29 Mayıs 2012 Salı

GÜNDEMİ ERDOĞAN KOŞTURUYOR, MİLLET ŞAŞKIN İZLİYOR! / Bedri Baykam/ 29 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Artık alıştınız! Padişahlık rejiminin bir numaralı ve hatta tek adayı Recep Tayyip Erdoğan binmiş atına dört nala koşturuyor, bizlere de arkasından oluşan toz bulutu ve savrulan taşlara kayalara bakıp “Allah Allah nasıl oluyor da oluyor” diye yakınmak kalıyor!
Başkan adayımızı tabii Uludere Olayı filan kesmedi! Daha medyatik konulara yönelmeliydi ki şanına uygun bir bahar çarpmasına neden olsun. Bu sefer hedef kadınların en özeline girmekti. Kürtaj ve sezaryenden dalıverdi mahreme! Kadınlarımız hemen
“vajina üzerinden siyaset yapılmasın” diye protesto notaları çektiler. Ortalık karıştı, haftabaşı TV programlarının konukları şekilleniverdi! RTE gündemi spontan yaratıcı fikirleriyle patlatıyor, ardından “Hurraaa” diye millet ve saygın medyam durumu kabullenip, freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı dökülüveriyor!
Aslında hemen Sağlık Bakanı Akdağ ve Aile Bakanı Fatma Şahin’i protesto etmek istiyorum. Bu kadar kritik bir konu varmış yıllardır da, neden susmuşlar? Başbakan’ın bir sabah vakti uyanıp bu konuda ani bir “aydınlanma”yla, medyaya bu mesajı iletmesini mi beklemişler? Hele Sn. Şahin’in
“aile planlaması, kürtaj olmadan olmalı” derken gerçekten dünyada “evlilik dışı seks ve ilişkiler” diye bir konu olduğunu bilmeden lafa karışması da ilginçti. Kadın dernekleri topluca kendisini bilgilendirsin. Yoksa Başbakan, sanat, sağlık, tarım, adalet, her konuyu bakanlardan ve hepimizden çok daha iyi mi biliyor? (Zaten “ucube” krizinde de böyle olmamış mıydı? Anıtımız Kültür Bakanının şaşkın itirazlarıyla kamuoyundan çıkan feryatlara rağmen yok edilivermişti!)
Aslında kendinizi boş yere
“sözün bitiği yerdeyiz” filan diyerek umutlandırmayın! Çünkü gördükleriniz, göreceklerinizin yanında hiçbir şey! Geçenlerde Başbakan Trump Towers’ın açılışında D&R da gördüğü “Samizdat” ve “Wikileaks” kitapları karşısında şok yaşayınca bunlar apar topar kaldırılmadı mı? Ondan iyi mi bilecekler neyin okunması gerektiğini? Veya mesela kadınlarımızdan devam edersek, yarın öbür gün iktidar uygun özel gün ped seçimi, liselerde ve sokaklarda standard bekaret kontrolü, “Cuma günü adet görmemek için önlem alınmasını” talep etse, veya eşlerin seçecekleri pozisyonlar için bakanlık ve diyanet uyum yasaları çıkarmaya kalksa, kime şikayet edeceksiniz? Medyaya mı? Medyanız bunu haber olarak verir, “tarafsız” (!) gözlüklerle, onda da tartışmalarda zaten “borçlu” çıkarsınız! Siyasi partiler? Merak etmeyin, onlar hemen “aman şimdi özgür seksi destekliyor görünmeyelim” diye sus-pus olup, bir iki serzenişten sonra durulurlar. Yargı ve Anayasa Mahkemesi mi? Şaka yapıyorsunuz herhalde ! Bugün iktidar “siyah-beyaz solcu sakalı olanları Marmara adasına süreceğim” dese, kime şikayet edeceksiniz? Marko Paşa’ya mı? Öyle bir mercii kalmadı. Halktan başka!
Aslında hızla yayılan bu heyecan dalgası dışında da, Sn. Başbakan için mükemmel bir hafta sonu oldu. Bu hükümete göre 10, kendi tarihine göre sayamadığım kadar çok yıldır muhalefette olan ama Istanbul İl Kongresi’ni yarı-boş salon tribünlerine düzenleyen CHP ye nazire yaparcasına, AKP Arena Ali Sami Yen kompleksinde stadın içine ve dışına 100.000 kişiyi toplayarak gövde gösterisi yaptı, çoşturdu! Üstelik 27 Mayıs gibi tarihi bir güne denk getirmişlerdi bunu. Bir çok gazete ve TV zaten bu konuda kendisini mest edecek yayınları uygun söz ve müzik seçimleriyle hazırlamışlardı. Demokrasiyi tüm kanallarıyla yok etmeye çalışan ve sonunda işi Mecliste CHP’yi kapatmak için bir
“Tahkikat Komisyonu” oluşturmaya kadar götüren, günümüz medyasının “demokrasi şehidi ve idolü” bir iktidar sahiplerinin izleri, bugünün iktidarının talepleriyle şekillendiriliyordu. Üretilen belgesellerde ise önemli bir atlama vardı. 27 Mayıs sabahı sokağa çıkma yasağına rağmen tüm caddeleri, bir işgalden kurtulmuşçasına dolduran, yaşlı genç, yüzbinlerce, insanın sevinç gösterileri, tankların üzerinde söyledikleri marşlar, şarkılar… Bunlar herhalde “objektif” belgeselcilerimizin gözünden kaçtı. Ya da belli olmaz, “halk silah zoruyla caddelere taşınıp, sahte sevinç gösterileri düzenlenmişti” diye işin içinden çıkabilirlerdi! Sivas katliamı veya Danıştay cinayetini, her an kafalarına göre yeniden şekillendirenler için 52 yıl önce yaşanmış olayları değiştirmek çocuk oyuncağı olsa gerek! Hele ana muhalefet, onların rüzgarına güç taşımaya devam edip, kendi tabanı ve ideolojisinden kaçtıkça, bu abartılı oranlarda kolaylaşan bir oyuna dönüşüyor! Kazananı önden belli bir müsamere!

