Kaç kişi bundan haberdardır
bilmiyorum, benim ciddi bir arşiv tutkum var. Hiçbir gazete
kontrolümden geçmeden atılamaz. Değişik kupürler, iç siyaset,
dış siyaset, sanat, spor, sinema ve modeller gibi ana başlıklara
göre kesilip arşivlenirler. Kendi yazılarım, sergilerimle ilgili
ve hakkımdaki haberler, yıllara göre ayrılmış fotoğraflar,
tarihi günlerin kesilmemiş gazeteleri ve daha neler neler…
Cumhuriyet Gazetesi söz konusu olunca bu iş zorlaşıyor. Çünkü
bir gazeteyi atmadan önce manşetlerini, köşe yazılarını kesip
saklarsınız ya, Cumhuriyet, sizi hem vazgeçilmez kupürlerinin
fazlalığıyla hem de bir sayfanın önü ve arkasının aynı anda
başrole soyunma merakıyla deliye çevirebilir!
DÜN VE BUGÜNÜN “FOTOKOPİK”
KESİŞMELERİ
Cumhuriyet Gazetesi yayına
başladığından beri, her nüshasının istisnasız her sayfasını
çevirmiş biriyim; başkası da var mı bilmiyorum. Yaptığım
büyük dönem sergileri (“Kuvay-i Milliye”,
“27 Mayıs İlk Aşkımızdı”, “68’li Yıllar” veya 12
Eylül hakkında ve Ergenekon dönemi için yaptığım “İçim
Parçalanıyor” sergileri…) için her birini dikkatle inceledim,
yüz binlerce haber ve makale okudum.
1987 sonrası yazarlık kariyerimde her
gazeteyi didik didik ettim o ayrı; ama ben size son 96 yıldan söz
ediyorum… Cağaloğlu’nda geçirdiğim, yıllara yayılan uzun
süreleri arşiv sorumlusu Edibe Buğra Hanım’a sorun…
Bugünün gündemini değerlendirirken
yakın tarihimizin manşetleri gözlerimin önünden film şeridi
gibi akıyor: “İktidar, CHP’yi tasfiye etmek istiyor”,
“Darbe yapmak istiyorlar”, “CHP’lileri mermiyle tehdit
ediyorlar”, “Medya ve siyaset virüsleri”, “Türkiye hapiste
gazeteciler ve basın özgürlüğü açısından sonunculuk için
yarışıyor”, “Bağımsız yargı ve barolar tehdit altında”,
“İktidar CHP’ye karşı kampanya başlatacak”, “Yargı aynı
konuda farklı kararlar veriyor”, “Avukatsız Türkiye
istiyorlar”, “Hapiste gazeteciler, Terkoğlu, Pehlivan, Kılıç,
Ağırel”. Siz bu başlıkların açılımlarını
biliyorsunuz, benim de gözümün önünden arşivimin 100 bin
görüntüsü geçiyor.
Bu filmi daha önce
gördüm. Atatürk ve demokrasi düşmanlığı, herkesin
aidiyetlerine göre şekillenen “adalet”, kaybolan yargı
bağımsızlığı, baskı altında yaşamsal bir varoluş
imtihanından geçen devrimciler, CHP’liler, solcular, aydınlar,
yazarlar… TRT bugün eşitlikten, tarafsızlıktan hiç nasibini
almamışken, geçmişteki ismiyle “Radyo” da 1950’lerde ülkeyi
“vatan cephesi” ve diğerleri, yani “şer cephesi” olarak
görenlerin ve göstermek isteyenlerin at koşturduğu alandı. Buna
bir de günümüzde yandaş basın eklendi. Özel sektör ve iktidar,
her türlü iş birliğine boğazlarına kadar battılar. Ama tabii
ki sorunsuz ve doğal bir akışla yaşanıyor bu birleşmeler.
İşte “arşiv”, bu senaryolara
yunuslar gibi dalıp çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin, tüm
tuzaklara rağmen yoluna devam edebildiğini de bize gösteriyor.
