Sabahın ilk saatlerinde Hillary Clinton-Donald Trump arasındaki canlı yayın kapışmasını izledim. Özlemişim. Program 04.00 ile 05.40 arasında sürdü. Soruları yönelten NBC anchorman’iydi. Yeni kuşak bilmez... Eskiden Türkiye’de de rakiplerinin karşısına çıkmaktan korkmayan liderler vardı. Mesela televizyon seçim tartışmalarında Turgut Özal’ı, Erdal İnönü’yü, Süleyman Demirel’i, Erbakan'ı, Türkeş'i, Mesut Yılmaz’ı, Bülent Ecevit’i, Doğu Perinçek’i görmek mümkündü. Kimse lafını esirgemez ama medenice, demokratik platforma uygun, yoğun tartışmalar yapılırdı. Seçimlerin gidişatını, oyların yükseliş ve düşüşlerini de bu tartışmalar oldukça etkiledi. Bu açık münazaralardan sonra 21. yüzyıla geçtik ve Tayyip Bey geldi. Geliş o geliş! Onların Allah’tan başka hesap verecek kimseleri olmadığı için (!) Tayyip Bey ve AKP’li diğer liderler bildiğiniz gibi tüm tartışmalara ve halk önündeki hesaplaşmalara katılmaktan imtina ettiler. Bırakın bu açık tartışmalara katılmayı, muhalif gazetecilerin bile önüne çıkmama yeminleri var sanki... Neyse bunlar bildiğiniz şeyler, biz şimdi kendine has bir demokrasinin yaşandığı Amerika’ya dönelim.
Ortam gayet medeni, salona alınan
yakınlar, gazeteciler, siyasiler son derece ölçülüydü.
Hillary Clinton, sade şık bir kırmızı elbise
giymişti. Donald Trump ise koyu takım elbisesinin içine aynı
sadelikte mavi bir kravat takmıştı. Hillary, on gün kadar
önce dünyayı şaşkına çeviren baygınlık geçirme, yürüyememe sendromlarını artık
iyice geride bıraktığını kanıtlamak istercesine güler yüzlü ve zinde görünmek
çabasındaydı. Sonuçta Hillary, Amerikan ve dünya kamu
oyununun Trump’tan çok daha iyi tanıdığı bir
isimdi. Dolayısıyla Trump’ın yapacağı etki daha merakla
beklenen bir konuydu.
MAÇ ORTA SERTLİKTE EKONOMİ ÜZERİNDEN BAŞLADI...
Hillary söze “iş
imkanı yaratmak için geleceğe yatırım” maddesinden girdi. “Donald seninle burada olmak güzel birşey”
diye hoş bir giriş yaptıktan sonra, iş imkanlarını genişletmek ve kadınlara
eşit para kazandırmaktan söz etti. Trump buna karşı neden
bu kadar şirket ve iş imkanının ABD’yi terk ettiğini sordu. İş
dünyasında vergileri dramatik ölçülerde düşüreceğini vurguladıktan
sonra söz alan Hillary, Trump’ın iş hayatına babasından aldığı 14
milyon dolarla giriş yaptığını, hep zenginleri korumayı düşündüğünü söyledi.
Kendi babasının ise sade bir kumaşçılık/perdecilik işi yapan
küçük bir şirket sahibi olarak, diğer geniş Amerika’yı temsil ettiğini öne
çıkardı. Bu noktalarda, özel yaşam silahları çıkmaya başlayınca, ortam
bazen gerildi. Trump nasıl olup da
ABD’de Meksikalılar’ın vergi ödemediğini
ancak Amerikalılar’ın %16 vergi ödediğini sordu. “Hillary ve ekibi onca zamandır iktidarda,
neden bu konularda hiçbirşey yapmadılar?” suçlaması, hemen ardından geldi. Hillary,
8 yıl önce yaşanan büyük krizi hatırlattı: “Benim işim yeni iş sahaları açmak ve ben bu ülkenin
enerjisine güveniyorum” dedi. Trump’ın buna cevabı netti: “yıllardır buralardasın, bu ekonomik
çözümlerden neden yalnız şimdi söz ediyorsun? Ayrıca senin her tarafın
düzenlemeler ve kanunlarla dolu”. Clinton’ın buna cevap
olarak, zenginlerin daha çok vergi ödemesi gereğinden söz
edince, Trump “bırakın
da ülkeyi ilk defa parayı tanıyan, para kullanmayı bilen birisi
yönetsin” diyerek karşılık verdi ve bunun ardından
ABD’nin üçüncü dünya ülkesine
döndüğünü, havaalanlarının, köprülerin Dubai ve Katar’dan sonra köye
benzediğini, yeni tüneller ve köprüler yapılması gerektiğini anlattı.
Hillary’nin karşılığı yine kişisel oldu: “sen büyük işler yaparken de birçok küçük şirketin parasını ödememişsin
ve onlardan kaçmışsın. İyi ki zamanında babam seninle iş yapmamış ve bu
nedenle sıkışmamış. Ayrıca sen altı kere kirli iflas etmişsin”. Trump’ın buna
cevabı ilginçti: “ülkenin kanunlarından
faydalanıyorum”
IRKÇILIK SORUNLARI ÜZERİNE...