GÜNDEMİ ERDOĞAN KOŞTURUYOR, MİLLET ŞAŞKIN İZLİYOR! / Bedri Baykam/ 29 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Artık alıştınız! Padişahlık rejiminin bir numaralı ve hatta tek adayı Recep Tayyip Erdoğan binmiş atına dört nala koşturuyor, bizlere de arkasından oluşan toz bulutu ve savrulan taşlara kayalara bakıp “Allah Allah nasıl oluyor da oluyor” diye yakınmak kalıyor!
Başkan adayımızı tabii Uludere Olayı filan kesmedi! Daha medyatik konulara yönelmeliydi ki şanına uygun bir bahar çarpmasına neden olsun. Bu sefer hedef kadınların en özeline girmekti. Kürtaj ve sezaryenden dalıverdi mahreme! Kadınlarımız hemen
“vajina üzerinden siyaset yapılmasın” diye protesto notaları çektiler. Ortalık karıştı, haftabaşı TV programlarının konukları şekilleniverdi! RTE gündemi spontan yaratıcı fikirleriyle patlatıyor, ardından “Hurraaa” diye millet ve saygın medyam durumu kabullenip, freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı dökülüveriyor!
Aslında hemen Sağlık Bakanı Akdağ ve Aile Bakanı Fatma Şahin’i protesto etmek istiyorum. Bu kadar kritik bir konu varmış yıllardır da, neden susmuşlar? Başbakan’ın bir sabah vakti uyanıp bu konuda ani bir “aydınlanma”yla, medyaya bu mesajı iletmesini mi beklemişler? Hele Sn. Şahin’in
“aile planlaması, kürtaj olmadan olmalı” derken gerçekten dünyada “evlilik dışı seks ve ilişkiler” diye bir konu olduğunu bilmeden lafa karışması da ilginçti. Kadın dernekleri topluca kendisini bilgilendirsin. Yoksa Başbakan, sanat, sağlık, tarım, adalet, her konuyu bakanlardan ve hepimizden çok daha iyi mi biliyor? (Zaten “ucube” krizinde de böyle olmamış mıydı? Anıtımız Kültür Bakanının şaşkın itirazlarıyla kamuoyundan çıkan feryatlara rağmen yok edilivermişti!)
Aslında kendinizi boş yere
“sözün bitiği yerdeyiz” filan diyerek umutlandırmayın! Çünkü gördükleriniz, göreceklerinizin yanında hiçbir şey! Geçenlerde Başbakan Trump Towers’ın açılışında D&R da gördüğü “Samizdat” ve “Wikileaks” kitapları karşısında şok yaşayınca bunlar apar topar kaldırılmadı mı? Ondan iyi mi bilecekler neyin okunması gerektiğini? Veya mesela kadınlarımızdan devam edersek, yarın öbür gün iktidar uygun özel gün ped seçimi, liselerde ve sokaklarda standard bekaret kontrolü, “Cuma günü adet görmemek için önlem alınmasını” talep etse, veya eşlerin seçecekleri pozisyonlar için bakanlık ve diyanet uyum yasaları çıkarmaya kalksa, kime şikayet edeceksiniz? Medyaya mı? Medyanız bunu haber olarak verir, “tarafsız” (!) gözlüklerle, onda da tartışmalarda zaten “borçlu” çıkarsınız! Siyasi partiler? Merak etmeyin, onlar hemen “aman şimdi özgür seksi destekliyor görünmeyelim” diye sus-pus olup, bir iki serzenişten sonra durulurlar. Yargı ve Anayasa Mahkemesi mi? Şaka yapıyorsunuz herhalde ! Bugün iktidar “siyah-beyaz solcu sakalı olanları Marmara adasına süreceğim” dese, kime şikayet edeceksiniz? Marko Paşa’ya mı? Öyle bir mercii kalmadı. Halktan başka!
Aslında hızla yayılan bu heyecan dalgası dışında da, Sn. Başbakan için mükemmel bir hafta sonu oldu. Bu hükümete göre 10, kendi tarihine göre sayamadığım kadar çok yıldır muhalefette olan ama Istanbul İl Kongresi’ni yarı-boş salon tribünlerine düzenleyen CHP ye nazire yaparcasına, AKP Arena Ali Sami Yen kompleksinde stadın içine ve dışına 100.000 kişiyi toplayarak gövde gösterisi yaptı, çoşturdu! Üstelik 27 Mayıs gibi tarihi bir güne denk getirmişlerdi bunu. Bir çok gazete ve TV zaten bu konuda kendisini mest edecek yayınları uygun söz ve müzik seçimleriyle hazırlamışlardı. Demokrasiyi tüm kanallarıyla yok etmeye çalışan ve sonunda işi Mecliste CHP’yi kapatmak için bir
“Tahkikat Komisyonu” oluşturmaya kadar götüren, günümüz medyasının “demokrasi şehidi ve idolü” bir iktidar sahiplerinin izleri, bugünün iktidarının talepleriyle şekillendiriliyordu. Üretilen belgesellerde ise önemli bir atlama vardı. 27 Mayıs sabahı sokağa çıkma yasağına rağmen tüm caddeleri, bir işgalden kurtulmuşçasına dolduran, yaşlı genç, yüzbinlerce, insanın sevinç gösterileri, tankların üzerinde söyledikleri marşlar, şarkılar… Bunlar herhalde “objektif” belgeselcilerimizin gözünden kaçtı. Ya da belli olmaz, “halk silah zoruyla caddelere taşınıp, sahte sevinç gösterileri düzenlenmişti” diye işin içinden çıkabilirlerdi! Sivas katliamı veya Danıştay cinayetini, her an kafalarına göre yeniden şekillendirenler için 52 yıl önce yaşanmış olayları değiştirmek çocuk oyuncağı olsa gerek! Hele ana muhalefet, onların rüzgarına güç taşımaya devam edip, kendi tabanı ve ideolojisinden kaçtıkça, bu abartılı oranlarda kolaylaşan bir oyuna dönüşüyor! Kazananı önden belli bir müsamere!

22 Mayıs 2012 Salı

ANLAMSIZ YASAKLAR TERS TEPTİ, AMA… / Bedri Baykam / 22 Mayis 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


İleri demokrasi” ateşi ile yanıp tutuşan AKP, ülkede sineklerin uçuş rotasını bile yeniden tasarlama faaliyetleri çerçevesinde, bu sefer bodoslama olarak yeni bir tebligatla ülkeyi sarstı: 19 Mayıs’ta Atatürk’ü (sakın) anma! Tabii evdeki hesap çarşıya uymadı. Herhalde Türkçe’nin azizliğindendir, yine haddini bilmez yüz binler, milyonlar, “inadına anacağız, çatlayın” der gibi Ata’larının peşinden yollara döküldüler. Gündüz, 19 Mayıs ruhu üzerinden sert bir konuşma yaptığım Fenerbahçe Genel Kurulu’nda olduğumdan yürüyüşlerde yoktum. Ama akşam TGB’nin Istanbul Küçük Çiftlik Parkı’nda düzenlediği harika konser gecesine katıldım. Önce Grup Çığ, ardından Makedon grubu Cherkezi Orkestra ve Mir Sanat Topluluğu, ardından Karadeniz’den Karmate ve nihayetinde Şilili efsanevi grup İnti İllimani’yi (kendi dillerinde “Güneşin Kondorları”) izledik… Bu maya tutar ve TGB Türk gençliğini evrensel barış ve kardeşlik çizgisine, Atatürkçü coşkusuya hızla çekmeye devam eder! TGB gerçekten büyük işler başarıp alkışı hak ediyor. Bu “An-ma!” mesajının ters tepmesinde ana rollerden birini üstlendiler. Medya duyurulara hiç destek vermemesine rağmen herhalde sonuçtan utandı ki, ertesi gün Hürriyet ana sayfasını buna ayırmıştı: “Caddelere taştı”.
Buraya kadarını anladık. Statlar iptal edildi, halk sokaklarda sahip çıktı; ama hala karanlık noktalar var. Anladık ki AKP Hükümeti, özellikle Genel Kurmay Başkanlığı’na tam istediği kıvamda birini seçtirdikten sonra iyice rahatlayıp
“işi hızlandırmaya” karar verdi ve bu akıl almaz “çelenk koyma” yasağını yumurtlayıverdi… Yahu koskoca CHP, kalkıp bu yasakları ciddiye alıp gidip valiliklerden izin ister mi hiç? Sonra, “izin alınamadı” durumuna düşülür mü? Git haykır: “Bunu ciddiye alanı da ben ciddiye almam, oraya bin kişi gider çelengimi bırakırım”. Nedir seni ürküten? İki kurşun yarası mı? Üç cop mu? Atatürk’le arana girmeye çalıştıklarında bu kadar korkak olamazsın, değil mi? AKP Hükümeti’nin bu yasağı, ancak “Şeker Bayramı sabahı camiye gitme yasağı” koymaya çalışacak herhangi bir başka yasakçı-saçmalayan hükümetle kıyaslanabilirdi! Tokat’ta ve başka yerlerde Atatürk heykelini kuşatan polislere kızmak bir çare mi? “Nereye kadar bu yasakları yedirebiliriz?” diye test yaptıklarını göremiyor musunuz? Yani bazı illerde protesto edip homurdanmakla yetinecekseniz, sonra sıra “Anıtkabir’e gitme yasağı” koymaya kadar gelecek, bunu göremiyor musunuz? Aşı yapa yapa, alıştıra alıştıra kurbağayı pişirmeye devam ediyorlar. Sizi bilmem, ama ben aklımı peynir ekmekle yemedim. Türkiye: Seninle Atatürk arasına duvar örülmesi, evine girilip ailene, yuvana saldırılmasıyla eş değerdir! Buna da söylenerek katlanacaksan, her şeyi bırak git derim! Son söz CHP’ye: Bir daha böyle komik izinler istemeyin! Bu “Anayasacılık” oyununa benzemez! AKP nasıl cüret ediyor bunlara, biliyor musunuz? Onlara hukuksuz darbeci Anayasa çalışmasında verdiğiniz destek sayesinde! Derhal kendinizi sorgulayın!
Anıtkabir’e çıkmayan Devlet değil, AKP Hükümetidir. Zaten bu hükümetin valilerinin nasıl partizanlık yaptıkları defalarca ayyuka çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, kurucusu Atatürk’e bu muameleyi, ihaneti reva görmesi mümkün değildir. Ancak bir gün ülke işgal edilirse veya darbeyle rejim yıkılırsa, böyle bir saygısızlık yaşanabilir. Dolayısıyla AKP’nin tavrı, olağandışı durumu ayyuka çıkararak iktidarın gerçek yüzünü göstermesi açısından faydalı olmuştur.
İşin rengi zaten “Anıtkabir’e giren günlük insan sayısının gizlenmesi” tebligatında belli olmuştu. Tabii ben çok merak ediyorum; mesela Bekir Coşkun’a savaş açan Genel Kurmay Başkanı’nın fikirlerini tüm Komutanlar aynen destekliyor mu? Merak işte… Neyse, geçiniz! Sonuçta olaylar artık gelip net olarak şuraya dayandı: Karşı-devrim hızlandı. Sanki saate karşı yarışıyorlar. Neyi yakalamaya çalışıyorlar, niye artık saatte 300 km'ye çıktılar? Vallahi orasını bilemem! Çok zeki liboş analistlerimiz var. 25 yıldır her dedikleri yanlış çıkan; ama hala el üstünde tutulan… Hani mesela onlara göre “
türbana özgürlük” masum bir demokratik talepten ibaretti? Onlara bir önerim var: Hani Meclis'te çok derin bir “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kuruldu ya, bence hemen gidip konunun meraklıları, “Artık her planda maskesi düşmüş 2010 sivil darbesi de araştırılacak mı?” sorusunu artık bir soruversinler derim!