Ben, Cumhuriyet sayesinde bir yüzyıla
yayılan bu hikayeyi “içinden” okudum. 1950 sonrasını o
yıllara yön veren babam Dr. Suphi Baykam’ın ağzından, 1987
sonrasını ise bizzat içinden yaşayarak öğrendim.
YAZSAM DA ALGILANAMAYACAK TARİH
AŞIRI ANALİZLER
Size, ülkenin nasıl ve hangi
gerekçelerle, hangi ihanetlerle nereden nereye geldiğini makro
bakışla istesem anlatabilirim. Ama anlatamam! Anlattığını
söyleyenlerin de gerek tarihsel analiz gerekse günümüz açısından
sansürlü yorumlarla yetindiklerini bilin. Genç kuşaklar da
şunu unutmasınlar: Eğer kıyaslamalı analizlerle işin özünde
neler yaşandığını “antenleri açık bir şekilde”
algılayabilirlerse, gerçek geçmişlerini ancak bu dönem geçip
gittikten sonra öğrenebilecekler.
Soyut konuştuğumun farkındayım.
Çünkü günümüzde muhalefet dahi, ancak iktidarın izin verdiği
oranda yapılabiliyor. Herhangi bir futbol yorumundan bile herkesin
Fetöcü/darbeci olarak hüküm giyebileceği bir dönemde yaşıyoruz.
Hatta daha ileri gidebilirim: Bizi buralara taşıyan çalkantılı
ve akıl almaz ideolojik biçim bozmalarını, ne yazık ki toplumun
ilerici gençleri bile şu anda algılayabilecek kıvamda değiller.
Bugün televizyonlardaki gündem tartışmalarının, tarihsel
analizlerin hepsi o kadar ağır bir şekilde dikenli örtülerle
kaplı ki, muhalefet bile ancak “politically correct” olarak
tanımlananı yapabiliyor. Boş yere uğraşmayın. Bugün, bu
analizleri hap olarak bulamazsınız; tesadüfen yutsanız bile
algılayamazsınız, bünyeniz kabul etmez. Çünkü dönemin ozon
tabakası delinmiş yeni iklimsel şartlarında, içinden geçtiğimiz
yılların kimyasını çözümlemeniz mümkün değil. 45 yaş altı
halkımıza sesleniyorum: Çoğunuz işin ne devlet, ne mantık, ne
de siyasal bilimler açısından felsefi analizini yapmak için
gerekli alfabeye bile haiz olmayabilirsiniz!
SANSÜR, ANAKRONİZM VE BEYİN
KİLİTLENMESİ
Ne demek istediğimi fazlasıyla bilen
bir duayen yazarımızı örnek olarak anacağım: Alev Coşkun…
Bugün Türkiye’de, 45 yaş altı kaç yazarın bu makalenin içsel
hikayesini anlayacağını ve onaylayacağını kendisine sormak
isterim. Aynı şey CHP’li siyasetçiler için de geçerli! O
noktada ümidim tabii ki daha az. Çünkü çoğu, yaşadığımız
göçüşün baş sorumlularından Ecevit’i hala dokunulmaz bir
önder olarak görmek üzere programlanmışlar. Şu kadarını
söylemekle yetineyim: Günümüz CHP’si, Atatürk Türkiyesi’nin
Türkçe ezanını bile “partiden ihraç” için gerekçe olarak
görmekten çekinmeyen bir lidere ve kadrolara sahip! Onlar için 20.
yüzyıl analizleri, ne yazık ki oldukça güncel durumlara uygun
bir çeşit özet toparlamadan ibaret…
Daha fazla somut
yorum ve örneğe gerek yok, bugün Türkiye’de yakın tarihin
özgürce tartışılamayacağını söylemekle yetinelim. Günümüz
Türkiyesi’nde, geçmişte yaşananlara yapılan göndermeler dahi
bugünkü iktidarın bakış açısıyla komik ve anakronik şekilde
“hukuki” bir süzgeçten geçirilmektedir. 25-50-60 veya 1789’da
yaşanmış tarihi olaylar, bugün için tehdit olarak algılanarak
masaya yatırılmaktadır! Konuşulduğu, her şeyin masaya
yatırılabildiği demokrat günlerde ise, hayat bambaşka olabilir…
Göreceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.