Pazar günüm çok yoğun geçti. Önce CHP’nin yeni İstanbul İl Başkanlığı binasının açılış töreninin doğal bir mitinge dönüşmesini yerinde izledim. Müthiş bir coşku vardı. Saatlerce eski dostlarla Kılıçdaroğlu’nun havaalanından 4. Levent’e gelmesini bekledik. Kılıçdaroğlu çarpıcı bir konuşmayla iktidarı iyice hırpaladıktan sonraSarıgül’ü İstanbul örgütüne sundu. Şu sözleri çarpıcıydı: “Benimle ‘genel müdür’, ‘esnaf’, ‘çiftçi’ diye alay ediyor. Ben tüm bu sıfatlarla gurur duyarım da, acaba o yarın sokağa çıktığında halkımız kendisine ne diyecek?”
Bu sorunun orada koro halinde verilen yanıtını biliyorum da, acaba bu tepki salt CHPlilere mi has, diye düşündüm. Yanıt gecikmedi. Akşam Fenerbahçe-Kayseri maçındaydım. Artık alıştığımız gibi maçın başında ve 34. dakikasında hükümet aleyhine yapılan ısrarlı ve giderek artan tezahüratların dışında, CHP mitinginde atılan slogan, çok farklı insanlardan oluşan stadyumda da aynı kabulü gördü! Dünyada belki bugüne kadar hiç yaşanmamış bir tepkiydi bu! Hemen ekleyelim: Dünyanın herhangi bir ülkesinde bu sahneyi yaşayarak aşağılanan bir başbakan, kendisine biraz saygı duyup derhal istifa ederdi. Internet dünyasında yayılan bu “dünya çapında haber”in en önemli yanı, medyada uğradığı sansür! Yine artık “kapalı” bir dikta rejiminde yaşadığımız teyit edilmiş oldu.
17 Aralık skandalında, Erdoğan’ın kriz yönetimi son derece başarısızdı. Hatta daha kötüsü yapılamazdı! Suçluların üstüne gidip krizi az yara bereyle atlatacağına, fırtınanın merkezine akıl almaz bir dalış yaptı. Yolsuzlukta suçüstü yakalananlara ve onların uydurdukları masallara arka çıkmaya kalktı. Soruşturmayı yürüten polis ve savcıları yok etme operasyonuna girişti. Yargı bağımsızlığını fiilen öldürdü. Tabii“referandumda hata yapmışız” tespiti, duyanları güldürdü. Meğer Sayın Başbakan“yetmez ama hayır”cıymış da henüz farkında değilmiş! Böylece, 16 Aralık’a kadar kendilerinden bağımsız ve adil bir mekanizma olarak gördüğü yargıyı, birden“çeteleşmiş düşman” ilan etti! Tabii elinden gelse HSYK’yi yargılayacağını da ifade etmesi, tüm çaresizliğini ve saldırganlığını en mizahi yolla ortaya koymuş oldu. Bizler o demeçle artık sorunun siyasi değil “ruhi” olduğunu anladık! Aynen “İçki içen bize oy vermişse ayyaş değildir” demeci gibi!
Erdoğan’ın her gün kötüye giden ve dehşetle izlenen ağır tepkilerinin arkasında, yaşadığı büyük hayal kırıklıkları var. Kafasındaki gerici modele oturtmaya çalıştığı “Yeni Türkiye”(!) projesi anayasa ve başkanlık hayallerinin suya düşmesiyle tozlu raflara kalktı. Bunun üzerine ortamı her gün gerdikçe gerdi. Gerek beyaz kefenli müsamerecilere yaptığı provokatif konuşmalar, gerek “Seninle işimiz bitmedi savcı efendi” diye hitap ettiği yargı mensupları, gerek “Bu bir istiklal savaşıdır” çağrısı, son derece vahim raydan çıkmalar! Peki, Erdoğan halkı, mantığı, Cumhuriyeti, yargıyı, özgür basını (!) ve kendi suyundan gitmeyen her kişi ve kurumu neye güvenerek toptan dışlıyor ve tehdit edebiliyor? Çünkü artık bu ülkede bekçi kovuldu, arada düdük öttürmesi, ıslık çalması bile yasaklandı: Böylece tek adam dayatmaları çeşitli itirazlara rağmen biber gazı, cop ve zindanlar eşliğinde paşa paşa yürüyebiliyor!