ANLAMSIZ YASAKLAR TERS TEPTİ, AMA… / Bedri Baykam / 22 Mayis 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


İleri demokrasi” ateşi ile yanıp tutuşan AKP, ülkede sineklerin uçuş rotasını bile yeniden tasarlama faaliyetleri çerçevesinde, bu sefer bodoslama olarak yeni bir tebligatla ülkeyi sarstı: 19 Mayıs’ta Atatürk’ü (sakın) anma! Tabii evdeki hesap çarşıya uymadı. Herhalde Türkçe’nin azizliğindendir, yine haddini bilmez yüz binler, milyonlar, “inadına anacağız, çatlayın” der gibi Ata’larının peşinden yollara döküldüler. Gündüz, 19 Mayıs ruhu üzerinden sert bir konuşma yaptığım Fenerbahçe Genel Kurulu’nda olduğumdan yürüyüşlerde yoktum. Ama akşam TGB’nin Istanbul Küçük Çiftlik Parkı’nda düzenlediği harika konser gecesine katıldım. Önce Grup Çığ, ardından Makedon grubu Cherkezi Orkestra ve Mir Sanat Topluluğu, ardından Karadeniz’den Karmate ve nihayetinde Şilili efsanevi grup İnti İllimani’yi (kendi dillerinde “Güneşin Kondorları”) izledik… Bu maya tutar ve TGB Türk gençliğini evrensel barış ve kardeşlik çizgisine, Atatürkçü coşkusuya hızla çekmeye devam eder! TGB gerçekten büyük işler başarıp alkışı hak ediyor. Bu “An-ma!” mesajının ters tepmesinde ana rollerden birini üstlendiler. Medya duyurulara hiç destek vermemesine rağmen herhalde sonuçtan utandı ki, ertesi gün Hürriyet ana sayfasını buna ayırmıştı: “Caddelere taştı”.
Buraya kadarını anladık. Statlar iptal edildi, halk sokaklarda sahip çıktı; ama hala karanlık noktalar var. Anladık ki AKP Hükümeti, özellikle Genel Kurmay Başkanlığı’na tam istediği kıvamda birini seçtirdikten sonra iyice rahatlayıp
“işi hızlandırmaya” karar verdi ve bu akıl almaz “çelenk koyma” yasağını yumurtlayıverdi… Yahu koskoca CHP, kalkıp bu yasakları ciddiye alıp gidip valiliklerden izin ister mi hiç? Sonra, “izin alınamadı” durumuna düşülür mü? Git haykır: “Bunu ciddiye alanı da ben ciddiye almam, oraya bin kişi gider çelengimi bırakırım”. Nedir seni ürküten? İki kurşun yarası mı? Üç cop mu? Atatürk’le arana girmeye çalıştıklarında bu kadar korkak olamazsın, değil mi? AKP Hükümeti’nin bu yasağı, ancak “Şeker Bayramı sabahı camiye gitme yasağı” koymaya çalışacak herhangi bir başka yasakçı-saçmalayan hükümetle kıyaslanabilirdi! Tokat’ta ve başka yerlerde Atatürk heykelini kuşatan polislere kızmak bir çare mi? “Nereye kadar bu yasakları yedirebiliriz?” diye test yaptıklarını göremiyor musunuz? Yani bazı illerde protesto edip homurdanmakla yetinecekseniz, sonra sıra “Anıtkabir’e gitme yasağı” koymaya kadar gelecek, bunu göremiyor musunuz? Aşı yapa yapa, alıştıra alıştıra kurbağayı pişirmeye devam ediyorlar. Sizi bilmem, ama ben aklımı peynir ekmekle yemedim. Türkiye: Seninle Atatürk arasına duvar örülmesi, evine girilip ailene, yuvana saldırılmasıyla eş değerdir! Buna da söylenerek katlanacaksan, her şeyi bırak git derim! Son söz CHP’ye: Bir daha böyle komik izinler istemeyin! Bu “Anayasacılık” oyununa benzemez! AKP nasıl cüret ediyor bunlara, biliyor musunuz? Onlara hukuksuz darbeci Anayasa çalışmasında verdiğiniz destek sayesinde! Derhal kendinizi sorgulayın!
Anıtkabir’e çıkmayan Devlet değil, AKP Hükümetidir. Zaten bu hükümetin valilerinin nasıl partizanlık yaptıkları defalarca ayyuka çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, kurucusu Atatürk’e bu muameleyi, ihaneti reva görmesi mümkün değildir. Ancak bir gün ülke işgal edilirse veya darbeyle rejim yıkılırsa, böyle bir saygısızlık yaşanabilir. Dolayısıyla AKP’nin tavrı, olağandışı durumu ayyuka çıkararak iktidarın gerçek yüzünü göstermesi açısından faydalı olmuştur.
İşin rengi zaten “Anıtkabir’e giren günlük insan sayısının gizlenmesi” tebligatında belli olmuştu. Tabii ben çok merak ediyorum; mesela Bekir Coşkun’a savaş açan Genel Kurmay Başkanı’nın fikirlerini tüm Komutanlar aynen destekliyor mu? Merak işte… Neyse, geçiniz! Sonuçta olaylar artık gelip net olarak şuraya dayandı: Karşı-devrim hızlandı. Sanki saate karşı yarışıyorlar. Neyi yakalamaya çalışıyorlar, niye artık saatte 300 km'ye çıktılar? Vallahi orasını bilemem! Çok zeki liboş analistlerimiz var. 25 yıldır her dedikleri yanlış çıkan; ama hala el üstünde tutulan… Hani mesela onlara göre “
türbana özgürlük” masum bir demokratik talepten ibaretti? Onlara bir önerim var: Hani Meclis'te çok derin bir “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kuruldu ya, bence hemen gidip konunun meraklıları, “Artık her planda maskesi düşmüş 2010 sivil darbesi de araştırılacak mı?” sorusunu artık bir soruversinler derim!

