Bazı
yapay rüzgarlar bizi ayıralı neredeyse 4 yıl geçti. Bana çok
uzun gelen dört yıl... 1987’de New York Modern Sanat Müzesi
koleksiyonunun bir analizi üzerinden 6 günlük bir dizi ile
başladığım Cumhuriyet yazılarımı, 27 yıl geçtikten sonra Can
Dündar bir telefonla durdurmuştu. Cumhuriyet’i yöneten ve
sütunlarını oluşturan insanların çoğu, çelişkili bahanelerle
uzaklaştırıldı gazetelerinden. Atatürkçü devrimci felsefe ve
çağdaş Kemalist bakışı temsil eden aydınların gazetesi olan
Cumhuriyet’i içeriden fethederek dönüştürmeye çalışmak,
kendilerini “demokrasinin
Türkiye sorumluları” olarak
pazarlayanların seçtikleri yol oldu. Demokrasilerde, yasalar
çerçevesinde tabii ki her görüşten gazete çıkarılabilir. Ama
insan bunu mertçe yapar. Son 25 yılda Yeni Yüzyıl, Radikal, Taraf
gibi gazeteler de çıkmıştır. Tabii ki herkes Kemalist olmaya
mecbur değildir. Ama hiç kimse de, demokrasi kılıfına bürünerek
ülkenin en önemli Atatürkçü yayınını ideolojik bazda
“çaktırmadan” dönüştürme operasyonuna girişip, ardından
bu çaba terse dönünce “demokrasi
kurbanı” rolüne
soyunamaz. “Liberal-demokrat” veya “liberal-batıcı” veya 2.
Cumhuriyetçi, hatta “yetmez ama evetçi” yazarlar da bu ülkede
kendilerini ifade etmek istiyorlarsa, özgürdürler. Ama entrikalar
ile bunu gerçekleştirecekleri yer, Cumhuriyet olamaz. Bunu denemek
bile etik değildir. “Ben
referandumda ‘yetmez
ama evet’ demedim,
yalnız ‘evet’
dedim” şeklinde
kendini savunanları (!) gazeteye çekerek Can Dündar’ı başa
getirenlere gelince: İnsaf! Bu gazete Latin alfabesiyle yayına
geçtiğinden beri her sayısını arşivde okumuş biri olarak şunu
söyleyebilirim: Benim
Japonya ekonomisinin denetimi ile ne kadar ilgim varsa, Can Dündar’ın
da bu gazetenin ideolojisiyle o kadar ilgisi olabilirdi! O
operasyonla bizleri yuvamızdan atanlar, şimdilerde mağduru
oynadıklarında komik oluyorlar.
Bugün
ise, 2010 Referandumu’nda iktidara verdikleri destekle tek adam
rejiminin altyapısını hazırlayanlar, bildiğiniz gibi yurt
dışında, Cumhuriyet’i bugün yeniden yöneten kadronun “aşırı
milliyetçi-hükümeti eleştirmeyi bile bilmeyen”,
neredeyse “faşist” olduğu iftiralarını yayıyorlar.
Fransa’da,
Almanya’da bu yalanları yönelttikleri siyasiler ve medya
mensupları, bu gazetenin yine en tutarlı ve sert muhalefeti yaptığı
yayınları tercüme ettirip gerçeği görseler, o zaman hiç
utanmayacak mı o iftiracılar?
Son
olarak, verdiği büyük adalet mücadelesinden ötürü Alev Çoşkun
ağabeyime sonsuz teşekkürler... Ne mutlu bana ki gazeteme, sizlere
kavuştum!
OdaTv’ye
TEŞEKKÜR
Son
dört yıldır zaten merkez medya kanallarında ismim yasaklıydı!
Bu antidemokratik saldırı furyası içinde düşüncelerimi yaymaya
devam etmemi OdaTv sağladı. Can Dündar ve Atalay’ın
yürüttükleri infazın hemen ardından bana sütunlarını
açtıkları ve yaramı kapatmak için her şeyi yaptıkları için
onlara ne kadar teşekkür etsem azdır. “Son
yıllarda bu adam ne yaptı?”
diye merak edenleriniz varsa, OdaTv sitesine bakabilir. Soner
Yalçın’a, Barış Pehlivan’a ve Barış Terkoğlu’na, bana
verdikleri özgür alanın ötesinde, bu ülkede dürüst
gazeteciliğe ve aydınlanmacı demokrasiye verdikleri destekten
dolayı sonsuz müteşekkirim.
Kalbimin bir bölümü hep onlarla atacak ve OdaTv’de de yazılarıma
arada devam edeceğim. Her birinizi ve tüm emekçilerinizi sevgi ve
dayanışma duygularımla kucaklıyorum.
MANCHESTER
ZAFERİ VE FENERBAHÇE FORMASININ AĞIRLIĞI
Fenerbahçe,
hem zaafım, hem gücüm. İki gün önce, Manchester City zaferinin
tam 50. yılıydı. Aynı zamanda Baykam ailesi olarak Ankara’dan
İstanbul’a taşınmamızın da 50. yılıydı. İkisini beraber
kutladık. 2 Ekim 1968 Çarşamba gecesi İnönü Stadı’na çıkan
kadrodan herkesi andık; Can Bartu, Ogün Altıparmak, Yavuz Şimşek,
Fuat Saner, Ziya Şengül, Selim Soydan ve Şükrü Birant’la
konuşabildim. Diğer isimlere ulaşamadım. Fenerbahçe formasının
değeri, Manchester-Bordeaux zaferinden, Harrington Kupası ve Zeki
Rıza Sporel’lerden, Can Bartu’lardan, Lefter’lerden,
Cemil’lerden, Serkan Acar’lardan, Alex’lerden, Aziz
Pierre’lerden ve daha nicelerinden geliyor. Sevgili Başkan Ali
Koç, cesaretle taraftarın arasına dalıp kimi futbolcuların o
formanın ağırlığını anlayamadıklarından şikayet etti. İyi
de 3 gün önce Meksika, Brezilya veya Fas’tan gelen oyuncular,
bunu hemen algılayabilir mi? Belki de bu ağırlığı
hissedemeyenler arasında yeni yabancı teknik kadro da var! Çünkü
kanı sarı-lacivert akanların hepsi ya satıldı, ya da kadro dışı!
Umarım en başta Volkan ve Valbuena’ya, hatta Ekici’ye uygulanan
ambargoların kalkacağı bilgileri doğrudur, bugünkü Spartak
maçında göreceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.