Gelelim iktidar-cemaat ilişkilerine... Biri beddua okuyup diğeri “Çetenin inlerinegireceğiz” dedikten sonra, bu kopuştan panik olan kimileri tekrar aralarını bulabilir mi? Pek sanmıyorum, bence artık U dönüşü kavşağını aştılar. Yoksa ne diyecekler?“İnlerine girdik, geçiyorduk uğradık, çorbaya geldik” diye lafı mı çevirecekler? Birbirlerine girmeleri, Türkiye’de “reel politik” açısından yeni ittifak veya oluşumlar yaratabilir, ama her ikisi açısından orta yere bırakılan faturalar artık kolay kolay kapanmaz. Çünkü kumpasçılık ve yolsuzluk-hırsızlık birbirini örtemez! Umarım bugüne kadar sadaka mantığıyla yaklaşıp kendilerine bağladıkları halk, bu sefer nasıl kandırıldığını ve soyulduğunu anlar!
Tabii halkımız bu trajedi karşısında bile espri kapasitesini ayakta tutuyor. Bir taksi şoföründen: “Vallahi anlamadım, gazeteciler içeride bunlar mağdur, askerleriçeride bunlar mağdur, şimdi ülke kutu kutu soyulmuş, yine bunlar mağdur; nasıl oluyor da oluyor?” Bir de sanal muhalefetten taşanlar var: “Yeni 10 bakanın 27 çocuğu varmış, nasıl besleyeceğiz hepsini? Acaba peşin ödesek indirim yaparlar mı?” İşte böyle dostlar, dün yediğin hurmalar, gün gelir seni böyle tırmalar! Hepinize daha neşeli, temiz, sağlıklı ve aydınlık bir yeni yıl dilerim.
31 Aralık 2013 Salı
24 Aralık 2013 Salı
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 8 SANİYE" / FİLM GÖSTERİMİ VE PANEL
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 8 SANİYE"
JFK, Dallas 1963
2. FİLM GÖSTERİMİ VE PANEL
Bedri Baykam'ın 22 Kasım 2013 - 19 Ocak 2014 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta sergilenen "Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" başlıklı sergisinin paralel etkinlikleri kapsamında düzenlenen
2. film gösterimi ve panele davetlisiniz.
Aynı zamanda Türk vatandaşı olan ve Türk-Amerikan siyasal ortamlarını yakından tanıyan 1940 doğumlu Amerikalı araştırmacı yazar CEM RYAN ve BEDRİ BAYKAM'ın katılımlarıyla...
Kennedy Cinayetini Hazırlayan Odaklar ve Günümüze Kadar Süren Artçı Şokları'
28 Aralık 2013 Cumartesi
Saat 15.00-18.00
Not: Bundan sonraki 3. ve son ‘tarihi’ 12 saatlik maraton buluşma,19 Ocak pazar günü, serginin son gününde Bedri Baykam'ın tüm yönleriyle Kennedy cinayetini anlattığı 9 saat 45 dakikalık video, 2 saatte bir yapılacak yarımşar saatlik tartışma aralarıyla sabah 11.00 gece 23.00 arasında izlenecektir. Bu tarihi de şimdiden programınıza not edebilirsiniz!
Piramid Sanat
Feridiye Cad. 23 Taksim-İstanbul
NASREDDİN HOCA’YI AŞAN FIKRA DURUMLARI! / Bedri Baykam / 24 Aralık 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Arkadaşlar vallahi benim çocuğun ayağı 49 numara, bu hesaba göre köşeyi dönmem lazım! Ne desteler sığar o kutuya! İmam-Hatip için saklıyormuş! Şaka bir yana, geçen hafta hükümet-yargı-emniyet-hukuk ilişkilerinin Türkiye'de koca bir guguk olduğu yine tescillendi! Böyle yüzsüzlük görülmedi; utanıp istifa edeceklerine iddiaları yok etmeye çalışıyorlar! Yolsuzlukla mücadeleden anladıkları: Soruşturmayı yürütenleri görevden al, yerine adamını koy, medyayı tehditle sustur! Helal! İşte ileri demokrasi! Hükümetten biri çıkıp "soruşturma gittiği yere kadar gitsin" diyor, ama herkes tasfiye ediliyor! Törkiş majik! Arınç sakin konuştukça herkes hipnotize olacak sanıyor. Bir yandan göstermelik “Böyle yolsuzluklar varsa sonuna kadar araştırılsın” denirken bir yandan da gazetecilere Emniyet binası yasaklanıyor! "Yolsuzluk soruşturması, düşmanıma yapılırsa, adalet süreci işleyecektir, kutsaldır, bize yapılıyorsa savcılar görevden alınmalıdır" Ama zaten “Tek bira içen bile alkoliktir ama eğer AKP’ye oy veriyorsa alkolik sayılmaz” diyen, aynı zihniyet değil miydi?
