29 Kasım 2013 Cuma

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 7

Amerikan Statükosuna ağır gelince...
Kennedy suikastında, tarihsel açıdan artık kimlerin tetiği çektiğinden çok, kimlerin bu infazı örgütlediği önemli!
►Kennedy’yi ortadan kaldırmak üzere örgütlenen “düzen çetesi”nin içinde hasbelkader yer almayan çıkar grupları bile, darbenin örtbas edilmesi için üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yaptılar!
Ogün, TSBD’nin 6. katından ve Çimenli Tepe’den kimlerin ateş ettiğini hiçbir zaman tam öğrenemeyeceğiz. Öğrensek bile bunun ispatlı kabulünü göremeyeceğiz. Zaten komplonun parçası olduğunu itiraf eden Robert Easterling’e de diğerlerine de inanan olmadı. Bugün, insan beynine uzaktan benzeyen herhangi bir “şey” taşıyan herkes, Kennedy cinayetinin bir komplo ile oluştuğunu fazlasıyla görüyor. Tutucu düzenin borazanı ve sözcüsü olan Amerikan merkez medyasında hâlâ süren gülünç “Oswald tek katil, yaşasın sihirli kurşun” baskısına rağmen, hâlâ halkın yüzde 82’si Kennedy’nin komplo sonucunda öldürüldüğüne inanıyor. 
Konu artık, cinayetin bir komplo olup olmadığı değil, komploya kimlerin iştirak ettiğinden ibaret. Kennedy, başta Johnson ve Hoover olmak üzere, düzenin odaklarını tutan onca kodamanı tehdit ediyordu. 1964’te Johnson’ın ve Hoover’ın da Kennedy tarafından görevden alınacağı biliniyordu. 
‘Jack herkese karşı’ 
Kennedy’nin 1965’e kadar Vietnam’dan çekilme programı, Kruşçev’le sürdürdüğü barış diyalogları ve nükleer testleri yasaklayan anlaşması, büyük petrol ve çelik şirketlerine getirdiği ek vergi politikaları, sendikalardan yana koyduğu tavırlar, tabii ki kimilerini fazlasıyla ürkütmüştü. Bu listeye CIA’ya yönelik hakarete varan tehditlerini de eklediğimizde (“CIA’yı 1000 parçaya bölüp artıklarını rüzgâra savuracağım”) ortaya, “Jack, herkese karşı” düzeninde oynanan bir Amerikan futbolu görüntüsü çıkıyordu. Evet, Başkan çalışkan, güçlü, son derece karizmatik ve güvenilirdi. Dünyada onu destekleyen yüz milyonlarca insan vardı. Ama bu ABD’nin “büyükbaş”ları için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sonuçta derin Amerika’yı köklerinden sallayan Kennedy, düzenin su başlarını tutanlar açısından çizmeyi aşmıştı. CIA destekli anti-Castrocuların “Domuzlar Körfezi” çıkartmasının Küba sahillerinde uğradığı fiyaskodan sonra Kübalı mültecilerin ve şahinlerin düşmanlığını kazanan Kennedy, 1962’de Küba Füze Krizi’nde Sovyetler’le nükleer savaşın limitine gelince, Kruşçev ile giriştiği açık ve gizli diplomatik girişimlerde son anda savaşı engellemeyi başardı ve puan kazandı. Sovyetler füzeler Küba’dan geri çekecek ABD’de Küba’yı istila etmeyecekti.  
Eisenhower Kennedy’yi uyarmıştı
Eisenhower
, 1961 Ocak’ta, görevi Kennedy’ye devrederken yaptığı konuşmada, hem selefini hem Amerika’yı “Military Industrial Complex”e karşı uyardı. Eisenhower’ın ikazı şuydu: Dünya’da artık durumlar değişti. Tabii ki ABD her yerde işi şansa bırakmadan kendi silah endüstrisini üretiyordu ve bu iyi bir şeydi. Ancak bu, hiçbir zaman Amerikan toplumunun temel değerlerinin önüne geçmemeliydi. “Ülkenin çok dikkatli olması, felaket derecede yerinden oynatılmış gücün kontrol dışı büyümesi sorununa karşı, bu bileşimin özgürlüklerimizi ve demokratik işleyişimizi tehlikeye atmasına izin vermemeliyiz” diyordu Eisenhower. Ama izin verenler vardı, hatta bunun bedeli ülke ve Kennedy’ler ötesinde, dünya için ağır olacaktı. 

Basın olayı seyretti 
Amerikan basını, yaşanan ağır dramın çarpıcı çelişkilerini -aynen Türkiye’de merkez basının yaptığı gibi- seyretmekle yetindi. Kendisine söylenen deli saçmalıklarına inanır gibi davrandı. İnsanların mahkûm olana kadar masum sayılmaları gerektiği kadar temel bir hukuk verisi, yok sayıldı. Burada bir “konsorsiyum” gibi el ele verip “çete”lerini kurarak, Başkan’a karşı açık bir darbe tezgâhlayıp Kennedy’ye, onu deli gibi seven halkı önünde bir infaz yapmışlar, böylece bozuk düzenden nasiplerini almaya devam etmişlerdi. 
‘Bu artık böyle sürmez’ 
Bu alçak komplonun parçası olmayan ama Kennedy’nin yok olmasından çıkar bekleyenler de, ister işadamı, ister polis, ister mafya olsun, kirli operasyonu örtbas etme konusunda sessiz çıkar birliğine girmişlerdi. “Bunun artık böyle süremeyeceğine” karar verenler arasında birbirine ideoloji ve çıkar ilişkileri açısından bağlı büyük başlar vardı ve Dallas, bu komplonun tohumunu öyle atmıştı.  
Ölüm kararı çoktan verilmişti
Silah endüstrisi, Pentagon temsilcileri ve Kennedy tehdidini ensesinde hisseden CIA’yı ve hatta belki mafyayı, şaşırtıcı bir dayanışmada bir araya toplayan bu buluşmalardan çıkan ilk karar, müsait ortamı beklemekti. Bu ortam Dallas olarak belirdi: Polisin ırkçı olduğu bilinen, toprak sahiplerinin her açılıma dur dedikleri derin petrol Amerikası’nın üssü, Kennedy’nin CIA’nın tepesinden uzaklaştırdığı Charles Cabell’in kardeşi Earl Cabell’in belediye başkanı olduğu o sıkıcı şehir... 
Sıra Başkan’ın o sıkı güvenlik zırhını gevşetmeye geldi. Genel bir haleti ruhiye içinde, polisler Başkan’ın güvenliğiyle ilgilenmedi, sokaklarda tehdit ilanları dağıtılan kentte, üstü açık arabanın korumasız şekilde gösteriş gezisine çıkmasına ses çıkarmadılar. 
Ardından da nihai olarak sıra işin “mekanik” kısmındadır yani oluşturulan olgun ortamda tetiği kimin çekeceğine. Anti-Castro grupların çerçevesinde gezinen Carlos MarcelloSantos Trafficante ve Sam Giancana gibi mafya patronları için bu zor bir görev değildir. Kennedy için özenle seçilen işbitirici, belki söylentilere bakılırsa Fransız Jean Souetre veya Michel Victor Merz veya bir Kübalı olabilir; fark etmez. Artık ok yaydan çıkmıştır ve o isim bir teknik detaydan ibarettir. 
Bir yalan, ne kadar büyük olursa, o kadar inanan çıkar. Bunu zaten ülkemizde de yakından bilmiyor muyuz? 
Kurşunlar hedefe ulaşır ulaşmaz, ahlar vahlar arasında süpürülen deliller, yok edilen izler, kurgulanan senaryolar başlar. Sahte polis rozetleri, ajan kimlikleri devreye sokulur. Tüfeklerin adı, mermilerin çapı değişir. Otopsi fotoğrafları, raporları yeniden tasarlanır. En tepeden “Yeni Beyaz Saray”dan en alt kademedeki polis memuru veya FBI ajanına kadar inilir ve “durumu toparlama” işlemi tamamlanır.  
‘Ben bir Günah keçisiyim’
Kennedy’e tahminimce 6-7 kurşun atıldı. İlki TSBD 6. kattan geldi ve arabayı ıskaladı, kaldırım sekmesi sonucu James Tague’in yanağını çizdi. 2. kurşun Çimenli Tepe’den atıldı ve Başkan’ı boğazından vurdu. 3. kurşun yine TSBD’den atıldı ve Connally’yi sağından soluna dönerken sırtından vurdu. 4. kurşun TSBD 6. kattan atıldı ve Kennedy’yi kıvranmaya devam ederken sırtından vurdu. 5. kurşun Çimenli Tepe’den geldi, Connally’nin bileğine ve oradan da baldırına girdi. 6. ve son kurşun ise Çimenli Tepe’den atıldı ve Başkan’ın kafatasının sağ tarafına önden girerek beynini dağıttı. 5. kurşun dışında Connally’nin diğer bacak yarası farklı bir kurşundan geldiyse veya ıskalayan başka kurşun varsa bu rakam 7 veya 8’e çıkabilir. 
Oswald, üzerine farklı kimlikler yükleyerek yanıltıcı izler bırakan bir üçlü casus oluveriyor. Anti-Castrocu grupların içinde de yer alan Oswald, o gün silahını sabahtan binaya sokup belki katillerden birine teslim ediyor. 6. katta 2 kişi gören birçok şahit var. Kendisi ise şayet katılmadıysa, olayı seyredeceğine bu kadarına cesaret edemeyip 2. kat kafeteryasında sakin kalmaya çalışarak sonucu bekliyor olabilir. Olay yaşandıktan sonra okların kendine çevrildiğini hissettiği anda can havliyle polis Tippit’i öldürüp öldürmediğini bilmiyoruz. Ama büyük ihtimalle, “Ben kimseyi öldürmedim, sadece bir günah keçisiyim!” derken doğruyu söylüyordu. Çünkü bu kadar kritik bir görev, profesyonel bir iz karıştırıcı, binbir surat bir casusa değil, işi bu olan profesyonel bir tetikçiye verilebilirdi ancak!  
Farklı gerekçeler ve bağlantıları
Komploya dair yapılan beyin fırtınalarında iki gerekçe daha söz konusu oluyor: İlki Kennedy’nin Haziran 1963’ten itibaren “para” konusunda büyük bir devrime imza atarak 11110 No’lu genelgeyle yeni bir sisteme geçiş sağlaması. Buna göre Fed aracılığını kullanmadan, yetkiyi devlet hazinesine transfer edip paranın üzerine de gümüş sertifikaları baz alarak “United States Note” yazarak bir çeşit “borçsuz” dolar birimini yaratıp sistemi elinde tutan büyük kapitalist aileleri devreden çıkarmak istemesi, önemli bir “gerekçe” olabilir. Ölümünden hemen sonra “Kennedy bills” olarak adlandırılan 4.3 milyar doların hepsi piyasadan geri toplandı ve hiçbir açıklama yapılmadan imha edildi. Fed’in, başta Rothschild’ler olmak üzere bazı para babası Musevi ailelerin elinde olması, büyük kapital ve Kennedy cinayeti arasında ilişkiler kurulmasına neden oldu. İsrail bağlantılı ikinci spekülasyon ise Kennedy’nin İsrail’in bir atom bombası geliştirerek Ortadoğu’ya bu tehdidi taşımasına karşı durması. New Orleans Başsavcısı Jim Garrison’ın Clay Shaw’a karşı açtığı davayı hatırlarsak Shaw’un yönetiminde olduğu karanlık Permindex şirketinin ana hissedarları arasında “Banque de Crédit International of Genova”nın kurucusu olan ve Mossad’la ilişkisi bilinen Tibor Rosenbaum oluşunun akla getirdiği “gri olasılıklar” var. Dolayısıyla cinayete Mossad’ın da destek vermiş olabileceği de konuşulanlar arasında.
Devrimci bir başkan Kenndy
Katiller Dallas’ta ıskalasalar veya vazgeçseler, başka bir yerde onu yakalardı çünkü JFK, ABD’nin kaldıramayacağı devrimci bir başkandı. Atatürk’e hayranlığı da bilinen JFK, devrimci, barışçı, uzlaşmacı kimliğiyle kafamızdaki “ABD Başkanı” imajıyla alakası olmayan bir profil çiziyor. Yaşasaydı ne Vietnam Savaşı büyüyecek ne de büyük ihtimalle Şili’de Allende’ye karşı bir darbe yaşanacaktı. ABD’nin emperyalist çizgisi Kennedy cinayeti üstünden adım adım bugüne geldi ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyayı tehdit eden bir canavar halini aldı. Kennedy yaşasaydı, belki bizler de tamamen farklı bir dünyada yaşayacaktık... 
ABD’nin bugün bile bu “darbe”yi hâlâ örtbas etmek için harcadığı enerji, zaman ve para hayret verici!  
BİTTİ

