Hayır olamaz.
Olmamalı. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu yönetiminin son yıllarda
çok meraklı olduğu çeşitli milletvekillerini ve partilileri
disipline göndermek, CHP’nin imajına büyük zarar veriyor. Hele
geçen hafta gördüğümüz gibi, konu “Türkçe ezan” olduğu
zaman, yara derinleşiyor. Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının
anlayamadığı konu şu: Türkiye’nin gerçekleri gereğince
bugün ezanın yalnız Arapça okunması gerektiğine inanabilirler.
Öztürk Yılmaz’ın görüşlerine tamamen karşı çıkabilirler.
Ama farklı bir görüş savunuyor diye kendisini disipline
yollamanın elle tutulur, sosyal demokrat bir partiye yakışan
hiçbir yönü yoktur. Daha da ötesi, bu tavır günümüz
gençliğine tamamen ters düştüğü gibi, ayrıca CHP’nin
kuruluş felsefesine ve Atatürk’ün Türkiyesi’ne de
yakışmamaktadır. Konu burada, Kılıçdaroğlu CHP’sinde
Atatürk’ün uygulamalarının ağıza alınmasının bile artık
“ihraç sebebi” haline getirilmek istenmesidir. Konu, AKP’den
hemen yaldızlı bir “aferin” alan, Öztürk Yılmaz’ın ihraç
girişimini çok aşmaktadır! Hani son günlerde Atatürk’e
saldıran meczuplar artıyor ya? Kusura bakmayın ama, Atatürk’ün
en temel fikirlerine karşı uygulamaya konulan bu anti-demokrat cadı
avı, iki sapığın çekiçle onun heykellerine saldırılar
yapmasından kat be kat daha ağır bir yara açıyor içimde!
CHP’nin yönetimi, günümüz Türkiyesi’ndeki siyasi nabza uymak
için kendini kesinlikle Arapça ezandan yana gösterebilir. Ama bu
konuda “ihraç” mekanizmasını çalıştırmak, Cumhuriyeti
kuran Atatürk iradesini kırmızı çizgilere alarak, geçmişiyle
beraber yok etmeye kalkışmaktır. 22 Ocak 1932 ve 16 Haziran
1950 arasında uygulanan Türkçe ezan, daha sonra faşist
tavırlarıyla gerçek rengini belli eden DP tarafından
kaldırılmıştır. Kaldı ki onlar bile Türkçe ezanı
yasaklamamışlar, ancak “ezanın Arapça söylenmesine
getirilen yasağın kaldırılması” konusunda bir karar
almışlardır. Ayrıca her gün değişik vesilelerle demokrasi ve
ifade özgürlüğünün öneminden söz eden bir partinin,
“insanların namaza kendi anlayacakları dilde davet edilmesini”
isteyen bir görüşe karşı bu kadar radikal bir cezai
yaptırımla yaklaşması, kara mizah gibidir! Ali Sirmen ve Rahmi
Turan gibi sol-Atatürkçü yazarların da karşı çıktığı bu
yaklaşım, CHP’nin hiç hak etmediği şekilde yasakçı,
geçmişini inkar eden bir parti olarak belirmesine neden olacaktır.
CHP tabanının böyle hassas bir konuda katı ötesi ve cezacı bir
yaklaşıma destek vermeyecekleri kesindir. Umarım YDK, olayların
bu tatsız boyutlara varmasına engel olur.
“MÜSLÜM” FİLMİ ÖNYARGILARI
EZİP GEÇİYOR!
Geçen hafta sonu “Müslüm”
filmine gittik. Gerçekten çok tebrik ediyorum yönetmenleri, yani
Ketche ve Can Ulkay’ı. Ulkay’ın daha önce o şaheser “Ayla”
filmini de izlemiştim. Her ikisi de birbirinden daha iyi kotarılmış
iki proje. “İki yönetmen aynı filmi nasıl çeker?”
sorusunun yanıtını ben kendim bizzat yaşayarak vermiş bir
insanım.