17 Mayıs 2012 Perşembe

FENERBAHCE GURURLA VE HAKKİYLA! / Bedri Baykam



Neredeyse 30 yildir kupayi alamayan, o tarihten beri 9 kez finalde kaybeden F.Bahce, buyuk turnuanin 50. yilinda seytanin bacagini kirdi ve nefis bir futbolla Bursaspor'u surklase ederek sahadan 4-0 galip ayrildi. Her turlu sabotaj ve celmeye ragmen Kupa'da sampiyon olup, ligi yarim puanla kaybeden sari lacivertliler, bu takimin adini altin harflerle tarihe yazdirdilar!
F.Bahce maca daha sahaya yerlesemeden 1-0 onde basladi. Caner kendisine has nefis temiz bir solla aglari ayaga kaldirirken, Bursaspor'un bu mac adina yaptigi her hesap bastan cope gidiyordu. Fenerbahce orta sahasi yine ustun teknigi ve oturmus oyunuyla maca agirligini koyarken, Emre yine ileride ve geride ayni anda parlayan yildizdi. İlk yarida kayda gecen tum gol pozisyonlari sari lacivertlilerindi. 25 dakikada nefis bir verkactan sonra Semih'in plasesi yandan "tingir mingir" auta cikti. 36. dakikada Baroni sut atacagina gereksiz yere Semih'e pas cikarinca gol gecikti. Semih'in 10 santimle ofsayt olan kafa golu de sayilmayinca, Fenerbahce'yi rahatlatacak golu atmak Kralex'in nefis topuk pasini doksana asan Baroni'ye nasip oldu. Hakem Bulent Yildirim'in formadaki Fenerbahce armasini open Brezilyali'ya bu gol sevincinden dolayi sari kart vermesi, dunya futbol literaturune gecen bir super-komedi gafiydi.
Bursaspor ikinci yarinin ilk 5 dakikasinda Kocaman'in korktugu o ciddi performansina ulasir gibi oldu ve bir kac firsat da yakaladi! Ama bu da hizla sonen bir kivilcim olarak kaldi. Bu yaridan akilda kalan 3 pozisyon vardi. Bunlarin ikisi gol anlariydi. Birinde soldan Alex'in ortasini Semih on direkte aglarla bulusturdu.  Digerinde ise roller degisti. Bu sefer yine soldan Semih'in nefis muz ortasina o harika raket gibi voleyi oturtan Kralex'ti... Diger yorum ise maalesef boyle bir macta bile karanligi hissettiren hakem Bulent Yildirim'di.  Bu sefer de harika bir atakta rakip sahayi dagitirken celmeyle dusurulen Emre'ye sari kart vererek yanli tavrini ayyuka cikardi. Macin yildizlari Alex, Emre, Bekir ve Semih'ti... Takim olarak da cok iyi oynayan Fenerbahce, sezonu GSaray beraberligine ragmen zirvede kapadi.
Macin sonundaki centilmen sahneler yasanirken aklima yine polisin neden oldugu Saracoglu olaylari geldi. Emniyet normal davransa, diger finalin sonunun da boyle olmasi isten bile degildi. Alex kupayi 29 yil sonra kaldirirken gozlerimiz doldu o marslarin da etkisiyle! Helal sana kanarya!

FENERBAHCE GURURLA VE HAKKİYLA! / Bedri Baykam



Neredeyse 30 yildir kupayi alamayan, o tarihten beri 9 kez finalde kaybeden F.Bahce, buyuk turnuanin 50. yilinda seytanin bacagini kirdi ve nefis bir futbolla Bursaspor'u surklase ederek sahadan 4-0 galip ayrildi. Her turlu sabotaj ve celmeye ragmen Kupa'da sampiyon olup, ligi yarim puanla kaybeden sari lacivertliler, bu takimin adini altin harflerle tarihe yazdirdilar!
F.Bahce maca daha sahaya yerlesemeden 1-0 onde basladi. Caner kendisine has nefis temiz bir solla aglari ayaga kaldirirken, Bursaspor'un bu mac adina yaptigi her hesap bastan cope gidiyordu. Fenerbahce orta sahasi yine ustun teknigi ve oturmus oyunuyla maca agirligini koyarken, Emre yine ileride ve geride ayni anda parlayan yildizdi. İlk yarida kayda gecen tum gol pozisyonlari sari lacivertlilerindi. 25 dakikada nefis bir verkactan sonra Semih'in plasesi yandan "tingir mingir" auta cikti. 36. dakikada Baroni sut atacagina gereksiz yere Semih'e pas cikarinca gol gecikti. Semih'in 10 santimle ofsayt olan kafa golu de sayilmayinca, Fenerbahce'yi rahatlatacak golu atmak Kralex'in nefis topuk pasini doksana asan Baroni'ye nasip oldu. Hakem Bulent Yildirim'in formadaki Fenerbahce armasini open Brezilyali'ya bu gol sevincinden dolayi sari kart vermesi, dunya futbol literaturune gecen bir super-komedi gafiydi.
Bursaspor ikinci yarinin ilk 5 dakikasinda Kocaman'in korktugu o ciddi performansina ulasir gibi oldu ve bir kac firsat da yakaladi! Ama bu da hizla sonen bir kivilcim olarak kaldi. Bu yaridan akilda kalan 3 pozisyon vardi. Bunlarin ikisi gol anlariydi. Birinde soldan Alex'in ortasini Semih on direkte aglarla bulusturdu.  Digerinde ise roller degisti. Bu sefer yine soldan Semih'in nefis muz ortasina o harika raket gibi voleyi oturtan Kralex'ti... Diger yorum ise maalesef boyle bir macta bile karanligi hissettiren hakem Bulent Yildirim'di.  Bu sefer de harika bir atakta rakip sahayi dagitirken celmeyle dusurulen Emre'ye sari kart vererek yanli tavrini ayyuka cikardi. Macin yildizlari Alex, Emre, Bekir ve Semih'ti... Takim olarak da cok iyi oynayan Fenerbahce, sezonu GSaray beraberligine ragmen zirvede kapadi.
Macin sonundaki centilmen sahneler yasanirken aklima yine polisin neden oldugu Saracoglu olaylari geldi. Emniyet normal davransa, diger finalin sonunun da boyle olmasi isten bile degildi. Alex kupayi 29 yil sonra kaldirirken gozlerimiz doldu o marslarin da etkisiyle! Helal sana kanarya!