28 Kasım 2013 Perşembe

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 6

Böyle bir diziyi, Karındeşen Jack bile beceremedi!
Londra’da Sunday Times gazetesinde çıkan bir makale, bunca şahidin cinayetten sonra bu kadar kısa sürede yok olma olasılığını “yüz trilyonda bir” olarak saptıyor!
Kennedy cinayetine uzaktan veya yakından bulaşan herkes ya intihar ediyor (!) ya ilginç kazalara uğruyor ya da öldürülüyor.
John Kennedy cinayetini takip eden günlerde ve yıllarda, olayla uzaktan veya yakından ilgili yüzlerce insan, “doğal olmayan yollardan” bu dünyadan göçüp gitti. Bunların en meşhuru, Kennedy’den iki gün sonra öldürülen Oswald. Ama o da birinciliği, kendi öldürdüğü iddia edilen polis memuru D. J. Tippit’e kaptırıyor. Polisin işine gelen şahitlerden adapte ettiği ifadeye göre, Oswald’ı cinayetten yarım saat sonra sokakta durdurup kimlik soran Tippit, Oswald’ın on beş dakika önce uğrayıp odasından aldığı silahtan çıkan kurşunlarla öldürülüyor. Bu zaten Oswald’ın resmi olarak tutuklanmasının ilk gerekçesi. Lee Harvey Oswald, 24 Kasım günü Jack Rubytarafından tek kurşunla temizleniyor. Amerikalı yazar Penn Jones, 1966 yılından başlayarak kilit şahitlerin nasıl esrarengiz biçimde ortadan kalktığını kaleme alıyor. Jones bu kitapta 300’ü aşkın inanılmaz ölüm dizisinin etüdünü yaparken, The House Select Committee on Assasinations’da (HSCA) sözü edilen vakalardan yalnız bazılarını araştırma gündemine alıyor ve tabii, Kennedy olayındaki her resmi girişimde olduğu gibi, bir sonuca varamıyor. 
Bowers, komisyona sözünü dinletemedi 
Çimenli tepenin gerisindeki demiryollarında görev yapan Lee Bowers, o gün bulunduğu yerden, yani iki katlı küçük kuleden, olaydan önce, bir arabanın çitlerin arkasındaki otopark alanına iki üç kere gelip gittiğini görüyor. Arabadan çıkan üç kişi çitlerin önünde gözden kaybolurken Bowers, bir hareketlenme ve ışık parlaması fark ediyor. Olaydan sonra Bowers kalkış izni vermediği bir trenin hareketlendiğini görünce treni durdurtuyor ve içindeki serseri kılıklı üç kişi indirilip tutuklanıyor. Bowers, Warren Komisyonu’na bunları ne kadar anlattıysa da dinletemiyor ve 1966 yılında arabasında, bir köprünün kenarına çarpmış halde ölü bulunuyor! 
Başkomiser Roger Craig, başından beri Kennedy cinayetinin resmi makamlar tarafından savsaklanmasına karşı çıkıyordu. Örneğin, üstü Şerif Bill Decker’in olay günü kendilerine “Başkan’ın korunması işine siz karışmayacaksınız” dediğini anlatıyordu. Craig, defalarca öldürülmeye çalışıldı, kimliği bilinmeyen kişiler arabasını sıkıştırıp devirmeye çalıştılar, başka gün ona ateş edip kaçtılar. Araba kazasındaki yaralarının etkisiyle ağrılarla kıvrandığı söylenen Craig, daha sonra resmi makamlara göre kendini vurarak intihar etti. 
Cinayetten hemen sonra Elm Street’de bir kurşun bulan polis Buddy Walthers, FBI ajanı olduğunu sandığı birine bu kanıtı teslim etti. Kurşunu bir daha gören olmadı. Walthers olayın üstüne gitmeye çalıştı, 1969’da bir tutuklama sırasında bir katil Walthers’i göğsünden vurarak öldürdü. 
William Bruce Pitzer, Kennedy otopsisi esnasında fotoğraf çekenlerden biriydi. 1966’da otopsinin bir filmi üzerine çalışmalar yaparken Bethesda Hastanesi’ndeki odasında eline bir silah tutuşturularak sözde “intihar” etti. Cinayetin hemen akabinde, Oswald’ın Texas School Book Depository’i terk ederken bindiği taksinin şoförü William Whaley, 1965’te yine sözde bir trafik kazasında öldü. 1937’den beri Dallas’ta hiçbir taksi şoförü ölümcül bir kaza geçirmemişti! James Wonell, Dealey Plaza’da, Başkan’ın konvoyunu izleyenlerden biriydi. Warren Komisyonu’na dört el ateş duyduğunu ve spor ceketli birinin Scholl Book Depository’nin arka kapısından kaçtığını söyledi. Wonell, Kasım 1966’da bir araba ve motorsikletin çarpışmasında öldü. Polis memuru Tippit’in öldürülüşünü gören Domingo Benavides, katilin Oswald’a hiç benzemediğini iddia ediyordu. Domingo’nun kendine çok benzeyen kardeşi Edward bir bar kapısında öldürüldükten sonra, Domingo derhal hikâyeyi değiştirip “katilin Oswald’a çok benzediğini hatırladığını” anlatmayı yeğledi. Olay yerinde bulunan ve katilin Oswald’a hiç benzemediğini tekrarlayan zenci kadın şahitAquilla Clemmons, çeşitli defalar “başına bir şey gelmesini istemiyorsa çenesini kapaması gerektiğini” söyleyenlerce tehdit edildi, Warren Komisyonu kendisini şahitlik yapmaya davet etmedi. 
Dansçı Whale’nin itirafı 
Dallaslı komiser Hiram Ingram, Kennedy cinayetiyle ilgili bir komployu deşifre ettiğini anlatıyordu. 1968 Nisanı’nda düştü, kalçasını kırdı. Üç gün sonra öldüğünde resmi gerekçe kanserdi! En önemli tanıklardan Richard Randolph Carr, olaydan hemen sonra iki kişinin koşup bir Station Wagon’a atlayıp gittiklerini ve koyu bir spor ceket ve gözlüğü olan bir üçüncü kişiyi de olay sırasında altıncı katta gördüğünü, bu şahsın da cinayetten sonra koşarak kaçtığını belirtmişti. Warren Komisyonu ona da tanıklık yaptırtmadı. Cinayeti ikinci kez sorgulayan Jim Garrison, Carr’ı tanıklık etmeye çağırdı, bir gün önce Carr arabasının kontak anahtarına bağlı dinamiti buldu ve ölümden döndü. Şahitliğinden sonra tehditler almaya devam etti. Hatta bir defasında saldırganlardan birini öldürdü. Carr, 70’lerde Atlanta’da bıçaklanmaktan kurtulamadı. 
Kennedy öldürüldüğü gün Ruby’nin işe aldığı bir dansçı, Marilyn Whale, Kennedy cinayeti üzerine kitap yazmak istediğini söylüyordu. 1 Eylül 1966’da silahla vurularak öldürüldü. Kennedy Dallas’a gelmeden önce, Ruby için çalışan iki kişi, sriptizci Rose Cheramie’yi hızla giden bir arabadan aşağı attılar. Cheramie hastanede yarı baygın bir şekilde “Kennedy’nin öldürüleceğini” sayıklıyordu. İki gün sonra Kennedy gerçekten öldürülünce herkes şok geçirdi ama polisler bu hikâyeye tabii önem vermediler. Çünkü içinde “Oswald” yoktu. Ruby ve Oswald’ın yakın ilişki içinde olduğunu anlatan Cheramie, 1965’te belirsiz bir arabanın çarpmasıyla öldü. Oswald’ın öldürüldüğü gün Ruby’nin arkadaşlarıyla evde toplanan Thomas Hale Howard, Ruby’nin de ilk avukatıydı. 1964’te aniden kalpten öldü. 
Ruby’nin arkadaşı Irv Kupcinet’in kızı Karyn, cinayetten iki gün sonra, Oswald’la aynı gün öldürüldü. Olacakları önceden bildiği ve bir santral memuresinin onun konu hakkındaki konuşmalarını duyduğu söyleniyordu.  
Zehirlenerek öldü
Jack Ruby ile bir ropörtaj gerçekleştirebilen tek gazeteci olan Dorothy Kilgallen, olayı aydınlatacağına güvenerek ciddi çalışmalar yaparken, aşırı dozda barbiturat yüklemesinden zehirlenerek öldü. Vücudunda 10 kişiyi öldürecek kadar uyuşturucu vardı. Warren Komisyonu üyesi Hale Boggs, “Oswald’ın tek katil olduğu” teorisine hiç inanmıyordu. 1971’de bir konuşmasında, FBI’yı telefonunu dinlemekle ve Gestapo taktikleri gütmekle suçladı. Alaska’ya uçarken Boggs, uçakta kayboldu, bir daha kendisini gören ve haber alan olmadı. Kennedy’nin ölümü ile yakın ilişkisi bulunan muhafazakâr sağcı dedektif Guy Banister, bir kurşun yarasıyla ölü bulundu. Yardımcısı Hugh Ward, 1964 yılında Meksika’da kullandığı bir uçak aniden düşünce, ölümle tanıştı.
CİNAYETLER SERİSİ SONA ERMİYOR
Savcı Jim Garrison’un, Kennedy cinayetinden sorumlu tuttuğu işadamı Clay Shaw aleyhine yürüttüğü davada en önemli şahit ve hatta belki kendi de sanık olan David Ferrie, 22 Şubat 1967’de esrarengiz şekilde ölü bulundu. Kansere karşı ilaçlar geliştirmeye çalışan Ferrie’nin vücudunda kendisine zorla içirilen ve beyin kanamasına neden olan hapların etkisi olduğu kanıtlanmasına rağmen, ani ölümü normal kanama olarak geçiştirildi, Garrison en önemli şahidini kaybetti. Ferrie ile aynı gün, yakın dostu Del Valle, kalbinden vurulup kafatası parçalanarak, aynı saatlerde öldürüldü. Del Valle de Garrison’un şahit listesindeydi. Oswald, Ferrie, Clay Shaw ve Ruby arasındaki ilişkileri bilen Clyde Johnson, şahitlik yapmasından bir gün önce feci şekilde dövüldü, kısa bir süre sonra da öldürüldü. New Orleanslı doktor Nicholas Chetta, Clay Shaw’ın mahkemesinde şahitlik yapacaktı. Kendisi David Ferrie ve Robert Penin’in otopsilerinde bulunmuştu. Ama Mayıs 1968’de “ani kalp krizi” nden ölünce, Garrison yine davanın önemli bir ayağından yoksun kaldı. New Orleans FBI ajanı Regis Kennedy, araştırma konusunda Dallas FBI’sına yardım ediyordu. Şahit Beverly Oliver’in cinayet esnasında çektiği filmi, çalıştığı gece kulübüne gidip ondan “kanun namına” aldı. Film kimseye verilmedi ve gösterilmedi. Yıllar sonra, HSCA Regis Kennedy’yi aradığında ölmüş olduğunu öğrendi ve cinayet filminin kaybı tescillendi. Jones’un kitabı buna benzer hikâyelerden en az üç yüz adetini içeriyor.SÜRECEK

