Pazar günüm çok yoğun geçti. Önce CHP’nin yeni İstanbul İl Başkanlığı binasının açılış töreninin doğal bir mitinge dönüşmesini yerinde izledim. Müthiş bir coşku vardı. Saatlerce eski dostlarla Kılıçdaroğlu’nun havaalanından 4. Levent’e gelmesini bekledik. Kılıçdaroğlu çarpıcı bir konuşmayla iktidarı iyice hırpaladıktan sonraSarıgül’ü İstanbul örgütüne sundu. Şu sözleri çarpıcıydı: “Benimle ‘genel müdür’, ‘esnaf’, ‘çiftçi’ diye alay ediyor. Ben tüm bu sıfatlarla gurur duyarım da, acaba o yarın sokağa çıktığında halkımız kendisine ne diyecek?”
Bu sorunun orada koro halinde verilen yanıtını biliyorum da, acaba bu tepki salt CHPlilere mi has, diye düşündüm. Yanıt gecikmedi. Akşam Fenerbahçe-Kayseri maçındaydım. Artık alıştığımız gibi maçın başında ve 34. dakikasında hükümet aleyhine yapılan ısrarlı ve giderek artan tezahüratların dışında, CHP mitinginde atılan slogan, çok farklı insanlardan oluşan stadyumda da aynı kabulü gördü! Dünyada belki bugüne kadar hiç yaşanmamış bir tepkiydi bu! Hemen ekleyelim: Dünyanın herhangi bir ülkesinde bu sahneyi yaşayarak aşağılanan bir başbakan, kendisine biraz saygı duyup derhal istifa ederdi. Internet dünyasında yayılan bu “dünya çapında haber”in en önemli yanı, medyada uğradığı sansür! Yine artık “kapalı” bir dikta rejiminde yaşadığımız teyit edilmiş oldu.
17 Aralık skandalında, Erdoğan’ın kriz yönetimi son derece başarısızdı. Hatta daha kötüsü yapılamazdı! Suçluların üstüne gidip krizi az yara bereyle atlatacağına, fırtınanın merkezine akıl almaz bir dalış yaptı. Yolsuzlukta suçüstü yakalananlara ve onların uydurdukları masallara arka çıkmaya kalktı. Soruşturmayı yürüten polis ve savcıları yok etme operasyonuna girişti. Yargı bağımsızlığını fiilen öldürdü. Tabii“referandumda hata yapmışız” tespiti, duyanları güldürdü. Meğer Sayın Başbakan“yetmez ama hayır”cıymış da henüz farkında değilmiş! Böylece, 16 Aralık’a kadar kendilerinden bağımsız ve adil bir mekanizma olarak gördüğü yargıyı, birden“çeteleşmiş düşman” ilan etti! Tabii elinden gelse HSYK’yi yargılayacağını da ifade etmesi, tüm çaresizliğini ve saldırganlığını en mizahi yolla ortaya koymuş oldu. Bizler o demeçle artık sorunun siyasi değil “ruhi” olduğunu anladık! Aynen “İçki içen bize oy vermişse ayyaş değildir” demeci gibi!
Erdoğan’ın her gün kötüye giden ve dehşetle izlenen ağır tepkilerinin arkasında, yaşadığı büyük hayal kırıklıkları var. Kafasındaki gerici modele oturtmaya çalıştığı “Yeni Türkiye”(!) projesi anayasa ve başkanlık hayallerinin suya düşmesiyle tozlu raflara kalktı. Bunun üzerine ortamı her gün gerdikçe gerdi. Gerek beyaz kefenli müsamerecilere yaptığı provokatif konuşmalar, gerek “Seninle işimiz bitmedi savcı efendi” diye hitap ettiği yargı mensupları, gerek “Bu bir istiklal savaşıdır” çağrısı, son derece vahim raydan çıkmalar! Peki, Erdoğan halkı, mantığı, Cumhuriyeti, yargıyı, özgür basını (!) ve kendi suyundan gitmeyen her kişi ve kurumu neye güvenerek toptan dışlıyor ve tehdit edebiliyor? Çünkü artık bu ülkede bekçi kovuldu, arada düdük öttürmesi, ıslık çalması bile yasaklandı: Böylece tek adam dayatmaları çeşitli itirazlara rağmen biber gazı, cop ve zindanlar eşliğinde paşa paşa yürüyebiliyor!
Gelelim iktidar-cemaat ilişkilerine... Biri beddua okuyup diğeri “Çetenin inlerinegireceğiz” dedikten sonra, bu kopuştan panik olan kimileri tekrar aralarını bulabilir mi? Pek sanmıyorum, bence artık U dönüşü kavşağını aştılar. Yoksa ne diyecekler?“İnlerine girdik, geçiyorduk uğradık, çorbaya geldik” diye lafı mı çevirecekler? Birbirlerine girmeleri, Türkiye’de “reel politik” açısından yeni ittifak veya oluşumlar yaratabilir, ama her ikisi açısından orta yere bırakılan faturalar artık kolay kolay kapanmaz. Çünkü kumpasçılık ve yolsuzluk-hırsızlık birbirini örtemez! Umarım bugüne kadar sadaka mantığıyla yaklaşıp kendilerine bağladıkları halk, bu sefer nasıl kandırıldığını ve soyulduğunu anlar!
Tabii halkımız bu trajedi karşısında bile espri kapasitesini ayakta tutuyor. Bir taksi şoföründen: “Vallahi anlamadım, gazeteciler içeride bunlar mağdur, askerleriçeride bunlar mağdur, şimdi ülke kutu kutu soyulmuş, yine bunlar mağdur; nasıl oluyor da oluyor?” Bir de sanal muhalefetten taşanlar var: “Yeni 10 bakanın 27 çocuğu varmış, nasıl besleyeceğiz hepsini? Acaba peşin ödesek indirim yaparlar mı?” İşte böyle dostlar, dün yediğin hurmalar, gün gelir seni böyle tırmalar! Hepinize daha neşeli, temiz, sağlıklı ve aydınlık bir yeni yıl dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.