15 Mayıs 2012 Salı

“ASRIN MAÇI”NIN SONRASI VE PAZAR GÜNÜM… / Bedri Baykam / 15 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

        
Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonrasını 1907 tribününün revirinde geçirdim. Biber gazı yüklemesinde nefesi kesilen ve krup hastalığı nükseden oğlumu doktor oksijen vererek rahatlatabildi. Orada geçirdiğimiz bir saat içerisinde ağlayan veya bayılmış 7-8 kişi daha getirildi ve zor şartlarda tedavi olmaya çalıştılar. Ortalık savaş yeri gibiydi. Dışarıya çıktığımızda Suriye manzaraları bizi bekliyordu. Ters çevrilmiş arabalar, yakılmış çöp tenekeleri, camı patlatılmış arabalar… Zaten biraz öncesinde maç bittikten sonra polisin gayretkeşliğiyle (!) ortalık akıl almaz şekilde karışmış, sahada görmek istediğimiz güzel sahneler tuzla buz olmuştu. Türkiye, spor olayının derin anlamını zaten zor çözen bir ülkeyken sanki hükümet eliyle geliştirilen 3 Temmuz süreci, işin pimini tamamen çekmişti.
Halbuki gün ne güzel başlamıştı. Berlin’den uçağım inmiş, beni karşılayan oğlumla limitte yetişip deniz yoluyla kendimizi
“olay yerinde” bulmuştuk. Twitter’da durmadan tansiyon düşürücü notlar yazıp, bunun savaş olmadığını, kazanın kral, kaybedenin onursuz filan olmayacağını elimden geldiğince aktarmaya çalışmıştım. Uçakta okuduğum gazetelerde de bu yönde birçok yazı vardı. Maç analizi yapmanın yeri değil bu sütun ama bana göre F.Bahçe’nin özellikle 2. yarıya başlarken sarı kartlı Dia ve kötü gününde olan Selçuk’u çıkarıp, Alex ve Bienvenu’yu alması lazımdı. Kim bilir Kocaman neler düşündü. Belki Alex 45 dakikada oynayamayacak kadar sakattı, bilemem. Hakem C. Çakır ününe ciddi gölge düşürdü. Vermediği tartışmalı gol bir yana, maçın başından itibaren sanki Trabzon maçı devam ediyor ve Fenerlilere girişmek serbest gibi bir izlenimin sürmesine neden oldu!
Maç biter bitmez, polisin görev bilip G.Saraylıları kuşatma altına alması ve Telsim tribününü provoke etmeye başlaması zaten üzgün ve bitik olan Fenerbahçe seyircisinin delirmesinin gerekçesiydi. Onca gelen “olay çıkartma” ihbarından hangisi buraya sığar ki! Emniyet’in
“faşist polis devleti” haline geldiğimizi hissettirmek için elinden geleni yapması ters tepince ortaya en ağır görüntüler çıktı. Valimizin demeci çok ilginç! : “Cop mu gaz mı dedik, gaz en doğrusuydu” Harika bir total faşist çözüm yöntemi! Copla 200 kişiyle uğraşacağına binlerce çoluk çocuğa gaz! Helal size! Fenerbahçe seyircisine karşı provokasyon ve standard terörist muamelesi yapmak şık olmuyor! “Herkesin artık anlaması lazım ki “Cumhuriyetçi ve Fenerbahçeliysen, barınamazsın, hapse girersin ya da dayak-gaz yersin” tavrı sonsuza dek süremeyecek! O seyircileri o hataya itmek, bir Emniyet başarısı değil! İnönü ve ya Avni Aker’de aynı polis niye gaz kullanmadı?
Sonuç ne olursa olsun, iki finale birden kalarak, nefes yollarının kesildiği bir yılda Fenerbahçe bu performansıyla herkese parmak ısırttı. Son dakikalarda Semih’in kafası girebilirdi, ya da Beşiktaş maçında Gökhan, Almeida’nınkini çıkarabilirdi ve sarı lacivertliler şampiyon da olabilirdi. Ama verilen mücadele örneği tarihe geçti. Unutmayalım ki Spartaküs de yenildi ama hala hatırlanıyor! Fenerbahçe resmen ülkenin Spartaküslüğünü üstlendi…
Bu 3. kez tattığımız
“son dakika felaketi” nin ardından deliksiz sekiz saat uyuyup kendimize gelmeyi denedik. Sabah G.Saray’lı arkadaşlarıma tebrik telefonlarımı ettikten sonra CHP İl Kongresine gitmem lazımdı. Ama ilk defa vazgeçtim. Neden mi? Adaylardan tercihim tabii ki tartışmasız Ali Özcan’dı. Ama Kılıçdaroğlu’nun da geleceği ortamda sert bir konuşma yapıp ortalığı alevlendirmek istemedim. Belki aylardır süren her türlü CHP-hükümet-F.Bahçe-sanatçılar gerginliklerinden de bitap düşmüştüm! “Anlaşılan CHP, bir gün belki kendine gelmek için bu süreci ille de böyle yaşamak istiyor” dedim. Yeniden seçilen il Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’nın kongrede dağıtılan iki yıl önce Çorlu’da “10 Aralık Hareketi” sürecinde eski bir konuşma metni, ortalığı doğal olarak ateşlemiş: “Sosyal-demokrat hareketin önündeki, en büyük engel CHP dir. Sosyal demokrasi birey hak ve özgürlükleri savunurken, CHP Cumhuriyet kurumlarını savunmayı görev edinmiştir. CHP görevini tamamlamış bir Parti olarak kapatılmalıdır… CHP sol bir Parti değil, ama halkımızın onda dokuzu onu solcu biliyor”. Bilmem başka yoruma gerek var mı? Şa-şı-rı-yorum!! “Pes” diyorum…
İşte
bu duygularla Pazar’ı ailemle geçirdim. Anneler gününde tüm kahrımı çeken sevgili Annemi öptüm, sevgili eşimi telefonla arayıp kutladım, ardından özlediğimi yapıp, oğlumun basket antrenmanını seyrettim, yemeğe çıkardım. Gece resim yaptım. Uzun lafın kısası, kavga-gürültü ve koşuşturmadan ıskaladığımız gerçek hayata dokunmayı tercih ettim. Size de “arada” hararetle tavsiye ederim!

“ASRIN MAÇI”NIN SONRASI VE PAZAR GÜNÜM… / Bedri Baykam / 15 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