27 Kasım 2013 Çarşamba

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 5

‘Sihirli Kurşun’ ve Marifetleri!
Warren Komisyonu, “Oswald tek başına öldürdü” teorisine hizmet eden kişiler hariç, hiç kimseyi dinlemiyordu!
►Olay günü ifade veren şahitlerin büyük çoğunluğu, Çimenli Tepe’den ateş edildiğini söylemesine rağmen resmi makamlar bunu duymak ve bilmek istemiyorlar!
Johnson, Başkan’a yapılan suikast ile Oswald ve Tippit cinayetlerinin araştırılması için, bir komisyon kurulması kararı aldı. Başyargıç (Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Başkanı) Earl Warren, önceleri bu komisyona başkanlık yapmayı reddettiyse de sonra kabul etti. Komisyonda, bizzat Kennedy tarafından işine son verilen, CIA’in başı Allan Dulles gibi koyu muhafazakârlar vardı. Komisyon bağımsız yargı kavramından tamamen uzak kimliğiyle tarihteki yerini aldı. Oswald’ın “Yalnız, kaçık bir katil” olduğu haricinde tanıklık yapan kimsenin söyledikleri dinlenmedi. Yani komisyon, sonucu önceden belirleyerek tüm sorgulamaları ve araştırmaları bu“sipariş” hükme ulaşabilmek için kullandı. Başkan’ı öldürmekle suçlanan Oswald’ı öldüren Jack Ruby’i dinlemeyi reddetmeleri ise komisyonun tek yanlı tutumunun ve gerçeğe karşı istemli körlüğünün komediden de beter itirafı oldu. 
552 şahidin dinlendiği Warren Komisyonu tüm belgelerine ancak Eylül 1964 ortasında kavuşmasına rağmen, 24 Eylül 1964 günü yıldırım hızıyla nihai raporu Başkan Johnson’a sunuyordu. Komisyonun tayin ettiği baro başkanı Walter Craig, 51 toplantının yalnız bir veya ikisine katılıyor ve Oswald lehine hiç ağzını açmıyor. Oswald’ın annesi Marguerite oğlunun suçsuz olduğunu söylediği için FBI onu“güvenilmezler” listesine koyuyor. Marina ise bir süre polis denetiminde kalınca kocasının suçluluğunu vurguluyor ve hemen gözde şahitliğe terfi ediyor. Amerika’da yaşamaya devam edebilmesi için “uslu” davranması gereken Marina, tabii bu tavsiyelere uyuyor. Avukat Mark Lane, Warren raporuna inanmayıp “Citizens Inquiry Commitee”yi (Vatandaşların Bilgilenme Komitesi) kuran ve olayların perde arkasını araştıran ilk kişi olarak tarihte yerini alıyor. Lane’in başından beri kafasını kurcalayan, soruşturma boyunca, kimsenin Oswald’ın avukatlığını üstlenmemiş olması.  
Tanıklar: Çitlerden ateş edildi
23 yaşındaki Mercer, Elm Street’te üst geçitten biraz önde, sağda park etmiş ve yolu tıkayan bir kamyonun içinde iki kişi görüyor. Biri sağdaki çite doğru elinde bir paketle yürüyor. Demiryolları kule görevlisi Lee Bowers, otoparka olaydan önce biri 1959 Oldsmobile, diğeri Ford, üç arabanın girdiğini ve Ford’un şoförünün mikrofonla konuştuğunu hatırlıyor. Bu araba da 3-4 dakika dolanıp gidiyor. Üçüncü bir Chevrolet, cinayetten 7-8 dakika önce geliyor. Biraz dolanıp School Book Depository’ye doğru dönüyor. Bu arada birçok şahit cinayet sonrası şüpheli şahısların, açık renk bir Rambler Stationwagon ile TSBD’nin önünden kaçıp gittiklerini ihbar ediyorlar. 
J.C Price, silah seslerinden sonra otoparka doğru elinde bir nesneyle koşan birini görüyor. Üç şahidin her biri bu kişiyi 25- 30 yaşlarında, koyu kıyafetli, hafif toplu biri olarak tanımlıyor. Tutanağa geçen bu önemli ifadeye rağmen ne Price ne de Julia Mercer komisyon tarafından çağrılıyorlar. 
Cinayeti filme alan meşhur Abraham Zapruder, ateşin kendi arkasından geldiğini söylüyordu. Bunun gibi ifadelere rağmen komisyon raporda, “Güvenilir hiçbir kaynak School Book Depository dışında bir noktadan ateş edildiğini göstermemektedir” diyebiliyordu. 
Olay günü ifade veren yirmi beş şahitten yirmi ikisi, çitlerden ateş edildiğini söylüyorlar. Ama resmi makamlar “Oswald binadan ateş etti” kararlarını kamuoyuna açıkladıktan sonra şahitleri çağırıyor. Böylece bu kanaatin dışında konuşan herkes “kafa karıştırıcı spekülatörler” grubuna itilmiş oluyorlar. 
Parkland hastanesi doktoru Malcolm Perry de, müdahale eden 2. doktor Charles Carrico da, Kennedy’in boğazındaki yarayı “Adem elması”nın hemen altındaki bir giriş yarası olarak tanımlıyor. Böylece, Oswald’ın binanın 6. katından tek başına ateş ettiğini, birinci günden beri iddia eden Amerikan polisi çözümü imkânsız bir durumla karşı karşıya kalıyor: “Başkan’a arkadan ateş edildi ve o önden vuruldu”(!)  
Dr. Jenkins başka bir yara buldu
Başkan’ı öldüren ve başının sağ tarafında olan büyük yara dışında, Dr. Marion Jenkins sol tarafta da bir yara bulunduğunu açıklıyor. Ancak Warren Komisyonu yanıldığını (!) ima edince, bu görüşünü geri çekerek “Herhalde elimdeki kan, sol tarafa da bulaşmıştı, o yüzden öyle sanmış olabilirim” diyor. Bunu on yaşında bir çocuk değil, ABD Başkanı’na müdahale eden doktor söylüyor! O gün olay yerinde, insanların elinden alınan filmler, Vali Connally’nin temizlemeye yollanan giysileri, Başkan’ın yaraları hakkında özenle sorulmayan ve/veya rapora geçilmeyen sorular, her şey, o gün yaşanan gerçekleri zorla değiştirmek ve iz kaybettirmek için kullanılıyor.  
Kurşun hareketsiz kalıyor
●Sihirli Kurşun ilk olarak Kennedy’nin sırtından, aşağıya doğru 17 derecelik bir açıyla vücuda giriyor. Birinci yara... 
● Sonra yukarıya doğru hareket ederek Kennedy’nin vücudunu boğazından terk ediyor. Bu, ikinci yara...
●Kurşun 1,6 saniye havada hareketsiz kaldıktan sonra önce sağa, sonra sola dönerek Conally’nin vücuduna doğru ilerleyip sağ koltuk altının tam arkasından giriyor. Üçüncü yara... 
● Bu kez 27 derecelik eğimle aşağıya doğru yönelen kurşun Connally’nin beşinci kaburga kemiğini kırarak göğsünün sağ tarafından dışarı çıkıyor. Dördüncü yara... 
● Vücuttan çıkan kurşun sağa dönerek Connally’nin sağ bileğine giriyor. Beşinci yara... 
● Kurşun Vali’nin dış kol kemiğini kırarak bilekten dışarı çıkıyor. Altıncı yara... 
● Olağanüstü bir U dönüşü yapan kurşun son olarak Connally’nin sol bacağına saplanıyor. Yedinci yara...  
C399 No’lu kanıtın örneği yok
Vali Connally ilk kurşunla vurulmadığını ve omuzunun üstünden bakıp Başkan’ı göremeyince, bir komplo olduğunu anladığını söylüyor. İlk raporda Başkan’ı öldüren “kurşun” Kennedy’nin sedyesinde bulunuyor. Ancak sonra, kurşunun Kennedy ve Connally’deki yaraları açan kurşun olduğu saptanınca, onun Kennedy’nin değil Connally’nin sedyesinden çıktığına karar veriliyor. Eh, bu da herhalde tüm Amerikan güçlerini kullanan komisyon için, beceremedikleri “Başkan’ın arabasının vurulduğu sokağın adının Houston’a değiştirilmesi”nden daha kolay bir geçiş! O kurşunu oraya sedyelerin başında kimse olmadığı uzun anlardan birinde Jack Ruby’nin düşürüverdiği de bulmacamızın en has rivayetlerinden biri. “C399” numaralı kanıtın dünyada örneği yok! 
Uzman Adli Tıp Patoloğu Dr. Cyril Wecht’e göre bu rapor, kendine “belgesel” ya da “araştırma” raflarında değil, ancak Gulliver’in Gezileri ve Huckleberry Finn gibi “hayali hikâye” raflarında yer bulabilirdi. 
Komisyon ele geçirdiği her türden bilgiyi, “Ulusal Güvenlik” sebepleriyle 2039’a kadar açılmamak üzere mühürledi (Büyük baskılar sonucu bu belgelerin bir kısmı açıklandı, bir bölümü de 2017’de açıklanacak). 
Komisyon 13 yılın ardından, bazı senatörler ve çeşitli kaynaklardan gelen baskılar üzerine 1976’da JFK ile Martin Luther King Jr. suikastlarını araştırmak için Temsilciler Meclisi Suikast Araştırmaları Komitesi (HSCA/ Komite) kuruldu. 
Richard Sprague’dan devralan Robert Blakey, Temsilciler Meclisi Başdanışmanı ve yasal kadro direktörüydü. Oldukça gerilimli geçen birkaç yıldan sonra, komitenin baş danışmanı, CIA’in işbirliği içinde olduğuna olan inancını değiştirdi. Çünkü komitenin araştırmacıları arasına CIA özel irtibatı olarak dahil edilen Gizli Operasyonlar Şefi olan George Joannides’in, suikasttan önceki aylarda CIA ile bağlantılı Castro karşıtı DRE grubu da dahil olmak üzere, Lee Harvey Oswald’ın ilişkisi olduğu bir örgüte adının karıştığını öğrendi.  
Bulgular 50 yıl mühürlü
HSCA, nihai sonuç raporunda Kennedy’nin büyük olasılıkla Sovyetler Birliği ya da Küba’yı içermeyen bir komplo sonucu öldürüldüğünü; daha da ileri giderek Organize Suçlar ya da Anti-Castro gruplarının suikastla bir ilişkisi olmadığını açıkladı. 
HSCA, Lee Harvey Oswald’ın Kennedy’ye en az 3 el ateş ettiğine inanıyordu. İkinci ve üçüncü (öldüren kurşun) Başkan’a isabet etti. Komite -elbette!- Gizli Servis, FBI veya CIA’in suikastla bir ilgisi olmadığı inancındaydı. 
Rapor bulgularını, suikast sırasında Dealey Plaza’daki bir polis motosikletindeki bozulup kapanmayan vericinin dictabelt (Dictaphone’nun ürettiği silindir şeklindeki analog kayıt depolama cihazı) kayıtlarına borçlu. HSCA’in akustik kanıtlara dayalı bulgularıyla ilgili çeşitli lehte ve aleyhte yorumlar oldu. 
Robert Blakey ancak 2003’te, CIA ile hem Warren Komisyonu’nun hem de HSCA’in raporlarına olan güvensizliğini açıkladı. 
Komitenin bulguları ve verileri 50 yıl boyunca, yani 2029’a kadar mühür altında olacak.  
Tarihin en kıvrak kurşunu
New Orleans Başsavcısı Jim Garrison, komisyonun tüm tutarsızlıklarını deşifre ettikten sonra, Clay Shaw isimli New Orleanslı işadamı aleyhine açtığı dava ile JFK cinayetini tekrar yargıya taşıdı. Mahkeme Zapruder filmini zorla getirtti ve şahitlerine seyrettirdi. Böylece alay yoluyla komisyonun “Sihirli Kurşun” teorisi gündeme geldi. Bu mantığı komisyona en genç üyelerinden Arlen Specter kabul ettirmişti. Komisyon özetle, olayı şuna getirmeye çalışıyordu: Üç kurşun sıkıldı. Biri herkesi ıskaladı kaldırıma çarptı ve sokakta duran James Tague’in suratına taş parçacıkları sıçrattı. Biri Başkan’ın beynini dağıttı. Biri de Kennedy ve Connally’de çeşitli yaralar açtı. Bunun da anlamı 8 saniyede o müthiş Oswald bile üç kurşundan fazla sıkamayacağına göre, Başkan’ın sırtında, boğazında, Connally’nin sırtı, eli ve dizindeki yaraların tamamını ikinci kurşun oluşturmuştu. Mühimmat tarihinin en “kıvrak” kurşununu anlatan mahkemeye taşıdığı Garrison’ın “Sihirli Kurşun” teorisi, Warren kararlarının “eğlencelik” olduğunu gözler önüne serdi.
SÜRECEK