Gezi’deki “kahraman polisimiz” şimdi “çete” oldu! Daha dün "Bağımsız yargı işliyor, napalım" diyenler, şimdi panik içinde "Çeteler temizlenecek" diyorlar! Her gün "yargıya saygı"dan dem vuran bir hükümet tanıyordum. Şimdi insan hakları ve masumiyet karinesi ağızlarından düşmüyor! Fesupanallah! Hem bir Atatürkçü, hem de bir Fenerbahçeli olarak çok duygulandım, özellikle Arınç "yürütülen psikolojik savaşla" yıpratıldıklarını vurgularken!
Bu hangi Muz Cumhuriyeti'nde olur, söyler misiniz? Soruşturulan hükümet, dosyanın polis müdürleri ve savcılarını kendi adamlarıyla değiştirecek! Öte yandan bir daha bunun yaşanmaması için artık “üstünü araştıran” mecburen haber verecek! Bu kadarını Nasrettin hoca bile düşünemememişti: “Amirim izninizle yarın hakkınızda bir takibat başlatacağım!”
İmam'a zorla "evet içtiler" dedirtmeye çalışanlar, hakim-savcı da değiştirir, yolsuzluğu da hokus pokusla örterler! "Ben o parayı yerde buldum" bile bir açıklama gayreti (!) olabilirdi. Ama soruşturanı yok etmeye çalışanların özürleri kalmaz. İspanya'da polis, İktidar Partisi’ne baskın yapmış, yolsuzluk belgesi aramış. Sorun bakalım Başbakan savcıyı görevden almış mı? Bu iktidarın, artık uluslararası planda meşruiyeti kalmamıştır. Ama kaç kişi farkında? Bizim evde çalışan kıza annem sordu: “Gördün mü şu olup bitenleri? Yanıt: “Ne olmuş ki abla?” Tayyip Bey de bu konularda bizden daha çok şey biliyor ve bu iletişimsizliğe güveniyor! Dün "ben bu davanın savcısıyım" diye davul çalanlar, şimdi bir diğer davanın avukatı ve koruyucu meleği oluverdiler! Hergün"ahlak" nutukları atarak başımızı şişirenler, şimdi o kavramın göğüs çatalında olmadığını anladılar. Ne öğrendik? Doymadıklarını, yılların hırsını para açgözlüğüyle doldurmaya çalışan köpekbalıklarına benzeyip türevlerini yetiştirdiklerini...
Hükümet, konuyu sihirbazlık metodlarıyla Gezi'ye bağladı. Gezi'yi de Ergenekon'a bağlamışlardı, demek ki Cemaat de Ergenekoncuymuşşş!! Ergenekon'da götürülenlerin suçu Nutuk okumak, Cumhuriyet mitingi, muhalefet hakkı kullanmaktı. BUNLARIN SUÇU DÜNYAYI AYAKKABI KUTUSUNA HÜPLEMEK!
Muhteşem iktidarımız, ortada yerleşik bir "hizmet örgütü" olduğunu kendisi de ısırılınca 11 yıl sonra birden öğrenmiş! Düne kadar ortaklardı! Bonjour Tristesse! Çok merak ediyorum, THY'de Zaman gazetesini ne zaman yasaklayacaklar?!
