16 Nisan 2020 Perşembe

SAHTE HÜMANİZM VE ORTA DOĞU SATRANCI | BEDRİ BAYKAM | 16.04.2020


Korona krizi, deprem veya düşen bir uçak gibi birdenbire gelmedi. Yavaş yavaş, sessizce bırakılan bir ağ gibi çöktü üstümüze... Usul usul…
Aklıma 34 yıl önce San Francisco Chronicle’da tek tük çıkmaya başlayan AIDS haberleri geldi. Önceleri sanki sadece gay’ler arasında oluşan bir hastalık gibi sunuldu. Bir süre sonra işin rengi değişince, paranoya başka türlü yayılmaya başladı. Gelelim bugüne... Aralık ayında Los Angeles’taydım, “Çin’de Korona virüsünden dün 5 kişi daha öldü” şeklinde, normalden farklı bir nezleden söz eder gibiydiler. İstatistikler ve virüsün medyadaki kapsama alanı yavaş yavaş arttı. Tehlike “herkesten” çok uzak gibiydi. Ardından AIDS’ten çok daha hızlı bir yayılımla birkaç Asya ülkesinin ardından İtalya üstünden Avrupa’ya sıçradı. Gerisi malumunuz...
Sonra, adeta bilim-kurgu senaryosu gibi görünen o sessiz dünyaya geçiş yaptık. Uçakla seyahatin neredeyse ortadan kalktığı, şehirleri domuz, geyik, deve ve fokların bastığı, insanların bir metre yakınlarına başka bir türdaşları geldiğinde kendilerini tehdit altında hissettikleri, sokağa en robotik kılıkla çıkanın en büyük itibarı görüp “en akıllı” seçildiği farklı cins bir uzaylı filmi!
Bizlere de bu çılgınca akan filmin sessiz kareleri hakkında, “akıllı geçinen” makaleler yazmak kaldı. “Felsefe” yapmak, yemek tarifleri paylaşmak veya ev içi yaşam tarzları sunmak, film listeleri, kitaplar veya ev oyunları önermek...
Bugünden itibaren ister siyaset, ister ekonomi, ister sanat olsun, tarihin orta yerinden çizilmiş bir ayrım hattı olacak: Korona öncesi ve… inşallah sonrası diye! Acaba, dünyanın bomboş kaldığı bu süreç 3-4 ay mı sürecek, yoksa daha 8-9 ay mı var önümüzde? Bu nedenle dünyadaki kaç işletme beyaz bayrak çekerek veya kırmızı lavlar altında kalarak tedavülden kalkacak?
Her gün milyarlarca dolarla oynayan iş adamları, bugünlerde, kazandığı göreceli olarak küçük paralarla iki çocuk okutmaya çalışan mikrobiyoloji uzmanı genç doktorların gözünün içine bakıyorlar. Oysa bu uzmanlık alanındaki doktorlara tüm sektörlerin, servetlerinin ve hatta yaşamlarının bağlı olacağı herhalde akıllarına gelmezdi! Bugün yaşananlar herkes için absürt bir kabus...
Orhan Kural’ın bir ay önceki videosuna muhakkak rastlamışsınızdır. Olağandışı bir performanstı. “Yağma yok efendim, bu maske sizi koruyacak mı sandınız? Bugün 22 bin kişi açlıktan, binlerce kişi sıtmadan, binlerce kişi doktorsuzluktan ve hastanesizlikten ölüyor” diye başlayan o video, insanlık tarihinin genel yaralarına parmak basıyor. Bu toplum, ancak şapka çıkarabilir o metne…
Wall Street finansçıları, petrol tüccarları, dev batı ülkelerinin büyük para babaları, silah baronları… Umurlarında mı günde kaç bin bebeğin, çocuğun ya da yetişkinin sefalet içinde aç susuz ölmesi? Onlar için 5 kuruş değeri yok! Silikon Vadisi’nin eşsiz dijital patronlarına gelince; onlar genele hizmet taşıdıkları için daha fakir ve dezavantajlı kitlelere iyilik fonları oluşturuyorlar, sonuçta şirin görünmeleri lazım, çünkü yaşarlarsa hemen hepsi olası müşterileri… ama nereye kadar?
Hepimizin ezbere bildiği, dünyanın sosyo-ekonomik uçurumları üstüne patinaj yapacak halimiz yok. Ama gerçek, insanlık açısından tiksinç. Korona ile kendi kalesinde tehdit altına giren büyük medeni toplumlar, bu kez panik içinde! Açlık, susuzluk ve hastanesizlikten ölen milyonlarca insanı ezelden beri böcek gibi görenler, şimdi insan ırkının nihayet evrendeki yerini hatırlamışlar! Ne kadar etkileyici, değil mi!