        
Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonrasını 1907 tribününün revirinde geçirdim. Biber gazı yüklemesinde nefesi kesilen ve krup hastalığı nükseden oğlumu doktor oksijen vererek rahatlatabildi. Orada geçirdiğimiz bir saat içerisinde ağlayan veya bayılmış 7-8 kişi daha getirildi ve zor şartlarda tedavi olmaya çalıştılar. Ortalık savaş yeri gibiydi. Dışarıya çıktığımızda Suriye manzaraları bizi bekliyordu. Ters çevrilmiş arabalar, yakılmış çöp tenekeleri, camı patlatılmış arabalar… Zaten biraz öncesinde maç bittikten sonra polisin gayretkeşliğiyle (!) ortalık akıl almaz şekilde karışmış, sahada görmek istediğimiz güzel sahneler tuzla buz olmuştu. Türkiye, spor olayının derin anlamını zaten zor çözen bir ülkeyken sanki hükümet eliyle geliştirilen 3 Temmuz süreci, işin pimini tamamen çekmişti.
Halbuki gün ne güzel başlamıştı. Berlin’den uçağım inmiş, beni karşılayan oğlumla limitte yetişip deniz yoluyla kendimizi
“olay yerinde” bulmuştuk. Twitter’da durmadan tansiyon düşürücü notlar yazıp, bunun savaş olmadığını, kazanın kral, kaybedenin onursuz filan olmayacağını elimden geldiğince aktarmaya çalışmıştım. Uçakta okuduğum gazetelerde de bu yönde birçok yazı vardı. Maç analizi yapmanın yeri değil bu sütun ama bana göre F.Bahçe’nin özellikle 2. yarıya başlarken sarı kartlı Dia ve kötü gününde olan Selçuk’u çıkarıp, Alex ve Bienvenu’yu alması lazımdı. Kim bilir Kocaman neler düşündü. Belki Alex 45 dakikada oynayamayacak kadar sakattı, bilemem. Hakem C. Çakır ününe ciddi gölge düşürdü. Vermediği tartışmalı gol bir yana, maçın başından itibaren sanki Trabzon maçı devam ediyor ve Fenerlilere girişmek serbest gibi bir izlenimin sürmesine neden oldu!
Maç biter bitmez, polisin görev bilip G.Saraylıları kuşatma altına alması ve Telsim tribününü provoke etmeye başlaması zaten üzgün ve bitik olan Fenerbahçe seyircisinin delirmesinin gerekçesiydi. Onca gelen “olay çıkartma” ihbarından hangisi buraya sığar ki! Emniyet’in
“faşist polis devleti” haline geldiğimizi hissettirmek için elinden geleni yapması ters tepince ortaya en ağır görüntüler çıktı. Valimizin demeci çok ilginç! : “Cop mu gaz mı dedik, gaz en doğrusuydu” Harika bir total faşist çözüm yöntemi! Copla 200 kişiyle uğraşacağına binlerce çoluk çocuğa gaz! Helal size! Fenerbahçe seyircisine karşı provokasyon ve standard terörist muamelesi yapmak şık olmuyor! “Herkesin artık anlaması lazım ki “Cumhuriyetçi ve Fenerbahçeliysen, barınamazsın, hapse girersin ya da dayak-gaz yersin” tavrı sonsuza dek süremeyecek! O seyircileri o hataya itmek, bir Emniyet başarısı değil! İnönü ve ya Avni Aker’de aynı polis niye gaz kullanmadı?
Sonuç ne olursa olsun, iki finale birden kalarak, nefes yollarının kesildiği bir yılda Fenerbahçe bu performansıyla herkese parmak ısırttı. Son dakikalarda Semih’in kafası girebilirdi, ya da Beşiktaş maçında Gökhan, Almeida’nınkini çıkarabilirdi ve sarı lacivertliler şampiyon da olabilirdi. Ama verilen mücadele örneği tarihe geçti. Unutmayalım ki Spartaküs de yenildi ama hala hatırlanıyor! Fenerbahçe resmen ülkenin Spartaküslüğünü üstlendi…
Bu 3. kez tattığımız
“son dakika felaketi” nin ardından deliksiz sekiz saat uyuyup kendimize gelmeyi denedik. Sabah G.Saray’lı arkadaşlarıma tebrik telefonlarımı ettikten sonra CHP İl Kongresine gitmem lazımdı. Ama ilk defa vazgeçtim. Neden mi? Adaylardan tercihim tabii ki tartışmasız Ali Özcan’dı. Ama Kılıçdaroğlu’nun da geleceği ortamda sert bir konuşma yapıp ortalığı alevlendirmek istemedim. Belki aylardır süren her türlü CHP-hükümet-F.Bahçe-sanatçılar gerginliklerinden de bitap düşmüştüm! “Anlaşılan CHP, bir gün belki kendine gelmek için bu süreci ille de böyle yaşamak istiyor” dedim. Yeniden seçilen il Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’nın kongrede dağıtılan iki yıl önce Çorlu’da “10 Aralık Hareketi” sürecinde eski bir konuşma metni, ortalığı doğal olarak ateşlemiş: “Sosyal-demokrat hareketin önündeki, en büyük engel CHP dir. Sosyal demokrasi birey hak ve özgürlükleri savunurken, CHP Cumhuriyet kurumlarını savunmayı görev edinmiştir. CHP görevini tamamlamış bir Parti olarak kapatılmalıdır… CHP sol bir Parti değil, ama halkımızın onda dokuzu onu solcu biliyor”. Bilmem başka yoruma gerek var mı? Şa-şı-rı-yorum!! “Pes” diyorum…
İşte
bu duygularla Pazar’ı ailemle geçirdim. Anneler gününde tüm kahrımı çeken sevgili Annemi öptüm, sevgili eşimi telefonla arayıp kutladım, ardından özlediğimi yapıp, oğlumun basket antrenmanını seyrettim, yemeğe çıkardım. Gece resim yaptım. Uzun lafın kısası, kavga-gürültü ve koşuşturmadan ıskaladığımız gerçek hayata dokunmayı tercih ettim. Size de “arada” hararetle tavsiye ederim!

12 Mayıs 2012 Cumartesi

ÜZÜCÜ SON / BEDRİ BAYKAM

Hani ulke icin "sozun bittigi yerdeyiz" diyorduk ya hep? İste futbolda da oraya maaalesef geldik... Bu yaziyi 1907 tribunun revirinden yaziyorum. Oglumun ve 3-4 kisinin nefesi kesildi biber gazindan.. İnleyen oksijen arayan panik icinde insanlar..Ortalik savas yeri... Sabahtan beri kac tweet attim, ortaligi sakinlestirmek icin, bunun bir savas olmadigini anlatmak icin... Ama mac ilerledikce hersey gittikce batti... Hangisini anlatsam? Hakemin akil almaz provokasyonlarini mi? Verilmeyen gol ve surekli takdir haklarinin rakibten yana kullanilmasi mi?Sari lacivertli seyircilerde ggiderek artan Denizli ve Trabzon macinin yuzeye firlayan acilarinin etkisi mi? Aziz Yildirim a reva gorulen hukuk disi ve mantiksiz tutukluluk iskencesinin kacinilmaz etkileri mi? Polisin o gosterisle sunmaya bayildigi siddet dolu fasist dayak merakinin Fener seyircisinin sabrini tasirmasini mi? Hangisini anlatsam?
Tek dilegim vardi... Kim kazanirsa kazansin, macin centilmenlik icinde gecmesi. Hatta sonunda GSaray kazanirsa FBahce seyircisinin alkisini alarak kupasini kaldirmasi. İstedigim bunlardi. Cok sey istedik belki bu Turkiye icin...
Bu mac nasil futbol adina konusulur ki? Aykut sahaya teknikten cok fizik mucadeleye acik bir takim surmustu. Atmosfer cok guzeldi. Hersey futbola musaitti. Mac basladiktan bir sure sonra isin rengi hemen belli oldu. Sahada o FBahce'yi ablukaya alabilecek bir rakip yoktu. Fener kendi sahasindan antika bir tank gibi 10 pastan sonra cikamayip kalecisine donuyordu. Buna ragmen Muslera nin amatorce hatasindan Semih surpriz golu ativerdi. Ama Cakir in bu "kararli" gununde (!) bu golu vermesi mevzu bahis degildi tabii! Buyuk maclarin sasirtici yildizi Selcuk bir hata makinasi gibiydi. Baroni cok formsuzdu. Stoch kendini yalniz hissediyordu. Dia bazi anlarda sag kanatta parlasa da iceri cikardigi toplar serseri mayin gibiydi. Dakikalar gectikce stres artiyor, hakemin her an GSaray dan esirgedigi sari kartlar seyirciyi cileden cikariyordu.
2. Yari baslarken herkes Selcuk ve Dia nin cikip, Alex ve Bienvenu nun girmesini bekliyordu. Ama Aykut un bazi anlarda yasadigi tikanmalar devreye girince ayni takimda israr edildi. Hakem ince ve agir kiyima devam etti. Alex geciktikce zaten kusucegini bildigim icin Fenerbahce silahini eline alamadan devre disi kaldi. Dia nin gereksiz faulu ve siniriyle atilmasi, sonun baslangici oldu. 73. dakikada giren Alex ten ne hayir gelebilirdi ki? Macin sonlarina dogru GSaray lilar her firsatta yerlerde cim sayarken sagolsun basta Selcuk Fenerliler de onlara bu firsati vermek icin sacma sapan faullerle zamani ve uzatmalari bitirdiler. 
Sonra polisin o olay cikartmaya calisan tavri devreye girdi. Orantisiz guc kullanimiyla seyirciyi sahaya dokmek icin herseyi yapip basardilar! Aysal ve TFF ye sormak lazim, bu gerilim hattina "Kupa Saracoglu nda verilecek" inadi cok mu gerekliydi? Simdi herkes mutlu mu FBahce yi bekleyen cezadan, UEFA ya verilen bu goruntulerden?
GSaray i tebrik ediyorum. Sampiyon olduklari icin. Kotu oynadilar, centilmen de degildiler, ama yine de tebrik ediyorum. Hakemi tebrik edemiyorum. Bu takim nasil bir final daha oynayacak 3gun sonra bilemiyorum! 
En buyuk tebrik yine de bu agir son viraj kazasina ragmen FBahceye tabii. Onlar bu agir sartlarda en akil almaz Basariyi elde ettiler. Tarih her sahnesiyle bu yili hatirlayacak. Spartacus de sonunda kaybetmisti ama mucadelesi unutulmadi. Yildirim in sozleri herkesin kulagina kupe olsun. 