26 Kasım 2013 Salı

SAHİDEN NERELERDESİNİZ YAHU? / Bedri Baykam / 26 Kasım 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Kimdiniz siz sahiden? Şu küstah hallerinizle bizlere küçümseyerek bakan sizlerden söz ediyorum; siz 2. Cumhuriyetçiler, siz
"yetmez ama evet"çiler, siz "Ulusalcılık-Atatürkçülük düşmanları", sizlerden, hepinizden söz ediyorum... Bugün "kızlı-erkekli" (!) tartışmaları Ortaçağ’dan çıkıp kabus gibi ortalara dökülmüşken nerelerdesiniz? Hangi masa altına saklanıp eski rezil yazılarınızı örtbas etmeye çalışıyorsunuz? Artık televizyonlarda o havalı ve sahte bilgiç edalarınızla atıp tuttuğunuz boş programlar da kalmadı. Çoğunuzun kullanım süresi doldu ve üzeriniz çizildi. Ortada bir kaç tane çürük elma kaldı. Sizin yerinize daha arsız, daha ukala, ağzı bozuk, bazısı elinde valizi, arada Cemaat/İktidar kavgasında birbirine de giren yeni bir “nesil” geliverdi... Kızlı erkekli çalışıyorlar, kimisi babasının oğlu, kimisi karı-koca... Dört koldan, ellerinden geleni artlarına koymayarak, Mustafa Kemal'e ve onun bugünkü savunucularına sürekli ağızlarından salyalar akarak saldırıyorlar! Herhalde onları seyrederken heyecandan gözleriniz yaşarıyordur, "Ne güzel yetiştirmişiz" diye, öyle değil mi? Şimdi bir süre de onlar kullanılacak sizler yerine, ta ki bir gün çember yobazlığa doğru biraz daha daralıp onların da topuz saçları, şuh ve makyajlı havaları ıskartaya çıkana kadar... Hadi onlar da heveslerini alsın biraz bakalım!
             1990'ların başlarında çıktınız ortaya... Birkaç "liberal" gazetede konuşlandınız başlarda. Önce Atatürk'ü ele aldınız, sinsi sinsi,
"Efendim onu da tabii ki eleştireceğiz" diye anlamsız, mantıksız, her türlü sözde zeka fışkırmasını ortalara vecd içinde dökerek... Bizlerin, yani Atatürkçüler'in bombalandığı, kurşunlandığı alçak yıllardı. O cenazelere bile gelmediniz, "Bu cinayetlerin kaynağı belli değil" diye hep ortalığı bulandırdınız. Acılarımıza göstermelik olarak bile ortak olmadınız. Büyük devrimcinin her adımında bir faul aradınız. Türkiye hakkında söylediğiniz her şey, yaptığınız her çözümleme, AB ile ilişkilerden AKP'nin kimliğine kadar, her şey yanlış çıktı! Tarih hakkında yaptığınız analizlerde, beş yaşında çocuğun yapmayacağı bir kabalıkta "anakronizm" denilen illetin çukuruna düştünüz. Bugünün siyasal verileri üzerinden 1920'leri 30'ları kötülemeye kalktınız. Acımasızca gencecik beyinleri zehirleyerek, ödünsüz laiklik olmayan yerde demokrasinin izi bile olamayacağını onlardan saklayarak... Yoksa sahiden bunu bilemeyecek kadar cahil veya donanımsız mıydınız?
           Türban tartışmalarında hep çok yamandınız... Türbanı savunanların demokrasi aşığı, mazlum, ilerici, gerçek anlamda devrimci(!), iyi niyetli ve özgürlük arzusuyla yanıp tutuşan insanlar olduğunu iddia ettiniz. Din propagandacılarının masumiyetlerini, çağdaşlıklarını, hatta ideolojik sağlamlıklarını ve etik duruşlarını öne çıkardınız! Bizler ise sizin jargonunuzda
"laikçi-statükocu-resmi ideolojici-militarist-kavgacı-demode" birer fazlalıktık! Anayasayı ve siyasi partiler yasalarını çiğneyerek dini siyasete sokmaktan çekinmeyen ve bunu tamamen çarpıtılmış bir demokrasi kılıfı ile örtmeye çalışanları her adımlarında mazur göstermek için ters taklalar attınız. Ne kelimeler yüklüyordunuz o saçma iddialarınıza; "Modern mahrem"den tutun da, "iflas eden paradigmalar"a kadar her türlü cilayı denediniz. Bu arada kontrol ettiğiniz yayınlarda, gazete sütunlarında açık demokratik tartışmalarda yenmeye gücünüzün yetmeyeceği Kemalist isimleri alçakca yok saydınız, yayınlarda üzerlerini çizdiniz, sansürlediniz. Çünkü gerçek demokrasi çapınız bu kadarcıktı!
           Tabii, yalnız gazeteci değildiniz. Şakıyan şarkıcıydınız, ödül avcısı yazarlardınız, balerindiniz,
"güncel" plastik sanatçıydınız, sözde yeni dönemin  büyük siyasetçi adayları veya her tarafından çıkar ilişkileri akan akademisyenlerdiniz! Hatta sol parti lideri bile oldunuz! Aranızdan Gezi'den sonra RTE'ye sitem edip "kaç kere söyledim bunları daha önce içeri almalıydın" diye debeleneniz bile oldu! Ne denir sizlere, bilmem ki? Hep arkadan dedikodu yaptınız, nice sergide, panelde, nice gazetede ahlaksızca sansürü devreye sokarak çamur attınız. Alman müzelerinde 68 Kuşağı sergimizi iptal ettirecek kadar bu konuda çalışkandınız! Sizleri tanımlamaya Türkçe yetmez...
             Nerelerdesiniz şimdi? Bekar kız veya erkeklere ev verilmeyeceği, o evlere giriş çıkışın yakında ahlak polisi kontrolünde gerçekleşeceği soytarı günler yaklaşırken, bazen traş olurken veya dudak boyarken hala aynaya bakabiliyor musunuz? Yoksa yüzsüzlük bunu  bile çoktan engelledi mi? Nerdesiniz, merak ettik sizi...

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 4

Bukalemun Oswald’ın maceraları
Tarih sayfalarına katil kimliğiyle giren Oswald, bin bir suratlı bir kişilikti
►Soğuk Savaş’ın ortasında Amerika ve Rusya arasında mekik dokuyan, eski “Marksist Amerikan deniz piyadesi”nin olağandışı hayatı...
Peki, sonsuza dek “Kennedy” her anıldığında hemen ardından ismi tekrarlanacak “Oswald” kimdir? Marx’ı okuyan ve “Komünizm en iyi dindir” diyen bir adam; ilk cinsel deneyimlerini Amerikan denizcisiyken Japonya’da konsomatrislerle yaşayan bir genç; “Önemli bir şey olmazsa beni işten arama” diyen annesini “Anneciğim, şimdi televizyonda İngiltere kraliçesi taç giyiyor” diye arayan bir çocuk; dul annesinin yaşam kavgasında sağda solda gençlik evlerinde bırakılmış bir delikanlı; Japon komünistlerine bazı bilgiler satmasından şüphelenilen bir er ve evladının bir gizli ajan olduğuna inanan ve zorluklar içinde yaşayan bir annenin oğlu... 
Lee Harvey Oswald, çözülmesi asla mümkün olmayacak bir şifre... Yoksulluk içinde babasız olarak yaşama merhaba diyen New Orleanslı bu çocuk, dünya tarihinin en gizemli karakterlerinden biri. İşkence gibi geçen okul yaşamı boyunca (sık sık okuldan kaçıp hayvanat bahçesine ya da Halk Kütüphanesi’ne gidiyor) genç Oswald, sürekli izlediği “Üç Farklı Yaşam Sürdüm” adlı TV serisinin hastasıydı. Dizi üç kimlikli çalışan FBI ajanı Herbert Philbrick hakkındaydı. FBI adına Komünist Parti’ye sızmış bir reklam müdürünün öyküsü, öyle görünüyor ki, Oswald’ın karakterine ömür boyu işledi. 
Bond romanları okuyor 
Lee H. Oswald’ın kendisinin bile artık kim olduğunu bilemediği pek çok an kesin yaşanmıştır! Lee H. Oswald? Ya da O. H. Lee? Veya Rusya’daki adıyla Alik veya KGB dilinde Likhoi? Komünist miydi? Moskova’da konumlandırılmış bir FBI veya CIA ajanı mıydı? Ya da Sovyetler Birliği tarafından ABD’ye geri gönderilen bir KGB ajanı mı? Berlin Duvarı ve “Füze Krizi”nin ortasında herhangi bir sorunla karşılaşmadan nasıl bu kadar özgür ve değişken olabiliyordu? Ian Fleming’in James Bond’u ile ilgili bulabildiği tüm romanları da okumaya başlamıştı. Sonuçta Oswald, sanki Soğuk Savaş’ın ortasında, ABD veya Sovyetler ikilisinden birine ait olmak yerine, bukalemun bir kimlikle “gerginliğin parçası” olmayı tercih ediyordu. Kime, hangi sıfatla çalıştığı fark etmezdi. 
Oswald okulu bırakıp Deniz Kuvvetleri’ne girdikten sonra deniz piyadesi oldu. Japon Atsugi üssünde CIA ile kesişen ilişkiler yaşadığı ve güzel konsomatrislerle aşk hayatı sürüp onlardan Rusça öğrendiği, bu dönemin efsanelerinden. Arkadaşlarının taktığı lakap ile “Oswaldskoviç” komünist olduğunu bile saklamayan farklı bir Amerikan piyadesi! 
1960-1962 arasında Sovyetler’de geçirdiği süre, bu esrarengiz kişiliğin en çok merak edilen dönemlerinden biri. Rusya’ya iltica etmek için müracaat eden Oswald, önceleri uyutulmaya çalışılıyor. Olay sürüncemeye girince otel odasında bileklerini kesip intihar ediyor, rehberi Rimma tarafından bulunup apar topar hastaneye götürülüyor ve kurtarılıyor. 
Rusya’ya iltica isteği 
Oswald, bununla yetinmiyor, 10 gün sonra Amerikan Konsolosluğu’nda pasaportunu masaya koyup “Amerikan vatandaşlığından çıkmaya geldim. Rusya’ya iltica edip U2 casus uçaklarının sırlarını vereceğim” diyor. Bu jestler herhalde Ruslarda bir yumuşama yaratıyor ve Minsk şehrinde yaşaması kaydıyla Oswald’a izin çıkıyor. 
Bir radyo fabrikasında iş verilen Oswald, nispeten iyi maaşına karşın pek de emek harcamayı sevmiyor. Bu arada onu izleyenler akla gelmedik sürprizlerle karşılaşıyorlar. Oswald basit bir fotoğraf makinesinin içine film yerleştiremiyor, radyoya pil koymak isterken kırıp bozuyor ve ormanda ava gittiklerinde atışları hep ıskalıyor. Rus yaşam tarzı ile de ilginç anekdotları eksik değil. Bir sabah 07.00’de kapısına vurulup seçimde oy kullanması için uyandırdıklarında yatağından bas bas bağırıyor: “Beni rahat bırakın, burası özgür bir ülke!”  
Aşırı sağcı faşist General Edwin Walker’a suikast
1961 başında Oswald, bağıra çağıra Amerikan vatandaşlığından çıkmak için başvurduğu Moskova’daki Amerikan Konsolosluğu’na, bu sefer uslu bir vatandaş gibi “Hiçbir cezai takibe uğramayacaksam geri dönmek istiyorum” diye mektupla başvuruyor. Tabii “disleksik” olan ve kelimeleri doğru dürüst yan yana getiremeyen Oswald’ın yazışmalarından konsolosluk nasıl bir anlam çıkarıyor, o da işin bilinmeyen detayı. Oswald Sovyetler’den, bir yıllık yazışmalar ve sahte sakin tavırlarla ayrılma hakkı elde ediyor. 
Teorik olarak dönüş masrafları için, konsolosluk aracılığıyla Amerikan devletinden borç alıyor. Böylece çift, 30 Mayıs 1962 tarihinde bebekleri June’la beraber önce Hollanda’ya, oradan da Amerika’ya doğru yola koyuluyor. Önce New York’a varıp oradan Texas’a geçiyorlar. Lee’nin kafasında Amerika ve Rusya deneyimlerinin ardından yeni bir siyaset oluşturma fikirleri şekilleniyor. 
Posta ile tüfek siparişi 
Oswald mart ayında posta yoluyla Mannlicher-Carcano marka bir tüfek satın alıyor. Siparişi Alek Hidell adına yapıyor. 10 Nisan 1963 günü, yani yüzyılın cinayetinden 7.5 ay önce, Oswald aşırı sağcı faşist General Edwin Walker’a suikast girişiminde bulunuyor. Tüfeğini olay yerine yakın bir noktaya iki gün önceden saklayan Oswald, Walker’in evine yaklaşıp pencerenin arkasından ateş ediyor ve kaçıyor. Bu arada Marina kocasının nerede olduğunu bilmeden evde beklerken Oswald’dan bir not buluyor. Oswald bu durumda ölecek veya yakalanacak bir teröristin karısına ne gibi ilginç notlar bırakabileceğini gösteriyor. Sonuçta Walker’a kimin ateş ettiğini polis tespit edemiyor.  
Kıskandırmak için evlendi
Rusya’da değişik kızlarla maceraları olan ve “Rus rüyası” yaşadığını söyleyen Lee, tanıştıktan altı hafta sonra, önceki kız arkadaşı Ella’yı kıskandırmak için Marina ile evleniyor. Ardından ona da âşık olmayı başararak… Minsk’e geldiğinden beri, KGB görevlileri ajan olup olmadığını anlamaya çalışarak onu kuşkulandırmadan yakın gözetime alıyorlar. KGB ajanları, dairesinin üst katına yerleşip duvarın içinden mikroskobik delikler açarak, döneme göre büyük “fiberoptics” başarılarla gözlemlerine devam ediyorlar. Karı-koca sürekli kavga ediyor ve bu konuşmaların dökümü Brezilya dizilerine benziyor.  
Oswald olmak zor iş
Her ne kadar onun Rusya’da yaşamış olduğu bilgisi FBI’dan panelcilere ulaştırılmış olsa da o ilk şoku iyi atlatan Oswald, politik günlük gündemi, bir günlüğüne teslim almış oluyor. Tarihin akış yatağını değiştirecek olmasının yanında “gündem”in lafı mı olur? Oswald daha sonra Meksika’ya giderek oradan Küba vizesi almaya çalışıyor. Ama başarılı olamıyor. “Önce bir Sovyet vizen olması lazım” diyorlar. Oswald kızıyor; hem de çok ama gri bir nokta daha var: Elçiliğin önünde çekilen gizli resimlerde “Oswald” diye elçiliğe girmiş alakasız birini görüyoruz. Aynı dönemde birilerinin Oswald’ın imajını istenilen yönde oluşturmak için “sahtesini” ortaya saldıkları konuşulanlar arasında. Uzun lafın kısası “Oswald” olmak herkes için zor iş!  
Marksistliğini her yerde dile getiriyor
İşte Ağustos 1963’te Oswald New Orleans’ta “ellerini Küba’dan çek” broşürü dağıtırken...

