Korona krizi,
deprem veya düşen bir uçak gibi birdenbire gelmedi. Yavaş yavaş,
sessizce bırakılan bir ağ gibi çöktü üstümüze... Usul usul…
Aklıma 34 yıl önce San Francisco
Chronicle’da tek tük çıkmaya başlayan AIDS haberleri geldi.
Önceleri sanki sadece gay’ler arasında oluşan bir hastalık gibi
sunuldu. Bir süre sonra işin rengi değişince, paranoya başka
türlü yayılmaya başladı. Gelelim bugüne... Aralık ayında Los
Angeles’taydım, “Çin’de Korona virüsünden dün 5 kişi daha
öldü” şeklinde, normalden farklı bir nezleden söz eder
gibiydiler. İstatistikler ve virüsün medyadaki kapsama alanı
yavaş yavaş arttı. Tehlike “herkesten” çok uzak gibiydi.
Ardından AIDS’ten çok daha hızlı bir yayılımla birkaç Asya
ülkesinin ardından İtalya üstünden Avrupa’ya sıçradı.
Gerisi malumunuz...
Sonra, adeta bilim-kurgu senaryosu gibi
görünen o sessiz dünyaya geçiş yaptık. Uçakla seyahatin
neredeyse ortadan kalktığı, şehirleri domuz, geyik, deve ve
fokların bastığı, insanların bir metre yakınlarına başka bir
türdaşları geldiğinde kendilerini tehdit altında hissettikleri,
sokağa en robotik kılıkla çıkanın en büyük itibarı görüp
“en akıllı” seçildiği farklı cins bir uzaylı filmi!
Bizlere de bu çılgınca akan filmin
sessiz kareleri hakkında, “akıllı geçinen” makaleler yazmak
kaldı. “Felsefe” yapmak, yemek tarifleri paylaşmak veya ev içi
yaşam tarzları sunmak, film listeleri, kitaplar veya ev oyunları
önermek...
Bugünden itibaren ister siyaset, ister
ekonomi, ister sanat olsun, tarihin orta yerinden çizilmiş bir
ayrım hattı olacak: Korona öncesi ve… inşallah sonrası diye!
Acaba, dünyanın bomboş kaldığı bu süreç 3-4 ay mı sürecek,
yoksa daha 8-9 ay mı var önümüzde? Bu
nedenle dünyadaki kaç işletme beyaz bayrak çekerek veya kırmızı
lavlar altında kalarak tedavülden kalkacak?
Her gün milyarlarca dolarla oynayan iş
adamları, bugünlerde, kazandığı göreceli olarak küçük
paralarla iki çocuk okutmaya çalışan mikrobiyoloji uzmanı genç
doktorların gözünün içine bakıyorlar. Oysa bu uzmanlık
alanındaki doktorlara tüm sektörlerin, servetlerinin ve hatta
yaşamlarının bağlı olacağı herhalde akıllarına gelmezdi!
Bugün yaşananlar herkes için absürt bir kabus...
Orhan Kural’ın bir ay önceki
videosuna muhakkak rastlamışsınızdır. Olağandışı bir
performanstı. “Yağma yok efendim, bu maske sizi koruyacak mı
sandınız? Bugün 22 bin kişi açlıktan, binlerce kişi sıtmadan,
binlerce kişi doktorsuzluktan ve hastanesizlikten ölüyor”
diye başlayan o video, insanlık tarihinin genel yaralarına parmak
basıyor. Bu toplum, ancak şapka çıkarabilir o metne…
Wall Street finansçıları, petrol
tüccarları, dev batı ülkelerinin büyük para babaları, silah
baronları… Umurlarında mı günde kaç bin bebeğin, çocuğun ya
da yetişkinin sefalet içinde aç susuz ölmesi? Onlar için 5 kuruş
değeri yok! Silikon Vadisi’nin eşsiz dijital patronlarına
gelince; onlar genele hizmet taşıdıkları için daha fakir ve
dezavantajlı kitlelere iyilik fonları oluşturuyorlar, sonuçta
şirin görünmeleri lazım, çünkü yaşarlarsa hemen hepsi olası
müşterileri… ama nereye kadar?
Hepimizin ezbere bildiği, dünyanın
sosyo-ekonomik uçurumları üstüne patinaj yapacak halimiz yok. Ama
gerçek, insanlık açısından tiksinç. Korona ile kendi kalesinde
tehdit altına giren büyük medeni toplumlar, bu kez panik içinde!
