25 Ekim 2018 Perşembe

MHP-AKP İTTİFAKI “ESSAHTAN” ÇATLAYABİLİR Mİ? | Bedri Baykam | 23.10.2018



Grup toplantısında ne patlama oldu ama! İşin traji-komedisi, Bahçeli aynı toplantıda kalkıp “kimse niyetlenmesin, biz milletimin ittifakına sonuna kadar bağlıyız” demeci verse, aynı alkış tufanı yine kopardı! Aslında bana sorsanız, 59 ayrı sebep oluştu bu beraberliğin bitmesi için: İlk anda aklımıza gelen sıcak konular Brunson’un salıverilmesi ve yurt dışı yasağının kaldırılması, fındık fiyatları konusundaki ağır çatlak, Katar’dan kabul edilen ne idüğü belirsiz sözde hediye uçak, Erdoğan’ın muhalefetin baskılarını kabul edip Mc Kinsey gafından geri adım atması, andımız konusunda AKP ve Erdoğan’ın Danıştay kararına gösterdiği aşırı direnç ve tepki, “AF” yasa taslağı konusunda ana konuya inmeden, olayın “uyuşturucu terörüne bu yasayla geçit verip vermemek” konusundaki tartışmada tıkanması gibi başlıklardı.
Bütün bunları üst üste eklediğinizde, ittifak çatlağı hakkında “gecikmiş bile!” diyebilirsiniz!
Amaaaa... Bahçeli bu büyük tavrı koyduktan hemen sonra, her iki taraf da birden “ittifak devam ediyor da, hani yerel seçimde yok” söylemine gerileyiverdi. Erdoğan açısından bu anlaşılır bir duruş. MHP desteği, elinin tersiyle itebileceği bir ortaklık değil. Unutmayalım ki, onlardan seçimlerde ve referandumda gelen desteklerle bu rejim dönüşüp saray sefası başlayabildi! Gerçekten de MHP’nin AKP ortaklığı biterse, ortaya hangi siyasi tablonun çıkabileceği birçok yönlü bulmaca olur! Bu riski, her iki taraf da pek istemez bence! Çünkü bu hesaplı değil, kontrolsüz güç olur. Dolayısıyla Erdoğan’ın “herkes kendi yoluna!” sözleri, özellikle parlamentoda kolay kolay yaşama geçemez.

KAŞIKÇI OLAYI VE YOBAZLARIN KÜÇÜK BEYİNLERİ...
Ne yazık ki üç haftadır dediğimiz her şey, kabus gibi gerçekleşti. Suudi Arabistan, bu dünyanın güvenilir bir hukuk devleti ile hiçbir ilgisi olmadığını (!) tekrar kanıtladı. İşin doğrusu, bu işin bu şekilde dünyada büyüyebileceğini hiç düşünmemişlerdi ve hatta bunun gerekçesini hala anlamadılar! Mantıklarına göre “altı üstü bir adam” temizlediler, hepsi bu! Aradan 16 gün geçtikten sonra cinayetin kılıfını uydurmaya çalışan Suudiler, konuştukça battılar: Kral ve Prens’i aklamak için uydurdukları o ilkokul çocuklarını kandıramayacak masal, artık tam bir turnusol kağıdı görevi üstlenecek; kimin bu fıkraya inandığını ve kimin “kral çıplaaaak!” diye bağırdığını dünya görecek... Masal, şimdiden Trump’ı mutlu etmeye yetti! Suudilerin yaptıkları palavra açıklamaya mesela Amerika’da Trump’tan başka inanan çıkacak mı!? Buna inanmış görünen siyasiyi, üç kuruş beyni olan hiçbir aydın hiçbir “insan” affetmez!
Bizim Cumhurbaşkanlığı sözcümüz de hemen “Suudilerle aramızı bozmak istemediğimizi” gündeme getirdi. Acaba dünya Suudilere şu soruları soracak mı? “Madem Kaşıkçı sizin konsoloslukta öldürüldü, neden 16 gündür bundan kimseye bahsetmediniz? Sizin, ülkeler arası seyahat ederek tesadüfen aynı gün oraya gelen önemli gazetecileri kendi kararlarıyla öldürme hakkına sahip, kendi başına buyruk bir timiniz mi var? ‘Cesedi yerel bir işbirlikçiye vermek’ ne demek? Siz demek ki mafya devleti olduğunuzu baştan kabul ediyorsunuz. Her ülkede toplam kaç işbirlikçiniz var?”
Yobaz beyin, her yerde yobaz beyindir. Muhakeme gücü azdır. Mantıkla şekillenmez. Yasalara, barışa, insan haklarına inanmaz. Kendi çıkarları için yalan da söyler, yılanken melek kılığına da girer, insanları kandırır, takiyye yapar...
Fetöcülerle, şu utanılası kaçış açıklamalarını yapan bu devlet arasında büyük benzerlikler yok mu? Her ikisi de gözünü kırpmadan, kendinden olmayan insanı yok edebiliyor, insan mantığıyla alay edercesine yasadışı, alçak operasyonlara girişiyor. Biri gecenin saat 22.00’sinde Boğaz Köprüsü kapatarak darbe başlatabileceğini sanıyor, sonra sokağa çıkan darbe karşıtı masum insanları yok etmeye girişiyor; diğeri, iki saat önce vahşice öldürdüğü gazetecinin kıyafetlerini giydirdiği bir şaklabanı sokağa salıp “Bakın işte bizim konsolosluktan çıkış yapmış” palavrasını dünyaya inandırabileceğini sanıyor! Aynen her noktanın artık mobese kameralarıyla izlendiğini unutan ve her akşam ana haberlerin palyaçosu olan amatör hırsızlar gibi! Yobazlardaki bu gelişememiş beyin ve saldırganlık, özellikle genç kızlarımızı “senin içindeki cinleri çıkaracağım”, “artık hasta olmayacaksın” gibi yalanlarla ağına düşüren veya kameralar önünde Cumhuriyet’in kurucusuna saldıran seviyesiz, maneviyat dolandırıcısı sefillikle ortaya çıkıyor.
Konumuz artık, katillerin Kaşıkçı olayına takındıkları kılıfların bayağılığı değil. Bu yasal kılıflı terör örgütünü, hangi devletlerin koruduğu ve suçlarını görmezden gelebilmeyi midesine ve onuruna yedirebildiği...

