24 Nisan 2020 Cuma

MECLİS, “SANATÇI MUSTAFA KEMAL”İN ATÖLYESİYDİ… | Bedri Baykam | 23.04.2020


Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100. kuruluş yıldönümünde Cumhuriyetimiz’in kurucusu Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve kanları, canları, malları pahasına onlara destek olan Anadolu’nun cefakar halkına şükranlarımı sunarak yazıma başlamak istiyorum.

TBMMTürk halkının geleceğine 100 yıldır yön veren meclisimiz, kağıt üstünde teorik olarak değil, ter, kan, gözyaşı ve emeklkurulmuş bir Anadolu mucizesidir. Cumhuriyetimizin arkasında ülkesini kurtarmak için vücudunu siper etmiş sayısız şehidin kanı, aziz hatırası, kaybolan gençlik hayalleri ve bir halka mal olmuş büyük acılar vardır. Ama o acılar “tamamına ermiş”, şehitlerimiz vatan için, inandıkları büyük önderin izinde cesaret ve kararlılıkla ölüme koşmuş ve yaşanan olağandışı sekiz yıllık süreç sonunda, Çanakkale’de evrensel temelleri atılmış olan destan, 29 Ekim’de Ankara’da Cumhuriyet’le taçlanmıştır. Demir ağlarla birbirine sonsuza dek bağlanmış üç önemli tarihimizi biliyorsunuz: Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu 23 Nisan ve Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim...

SANATÇI ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanan toprakları ve emperyalizm tarafından yutulmakta olan geleceğinin kaçınılmaz kaderini gördükten sonra, bu kaosun içinden Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratmakla kalmamış, aynı zamanda ödünsüz devrimleriyle ona çağdaş, laik bir hukuk devleti bünyesinde sağlam bir gelecek çizmiştir.

TBMM, 23 Nisan tarihinden itibaren genç Mustafa Kemal’in büyük hayallerini gerçekleştireceği en sağlam araç olacaktır. Fransız Devrimi’ni araştırdığı o uzun yıllarda, Selanik günlerinde, asker arkadaşlarıyla olan rakı masası sohbetlerinde, hatta Çanakkale Savaşı’nın kimi çok ender dinlence anlarında, aklında hep çağdaş bir ülkenin hayali vardı. Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in önce tüm işleyiş çarkları ve laik hukuk devleti perspektifiyle kafasında inşa ettiği büyük bir “yeni dünya” projesiydi. Samsun’a çıktıktan sonra, Amasya’nın ardından Sivas ve Erzurum Kongrelerini toplayan Büyük Önderin aklında hep “demokrasinin”, yani o yıllarda kullanmayı sevdiği deyimle “serbest münakaşa”nın içinden filizlenip yaşama geçecek, renklenecek, ete kemiğe bürünecek, belki Avrupa’yı hatta tüm dünyayı imrendirecek Cumhuriyet fikri vardı. Laik, demokratik hukuk devleti ve onun barışçıl bir Türkiye’de ve dünyada yaşayacağı ortam… Büyük Önderin hedefleri çok netti: Gençlik yılları boyunca bıkıp usanmadan ürettiği iddialı ve nefes kesen projeler bu hedeflerin hızlı birer skeçi idiyse, 23 Nisan 1920’den itibaren, hedeflediği muhteşem tabloya ulaşmak adına artık en önemli çalışma atölyesi, içinde renkleri, malzemesi, ressam diliyle “boyası” ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ta kendisiydi! Yine bu Meclis, Cumhuriyet’in inşası yolunda büyük dehanın en önemli eseriydi. 19 Mayıs’ta büyük tarihi yolculuğuna çıkarken de, sonuçta aklında askeri zaferlerden bile daha çok, ana hedef olarak, kuracağı yeni Cumhuriyeti yönetmek vardı. Bu kararlılığını en iyi ifade ettiği cümlesi de “Ben 19 Mayıs’ta doğdum” sözleriydi. O devrimci doğum 23 Nisan’ın ilk önemli taşı olurken, Meclis’in rüştünü dünya aleme kanıtlaması, 29 Ekim ve Cumhuriyet’in kurulma anıydı.    