Zaten medya durumları çok karışık! Bu kapışmada, safını belirleyemeyen kimi gazete müdürleri, yazarlar, bürokratlar, iş adamları, kimbilir ne zordadırlar! Nazlı Ilıcak'ın Sabah'tan atılması: İlahi ders mi, yanlış avukatlığın beklenen sonu mu? Medya tehdidi, taciz artık "kendi içlerinde” yaşanıyor! AK GENÇLİK "Niye bizi kandırıp yolsuzluk yaptınız?" diye Parti Merkezi’ne yürüyeceğine, "Niye yolsuzluğu yazıyorsunuz?" diye Zaman'a yürümüş! Bizim liberallerde ise, sorgulamak caiz de, cesaret noksanlığı ve patronların avuç içine geçirilmiş halleri çok acıklı! Açık bir toplumda Ankara Emniyet Amiri cinayeti veya intiharı her yerde 8 sütun manşet olurdu; Tabii burada değil... Tüm basının neredeyse YOK saymasına anlam veremedim! Krizin ilk gününden itibaren yine sormak durumunda kaldık: “Alooo? Penguen medya? Buzlar çözüldü mü? Yoksa sıra "Timsah gözyaşları" belgeselinde mi?”
Süregelen iddialara aranızda "çok şaşırdım" diyen var mı? Eurovision'a "alternatif" üretmiş "Appabı kutucuları"... Böylece "ahlak"ları (!) korunmuş olacak, dekolteler açılmayacak! Yeni bir şarkı çıkmış, çok ilgi görüyormuş, harika bir nakaratı var, tavsiye ederim: "Beraber yürüüttüüük, biz bu yollaaaarda...” Vallahi kazanabilirdi yarışmayı!
17 Aralık 2013 Salı
CHP ADAYLARDA KENDİ KÖKÜNÜ ARASIN! / Bedri Baykam / 17 Aralık 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Önümüzde son derece kritik üç seçim var. Belediye seçimleri için çoktan start verildi. Hangi dönemde? Gökçek'in Ankara'da otobüslere "ahlak ajanı" yerleştirme kararı aldığı, baret ve maske taşıyan Gezi mağdurları aleyhine davalar açıldığı dönemde. İşte bu ağır günlerde, muhalefet adaylarında hala süren belirsizlik, seçimler yaklaşırken umutların yeşermesine maalesef engel oluyor.
Halk sabırsız. Artık her şeyin netleşmesini istiyor. İstedikleri fazla bir şey değil: Atatürkçü, sosyal-demokrat, dürüst, kökü sağlam, kaypak eğilimler göstermemiş insanlar istiyor halk. Halbuki alınan birçok nahoş koku var ve herhalde eski hastalıklar maalesef devam ediyor. Ne yazık ki birçok kent için adı geçen adaylar arasında sağcı partilerde siyaset yapmış isimler var. Partililer tepki içinde. Nedeni bilinmez, CHP’nin yine adaylarını kendi kökünde arayacağına, MHP'de veya AKP'de siyaset yapmış insanlarda araması, akıl almaz derecede sorumsuz ve yakın dönemlerden hiç ders almamış bir tavrın yansıması. Hem de hangi yıl yapıyor CHP bunu? Gezi olaylarıyla tarihe geçen, en keskin genç muhalefetin ülkeye gözünü, canını kaybetme pahasına damga vurduğu 2013 yılında!
Bu Parti daha önce de ne yazık ki kendi öz evlatlarını milletvekili aday adayı yapmazken, daha sonra pılıyı pırtıyı toplayıp AKP'ye kaçan milletvekilleri, eski PM adayları veya... Genel Başkan adayları (!) bile gördü! Acı olan, tüm bu yaşananlardan sonra Parti'nin hala aynı bataklığa saplanma eğilimi! Toplumun nabzı bu kadar mı tutulmaz? İntihar, bu kadar mı tadından vazgeçilmez büyülü bir şuruptur? Artık tahammül edilebilir bir seçim kaybı şansı kalmadığını göremiyor musunuz? Şimdiden adı geçen Ankara, Adana, İzmir ve Hatay adayları konusunda gerek Parti örgütleri, gerek kimi Alevi gruplar büyük infial içinde. Örneğin Muharrem İnce gibi Ankara ve Türkiye'yi sallayabilecek bir aday adayı varken, Parti nasıl olur da MHP’li bir adaya, Mansur Yavaş'a göz kırpabilir? Bu sözde çok kurnaz taktiklerin tutmadığını geçmişte de gördük. Merkezden veya sağdan yapılan transferler, hiçbir zaman kalıcı veya hayırlı olmadı. Parti üst yönetimi, bu gaflar yaşandıkça seçim zaferinin bir hayalden öteye geçemeyeceğini göremiyorlar mı? Aynı "klinik vaka" hatalar tekrarlandıkça, bu sütunlardan "aynı sepete oy kullanmak adına" bile olsa CHP'ye toplu oy istemenin zorlaşacağını anlamıyorlar mı? CHP böyle davrandıkça, daha çoook "sol ittifak", veya "Milli Güçbirliği" kurulur, çok aday çıkar, çok bölünme yarası alınır!