ÜZÜCÜ SON / BEDRİ BAYKAM

Hani ulke icin "sozun bittigi yerdeyiz" diyorduk ya hep? İste futbolda da oraya maaalesef geldik... Bu yaziyi 1907 tribunun revirinden yaziyorum. Oglumun ve 3-4 kisinin nefesi kesildi biber gazindan.. İnleyen oksijen arayan panik icinde insanlar..Ortalik savas yeri... Sabahtan beri kac tweet attim, ortaligi sakinlestirmek icin, bunun bir savas olmadigini anlatmak icin... Ama mac ilerledikce hersey gittikce batti... Hangisini anlatsam? Hakemin akil almaz provokasyonlarini mi? Verilmeyen gol ve surekli takdir haklarinin rakibten yana kullanilmasi mi?Sari lacivertli seyircilerde ggiderek artan Denizli ve Trabzon macinin yuzeye firlayan acilarinin etkisi mi? Aziz Yildirim a reva gorulen hukuk disi ve mantiksiz tutukluluk iskencesinin kacinilmaz etkileri mi? Polisin o gosterisle sunmaya bayildigi siddet dolu fasist dayak merakinin Fener seyircisinin sabrini tasirmasini mi? Hangisini anlatsam?
Tek dilegim vardi... Kim kazanirsa kazansin, macin centilmenlik icinde gecmesi. Hatta sonunda GSaray kazanirsa FBahce seyircisinin alkisini alarak kupasini kaldirmasi. İstedigim bunlardi. Cok sey istedik belki bu Turkiye icin...
Bu mac nasil futbol adina konusulur ki? Aykut sahaya teknikten cok fizik mucadeleye acik bir takim surmustu. Atmosfer cok guzeldi. Hersey futbola musaitti. Mac basladiktan bir sure sonra isin rengi hemen belli oldu. Sahada o FBahce'yi ablukaya alabilecek bir rakip yoktu. Fener kendi sahasindan antika bir tank gibi 10 pastan sonra cikamayip kalecisine donuyordu. Buna ragmen Muslera nin amatorce hatasindan Semih surpriz golu ativerdi. Ama Cakir in bu "kararli" gununde (!) bu golu vermesi mevzu bahis degildi tabii! Buyuk maclarin sasirtici yildizi Selcuk bir hata makinasi gibiydi. Baroni cok formsuzdu. Stoch kendini yalniz hissediyordu. Dia bazi anlarda sag kanatta parlasa da iceri cikardigi toplar serseri mayin gibiydi. Dakikalar gectikce stres artiyor, hakemin her an GSaray dan esirgedigi sari kartlar seyirciyi cileden cikariyordu.
2. Yari baslarken herkes Selcuk ve Dia nin cikip, Alex ve Bienvenu nun girmesini bekliyordu. Ama Aykut un bazi anlarda yasadigi tikanmalar devreye girince ayni takimda israr edildi. Hakem ince ve agir kiyima devam etti. Alex geciktikce zaten kusucegini bildigim icin Fenerbahce silahini eline alamadan devre disi kaldi. Dia nin gereksiz faulu ve siniriyle atilmasi, sonun baslangici oldu. 73. dakikada giren Alex ten ne hayir gelebilirdi ki? Macin sonlarina dogru GSaray lilar her firsatta yerlerde cim sayarken sagolsun basta Selcuk Fenerliler de onlara bu firsati vermek icin sacma sapan faullerle zamani ve uzatmalari bitirdiler. 
Sonra polisin o olay cikartmaya calisan tavri devreye girdi. Orantisiz guc kullanimiyla seyirciyi sahaya dokmek icin herseyi yapip basardilar! Aysal ve TFF ye sormak lazim, bu gerilim hattina "Kupa Saracoglu nda verilecek" inadi cok mu gerekliydi? Simdi herkes mutlu mu FBahce yi bekleyen cezadan, UEFA ya verilen bu goruntulerden?
GSaray i tebrik ediyorum. Sampiyon olduklari icin. Kotu oynadilar, centilmen de degildiler, ama yine de tebrik ediyorum. Hakemi tebrik edemiyorum. Bu takim nasil bir final daha oynayacak 3gun sonra bilemiyorum! 
En buyuk tebrik yine de bu agir son viraj kazasina ragmen FBahceye tabii. Onlar bu agir sartlarda en akil almaz Basariyi elde ettiler. Tarih her sahnesiyle bu yili hatirlayacak. Spartacus de sonunda kaybetmisti ama mucadelesi unutulmadi. Yildirim in sozleri herkesin kulagina kupe olsun. 

8 Mayıs 2012 Salı

Bedri Baykam Anayasa Forumu - Bursa (2. Bölüm)

Bedri Baykam Anayasa Forumu - Bursa (2. Bölüm)

Bedri Baykam Anayasa Forumu Bursa (1. Bölüm)

Bedri Baykam Anayasa Forumu Bursa (1. Bölüm)