DEMOKRASİYE HAYRAN BİR LİDER
Mustafa Kemal’in demokrasi hayranlığı, yaşamı sürecinde de yoğun olarak deneyimlediği ağır çelme ve muhalefet entrikalarına rağmen hep canlı ve taze kalmıştı. Büyük Önderde, 21. yüzyılda bazı iddialı liderlerimizde gördüğümüz “demokrasi korkusu” yoktu. İkna etmek, tuzaklara karşılığını vermek, kendisine komplo kuranları doğduklarına pişman etmek, utandırmak, onları sözleriyle dahi ezebilmek, onun büyük karizmasıyla kolaylıkla gerçekleştirdiği becerilerdi. Kendi dönemindeki liderlerde ise, demokrasi korkusu değil düşmanlığı vardı! Atatürk, Meclis’te kendine rakip olacak partileri çokseslilik adına çoğaltma çabasında iken, bu esnada dünyadaki isimler Hitler, Mussolini ve Stalin idi! Atatürk’ü ilgilendiren tek adam olarak yağdıracağı emirler değil, 180 derece düşünerek hata yapmamayı başarmak, halkın farklı görüşlerinin Cumhuriyetimize uygun gördüğü ortak aklı yorulmadan aramaktı. Samsun için yola çıkmadan önce İstanbul’da geçirdiği altı aylık süreçte Vahdettin’den Fevzi Çakmak’a, İngiliz gazetecilerden kendi yakın arkadaşlarına, Fethi Okyar’dan Ali Fuat Cebesoy’a, Rauf Orbay’dan sağ kolu İsmet İnönü’ye herkesle görüşmemiş miydi? Mustafa Kemal demek, her şeyden önce “istişare” demekti! İnsanlara, farklı bireylere saygı duyarak onların görüşlerini almaktı. Mustafa Kemal dev 23 Nisan adımını cinsiyet-din-ırk-mezhep ayrımı yapmadan her sesin eşit haklarla yükseldiği, demokrasinin olmazsa olmaz koşullarının yaşama geçtiği ve vatanın Ankara’da atan kalbi olarak gördü.

ÇOCUKLARA EMANET EDİLEN BİR ESER
İnsanların gelip geçici olduğunu bilen Büyük Önder, Cumhuriyetin her şeyden önce bağımsız anti-emperyalist ve milli egemenlik kavramını içselleştirmiş bir gençliğe emanet edilmesini metodik bir yapıya oturtmak istemiştir. Mustafa Kemal kadar tarihsel analiz bilinci gelişmiş, tarihin öğretilerini hazmederek, farklı önderlerin savaş ve barış siyasalarını karşılaştırarak analiz etmiş bir önderin, en büyük eserini yaşama geçirirken geleceğe yönelik yaptığı bu atılımları kendi takım arkadaşları yerine, Cumhuriyet’i bu bilinçle yetişmiş kuşakların coşkulu sevgisine emanet etmesi hiç de sürpriz değil.

Cumhuriyet’in ve onun şiarı olan “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur” cümlesinin üstüne oturduğu yapı, bu kavramı yıpratmaya çalışan onca sağ ve sol lidere rağmen sağlam ve kararlı temeli sayesinde bugün de kalbimizde ve aklımızda yaşamaya devam ediyor.

Atatürk Cumhuriyeti, önderinin geniş bakış açısı ve hümanist idealleri sayesinde, 21. yüzyılda da dünyanın gıpta ile baktığı bir yaşam biçimi ve yönetim modeli sunabilmiş, evrensel barışın, bilim ve sanatın, demokrasinin, eşit vatandaşlık anlayışının korumaya alındığı bir kale olmuştur. Bu yüzyıl boyunca devrimlerinin taşıdığı yaşam tarzı ile siyasi ve ilkesel değerleri kaldıramayan, bunlara karşı üst üste kurnazca veya arsızca saldırıya geçen onca bahtsız gördük. Ancak, bugün 100 yaşını dolduran Meclisimizin simgesi olan Cumhuriyetimiz, onca tuzağa rağmen ulusun kuşaktan kuşağa aktardığı bilinçli direnç ile ayakta durmaktadır ve sonsuza dek durmaya devam edecektir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.