iktidar yürüyüşü”, böylesine yüz kızartıcı sahnelerin birbirini takip ettiği bir kaos ortamında mı gerçekleşecek?
-Bu kurultayda, genel başkanlığa adaylığını koymak isteyen bir muhalefet kanadı adayı, ekibiyle beraber salona nasıl girecek, nasıl propaganda yapacak? Bu yarış eşit şartlarda yaşanmış olacak mı?
- Ne seçmenin, ne üyelerin, ne örgütün, ne parti büyüklerinin, ne kitle örgütlerinin katkı veremeyeceği bir kurultay, üstelik pandemi sürerken, PM adayları salona bile giremezken, niçin toplanır? Genel Merkez’in önerdiği adaylar firesiz blok liste ile seçilsin diye mi? Rahmetli Orhan Birgit ve Ali Topuz yaşasalardı, bu kurultaya katılamayacaklardı! Önder Sav gibi, Hasan Fehmi Güneş gibi, partinin son 50 yıllık tarihini yansıtan efsanelerin, Fikri Sağlar, Onur Öymen, Algan Hacaloğlu, Mustafa Özyürek, Sabri Ergül, Kadir Gökmen Öğüt, Berhan Şimşek, Oktay Ekşi, Necla Arat, Umut Oran gibi eski bakan ve milletvekillerinin veya şahsım dışında, Mustafa Balbay gibi eski genel başkan adaylarının bile salona alınmayacağı, neredeyse parti içi muhalif seslerin yok sayılacağı bir kurultayı alelacele, oldu bittiye getirerek toplamak, kime ne kazandırır? Evet Kılıçdaroğlu ve ekibi, bu sayede belki geçen seçimlerden “içlerinde kalmış cumhurbaşkanı adayını”, bu sefer muhalefetten çatlak sesler çıkmadan ortaya atabilmeyi deneyebilir! Muharrem Sarıkaya iki gün önce HaberTürk’te, “Yeni PM’nin potansiyel bir yeni ittifaka ve Babacan ile çalışmaya uyumlu, Gül’e ve kentli muhafazakarlara, liberal sağ siyasete açılabilen bir profilde olması istendiğini” yazdı! Kaynağı da, Kılıçdaroğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarından biri! Ama bu yöntemlerle gerçek halk muhalefetinin yüksek güvenini almış bir CHP’yi yansıtamayacağı ortada.
- PM eski üyesi ve milletvekili Şahin Mengü’nün Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı dava değil yalnız konu, başka davalar da kesin açılacaktır. Olayın hukuki boyutlarının çok ötesinde, ideal konjonktüre rağmen, en kötü zamanlamada, tarihine en yakışmayacak tav göstererek kendisini örgütünden ve seçmeninden izole eden bir hasır altı kurultayına girişmek CHP yönetiminin aklına nasıl gelebilir, anlayamıyorum.
- “Tepkileri gördük. Bazı yanlış anlamalar oldu, sehven bir karar almıştık” deyip vazgeçin, bu karar daha fazla gündemde kalmasın. Birkaç ay sonra, uygun bir yerde partiye yakışan bir kurultay yapın.