Açlık, susuzluk ve hastanesizlikten ölen milyonlarca insanı
ezelden beri böcek gibi görenler, şimdi insan ırkının nihayet
evrendeki yerini hatırlamışlar! Ne kadar etkileyici, değil mi!
İÇ SİYASİ MEZE OLARAK KORONA
Birkaç gün önce konuşmalarından
birinde Cumhurbaşkanı, “Ülkemiz medya ve siyaset
virüslerinden kurtulacak” çıkışıyla, Korona’ya yine
farklı bir boyut kazandırdı. Böylece 45 gündür pandemi ile
boğuşan Türkiye’de bu dev sağlık savaşının, nasıl anında
yatay geçişle siyasi ortamda rakiplerinin üstüne gitmek için bir
araç olarak kullanılabildiğini gördük. Şaşırdım mı?
Yalan söyleyemem, bu defa ben bile şaşırdım! Yüz binlerin
katili olan Korona virüsün dahi iç siyasete bu kadar kolayca
malzeme yapılabileceğini düşünmemiştim.
Bir de geçen hafta sonu yaşadığımız
baskın sokağa çıkma yasağı konusu var. İçişleri Bakanı’nın
istifası ve bunun “kabul görmeyişi” çok konuşuldu, artık
her zerresi mikroskobik incelemeye alınmış o konuya dönmeyeceğim.
Ama olayın sonucunda “Soylu bu işten karlı çıktı”
yorumlarına bakıyorum da, pes diyorum gerçekten! Bir taşla meğer
kaç hedef vurulmaya çalışılmış! Yüz binlerce vatandaşa virüs
bulaşma tehlikesi yaşatmış bu hatanın gerçek faili, bence Soylu
değildi. Ama onun sorumluluğu üstlenip, istifada alkış alıp,
ardından “göreve iadesi” ve onu takip eden bu yorumlar beni
şoke etti! Bir insan bu gel-git trafiğiyle mi güçlenir? Bu
Orta Doğu satrancı mı oluyor? Bu satrançta biri pelikan, diğeri
benim adını ve kapsama alanını bilmediğim iki vezir mi var?
Bunlar birbirine karşı mı oynuyorlar aynı anda?
UNESCO DİREKTÖRÜ’NÜN MEKTUBU
Geçen hafta size hikayesini anlattığım
gibi, dün yani 15 Nisan, Dünya Sanat Günü’ydü. Her sanatçı,
her kurum elinden geleni yaptı ve on-line kutlamalar bu yıl gerçek
buluşmaların yerine geçti.
Normalde Dünya Sanat Günü haftası
için Türkiye’ye davet etmiş olduğumuz UNESCO Genel Direktörü
Madame Audrey Azoulay, ne yazık ki malum sebeplerden gelemedi. Ancak
kendisiyle yaptığım yazışmaya yanıt olarak, Dünya Başkanı
olduğum UNESCO Resmi Partneri AIAP/IAA için önemli bir yazılı
kutlama metni gönderdi. Bu metin, uluslararası bir politikacının
geçiştirmek üzere kaleme aldığı herhangi bir tebrik metni
değildi. 2,5 sayfalık metin özenle yazılmış, her kelimesi
seçilmiş ve Madame Azoulay tarafından mektubun ulaşacağı yüz
binlerce sanatçının nasıl etkileneceği en doğru ve şeffaf
şekilde hesaplanmıştı.
Bu sene öne çıkardığımız slogan
“En zor zamanlarda sanat nefestir”. Azoulay de aynı
şekilde mektubunda Dünya Sanat Günü’nün, kriz anlarında
sanatçılar ve insanlar arasında ilişkiler “örme” gücüne
sahip olduğunu belirtiyor. Karantina günlerinde, sanatın en özgün
şekilleri ile kimi zaman mizah, kimi zaman kişisel yaratıcı
değerleri öne sürerek paylaşılmasını öneriyor ve UNESCO’nun
bu konudaki #KültürüPaylaşın hashtag’ini hatırlatıyor
(#ShareCulture). UNESCO Genel Direktörü aynı zamanda bu
vesileyle sanata en çok ihtiyaç duyan toplumları da hatırlayarak,
sanat dünyasının seslerinin evrensel ve çok renkli şekillerde
duyulması gerektiğini vurguluyor. Yıllardır sanatın içine
düşürüldüğü Batı tekelinden kurtarmaya çalışan benim
gibiler de, bu cümleleri başka bir mutlulukla okuyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.