Oswald’ın komünizme ve Küba’ya olan ilgisi Amerika’ya dönüşünden sonra da devam etti. Amerika’da solcu ve ilericiliğin Castro ve Küba’yı desteklemek olduğu, tutucu olmanın da Küba düşmanlığı gibi özetlendiği bir ortamda, Oswald New York’ta merkezi bulunan Fair Play for Cuba Committee’ye (Küba İçin Dürüst Tavır Komitesi) bir yazı yazarak, New Orleans’da bir şube açmak istediğini söylüyor. Komiteden gelen teşekkür yanıtı açık açık “Şube açmadan ve provokasyona sebebiyet verecek davranışlarda bulunmadan evden idare etmesini” rica etmesine rağmen, Oswald bildiğini okuyor ve konuyu özetleyen bildiriler bastırıp bir küçük ofis tutuyor. Oswald’ın başı, sokakta kendisiyle dalaşan halkla ve polisle derde giriyor. Castrocu bildiriler dağıtırken daha iki gün önce sözde “destek vermek” amacıyla ziyaret ettiği anti-Castrocu örgütçü Carlos Bringuier onu sokakta elinde Castrocu el ilanlarıyla dolaştığını duyunca, yakalayıp tokadı patlatıyor! Lee karşılık vermiyor ve ayrıca bir radyo programında da kendi Marksist/ Leninist görüşleriyle çarpışan fikirlere sahip üç kişiye karşı aynı anda “aslanlar gibi” mücadele ediyor. 
Küba komitesine mektup 
Oswald’ın başarılı, hazırcevap ve kendini iyi yetiştirmiş bir panelist olarak görünmesi, geçmişini göz önünde bulundurduğumuzda çok ilginç. Olmamış olayları olmuşçasına göstererek sonra bunları gerçekten yapmak gibi zamanla ileri-geri oynayan bir kişiliğe sahip. Oswald, Küba Komitesi merkezine, “Sokakta polisle ve karşıt görüşlülerle çatıştık” diye mektup yazıyor. Komik, yanlış kesimli Rus elbiselerle katıldığı radyo açık oturumunda, sunucunun onu saygın bir komite üyesi ve New Orleans bölgesi şefi olarak tanıtması, Oswald’ın küçük dünyasında kurduğu dev hayallerin gerçeği ısırması oluyor! Ama tüm bu reklam, program, bildiri dağıtım ve çabalara rağmen, bir türlü New Orleans’taki komiteye hiçbir üye katılmıyor. Kaldı ki, merkezi komite Oswald’ın kendince kararlar alıp uygulayan “tehlikeli” kişiliğini algıladıktan sonra, onunla ilişkilerini kesiyor. 
Oswald’ın ilginç bir noktası, Marksist olduğunu her yerde övünçle dile getirmesine rağmen bu konuda herhangi bir derinliğe sahip olmaması. Konuya hâkimiyeti sığ ve klişe bilgilerden öteye geçmiyor. Ama aynen Walker olayında olduğu gibi, Oswald “akıl almaz sonuç çıkartmalarla” kendine “dünyayı ve tarihin akışını değiştirmeye niyetli bir insan” profili çizmeye ve buna inanmaya başlıyor.  ●SÜRECEK

25 Kasım 2013 Pazartesi

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 3

Yakılan notlar, rötuşlanan fotoğraflar, tehditler…
● Yüzyılın en önemli cinayetinin otopsisi, yüzyılın en savsaklanan ve tahrifata uğrayan otopsisine dönüşüyor
► Kennedy otopsisinin tamamı, başından sonuna dek doktorların kendilerine “sipariş edilen” son rapora ulaşabilmek için oynadıkları bir komediden farksızdı.
Dealey Plaza’da kurşunlar konuştuktan sonra Merriman Smith, dünyaya telsizle suikastı duyuran ilk gazeteci oldu. Vurulduktan beş dakika sonra, Başkan’ın arabası hastaneye vardı. Üç koruma görevlisi, Kellerman, Green ve Lawson, Kennedy’yi zorlukla ameliyathaneye taşıdılar. Dr. Malcolm Perry, Dr. Robert Mc Clelland ve Dr.Charles Carrico 15 dakika panik içinde ellerinden geleni yaptılarsa da yaşam işaretlerini hareketlendirmeyi başaramadılar, son duayı okuması için rahip Oscar Huber’i çağırdılar. Kennedy’nin ölümü saat 13.38’de basın sözcüsü Malcolm Kildulff tarafından kamuoyuna açıklandı. Bu, dünyanın gelmiş geçmiş en hızlı yazılan haberiydi. Cinayetten bir saat sonra Amerika’nın yüzde 95’i olayı duymuştu. Texas kanunlarına göre Dallas’ın sorumlu yasal doktoru Earl Rose otopsi yapmadan, naaş Parkland’i terk edemezdi.
Dallas hâkimi, savcısı ve Kennedy ekibi arasında, bu konuda ciddi bir sertleşme bile yaşandı. Nihayetinde, Kennedy’nin vücudu acil olarak sipariş edilen pahalı bir tabutla,Johnson ve Jackie Kennedy’nin de içinde olduğu AIR FORCE ONE’a apar topar yüklendi. Kennedy’nin naaşıyla birlikte AIR FORCE ONE’a gelen Johnson, Robert Kennedy’nin bir karşı hamlesinden korkuyordu. “Robert uçakta yemin etmemizi istedi” diye bir hikâye uydurup Jackie’yi apar topar yanına çağırttı, yeminini uçakta etti ve kaşla göz arasında başkan oldu! Ancak AIR FORCE ONE Washington’a indiğinde, Robert Kennedy ve diğer Kennedy aile üyeleri ile beraber havaalanında düzenlemek istediği basın toplantısı senaryosu tutmadı. Kennedy’ler derhal Jack’in tabutunu arabaya alarak uzaklaştılar. Johnson, her haliyle zavallılık kokan basın toplantısını tek başına yapmak zorunda kaldı. Amerika, karizmasıyla dünyayı ve tüm halkları büyülemiş bir yıldızın ardından, kimsenin tanımadığı ve sevemeyeceği bir ikincil yaşlı adamın eline kalmıştı...
Otopsi öncesi cesede müdahaleBirçok akıl almaz teori, ortalıkta gezen iddialara tuz biber ekiyor. Bu teorilerden en ilginci, Kennedy’nin naaşının Parkland’den alınıp Bethesda’daki otopsiye götürülmeden önce başka bir yere kaçırılıp yaraların arkadan gelen kurşunlar sonucu oluştuğunu kanıtlamak istercesine, bir müdahaleye maruz kaldığı şeklinde olanı. Dallas’taki ambulansın şoförü Aubrey Rike, vücudun Dallas’tan hareket ederken şık bronz tabut içinde ve çarşaflara sarılı olduğunu söylerken, Bethesda Hastanesi’ndeki laboratuvar teknisyeni Paul O’Con Nor ise kendilerine gelen vücudun sade bir askeri tabutta, fermuarlı ceset torbasında olduğunu vurguluyor. Ama öte yandan, Kennedy’nin en yakın görev arkadaşı Dave Powers, Parkland’den Bethesda’ya kadar tabutun yanından hiç ayrılmadığını vurguluyor ve bu senaryonun doğru olamayacağını söylüyor. Aynı şekilde FBI ajanı Frank O’Neill ve James Sibert, uçağın indiği Andrews Air Force Base’den Bethesda Hastanesi’ne dek ambulansı sürekli takip ettiklerini anlatıyorlar. Tam Kennedy cinayetine uygun gri bir soru işareti daha! Keşke otopsi Dallas’ta yapılsaydı...
Watergate ve suikast ilişkisi
Harrison Edward Livingstone “Yüksek İhanet, 2. Bölüm”
 isimli kitabında, özellikle cinayet sonrasında, otopsi esnası ve sonrasında, hatta daha ileriki yıllarda sürekli olarak izlerin nasıl yok edildiğini en ince detayına kadar kaleme alıyor. Sadece otopsi etrafında dönen oyunlar 400 sayfa tutarken, 600 sayfalık kitap, Kennedy cinayeti ve Watergate arasında da bağlantılar kuruyor. Robert Kennedy ve Martin Luther King cinayetleri de, Nixon’un Demokrat Parti karargâhına espiyon olarak yolladığı adamlarının neden olduğu Watergate skandalı da, bir ucundan JFK cinayetinin esrarengiz bulutlarına takılıyor. Örneğin, JFK cinayeti soruşturma dosyalarında sıkça adı geçen Howard Hunt’un eşi Dorothy Hunt, Nixon’un espiyonlarına ödemeleri yapan “çantalı kadın” rolündeyken, 8 Aralık 1972’de bindiği 553 sayılı uçak düşüyor ve Bayan Hunt ölüyor. 