Ardından moderatör Lester Holt, konuyu
ırkçılığa getirdi. İşte bu konu bir izleyici olan benim
için en yaralı bölgeydi. Ve gerçekten beklediğim gibi
ne Hillary, ne de Trump beni ikna edecek sözler
söyleyemediler. Amerika’da her gün yaşanan polislerin sokaklarda zencileri
öldürülmesine karşı duymak istediğim tek şey “başkan olunca bu ırkçı infazlara son vereceğim ve böyle bir suç
işleyen polisin en az 20 yıl hapiste kalmasını sağlayacağım”
cümlesiydi. Tabi uzaktan yakından bunu duyamadık. Hillary yuvarlak laflar
peşindeydi. Polisin gerektiği zaman şiddet kullanması gerektiğini,
sistemin aynı suç için beyazlara kıyasla zencilere
ve hispaniklere daha çok ceza verdiğini hatırlattı. Polislerin
daha çok eğitim alması gerektiğini vurguladı. Tüm bunlar benim
kaldırabileceğimden çok daha boş sözlerdi. Trump’ın sözleri ise
çok farklı değildi: toplumun daha iyi ilişkiler içinde olması gereği ve
politikacıların zencilere daha sıcak davranması gerektiği gibi “uyuşturucu” cümlelerdi
bunlar. Trump’ın yaptığı vurgu, gözetim altında olan ve
uçağa binmeye hakkı olmayan kimi insanların Amerika’da hala silah
satın almaya hakları oluşu üzerine idi -ki bu da ilginç bir
eleştiri oldu Obama hükümetine. Tabi bu konuda da konuyu
kişiselleştiren yaklaşımlar oldu. Uzun lafın kısası ırkçılık konusunda
her iki taraf da eski tas eski hamam bir Amerika’yı sürdüreceklerini
“müjdelemiş” oldular.
SAVAŞ DURUMLARI HAKKINDA...
Her iki taraf da bilgi edinme savaşının yeraltına
kaymalarından söz ettiler. Hillary, Trump’ın
başkomutan sıfatını alabilecek biri olmadığını
vurgularken, Trump kendi arkasında duran generaller ve tüm diğer
resmi yetkililerin gruplarını açıkladı. Ondan bunları dinlerken bizim yeni
demokrasimizde, böyle taraf tutanları açıklamanın neden mümkün olamayacağını
düşündüm. Hillary DAEŞ’le mücadele ederken
“kürt partnerlerinin büyük öneminden” söz etti! Sabahın köründe bunu
dinleyen Türklerin tüyleri diken diken oldu!
Trump, DAEŞ’in Obama ve Hillary yönetiminin yarattığı
boşluktan doğduğunu vurguladı. “ABD savaş
alanında tüm petrole el koymalıydı” cümlesiyle sınırsız yağmacılığını tam
belli etti. Ünlü işadamı ayrıca Ortadoğu’nun artık feci bir alana
döndüğünü ve NATO’nun sorumluluklarını yerine getirerek Amerika
ile savaşa girmesi gerektiğini vurguladı. Hillary Clinton ise, NATO kurallarına
göre bir üyeye yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayıldığını ve İran’ın
nükleer enerji tehdidine karşı bir buçuk yıl uğraşarak Rusya ve Çin’in bu
konuda almayı başardığını hatırlattı. Trump ise dünyayı ve Amerika’yı bekleyen tehlikenin
birçok ülkenin iddiasının aksine küresel ısınma değil, nükleer
silah olduğunu vurguladı. Ayrıca ülkede hala bulunan B-52 savaş
uçaklarının antika ötesi olduğunu ve diğer ülkelerin tehlikesine
karşı tetikte durarak Amerika'nın kendisini yenileme mecburiyetini
hatırlattı. Hillary’nin bunlara verdiği yanıt yine diplomasi ve siyasi
polemik üzerinden oldu: “bizim
birçok ülkeyle hep ikili savunma ilişkilerimiz var ve Amerika sözlerini
tutmaya mecburdur. Trump şayet kendisi görevde olsa ne yapardı, onu
açıkça söylemesi lazımdı. Kalkıp bize ‘DAEŞ’i yenmek için gizli bir
planım var’ diyor; aslında plan gizli çünkü
ortada plan-mlan yok!”. Trump ise Hillary’nin ısrarla DAEŞ’i yenecek
yüreği ve duruşu olmadığını vurgularken “Hillary’nin tecrübesi var ama bunlar çoğunlukla kötü tecrübe” diyerek
ikili çarpışmanın sonunda rakibini doğrudan hedef aldı. Kendisinin
rakibi aleyhine televizyonlarda milyonlarca dolara anti reklam filmleri
yayınlamadığını hatırlatan Trump, “Ben
Amerika’yı tekrar büyük yapmak istiyorum” sözleriyle konuşmasını bitirdi.
Sonuçta batı dünyasının medya desteğini büyük ölçüde
arkasına alan Hillary, hala net olarak önde; fakat dünkü
tartışmayı izledikten sonra, derin Amerika’nın son bir sürpriz atakla
arayı kapayıp yarışı heyecanlı hale getirebileceği bana sürpriz olmaz gibi
geldi. Çünkü orada devreye giren mantık değil...Burası kovboyların ülkesi,
unutmayalım..