Yıllardır hep “ideal partileşme için ideal tüzük”ten söz ettik ve hatta 18 ay çalışıp bir model sunduk. Ne var ki o çalışmadan yalnız "gençlere ve kadınlara kota" dikkate alınırken, tüm üyelerle ön seçim devrimi gibi demokratik atılımlarla ilgilenilmedi. Şimdi adaylar açıklandıktan sonra sen gör istifaları, tepkileri, siyaset bırakmaları! Halbuki siz ancak kendi seçmeninizi gerçekten ikna eden adaylar bulursanız, insanları "kerhen" oy vermekten kurtaran bir rüzgar yakalayabilirsiniz! Geminin kaptan köşkünden bunları görmek o kadar zor mu?
Halk artık zenginleşmek için aday olan insan profili de görmek istemiyor. Adana gibi büyük kentlerde yolsuzluk dosyaları ve dedikodularından adım atamaz duruma düşmüş adaylara mahkum bırakılabilir mi CHP? Böyle mi seçim kazanacak?
Kimse bana "her aday aynıdır, parti fark etmez" masalını anlatmasın. İzninizle, mesela dayım, Sarıyer eski Belediye Başkanı İhsan Yalçın'ı örnek göstereceğim. Sarıyer gibi bir büyük rant kaynağı bölgede, eski CHP gençlik kolları üyesi ve vali Yalçın, 1989’da SHP’den seçim kazandı, 5 yıl görevde kaldı. Geldiği sadelikte gitti. Bundan hiç gocunmadı ve tersine gurur duydu. 9 ay önce çıkan kitabında (Yalana Talana Karşıyım diyen bir bürokratın anıları-Cinius yayınları) Yalçın, birçok ilginç anısının yanı sıra, kitapta 6 Mart 1994 tarihli Milliyet gazetesindeki ilanına da yer veriyor. Orada 5 yıllık döneminde malvarlığında ne alıp ne verdiğini de görebiliyoruz: Dayım Sarıyer üzerinden zenginleşmemeyi başardı (!). Şimdi de örnek bir sorumlu yurttaş olarak gittiği her yerde saygı görmeye ve parlamaya devam ediyor. Arzu edenler 1950 ve 60'larda üçü kız, üçü erkek, 6 mütevazı Akşehirli kardeşin nasıl tümünün yüksek tahsil yaptığını ve Yalçın'ın anılarının yakın tarihimizin hangi sayfalarına ışık tuttuğunu okuyabilir.
Son söz: CHP artık aklını başına alsın. Gerçekten kökten partili, dürüst, çalışkan, örgütün sahipleneceği adaylar çıkarsın ve halkı bölünmeye zorlamasın, intiharına koşmasın. Bu halk başka bir şey aramıyor ve kimsenin onu kandırmaya hakkı yok!
10 Aralık 2013 Salı
BU KADAR REZİLLİK YETTİ ARTIK! / Bedri Baykam / 10 Aralık 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesi makalesi..
Artık insanların ülkemizin her noktasında hak etmeden yaşadıkları rezilliklerden, tacizlerden bıktım, bıktık. Her geçen gün, gazeteler, ekranlar ve internet sayfaları bu ayırımcı, yüz kızartıcı haberlerle dolu.