Şüpheli bir uçak kazası 
Olay hemen örtbas edildi ve Nixon’un adamları olayı soruşturacak kilit noktalara getirildiler. Şüpheli bir kaza olarak tarihe geçen 553 numaralı uçuşta Dorothy Hunt dışında birçok “kritik” isim daha vardı. 
Uçak düştükten sonra FBI uzun süre enkaz çevresine sağlık ekiplerini bile yanaştırmadı ve az yaralıların olay yerinden bir an önce uzaklaşmalarını sağladı. 
CIA Başkanı Richard Helms, Howard Hunt’ın Watergate olayına karışmasına neden olan kişilerden biriydi. Helms, Warren Komisyonu ve CIA arasındaki bağı oluşturuyordu ve şayet biri JFK cinayetinin gerçek yüzünü, sürgündeki anti-Castrocu Kübalıların suç birliğini, CIA’nin Castro aleyhine olan suikast denemelerini gizleme gücüne sahipse, HSCA’ye (House Select Committee on Assassination - Temsilciler Meclisi’nin 1976-78 Araştırma Komitesi) göre bu Helms’den başkası olamazdı.
Dünyanın en baştan savma otopsisiO gece Bethesda Askeri Hastanesi’ndeki otopside inanılmaz hatalar yapıldı. Dünyanın en önemli cinayetinin otopsisi, tarihe belki de “dünyanın en baştan savma otopsisi” olarak geçecekti! İşlemi yürüten şef Dr. James Humes, daha önce ateşli silah yaralarıyla ilgili bir otopside bulunmamıştı. Kennedy’nin doktoru Burkley, Humes’a, kurşunların vücutta açtığı izleri araştırmamasını söyledi. Kennedy’nin kanıyla lekelenen Dr. Humes’un el yazısı raporu yırttırıldı. Otopsiye katılan doktorlar tehdit edilerek, işlem hakkında açıklama yapmaları yasaklandı. Otopsi anında yapılan kalitesiz çekimdeki fotoğrafların müdahalelere uğradığı ortaya çıktı. Otopsiye katılan doktorların, yaraları sözlü ve yazılı olarak tarifleriyle “otopsi fotoğrafı” diye etrafta gezen görüntüler, birbirleriyle büyük çelişki içindeler... 
Kafatası parçaları kayıp 
Kanıt olarak saklanması gereken Başkan’ın kafatasının parçaları bugün “Milli Arşivler”de yer alacağına, “kayıplar” listesinde yer alıyor! Başkan’ın sağ arkası patlamış kafatasından fışkıran beyin parçaları otopsi esnasında çıkartılmış ve kurşunların giriş yönü hakkında araştırma yapma niyetiyle paslanmaz çelikten bir kutuya konmuştu. Bu araştırma yapıldı; sonuçlar gürültü çıkartmasın diye mi “Başkan’ın beyni çalındı” lafı ile olay örtbas edildi, yoksa gerçekten mi çalındı, bilemiyoruz. Başkan’ın gırtlağındaki yara, ilk müdahaleyi yapan doktorlara bir “giriş” olarak görünmüştü. Daha sonra ciğerlere doğru bir teneffüs yolu açmak için bu yara üstüne “traketomi” gerçekleştirilecekti. 
Kennedy’nin gömlek ve ceketindeki delikler, Başkan’ı sırtından vuran kurşunun boynun 15 cm kadar altından girdiğini göstereceklerdi bize sonradan. Dolayısıyla bu yaranın gırtlaktakiyle bir ilgisi olamazdı. Bunun aynı kurşunun giriş ve çıkış noktaları olduğunu kabul etmek, Kennedy’e yolda yer seviyesinden ateş edildiği anlamını çıkaracaktı. 
Sipariş rapor 
Doktorlar, sırttan giren kurşunun gırtlaktan çıkmasına Başkan’a yapılan kalp masajının neden olabileceğini savunuyorlardı! Açıkçası, onlar için oldukça aşağılayıcı bir süreç yaşanıyordu. Kennedy otopsisinin tamamı, başından sonuna dek doktorların kendilerine “sipariş edilen” son rapora ulaşabilmek için oynadıkları bir komediden farksızdı. Belki Dr. Finck’in, JFK’in kıyafetlerinin kontrol edilmesi talebinin reddedilmesinin de sebebi buydu. Olayın dönüp dolaşıp geldiği nokta, Kennedy’ye “önden ateş edilmediği” savını kanıtlayacak sonuçlar çıkarmaktı. Çünkü “sipariş” buydu! FBI kıyafetlere el koymuş ve onları ortadan yok etmişti. Aynen derhal temizlenmeye yollanan limuzin gibi! Vali Connally de Kennedy’i vuran kurşundan farklı bir kurşunla ve kesinlikle ondan daha sonra vurulduğunu bütün ifadelerinde ve röportajlarında savundu.
Fizik karşıtı açıklama
“Yalnız üç el ateş edildi ve Oswald tek başına hareket etti” mantığını kanıtlamaya çalışanlar, bu iki yaranın aynı kurşundan oluştuğunu kanıtlamak için fizik karşıtı açıklamalara girişecek ve bunun aksi her şeyi yok etmeye çalışacaklardı. Örneğin, otopsi esnasında orada olan FBI ajanları Frank O’Neill ve James Sibert, işlem sırasında bir kurşun bulunduğunu açıklamışlar ve bu Amiral Calvin Galloway tarafından da onaylanmıştı. Bu kurşun hiçbir resmi soruşturmada görülmedi ve gündeme gelmedi. Başkan’ın kafatasının sağ arka bölümünü ve beynini parçalayarak çıkan kurşun, birçok şahide ve doktora göre, önden girmiş, arkadan çıkmıştı. Böyle bir yarada giriş izi, daima çıkış izinden çok daha küçük olurdu. Dr. Robert McClelland çıkış yarasının desenini de bu teoriyi tamamen doğrulayıcı olarak çizmişti. O gece hastanede fotoğrafları çeken teknisyen Floyd Riebe, daha sonra gördüğü fotoğrafların öncekilerle ilgisi olmadığını söyledi.

Dünyayı Değiştiren 8 Saniye 2

Cinayetlerin hızlı hafta sonu
● Kennedy’nin ardından polis Tippit ve Oswald’ın öldürülmesi büyük depremin artçı şokları gibi geliyor
Oswald’ın eşi, iki çocuğuyla birlikte dostları Ruth Paine’nin Irwing’deki evinde kalıyordu. Oswald hafta boyunca Texas School Book Depository’de çalışıp Dallas’ta kiraladığı bir odada yaşıyor; hafta sonları ailesine katılıyordu. Ve 22 Kasım sabahı, kavgalı olduğu eşiyle son bir gece geçirip ona 150 dolarını bırakıp “perde kornişi”süsü vererek paketlediği (büyük olasılıkla) tüfeğini de yanına alarak Paine’in komşusuyla beraber Dallas’a döndü. Kennedy cinayetinin üzerine çöken esrar perdesinin bir diğer bölümü, aynı gün Kennedy’den 45 dakika sonra öldürülen polis memuru J.D. Tippit’in hazin sonu ile örtüşüyor. Oswald’ın Texas School Book Depository’i terk ettiği 12.33 ile Tippit’in öldürüldüğü söylenen 13.10 arasındaki 40 dakikada neler olmuş olabilir? Warren Komisyonu bu süreyi şöyle açıklıyor: Oswald çıktı, Elm Street’de yedi sokak boyu yürüdü, geldiği istikamete doğru giden bir otobüse bindi, inip bu kez bir taksiye bindi, yaşadığı kiralık odaya uğradı, üç-dört dakika kaldı, bir otobüs durağında bir süre bekledi, sonra 10. Sokak ve Patton Caddesi’nin kesiştiği yere yürüdü, kendisini durdurmak isteyen Tippit’le karşılaşıp onu öldürdü. 
Ardından yürüyerek Jefferson Boulevard’a gitti. Onun şüpheli hareketlerini fark eden bir ayakkabı mağazası müdürünün ihbarıyla Texas sinemasına biletsiz sızıp saklanmışken, salona giren polislerle küçük bir arbede sonrası yakalandı. Fakat Warren Komisyonu’nun bu iddiaları da tutarsızlıklarla dolu.
Oswald saatlerce sorgulandıDallas polisinin “cinayet çözümünde başarılı, kanıt bulmada en zayıf” komiseriFritz, Oswald’ı saatlerce sorguluyor, ama ses kaydı yapmadan! “O dönem Dallas polisinin böyle bir cihazı yoktu” diye işin içinden çıkıyor Fritz. Oswald, Fritz’e, Paine’lerin evinde battaniyeye sarılı bir tüfeği olduğunu söylediğini reddediyor. Ayrıca eşi Marina’nın çektiğini söylediği ünlü eli silahlı fotoğrafın da kendisine ait olmadığını iddia ediyor. “Surat benim, ama başka bir vücuda monte etmişler” diyor. Fritz“Biliyorsun, Başkan’ı öldürdün” diyor. Oswald reddedince, Fritz Başkan’ın öldürüldüğünü kendisine bildiriyor. Oswald her zamanki bıkkın tavırlarıyla “Ne olacak, insanlar birkaç güne bu olayı unuturlar ve yeni bir başkan bulunur” diyor. O gün tüm öğleden sonra süren yorucu sorgu seanslarında, Oswald’ın hazır cevap olması dikkati çekiyor. Akşamüstü Oswald, Tippit’in ölümü ile ilgili olarak tevkif ediliyor. Daha önce altıncı katta silahlı bir adam gördüğünü söyleyen şahit Howard Brennan, Oswald’ı teşhis etmeyi reddediyor. Yıllar sonra, komünistlerin yaptığını sandığı bir eylem olduğu için, bulaşmak istemediğini itiraf edecek.  
Oswald avukat olarak Abt’ı istiyorErtesi gün, Oswald’ı, eşi Marina ve annesi Marguerite ziyarete geliyorlar. Cam bölme ardından telefonla görüşüyorlar. Lee annesine her şeyin iyi olacağını söylüyor. Ne annesi ne de Marina o gün Lee’ye Kennedy’i vurup vurmadığını sormuyorlar. Lee ve Marina, birbirlerine yoğun sevgi sözcükleri söyledikten sonra, Oswald o gün karısına, kızı June’a yeni bir ayakkabı satın almasını tembihliyor! Oswald Dallaslı bir avukat istemediğini söylüyor. Aklı New York’ta, Komünist Parti üyelerinin avukatlığını yapan John Abt’da. Lee, Ruth Paine’e telefon edip ondan Abt’ı aramasını istiyor. Eklediği detay daha da ilginç: “Akşam uzun mesafe telefon fiyatları ucuzladıktan sonra ara!” Tam bir “Amerikan proleteri” imajı çizmeye devam ediyor.
Silahın markası bir günde değişti 
İşte ünlü fotoğraf. Lee. H. Oswald, evinin önünde silahları ve okuduğu sol literatür ile. Fotoğraf montaj değilse neyi kanıtlamaya çalışıyor? Montaj, Oswald’a somut solcu militan imajını kim damardan enjekte etme peşinde?

