Grup
toplantısında ne patlama oldu ama! İşin traji-komedisi, Bahçeli
aynı toplantıda kalkıp
“kimse niyetlenmesin, biz milletimin ittifakına sonuna kadar
bağlıyız” demeci
verse, aynı alkış tufanı yine kopardı! Aslında bana sorsanız,
59 ayrı sebep oluştu bu beraberliğin bitmesi için: İlk anda
aklımıza gelen sıcak konular Brunson’un salıverilmesi ve yurt
dışı yasağının kaldırılması, fındık fiyatları konusundaki
ağır çatlak, Katar’dan kabul edilen ne idüğü belirsiz sözde
hediye uçak, Erdoğan’ın muhalefetin baskılarını kabul edip Mc
Kinsey gafından geri adım atması, andımız konusunda AKP ve
Erdoğan’ın Danıştay kararına gösterdiği aşırı direnç ve
tepki, “AF” yasa taslağı konusunda ana konuya inmeden, olayın
“uyuşturucu
terörüne bu yasayla geçit verip vermemek”
konusundaki tartışmada tıkanması gibi başlıklardı.
Bütün
bunları üst üste eklediğinizde, ittifak çatlağı hakkında
“gecikmiş
bile!”
diyebilirsiniz!
Amaaaa...
Bahçeli bu büyük tavrı koyduktan hemen sonra, her iki taraf da
birden “ittifak
devam ediyor da, hani yerel seçimde yok”
söylemine gerileyiverdi. Erdoğan açısından bu anlaşılır bir
duruş. MHP desteği, elinin tersiyle itebileceği bir ortaklık
değil. Unutmayalım
ki, onlardan seçimlerde ve referandumda gelen desteklerle bu rejim
dönüşüp saray sefası başlayabildi! Gerçekten de MHP’nin AKP
ortaklığı biterse, ortaya hangi siyasi tablonun çıkabileceği
birçok yönlü bulmaca olur!
Bu riski, her iki taraf da pek istemez bence! Çünkü bu hesaplı
değil, kontrolsüz güç olur. Dolayısıyla Erdoğan’ın “herkes
kendi yoluna!” sözleri,
özellikle parlamentoda kolay kolay yaşama geçemez.
KAŞIKÇI
OLAYI VE YOBAZLARIN KÜÇÜK BEYİNLERİ...
Ne
yazık ki üç haftadır dediğimiz her şey, kabus gibi gerçekleşti.
Suudi Arabistan, bu dünyanın güvenilir bir hukuk devleti ile
hiçbir ilgisi olmadığını (!) tekrar kanıtladı. İşin doğrusu,
bu işin bu şekilde dünyada büyüyebileceğini hiç
düşünmemişlerdi ve hatta bunun gerekçesini hala anlamadılar!
Mantıklarına göre “altı
üstü bir adam”
temizlediler, hepsi bu! Aradan 16 gün geçtikten sonra cinayetin
kılıfını uydurmaya çalışan Suudiler, konuştukça battılar:
Kral
ve Prens’i aklamak için uydurdukları o ilkokul çocuklarını
kandıramayacak masal, artık tam bir turnusol kağıdı görevi
üstlenecek; kimin bu fıkraya inandığını ve kimin “kral
çıplaaaak!” diye bağırdığını dünya görecek... Masal,
şimdiden Trump’ı mutlu etmeye yetti!
Suudilerin yaptıkları palavra açıklamaya mesela Amerika’da
Trump’tan başka inanan çıkacak mı!? Buna inanmış görünen
siyasiyi, üç kuruş beyni olan hiçbir aydın hiçbir “insan”
affetmez!
Bizim
Cumhurbaşkanlığı sözcümüz de hemen
“Suudilerle aramızı bozmak istemediğimizi” gündeme
getirdi. Acaba dünya Suudilere şu soruları soracak mı? “Madem
Kaşıkçı sizin konsoloslukta öldürüldü, neden 16 gündür
bundan kimseye bahsetmediniz? Sizin, ülkeler arası seyahat ederek
tesadüfen aynı gün oraya gelen önemli gazetecileri kendi
kararlarıyla öldürme hakkına sahip, kendi başına buyruk bir
timiniz mi var? ‘Cesedi yerel bir işbirlikçiye vermek’ ne
demek? Siz demek ki mafya devleti olduğunuzu baştan kabul
ediyorsunuz. Her ülkede toplam kaç işbirlikçiniz var?”
Yobaz
beyin, her yerde yobaz beyindir. Muhakeme gücü azdır. Mantıkla
şekillenmez. Yasalara, barışa, insan haklarına inanmaz. Kendi
çıkarları için yalan da söyler, yılanken melek kılığına da
girer, insanları kandırır, takiyye yapar...