Örneğin
yine uyanır uyanmaz gördüğüm haberlerden biri, iki Galatasaraylı
Drogba ve Eboué’nin içlerine Mandela ile ilgili giydikleri
tişörtün TFF tarafından uğradığı takibat ve bekleyen cezanın
dünya basınına konu olması... Şimdi kalkıp yedi cihana nasıl
anlatacaksınız ki, ülkede yaşanan yalakalık yarışı ve
Cumhuriyet'e saldırı çerçevesinde Fethiyespor'un "Yüce
Atatürk"
tişörtüne layık görülen o utanç verici cezanın üzerine TFF
"Biz bunu her siyasi slogana uyguluyoruz"
gibi bir bahaneyle
"Madiba"ya
kadar uzatmış? Tabii ki hiçbir yabancı anlamaz. Twitter
hesabımdan "TFF
istifa"
kampanyası başlattım! Dün Spor Bakanı Kılıç'ın bile
dayanamadığı bu bataktan çıkıp hatalarından döndüler mi,
henüz bu satırları yazarken bilmiyorum, ama şuna inanıyorum ki
hangi aklı evvel TFF'yi bu "ucube" (!) karara sevkettiyse,
en azından geri çark ederken o zavallı adamlar derhal özür
dileyerek görevi terk etmelidir. Yahu "Herkese
mal olmuş değerler"den
biri ise, o tişörtü giymek nasıl oluyor da
“tartışmaya açmak”
sayılabiliyor, önce ne dediğinizi bilin, söyleminize taktığınız
kulpa karar verin! Ey TFF, ya bu rezaleti kendi içinde bir-iki
kişinin istifasıyla özür dileyerek çöz, ya da toptan istifa et!
Anayasa
Mahkemesi'nin aldığı Mustafa Balbay kararının uygulanmasını
beklediğimiz kritik saatler yaşıyoruz. Yine bu satırları
yazarken Balbay'ın dün daha geç saatlerde serbest kalıp
kalmadığını henüz bilmiyorum. Ülkenin 12 Eylül 2010
referandumundan sonra kör-topal ilerlemeye çalışan hukuk
sisteminin zirvesinde olan AYM bile artık Silivri üstünden
yaşatılan insanlık dramına katlanamıyor. Balbay'ın değerli eşi
Gülşah Hanım ve sevgili çocukları Yağmur ile Deniz, artık
yaşamlarının en unutulmaz buluşma karesine hazırlanıyorlar.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin artık daha fazla direnç
göstermeye çalışmadan ve açık suç işlemeden Balbay'ı başta
ailesine ve ardından bizlere, Türk halkına iade etmesi lazım. Bu
48 saatlik son mantıklı uygulama süresi bugün doluyor, umarım
siz bu satırları okurken 1. sayfada Balbay’ın özgürlük
kareleri yer alacak!
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ise Ergenekon mağduru, örnek aydın, örnek hoca Fatih Hilmioğlu'nun sinsice ilerleyen hastalığının doğru tedavi edilebilmesi için yeni bir imza kampanyası açtı. Bu kampanyayı hemen imzalayarak tekrar kamuoyunun vicdan gündeminin en üst sırasına havale ediyoruz. Başta Sn Cumhurbaşkanı’na soruyorum: Türkiye bu konuda yapılan haksızlığa nihai tepkisini vererek durumu düzeltmek için iş işten geçsin diye mi bekliyor? Hilmioğlu'nun durumu en az Balbay'ınki kadar açık ve ivedi çözüm bekleyen bir insanlık dramı. Buna toplumun en üst mevkileri, yani başta Çankaya ve Anayasa Mahkemesi, derhal "dur" demelidir.
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ise Ergenekon mağduru, örnek aydın, örnek hoca Fatih Hilmioğlu'nun sinsice ilerleyen hastalığının doğru tedavi edilebilmesi için yeni bir imza kampanyası açtı. Bu kampanyayı hemen imzalayarak tekrar kamuoyunun vicdan gündeminin en üst sırasına havale ediyoruz. Başta Sn Cumhurbaşkanı’na soruyorum: Türkiye bu konuda yapılan haksızlığa nihai tepkisini vererek durumu düzeltmek için iş işten geçsin diye mi bekliyor? Hilmioğlu'nun durumu en az Balbay'ınki kadar açık ve ivedi çözüm bekleyen bir insanlık dramı. Buna toplumun en üst mevkileri, yani başta Çankaya ve Anayasa Mahkemesi, derhal "dur" demelidir.
Mehmet
Perinçek, Doğu Perinçek'in oğlu. Örnek, gurur duyulacak aydın
bir araştırmacı. O da maalesef Ergenekon davasından mağdur
oldu ve 2 yıl Silivri'de yattı. Yaptığı arşiv çalışmaları
ve yayınladığı kitaplar, Türkiye'ye nefes getiren son derece
kritik konulara önyargıları yerle bir ederek ışık tutuyor.