ARA GÜLER BABİL’DEN SONRA DA YAŞAYACAK...
Türkiye Ara Güler’in kaybı ile sarsıldı. Cenazesine katılabildim, bir gün sonra Çin’e gittiğim için kaçırmaktan korkmuştum. Duygusal, samimi ve bir sanatçı için görkemli bir buluşmaydı. Gerek Ara Güler, gerek cenazesi hakkında her şey söylendi. Buna rağmen birkaç noktayı vurgulamak istiyorum: Bundan yalnız iki ay önce Bomonti’de Ara Güler Müzesi açılmıştı. 90 yaşındaki usta fotoğrafçı, sürekli “Ben bir foto muhabiriyim” diyerek kendisine karşı mütevazi bir yaklaşıma girse de, Ara Güler, uzun ömrü boyunca çektiği tüm görselleri -yani eski deyimlerle kontakları, diaları- eski Leica’sı kadar sevmese bile dijitallerle yaptığı çekimleri, hepsini özenle biriktirdi, korudu. İşte onların güçlü bir müzeyle geleceğe doğru açıldığını görebilmesi, eminim hayatının en mutlu anlarından biriydi. 
Sanatçıların en büyük sorunudur bu, “Benden sonra eserlerimin akıbeti ne olacak?” Özellikle yaşamla sürdürülen büyük kapışmanın “grande finale” dönemi yaklaşırken, bu koca kuşku çıkmaya başlar ortaya... Her büyük sanatçının bir rüyası, bir umudu ve kaygısıdır bu! Bunu laf gelişi değil, birinci elden, konunun içinden biliyorum. O gün Ara Güler için hissettiğim mutluluk ve keyif, o yüzden emsalsizdir. 
Ara Güler için söyleyebileceğim bir diğer konu, fotoğrafları nedeniyle biraz kim vurduya giden yazarlığıdır. Örneğin en son Aras Yayıncılık’tan çıkan “Babil’den Sonra Yaşayacağız” başlıklı kısa hikayeleri içinden, aynı ismi taşıyan metin, müzede de bir duvarı boydan boya kaplıyordu ve inanılmaz derecede etkiliydi: “Merhaba. Ben uzun boylu denizci. Tanıdığınız uzun boylu denizci. Doğuştan Hint-Avrupalı, Ari veya Sami ırklarına mensubum. Sarışınım, beyazım, Habeşim, karayım. Grönland, Kop, Adisababa, Bombay, Sulukule, Sidney, Leningrad, New York, Kanada veya Nagazaki’de doğdum...” diye başlayıp devam eden o müthiş kitabı bugün hemen alın ve okuyun. Kilisede yankılanan cümlenin dediği gibi, “küçük insanların muhteşem yaşamından” o müstesna kareleri, basit ve firara hazır anları çaktırmadan zapt ederek çıkaran gözün, diline ve kalemine de nasıl hakim olduğunu bizzat yaşayın! Mekanın cennet olsun...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.