Fetöcülerle,
şu utanılası kaçış açıklamalarını yapan bu devlet arasında
büyük benzerlikler yok mu? Her ikisi de gözünü kırpmadan,
kendinden olmayan insanı yok edebiliyor, insan mantığıyla alay
edercesine yasadışı, alçak operasyonlara girişiyor. Biri gecenin
saat 22.00’sinde Boğaz Köprüsü kapatarak darbe
başlatabileceğini sanıyor, sonra sokağa çıkan darbe karşıtı
masum insanları yok etmeye girişiyor; diğeri, iki saat önce
vahşice öldürdüğü gazetecinin kıyafetlerini giydirdiği bir
şaklabanı sokağa salıp “Bakın
işte bizim konsolosluktan çıkış yapmış”
palavrasını dünyaya inandırabileceğini sanıyor! Aynen her
noktanın artık mobese kameralarıyla izlendiğini unutan ve her
akşam ana haberlerin palyaçosu olan amatör hırsızlar gibi!
Yobazlardaki bu gelişememiş beyin ve saldırganlık, özellikle
genç kızlarımızı “senin
içindeki cinleri çıkaracağım”,
“artık
hasta olmayacaksın”
gibi yalanlarla ağına düşüren veya kameralar önünde
Cumhuriyet’in kurucusuna saldıran seviyesiz, maneviyat
dolandırıcısı sefillikle ortaya çıkıyor.
Konumuz
artık, katillerin Kaşıkçı olayına takındıkları kılıfların
bayağılığı değil. Bu yasal kılıflı terör örgütünü,
hangi devletlerin koruduğu ve suçlarını görmezden gelebilmeyi
midesine ve onuruna yedirebildiği...
Türkiye
Ara Güler’in kaybı ile sarsıldı. Cenazesine katılabildim, bir
gün sonra Çin’e gittiğim için kaçırmaktan korkmuştum.
Duygusal, samimi ve bir sanatçı için görkemli bir buluşmaydı.
Gerek Ara Güler, gerek cenazesi hakkında her şey söylendi. Buna
rağmen birkaç noktayı vurgulamak istiyorum: Bundan yalnız iki ay
önce Bomonti’de Ara Güler Müzesi açılmıştı. 90 yaşındaki
usta fotoğrafçı, sürekli “Ben
bir foto muhabiriyim”
diyerek kendisine karşı mütevazi bir yaklaşıma girse de, Ara
Güler, uzun ömrü boyunca çektiği tüm görselleri -yani eski
deyimlerle kontakları, diaları- eski Leica’sı kadar sevmese bile
dijitallerle yaptığı çekimleri, hepsini özenle biriktirdi,
korudu. İşte onların güçlü bir müzeyle geleceğe doğru
açıldığını görebilmesi, eminim hayatının en mutlu anlarından
biriydi.
Sanatçıların
en büyük sorunudur bu, “Benden
sonra eserlerimin akıbeti ne olacak?”
Özellikle yaşamla sürdürülen büyük kapışmanın “grande
finale”
dönemi yaklaşırken, bu koca kuşku çıkmaya başlar ortaya... Her
büyük sanatçının bir rüyası, bir umudu ve kaygısıdır bu!
Bunu laf gelişi değil, birinci elden, konunun içinden biliyorum. O
gün Ara Güler için hissettiğim mutluluk ve keyif, o yüzden
emsalsizdir.
Ara
Güler için söyleyebileceğim bir diğer konu, fotoğrafları
nedeniyle biraz kim vurduya giden yazarlığıdır. Örneğin en son
Aras Yayıncılık’tan çıkan “Babil’den
Sonra Yaşayacağız”
başlıklı kısa hikayeleri içinden, aynı ismi taşıyan metin,
müzede de bir duvarı boydan boya kaplıyordu ve inanılmaz derecede
etkiliydi: “Merhaba.
Ben uzun boylu denizci. Tanıdığınız uzun boylu denizci. Doğuştan
Hint-Avrupalı, Ari veya Sami ırklarına mensubum. Sarışınım,
beyazım, Habeşim, karayım. Grönland, Kop, Adisababa, Bombay,
Sulukule, Sidney, Leningrad, New York, Kanada veya Nagazaki’de
doğdum...”
diye başlayıp devam eden o müthiş kitabı bugün hemen alın ve
okuyun. Kilisede yankılanan cümlenin dediği gibi, “küçük
insanların muhteşem yaşamından”
o müstesna kareleri, basit ve firara hazır anları çaktırmadan
zapt ederek çıkaran gözün, diline ve kalemine de nasıl hakim
olduğunu bizzat yaşayın! Mekanın cennet olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.