İÇ SİYASİ MEZE OLARAK KORONA
Birkaç gün önce konuşmalarından birinde Cumhurbaşkanı, “Ülkemiz medya ve siyaset virüslerinden kurtulacak” çıkışıyla, Korona’ya yine farklı bir boyut kazandırdı. Böylece 45 gündür pandemi ile boğuşan Türkiye’de bu dev sağlık savaşının, nasıl anında yatay geçişle siyasi ortamda rakiplerinin üstüne gitmek için bir araç olarak kullanılabildiğini gördük. Şaşırdım mı? Yalan söyleyemem, bu defa ben bile şaşırdım! Yüz binlerin katili olan Korona virüsün dahi iç siyasete bu kadar kolayca malzeme yapılabileceğini düşünmemiştim.
Bir de geçen hafta sonu yaşadığımız baskın sokağa çıkma yasağı konusu var. İçişleri Bakanı’nın istifası ve bunun “kabul görmeyişi” çok konuşuldu, artık her zerresi mikroskobik incelemeye alınmış o konuya dönmeyeceğim. Ama olayın sonucunda “Soylu bu işten karlı çıktı” yorumlarına bakıyorum da, pes diyorum gerçekten! Bir taşla meğer kaç hedef vurulmaya çalışılmış! Yüz binlerce vatandaşa virüs bulaşma tehlikesi yaşatmış bu hatanın gerçek faili, bence Soylu değildi. Ama onun sorumluluğu üstlenip, istifada alkış alıp, ardından “göreve iadesi” ve onu takip eden bu yorumlar beni şoke etti! Bir insan bu gel-git trafiğiyle mi güçlenir? Bu Orta Doğu satrancı mı oluyor? Bu satrançta biri pelikan, diğeri benim adını ve kapsama alanını bilmediğim iki vezir mi var? Bunlar birbirine karşı mı oynuyorlar aynı anda?

UNESCO DİREKTÖRÜ’NÜN MEKTUBU
Geçen hafta size hikayesini anlattığım gibi, dün yani 15 Nisan, Dünya Sanat Günü’ydü. Her sanatçı, her kurum elinden geleni yaptı ve on-line kutlamalar bu yıl gerçek buluşmaların yerine geçti.
Normalde Dünya Sanat Günü haftası için Türkiye’ye davet etmiş olduğumuz UNESCO Genel Direktörü Madame Audrey Azoulay, ne yazık ki malum sebeplerden gelemedi. Ancak kendisiyle yaptığım yazışmaya yanıt olarak, Dünya Başkanı olduğum UNESCO Resmi Partneri AIAP/IAA için önemli bir yazılı kutlama metni gönderdi. Bu metin, uluslararası bir politikacının geçiştirmek üzere kaleme aldığı herhangi bir tebrik metni değildi. 2,5 sayfalık metin özenle yazılmış, her kelimesi seçilmiş ve Madame Azoulay tarafından mektubun ulaşacağı yüz binlerce sanatçının nasıl etkileneceği en doğru ve şeffaf şekilde hesaplanmıştı.
Bu sene öne çıkardığımız slogan “En zor zamanlarda sanat nefestir”. Azoulay de aynı şekilde mektubunda Dünya Sanat Günü’nün, kriz anlarında sanatçılar ve insanlar arasında ilişkiler “örme” gücüne sahip olduğunu belirtiyor. Karantina günlerinde, sanatın en özgün şekilleri ile kimi zaman mizah, kimi zaman kişisel yaratıcı değerleri öne sürerek paylaşılmasını öneriyor ve UNESCO’nun bu konudaki #KültürüPaylaşın hashtag’ini hatırlatıyor (#ShareCulture). UNESCO Genel Direktörü aynı zamanda bu vesileyle sanata en çok ihtiyaç duyan toplumları da hatırlayarak, sanat dünyasının seslerinin evrensel ve çok renkli şekillerde duyulması gerektiğini vurguluyor. Yıllardır sanatın içine düşürüldüğü Batı tekelinden kurtarmaya çalışan benim gibiler de, bu cümleleri başka bir mutlulukla okuyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.