Türk-Sovyet ilişkileri ve Ermeni meselesi üzerine değerli birçok
araştırma kitabı var. 5 Ağustos 2013 tarihinde serbest
bırakıldıktan sonra 9 yıldır araştırma görevlisi olarak
çalıştığı İstanbul Üniversitesi'nde yaşadığı
haksız-hukuksuz uzaklaştırılmayı dile getiren bir durum
tespitini köşe yazarlarına yolladı. Şu çelişkilere bakar
mısınız lütfen: 2007
yılında T.C. Dışişleri, kendisini Ermeni meselesi konusunda
çalışmalar yapmak üzere Rusya’ya yolluyor. Bu arada doktora
prosedürünü donduruyor. Çalışmalarındaki bulgular, Türk resmi
makamlarınca soykırım iddialarına karşı çeşitli platformlarda
kullanılıyor. Ama şu garipliğe bakın ki, aynı M. Perinçek
Ergenekon davasından yargılanırken, iddianamede aynı konuyla
ilgili çalışmaları
“milli hassasiyetleri kullanmak suretiyle sözde Ergenekon Terör
Örgütü’nün propagandası” olarak
değerlendiriliyor ve Perinçek tutuklanıyor!
Ne
diyordu Şenay? "Dünyaya
geldik bir kere"...
Yeter artık bu yaşadıklarımız. Yeter insanlarımıza yaşatılan
bu mantık ve hukuk dışı tacizler, yetti artık karanlık günler!
Fazla birşey değil, insan olarak var olma hakkımızı geri
istiyoruz! Başaracağız...
6 Aralık 2013 Cuma
HÜKÜMET, ALEVİ EVLERİ VE PENALTI! / Bedri Baykam / 3 Aralık 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Oynadığımız oyunun adı nedir? Topa ceza sahasında elle müdahale etmek penaltı mıdır yoksa biz fark etmeden oyun hentbola mı dönüşmüştür? Burası Türkiye'dir. Şaşıran aptaldır! Son 33 yılda ameliyat masasında cinsiyet değiştirtilen şanssız ülke! Önce siyasi yapısı, ardından insan profili ve yasaları neşter darbeleriyle kimyasıyla beraber bozulan ülke...
Laik hukuk devleti kurbanlık koyun gibi doğranırken yerine "ılımlı İslam" kod adı altında türban silahı ile şeriatçı yapı yerleştirilmiştir. "Konuşmanızda bari bir kere Allah’ın adını anın" diyenlere karşı, mitingde attığı nutuğu "Allahaısmarladık" diye bitiren İsmet İnönü gibi demokratlar gitmiş, yerine koruma ordusu ile gösteriş namazına gidenler gelmiştir!
Dün Sol’da "beklediğim" bir haber gördüm: Şeriat yanlısı bir kurum "bilimsel bir araştırma" yapmış ve gençlerdeki "laiklik düşüncesi"ni bir tehdit olarak yansıtmış! Gençliğin "alkol-fuhuş-anormal giyim tarzı-eşcinsellik" gibi sapmaları ve o meşhur "kızlı-erkekli" evlerdeki artışın tehlikesi masaya yatırılmış. “Helal” dedim. Zamane “Devlet-i Aliyye”siyle senkronize çalışma diye buna denir! Aklı fazlasıyla "karışık" olan dönemimizde, "Hırsızlık mı suç, polislik mi” sorusu gündeme gelmeli ki çocuklarımız nerede duracaklarını bilsinler! Geziciler, bir türlü kanıtı bulunamayan "camilerde içenler", Atatürk’ü "deccal"görenler, merdiven altında fitne bulanların fink attığı bir ortamda böyle örnekleri çoğaltmak lazım ki, toplum doğru yolu bulsun!
MİT üstünden provası yapılan ve dershanelerde ayyuka çıkan "Cemaat-İktidar" kavgası, son zamanlarda liderlik çekişmesi biten ligimizden daha fazla ilgi çeker oldu! İbretle izliyoruz eski kankardeşlerin düştükleri penaltı ve ofsayt kavgalarını... Mesela Zaman ve Star zıt kutuplarda, Birgün'de de Barış İnce "Okyanus ötesi"ne açık mektup yollayıp gürültüyü mizaha boğmuş. Biber gazı ve tehlikeli silah gaz maskeleri her an devreye girebilir!