22 Kasım’da, Dallas polisi ve savcısı yaptıkları açıklamalarda bu silahın 7.65 çapında bir Alman Mauser olduğunu söylüyorlar ve bu tüm basına ertesi gün yansıyor. Fakat 23 Kasım günü, Oswald’ın silahının bir Mannlicher Carcano olduğu saptanınca, “bulunan tüfeğin” künyesi hemen değiştiriliyor. Silah artık Alman değil İtalyan, çapı 7.65 değil 6.5 ve Mauser değil Karabin! Cinayet etrafında dönen her bilgiyi Oswald’a adapte etmeye çalışan yetkililer, Amerikan Başkanı’nı öldürdüğü söylenen tüfek hakkında, gözleri gören bir ev hanımı kadar bile bilgi sahibi olamıyorlar! Araştırmacı Mark Lane, tüfeği eline aldığında üzerinde rahatlıkla okunan “MADE ITALY CAL. 6.5” ibaresi olduğunu belirtip bunun bir polis tarafından görülememiş olmasının imkânsızlığından söz ediyor.
Profesyoneller hedefi vuramadı
Bu kolay yenilir yutulur gibi değil. Tüm dünyanın aynı saniyede gözlerinin çevrili olduğu ve Başkan’ı öldürdüğü söylenen bir silahın şeceresinin A’dan Z’ye yanlış teşhis edilmesi masalına kim inanabilir? Daha sonra Warren Komisyonu, Oswald’ın performansının ne kadar gerçekçi olduğunu görmek için en keskin üç nişancıya aynı pencereden, aynı uzaklıktaki yapay hedeflere ateş ettiriyor. Üç profesyonel atıcıdan yalnız bir tanesi altı saniye içinde üç kere ateş etmeyi başarıyor ve hiçbiri yapay hedefleri başından veya boynundan tek bir kere bile vuramıyor!
Görgü tanığı teşhis edemedi
Oswald’ın Dallas polisi tarafından aranması ve tutuklanması ile ilgili her safha çelişkilerle yüklü. 22 Kasım’da Oswald, önce polis Tippit’in öldürülmesi ile ilgili tutuklanıyor. Yani ona atfedilen ilk suç, saat 13.10 civarında gerçekleşen “ikinci cinayet”. Halbuki Kennedy cinayeti ile ilgili Oswald’a benzeyen bir tarifin radyodan yayımlanma saati 12.45, yani cinayetten hemen 15 dakika sonra! Bu çelişki genel olarak, şahitlerden Howard Brennan’ın, altıncı kattan ateş ettiğini ve sonra tüfeğini içeri aldığını söylediği adamı tarif etmesiyle açıklanıyor. Halbuki, göz bozukluğu ile tanınan Brennan, beşinci katta korteji seyrederken gördüğünü ifade ettiği zencileri bile daha sonra Dallas Emniyet Müdürlüğü’nde tanıyamıyor. Hatta ertesi gün Oswald’ın fotoğraflarını basında görmesine rağmen, onu teşhis edemiyor. 
Karnına tek kurşun 
Basının önüne çıkan Oswald’a sorular yöneltenler arasında Dallas’ta Carousel striptiz kulübünün sahibi Jack Ruby de var. Oswald, Kennedy’i öldürdüğü iddiasını hep reddediyor. Ruby ise Emniyet Müdürlüğü’nde varlığı yadırganmayan bir Dallas karakteri... 
Pazar sabah Fritz, Oswald’ı sorgulamaya devam ediyor. Tehditler alan Oswald, o gün Dallas Polis Müdürlüğü’nden alınıp eyalet hapishanesine teslim edilecek. Bunu bilen Fritz, elinden çıkmak üzere olan, dünyanın gözleri üstüne çevrili bu ilginç şahsı planladığından bir saat fazla sorguluyor. Saat 11.20’de Oswald aşağıya indirilip bodrum katından çıkarılıyor. O anda kendisine bir gazeteci soru sorarken iki polis de kollarından tutuyorlar; elleri kelepçeli. Jack Ruby birden belirip öne fırlıyor ve silahıyla karnına tek bir kurşun sıkarken “Oswald!” diye ona bağırıyor... Oswald ve Ruby hiç göz göze gelmiyorlar. Halbuki o anda Oswald’ın ağzından çıkacak tek bir söz ipucu teşkil edebilirdi...
Jack Ruby’nin mafya bağlantısı

Oswald’ın katili gece kulübü işletmecisi Jack Ruby.
Ruby, 1965’te sırlarıyla birlikte kanserden öldü. Pek çok kişi, hastalığının sözde “tedavi iğneleri” sonucunda daha hızlı ilerlediğini öne sürdü. Sonunda o da dinlenmeden “susturulabilmiş”, ortalık mecburen yatışmıştı.
Jack Ruby’nin, Oswald’ı Dallas emniyet binasının bodrum katında vurup öldürdüğü anJack Ruby, genç yaşlarında mafyaya bulaşmış; ilk bağlantılarının Al Capone’a kadar uzandığı söyleniyor. Kulüp müşterilerinin çoğu işadamları, bürokratlar; aralarında birçok polis memuru ve emniyet yetkilisi de var. 
Karanlık geçmişinde Castro’nun birliklerine ve Ada’ya silah gönderen Ruby’nin, Küba devrimine çıkar uğruna destek olduğu biliniyor. Mafyaya yakınlığının yanı sıra FBI için muhbirlik de yaptığı öne sürülüyor. Pek çok şahit, Ruby’nin o gün suikastın gerçekleştiği bölgede dolandığını öne sürerken, birçok kişi de Ruby’nin, Oswald’la birlikte Carousel’de görüldüğünü belirtiyor. 
Liderler cenazeye katıldıJack Ruby, Dallas polis hapishanesinin bodrum katında Oswald’ı vurmadan hemen önce, striptizci kızlarından Karen Carlin’e kirasını ödemesi için 25 USD gönderdi. Akabinde bodruma indi; kolay hedef Oswald da aşağı getirildi. Karnına yediği tek kurşun Oswald’ı öldürmek için yeterli oldu. Fakat iddialar şu yöne de kayıyor: Ruby içeri sokulup “hazır” olduktan sonra Oswald kurbanlık koyun gibi getirilip ona sunuldu. Çünkü susturulması gerekiyordu! Ertesi gün Kennedy, Arlington mezarlığında toprağa verilirken tüm dünyadan Washington’a akan liderler arasında Başbakanİsmet İnönü ve General De Gaulle de vardı. Dünya zamansız gemiyi terk eden bu genç adamın hakkını vererek onu tarihe özenle yerleştiriyordu. 
Warren Komisyonu komedisiAylar sonra Ruby, ısrarla tüm gerçeği Warren Komisyonu’na açıklamak istedi. Ama komisyon, güvenliğini garanti edemeyecekleri ve giderleri ödeyemeyecekleri gerekçesiyle(!) Lee’nin Washington DC’ye transferini reddetti. Bu, cinayetten en büyük çıkarı oluşan iki kişinin, yani Johnson ve FBI Başkanı Hoover’ın yakın markajında ilerleyen Warren Komisyonu komedisinin kendi ipini çeken ve tarihe karşı tüm güvenilirliğini kaybettiren en büyük falsosuydu.

SÜRECEK...

23 Kasım 2013 Cumartesi

Dünyayı değiştiren 8 saniye

50 yıl sonra Kennedy suikastının izleri
✔Kennedy CIA, FBI ve Pentagon’u nasıl karşısına almıştı?
✔Kennedy suikastına bir ucundan adı karışan yüzlerce kişi nasıl öldürüldü?
Warren Komisyonu, Oswald’ın katili Jack Ruby’nin ısrarla “Washington”a transfer olup orada cinayetin bilinmeyen her yönünü açıklama teklifini hangi gerekçelerle reddetti?

Teksaslıların sizi sevmediğini söyleyemezsiniz Sayın Başkan!
●22 Kasım 1963 tarihinde saat 12.30’da silahlar patlamadan önce Kennedy’nin duyduğu son cümle Teksas valisinin eşinden gelir:
Kennedy cinayeti, hakkındaki gerçeklerin yüzde yüz bilinemeyeceği bir dipsiz kuyu. Dünya o günden sonra hiçbir zaman aynı olmadı ve bu cinayet, süper güç Amerika’nın tavrının tamamen değişmesine ve dünyanın giderek daha kötü bir yer haline dönüşmesine yol açtı. Bugün bile kendi coğrafyamızdaki her olumsuzluğun arkasında, Amerikan statükosunun, Kennedy’nin bir devrimle emperyalist, ırkçı, kapitalist modeli sarsıp farklı bir dünyaya ulaşma çabasının önünü ani bir şekilde kesmesi var.“Dünyayı Değiştiren 8 Saniye” başlıklı sergi ve araştırmam için 1995 ve 2013’te Dallas ve New Orleans’da bu dipsiz kuyuya düştüm. Bu cinayeti derinden inceleyen herkesin başına geliyor bu...
İrlanda asıllı Amerikalı işadamı ve diplomat Joseph Kennedy’nin oğlu John Fitzgerald Kennedy, dostları, ailesi ve sayısız sevgilisi tarafından “Jack” olarak anılan, Amerikan donanmasında görev yapan bir 2. Dünya Savaşı kahramanı. Gemisi PT109, 1943’te Japonlar tarafından batırıldıktan sonra arkadaşlarını kurtarmak için saatlerce onları Pasifik’te çekerek yüzmüş, ıssız bir adaya çıktıktan sonra yardım aramak için kendini yine sulara bırakmış idealist bir genç adam. Çocuklarının Amerika’yı yönetmesini isteyen baba Kennedy’nin örgütlemesiyle Jack, 1946’da önce Massachusets senatörü, ardından Nixon’la girdiği yarışı önde bitirerek 1960’ta ABD’nin 35. başkanı seçildi. Özellikle Küba etrafında gelişen büyük gerginliklere sahne olan 1150 günlük başkanlığı, artık kendi politikalarını kabul ettireceği daha verimli bir döneme yaklaşıyordu. 1964 yılında yapılacak yeni seçimin hazırlıkları için, bütün güvenlik ikazlarına rağmen, yardımcısı Lyndon Johnson’la, beş durak ve 2 günlük Teksas seyahatine çıkmıştı. Dallas, seyahatin üçüncü ayağıydı ve 22 Kasım Fort Worth’te, Hotel Texas’ta kendisi için asılmış dünya sanatının Picasso veyaPollack gibi yıldızlarının işleriyle kaplı suitinde uyandı ve kahvaltıya oturdu.
‘Başkan öldürmek için ne gece olurdu ama!’
Aynı günün sabahı sağ kolu Ken O’Donnell Başkan’a, Dallas Morning News’te Kennedy’yi suçlayan, neredeyse hakaret eden işadamlarının verdiği tam sayfa ilanı gösterdi. Eşi Jackie’nin morali bozuldu. Jackie’ye dönüp tane tane konuştu: “Dün gece, bir başkan öldürmek için ne gece olurdu ama? Yağmur yağıyordu, ıslanıyorduk. Adamın biri çantasından bir tabanca çıkarıverse, hızlı davransa ve kalabalığa karışsa.”
Başkan’ın uçağı Air Force One, saat 11.33’te Dallas Lovefield Havaalanı’na indi. JFK ve pembe takımı içinde Jackie merdivenlerde göründüğünde, kalabalıktan müthiş bir alkış tufanı koptu. Başkan ve eşi güvenlik kurallarını devre dışı bırakarak herkesle el sıkışıyorlardı. Konvoy saat 11.55’te, 4 motosikletli polis eşliğinde Lovefield’dan ayrıldı. Yağmur durduğu için limuzinin üstü açıktı. Arabayı ajan William Greer kullanıyor, sağında güvenlik sorumlusu Roy Kellerman oturuyordu. Konvoy, on binlerce Teksaslının tezahüratları arasında Dallas merkezine doğru yol almaya başladı. O güne kadar bu seyahate yöneltilen tüm tehditlere rağmen hava, Güney’de de başkandan yana görünüyordu. Konvoy Main Street’e vardı, Houston Street üzerinde kısa bir duraklamadan sonra Dealey Plaza’dan Elm Street’e dönerek sağdaki Texas School Book Depository’nin (TSBD) önüne geldi. Elm Street’e doğru 120 derecelik o çok yavaş dönüşten dakikalarca önce, birçok tanık TSBD’nin altıncı katında, elinde tüfek olan bir kişiyi fark etti. Tabii ki bu şahsın gizli servis ajanı olduğunu düşündüler. Hatta bazıları bu katta biri Siyahi iki kişiyi gördüklerini öne sürdüler. Terzi Abraham Zapruder, konvoyu Elm Street’teki çimenlikli tepenin üstündeki beton yükseltiden filme alıyordu. Tarihin şimdiye kadar hakkında en çok konuşulacak görüntülerini çektiğinin farkında olamazdı.
Başkan ve ekibi bu sıcak atmosferden hoşnuttu. Valinin eşi Mrs. Connally Başkan’a döndü ve “Sizi Texas’ta sevmediklerini söyleyemezsiniz, değil mi Sayın Başkan?” dedi. Kennedy “Evet söyleyemem” diye yanıtladı, halkı selamlamaya devam ederek.