Müslüm Gürses, yaşamının son
dönemine kadar, entellektüel çevrelerde fazla prim yapamamış bir
arabesk müzik şarkıcısıydı. Yansıttığı imaj, onun için
yanıp tutuşan, İstanbul varoşlarından veya yurdun dört bir
yanından gelen ve birçoğu kendini jiletleyen gençlerin katıldığı
konserler, yanık bir ses, röportajların yansıttığı “çok
dramatik bir geçmiş” olgusu ve sonuçta genellikle aydınların
büyük kısmının biraz dudak büktüğü bir profildi. İşte
“Müslüm” filmi, bütün bu varsayım ve önyargıları,
dinamitlercesine yok ediyor. Filmin başından itibaren kendimizi o
ufacık çocuğun, “Müslüm Akbaş”ın yerine hemen koyuyoruz ve
dünyayı onun korkuları, heyecanları ve umutlarıyla görmeye
başlıyoruz. Bu yönetmenlerin ve o küçük aktör Şahin
Kendirci’nin başarısı. Ardından filmin derinliklerine
çekiliyoruz. Kıskançlık ve şiddet üstüne beyni kurgulu bir
baba, fedakar bir anne, kan dolu sahneler... Size filmin akışını
fazla anlatmadan, “Müslüm”ü hissettirmeye çalışmanın
zorluğunu yaşıyorum. Güneyin en zor şartlarında var olmaya
çalışan gencecik insanları, onların rüyaları, mücadeleleri,
aşkları nasıl göğüslediklerini aktaran mükemmel bir kurgu ve
birbiriyle rekabete giren çarpıcı sahneler... Ve eşim Sibel’i
ağlatan, Timuçin Esen’in “Müslüm Baba” performansına
Muhterem Nur rolünü mükemmel oynayarak harika bir şekilde eşlik
eden, eski öğrencim Zerrin Tekindor... Bana daha fazla
anlattırmayın, görmediyseniz hemen gidin bu hafta sonu! (Sevgili
yönetmenler, ben o şehrin üstünde süzülen görkemli kuşun
şehrin üstünden uçuş sahnesini 4 saniye uzatırdım, bir de
filmin sonunda, kredilerin okunmasını zorlaştıran akış hızını
yavaşlatırdım.)
İSMET KÜNTAY ÖDÜLLERİ VE “İSMET
ABİ”...
Tiyatromuzda sağlam bir gelenek
oluşturan “İsmet Küntay Ödülleri” geçen hafta Büyük
Kulüp’te, çok nezih bir topluluğun katıldığı törenle
dağıtıldı. Sağolsunlar, organizasyon komitesi bu sene yine bir
ödülü de benim vermemi istedi ve bir konuşma da yaptım. O
törende beraber oturup geceyi alkışlara boğduğumuz insanlar
arasında, sevgili Müjdat Gezen, İlker Başbuğ, Tamer Levent,
Hıfzı Topuz, Ayşe Emel Mesci gibi efsaneler vardı.
Ama o gecenin ve ödüllerin güzel
hikayelerinin ötesinde bir şeyler anlatmak istiyorum... Rahmetli
İsmet Küntay, benim için öz amcam kadar yakındı. Ergenlik
yıllarımın sayısız hafta sonunu İsmet Abi’yle ve değerli eşi
Nadide Teyze’yle beraber geçirme fırsatım oldu, sevgili ablam
Hülya ile hafızalarımızda en güzel şekilde yer eden büyülü
günlerdi. İsmet ve Nadide Küntay’la aile dostuyduk. Kendisinden
babamla olduğu gibi Cumhuriyet değerlerini, solculuğu ve ayrıca
önemli yazarların kimliğini, Gogol’u, Kafka’yı, Nazım
Hikmet’i dinleme şansım oldu. Beraber balığa çıkardık,
Nadide Teyze’nin mükemmel köftelerini yer, futbol sohbetleri
yapar, ardından Dalyan’daki efsanevi Pazar Maçları’nı
izlerdik. Bugün Türk tiyatro ortamı için İsmet Küntay ödülleri
çok değerli, geleneksel ve itibarlı sanatsal nişan anlamını
taşıyor. Benim için ise İsmet Abi, bana sırt üstü yüzmeyi,
kütüphane oluşturmayı öğreten en yakınım, daha nasıl
anlatayım? Bu ödüllerin uzun soluklu başarısında, başta iki
sene önce kaybettiğimiz değerli eşi Nadide Küntay’ın ve başlı
başına bir kültür efsanesi olan sevgili Hayati Asilyazıcı’nın
sonsuz emeği var. Kaç genç tiyatrocuyu, sahne insanını, sahne
arkası emekçisini onurlandırmayı başardılar; bu büyük bir
performans, gerçekten bravo! O duygulandırıcı gecede, Hıfzı
Topuz, Zuhal Olcay, ODTÜ Müzikal Topluluğu, BKM Tiyatro, Hüseyin
Köroğlu, Okday Korunan, Gülsüm Soydan, Tiyatral Mardin Topluluğu,
Pervin Bağdat, Tiyatro Sahnekarlar, Özdemir Nutku, Mustafa Şen,
Eren Aysan, Mustafa Bal, Bakırköy Belediye Tiyatroları, KATS Sahne
Sanat ve Eğlence Merkezi, Medina Yavuz Almaç, Alper Maral,
Behlüldane Tor ve Kamil Kellecioğlu ödülleri paylaştılar.
Küntay ailesine ve Jüri Başkanı sevgili Asilyazıcı’ya ne
kadar teşekkür etsek azdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.