"Bavulcu" yine açmış, 2004 MGK kararları çıkıvermiş! Durum vahim. 28 Şubat’ın avukatları Ersöz ve Aras hemen devreye girmişler: "O zaman ya 28 Şubat için atfedilen suçlar, yani 'Cunta'ya bağlanan kurum kapatmalar meğer suç değilmiş ya da bu kararda imzası bulunan Hilmi Özkök, Aytaç Yalmaz, Erdoğan ve Gül'ün de aynı davadan acil yargılanmaları lazımmış". Eyvah! Mantık işte, ne diyeceksin ki? Konu hep o melun penaltı! Bence hemen Dursun Çiçek vakasını araştırsın suçlananlar. Belki imzaları "yaş" değildir! Bunlara da başka "İslami" bilimsel kurumlar baksın!
Şimdi sakın biri münasebetsizce "Sen bizimle kafa mı buluyorsun, İslam'la ne ilgisi var?" demeye kalkmasın! Siz koskoca Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa yürüttüğü o müthiş "enflasyon" araştırmasından hiç nasiplenmediniz mi? Yani "Dışarı çıkarken başınızı örter misiniz?" , "Köpek giren eve melek girer mi?", "Kendinizi hangi mezhebe ait hissediyorsunuz", "Misafirlikte kadın-erkek mi oturursunuz?" gibi kökten sorular henüz size sorulmadı mı? Böylece Gezi olayları hakkında raporlarını ortaya döken Emniyet Müdürlüğü raporundaki "Şüphelilerin %78'inin alevi kökenli olduğu tespit edilmiştir" gibi bilimsel saptamaların nasıl somut kökenlere dayanabildiğini anlamış oldunuz. Hala şüphe duyan gafiller kaldıysa, o zaman ünlü gazeteci Nagehan Alçı'ya kulak versinler: "Gezi bir alevi ayaklanmasıdır" Koca gazeteci, emin olmasa söyler miydi hiç!? Ayrıca merak etmeyin yine Nazi metodlarıyla da durum kurtarılıyor: Bakın Adıyaman Alevi evleri işaretlenmeye başlamış bile!
Şimdi yine bazı bahtsızlar çıkıp "İyi de hani son demokrasi paketine göre, kişilerin özel bilgilerine güvence gelmişti?" diye sorabilir. Halbuki Başbakan"Bu özel bilgiler ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak" diye buyurmuşlardı. Şimdi kalkıp hangi şapşal, Emniyet görevlilerini "ilgisiz kişi" olmakla suçlayabilir! Bir de Aleviliğin saptanması ve "suç" kavramı ile özdeşleştirilmesiyle "ırka dayalı nefret suçuna getirilen ceza" arasındaki uçurum... Veya "yaşam tarzına saygı göstermeyenlere" getirileceği söylenen 3 yıla kadar hapis ve "kızlı erkekli ortaya karışık" yaşayan ahlaksızların durumu... Yani o yasaların dini yaşamı korumak için çıkarıldığını anlayamayanlar. İşte onlar, tam "Cemaatle korakor mücadele verilirken" cepheyi genişletmeye çalışan uğursuz sineklerdir... Pek yakında neyin penaltı olup olmadığı, en yetkin ulemalar aracılığıyla açıklanacaktır. Kafası bizden daha karışık olan eski hakem Markus Merk bunu başaramıyorsa, başka ithal hocalar devreye sokulabilir. Allaha emanet olun...
3 Aralık 2013 Salı
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 8 SANİYE" / FİLM GÖSTERİMİ VE PANEL
"DÜNYAYI
DEĞİŞTİREN 8 SANİYE"
JFK, Dallas 1963
FİLM GÖSTERİMİ VE PANEL
Bedri Baykam'ın 22 Kasım 2013 - 5 Ocak 2014 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta sergilenen "Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" başlıklı sergisinin paralel etkinlikleri kapsamında düzenlenen film gösterimi ve panele davetlisiniz.
JFK, Dallas 1963
FİLM GÖSTERİMİ VE PANEL
Bedri Baykam'ın 22 Kasım 2013 - 5 Ocak 2014 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta sergilenen "Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" başlıklı sergisinin paralel etkinlikleri kapsamında düzenlenen film gösterimi ve panele davetlisiniz.
SEVİL ATASOY ve BEDRİ BAYKAM'ın katılımlarıyla...
7 Aralık 2013 Cumartesi
Saat 15.00-18.00
Piramid Sanat
Feridiye Cad. 23 Taksim-İstanbul
0212-2973121-15
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)