Öleceğiz
Saat 12.30’du. O anda tarihi değiştiren sekiz saniyelik akış başladı. Sonraları birçok insanın maytap zannettiği ilk ses duyuldu, TSBD’nin üstündeki güvercinler havalandı. Binanın beşinci katından korteji seyredenler yukarıdan beton düştüğünü fark edip irkildiler. Kennedy arabayı ıskalayan ilk el ateşten sonra başını sağa çevirdi. Limuzin, TSBD’yi yaklaşık 30 metre kadar geçtikten sonra silah atışına benzeyen bir ses daha duyuldu. İnsanlar bunun da maytap veya motosiklet sesi olduğunu düşündü. Sonra benzeri bir başka ses daha duyuldu. JFK, şaşırmış bir ifadeyle boğazını tutuyordu. Belindeki ortopedik korse yüzünden pek hareket edemiyordu. Diğer kurşunlar hedeflerine ulaşmaya başladığında Jackie“Oh, hayır, hayır!” diye haykırdı. Vurulan Vali Connally de “Aman Tanrım, hepimizi öldürecekler!” diye bağırıyordu. Başkanın arabası, bu açık saldırıya rağmen nedense hâlâ hızlanmıyordu! Son olarak bir kurşun Başkan’ın kafatasını, beynini darmadağın etti!

Kafatası parçaları
Jackie Kennedy, kocası beynine ölümcül kurşunu yedikten sonra üstü açık otomobilde geri dönüp bagajın üstüne çıktığında bütün dünya, onun panik içinde kaçtığını zannedecekti. Halbuki Jackie, kocasının fırlayan kafatası parçasını bagaj kapağının üstünden sımsıkı avucuna almış ve hastaneye gelir gelmez doktora son ümit kırıntısıyla teslim etmişti. Jackie doktorun bu parçayı tekrar Jack’in kafatasına“yerleştirmesini” bekliyordu! Bagaj üstünde Jackie’ye yetişen koruması Clint Hill, bir gece evvel, erkenden yatıp yorucu güne hazırlanacaklarına, sabaha kadar barda eğlenen diğer ajanlar arasında olmayan tek görevliydi. Bundan sonra ajan Greer, arabayı hızlandırmaya(!) nihayet karar verip üçlü altgeçitten otoyola doğru yöneldi. Konvoyu izleyen insanların yarıdan fazlası, atışların geldiğini düşündükleri çimenli tepeye doğru, diğer kısmı da yokuş yukarı TSBD’ye koşuşturdular. Çimenli alana gidenlerin büyük kısmı, kendilerine kimlik veya rozet gösteren gizli ajan ve polislerin“alanı derhal terk etmeleri gerektiğini” söyledikleri şeklinde ifade verdiler. Oysa sonra çitlerin arkasında görevlendirilen hiçbir ajan ya da polis olmadığı ortaya çıktı. Öyleyse kimdi bunlar?
O gün Dallas’ta olup bitenler hakkında çeşitli rivayetler, dünya döndükçe sürecek. Ama bazı kesin bilgiler de mevcut: Örneğin, silah seslerinden hemen sonra binaya dalan polis Marion Baker, TSBD’ye giren ilk görevli. Baker’a binada müdür Roy Truly yol gösteriyor. İkisi merdivenlerden çıkıyorlar ve 2. katta yemek odasındaki adamı görüyorlar. Oswald bir şey olmamış gibi yanlarına geliyor. Baker “Bu adamı tanıyor musun, burada mı çalışıyor” diye soruyor. Truly “Evet, burada çalışıyor”u basınca, Oswald’ı bırakıp yukarı çıkmaya devam ediyorlar. Baker’a göre Oswald, gayet sakin, hiç de nefes nefese değil. Polis yakasını bıraktıktan sonra binadan çıkıp kiraladığı odasına gidiyor. Ev sahibi Ms. Roberts, Başkan vurulduktan sonra Oswald’ın üç-dört dakikalığına evde ceket değiştirip çıktığını söylüyor. Bu arada tabancasını da almış olacak... O gece Türkiye’den Afrika’ya, Avrupa’dan Avustralya’ya milyonlarca insan hıçkırıklar içinde ağlıyor. Bugünkü kuşaklar için çok zor anlaşılır bir duygu bu...

FBI rahatsız
O yıldan beri Elm Street’i, her gün Amerika’nın ve dünyanın her yerinden yüzlerce kişi ziyaret ediyor, suikast sanki geçen hafta yaşanmış gibi tazeliğini koruyor. Herkes yokuş aşağı giden yola bakıp ahkâm kesiyor, gönüllü bir grup orada cinayet üzerine yayımladıkları dergileri satıyorlar. Dallas’ta arkadaş olup birkaç defa konuştuğum genç bile, araştırmada adının geçmesini istemiyor. “FBI burada yaptığımız bilgilendirmelerden rahatsız” diyor. Oswald’ın ateş ettiği söylenen binanın altıncı katı, tıklım tıklım dolu bir müze olmuş; 6th Floor Museum. Kennedy’nin Beyaz Saray’daki yaşam tarzı, filmler, fotoğraflar, olay günü hakkında yapılmış dev maket, o günkü radyo ve televizyonların haberi nasıl duyurdukları, son 24 saatin detayı, Kennedy’nin Dallas’a geldiği gün Teksaslı işadamlarının verdiği ilan ve cinayet sonrası Amerikalıların tepkileri bu müzede yer alıyor...  
Yarın:BÜYÜK DEPREMİN ARTÇI SARSINTILARI

19 Kasım 2013 Salı

"SOLCU KENNEDY" CİNAYETİ ve BUGÜNKÜ DÜNYA / Bedri Baykam / 19 Kasım 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..


"Killing Kennedy" filmi, Kennedy Suikasti'nin 50. yılının dolmasına az bir süre kala ortaya çıktı ve geçen pazar National Geographic'te yayınlandı. İçerik açısından ilginç olan bu film, ne yazık ki hem maddi hatalarla dolu, hem de tamamen yanlı olarak hazırlanmış: Projenin tek hedefi, 50. yılında hala Amerikan statükosunun dünyaya dayatmaya çalıştığı "tek katil kaçık Oswald" teorisini yeni kuşaklara aktarmak. Aynen iki yıl önce çıkan Stephen King'in romanı "22/11/63" gibi. Nefis bir dille yazılmış olan ve zamanda seyahat etme fikrini ele alan bu roman da maalesef sonunda raydan çıkıp Warren Komisyonu’nun "Oswald tek kaçık katil" teorisine destek vermek için kötü bir finalle bitirilmişti.
Bu hafta Cuma günü Piramid Sanat'ta açılacak sergim
"Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" ve Cumhuriyet'te yayınlanacak yazı dizim, olayın çok farklı boyutlarını gündeme getirecek ve Amerikan resmi dilinin hala özenle yaydığı bu propagandaları ve beyin yıkamaları yanıtlayacak. Peki ABD neden hala yarım asırdır ısrarla bu tutuculuğu resmi dilinde sürdürüyor? Çünkü aksi takdirde, 50 yıl önce Kennedy'nin sürdürdüğü büyük atılımlara karşı Dallas'ta bir "darbe" yapıldığı ve "Amerikan şahinlerine göre kabul edilemez bir devrimci olarak gördükleri asi Başkan'ın, halkı önünde "infaz" edildiği ortaya çıkabilir! İşte hala bu tehlikeye karşı "resmi Amerika" tetikte ve ister ünlü yazarlarını ister Hollywood'u bu konuda sürekli desteğe çağırıyor! Aynen merkez Amerikan basınının sürekli olarak bu "kutsal görevi" sürdürüp, "Oswald tek katil" hükmüne karşı öne sürülen her bakış açısını küçümsemesi gibi! Aksi takdirde "Amerikan Rüyası" tuzla buz olacak!
Peki dünya ve belki bugünün Türkiyesi bile,  neden bu büyük "darbe"nin artçı şoklarını hala ödüyor? Yanıt çok net: ABD'yi çok farklı bir rotaya sokmaya çalışan Kennedy, ülkesindeki tüm tutucu güçleri çileden çıkarıyor. Özetle toparlarsak, Kennedy, siyah-beyaz ayrımlarına son veren iç yasaları çıkarmak için her riski alıp büyük adımlar atıyor. Vietnam Savaşı'nı büyümeden bitirip, Asya'dan çekilmek istiyor. Tüm Pentagon dayatmalarına rağmen, ne anti-Castrocu Kübalılar ve CIA'nin işbirliğiyle gerçekleştirilen "Domuzlar Körfezi" fiyaskosunda, ne de Küba Misil Krizi'nde, Küba veya Sovyetler'e karşı bir harp başlatma çılgınlığına girişmiyor. Amerika içinde petrol ve çelik imparatorluklarına ek büyük vergiler getirip, onları doğrudan karşısına almaktan çekinmiyor. ABD'de sendikacılığın güçlenmesi ve fakir halk kesimlerinin temel ihtiyaçlarının giderilmesi için en ısrarlı söylemleri geliştiriyor, ezilenin yanında yer alıyor. Bu arada baskılara karşı dile getirdiği şu yanıt var:
"Biz dünya nüfusunun %6 sı olarak, kendi görüşümüzü çıkarlarımız uğruna dünyaya dayatamayız, buna hakkımız da yok". "Komünistlere yumuşak bakmak"la suçlanmasına rağmen Kruşçef ile giriştiği tarihi diyaloglarla "nükleer test yasağı" anlaşmasına 1963'de imza atıyor! Bir de üstüne üstlük, dile getirdiği şu dev "darbe" planı var: JFK, CIA'in kendi başına buyruk tavırlarına, yabancı topraklarda sözde ABD çıkarları için giriştiği darbe planlarına, işlediği cinayetlere artık katlanamıyor. "CIA'i tuzla buz edip, parçalarını da rüzgara savuracağım" sözünün bir Amerikan Başkanı’ndan çıktığını düşünmek inanılmaz gelmiyor mu size? Ama bununla da yetinmiyor JFK. 39 senedir FBI'ın başında olan Hoover'ı da karşısına alıyor ve 1964 seçimlerini de kazanınca, artık onun orada oturmayacağını herkes anlıyor.
 Dünyada daha 1968 Kuşağı kırılması yaşanmadan önce, bu politikaları sürdüren, Amerikan standardlarına göre "fazlasıyla solcu" ve güçlü bir Başkan'a karşı bir darbe yapılması size sürpriz olarak geliyor mu? Çıkarları tehlikeye giren CIA'den Pentagon'a, FBI'dan büyük kapitalist şirketlere kadar, derin ve ırkçı ABD'nin tamamı, Kennedy'ye karşı sinsi bir işbirliğine giriyor. Gerisi bildiğiniz Dallas komplosu ve ondan daha ağır olarak gelen
"örtbas etme"! Eisenhower'ın devir teslim töreninde özgürlük ve demokrasiye karşı bir tehlike olarak niteleyip Kennedy'yi uyardığı "Askeri Endüstriyel Yapılanma" işte bu savaşçı ABD'nin yükselen sesi.
Bugün içinde yaşamaya çalıştığımız coğrafyaya yapılanlardan tutun, o günlerden beri Vietnam, Şili, Orta Amerika ve Orta-Doğu'da yaşanan ABD savaş ve müdahalelerine kadar her biri, Kennedyler'in çizdiği rotanın tam tersinde seyreden bir başka çıkarcı ABD'nin dayatması. Şok sonuçları da, bugün ülkemizde yaşanan ağır dramlarda sürmeye devam ediyor. Bu nedenle
"Dünyayı Değiştiren 8 Saniye"yi izleyin derim...