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ! / Bedri Baykam / 8 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Pazar gününü “Denizler”le beraber geçirdim. Önce Ankara’ya, Karşıyaka Mezarlığı’na gittik. Çok nitelikli büyük bir kalabalık vardı. Türkiye’nin onca bölgesinden gelmiş güzel insanları, ’68 Kuşağı’nın karizmatik önderi Deniz Gezmiş’in mezarını kuşatmışlardı. Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın mezarları da zaten çok yakındı Deniz’e… Ağabeyi Bora Gezmiş’le kucaklaşıp, oradan da öğlen uçağıyla İzmir’e geçtik. Buca Belediyesi’nin, Müberra Kıyakkaş ve İnci Kır’a yaptırdığı “3 Fidan Anıtı” nın açılışı vardı. Yine gıpta edilecek şekilde, ülkenin en aydın, en özverili, en sağlam “her yaştan gençleri” bir araya gelmişlerdi. Onların önünde yaptığım konuşmada en çok vurguladığım konu, Gezmiş ve arkadaşlarının 20. ve hatta 21. yüzyıl üstünden, yaptıkları siyasi çözümlemelerde nasıl haklı çıktıklarıydı. Gerçekten de emperyalizmin kirli yüzünü çok erken görmüşlerdi. Onlar için kendi yaşamlarının bir değeri yoktu ve “ölüm nereden gelecekse gelsin, hoş gelsin, sefa gelsin” diyen bir Che Guevara öğretisinden geçmişlerdi. Sonuçta onları gözlerini kırpmadan ölüme yollayanların ardından, benzer karanlık güçler Muammer Aksoy’dan Necip Hablemitoğlu’na kadar, onca can dostumuzu yok etmişti. Vurguladığım nokta ise buna rağmen hiçbir bıçağın, hiçbir kurşunun, hiçbir bombanın bizleri yolumuzdan çeviremeyeceğiydi. Coşkulu kalabalığa ayrıca orada dinletisini paylaşmaya hazırlanan sevgili Ataol Behramoğlu ve onca diğer gerçek aydınla başlattığımız “Sanatçılar Girişimi”nin selamlarını ilettim. Sonuçta, gerek hakkını arayan tiyatrocular gerek bizler, bu ülkeyi yöneten Başbakan’ın gözünde “ideolojik debelenmeler” geçiren birer zavallı “yarım porsiyon aydın”dan başka bir şey değildik! Düşünüyorum da ne kadar ilginç! Bunca ulusal ve uluslararası sorun sellerinin orta yerinde, bizim ülkenin iktidarı, kafayı heykellerle, tiyatrolarla, yazarlarla bozmuştu! “Ucube” krizleri, basılmadan toplatılan kitaplar, yok edilmeye çalışılan tiyatrolar ve tüm bu entelektüel dünyanın alt yapısını oluşturan unsurlardan internet dünyası… İş güç bırakılmış, “Türkiye’nin yaratıcı insanlarını nasıl rahatsız ederiz?” sorusuna yanıt aranıyor iştahla!
Efendim ülke sil baştan, yeniden “dizayn” ediliyor ya, bunun da ucu gelip yeni Anayasa yazımına dayanıyor! Şimdi bu yapay, dayatılmış ve hatta hukuksuz çabayı kaleme alacakları yer “çok tarihi” olarak görülüyormuş da, bunun heyecanını (!) bize pazarlamaya çalışıyor merkez medya! Bu arada Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun içindeki bir alt komisyon, Başbakan ve Meclis Başkanı’nın da kurucuları arasında olduğu Birlik Vakfı ne teklif etmiş, belki duymuşsunuzdur: “Laiklik” kavramının ve “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır” ibaresinin Anayasa’dan çıkarılmasını ve Başkanlık sistemine geçilmesini, Anayasa’nın ilk üç maddesinin de değiştirilmesini önermişler. Helal olsun! İşte ben buna “statükoculuğu yıkma operasyonu” derim. İşin traji-komik yönüne bakın ki, birileri düğmeye basmış, A’dan Z’ye ülkenin temel felsefesi ve ideolojisini yerle bir edip değiştiriyorlar. AMA… Silivri’de bu sözde suç iddiası ile onca başka kişi yatıyor! Hayat işte, ne dersiniz!
Bu arada, her şey son hızla değişirken, ülkeyi mutlu edecek onca başka gelişme de yaşanıyor! Mesela “Kitle-Muhalif- Savıcı” çok etkili bir yeni silahın tanıtımını gerçekleştirmiş Emniyet. Öyle kötü maddi zararlara sebep olmuyormuş, yalnız insanlara zarar veriyor ve hatta etkisine aldığını acıyla ve yanma hissiyle hareketsizleştiriyormuş! Bunun dışında ülkemizde Didim’de bile Alevi vatandaşlarımızın oturdukları evlere tehditler ve ölüm fermanları asılıyormuş! Bir başka sevindirici haber ise, artık Danıştay kararı olmasına rağmen o “eski” (!) sıkıcı dönemi hatırlatan 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarının düzenlenmeyecek olmasıymış! Böylece “statükocu” dayatmalarla sap gibi sırasını bekleyen cıbıl cıbıl kızlar da olmayacak ve hükümetimiz rahat bir nefes alacak.
Şimdi bu kadar hareketli bir gündem ve “ileri demokrasi”ye sınırsız süratle koşulan bir ortamda, yeniden dizaynını heyecanla yaşayan TSK’nın Ümit Kocasakal’ı yanlış anlamış veya Bekir Coşkun’u hiç anlamamış olmasını eleştirecek misiniz? Her şey “altüst” ve “yerle bir” olurken, Anıtkabir ziyaretçi sayısı bile “çok gizli belgeler” arasına geçiş yaparken, bunu da çok görecek halimiz yok ya? Sizin evinizde de bunlar yaşansa, kuzeyinizi güneyinizi, feleğinizi şaşırmaz mıydınız?
İşte bu nedene, lütfen deprem yaşanırken yorumlarınızı insaflı yapın sevgili okurlarım(!).

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ! / Bedri Baykam / 8 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Pazar gününü “Denizler”le beraber geçirdim. Önce Ankara’ya, Karşıyaka Mezarlığı’na gittik. Çok nitelikli büyük bir kalabalık vardı. Türkiye’nin onca bölgesinden gelmiş güzel insanları, ’68 Kuşağı’nın karizmatik önderi Deniz Gezmiş’in mezarını kuşatmışlardı. Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın mezarları da zaten çok yakındı Deniz’e… Ağabeyi Bora Gezmiş’le kucaklaşıp, oradan da öğlen uçağıyla İzmir’e geçtik. Buca Belediyesi’nin, Müberra Kıyakkaş ve İnci Kır’a yaptırdığı “3 Fidan Anıtı” nın açılışı vardı. Yine gıpta edilecek şekilde, ülkenin en aydın, en özverili, en sağlam “her yaştan gençleri” bir araya gelmişlerdi. Onların önünde yaptığım konuşmada en çok vurguladığım konu, Gezmiş ve arkadaşlarının 20. ve hatta 21. yüzyıl üstünden, yaptıkları siyasi çözümlemelerde nasıl haklı çıktıklarıydı. Gerçekten de emperyalizmin kirli yüzünü çok erken görmüşlerdi. Onlar için kendi yaşamlarının bir değeri yoktu ve “ölüm nereden gelecekse gelsin, hoş gelsin, sefa gelsin” diyen bir Che Guevara öğretisinden geçmişlerdi. Sonuçta onları gözlerini kırpmadan ölüme yollayanların ardından, benzer karanlık güçler Muammer Aksoy’dan Necip Hablemitoğlu’na kadar, onca can dostumuzu yok etmişti. Vurguladığım nokta ise buna rağmen hiçbir bıçağın, hiçbir kurşunun, hiçbir bombanın bizleri yolumuzdan çeviremeyeceğiydi. Coşkulu kalabalığa ayrıca orada dinletisini paylaşmaya hazırlanan sevgili Ataol Behramoğlu ve onca diğer gerçek aydınla başlattığımız “Sanatçılar Girişimi”nin selamlarını ilettim. Sonuçta, gerek hakkını arayan tiyatrocular gerek bizler, bu ülkeyi yöneten Başbakan’ın gözünde “ideolojik debelenmeler” geçiren birer zavallı “yarım porsiyon aydın”dan başka bir şey değildik! Düşünüyorum da ne kadar ilginç! Bunca ulusal ve uluslararası sorun sellerinin orta yerinde, bizim ülkenin iktidarı, kafayı heykellerle, tiyatrolarla, yazarlarla bozmuştu! “Ucube” krizleri, basılmadan toplatılan kitaplar, yok edilmeye çalışılan tiyatrolar ve tüm bu entelektüel dünyanın alt yapısını oluşturan unsurlardan internet dünyası… İş güç bırakılmış, “Türkiye’nin yaratıcı insanlarını nasıl rahatsız ederiz?” sorusuna yanıt aranıyor iştahla!
Efendim ülke sil baştan, yeniden “dizayn” ediliyor ya, bunun da ucu gelip yeni Anayasa yazımına dayanıyor! Şimdi bu yapay, dayatılmış ve hatta hukuksuz çabayı kaleme alacakları yer “çok tarihi” olarak görülüyormuş da, bunun heyecanını (!) bize pazarlamaya çalışıyor merkez medya! Bu arada Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun içindeki bir alt komisyon, Başbakan ve Meclis Başkanı’nın da kurucuları arasında olduğu Birlik Vakfı ne teklif etmiş, belki duymuşsunuzdur: “Laiklik” kavramının ve “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır” ibaresinin Anayasa’dan çıkarılmasını ve Başkanlık sistemine geçilmesini, Anayasa’nın ilk üç maddesinin de değiştirilmesini önermişler. Helal olsun! İşte ben buna “statükoculuğu yıkma operasyonu” derim. İşin traji-komik yönüne bakın ki, birileri düğmeye basmış, A’dan Z’ye ülkenin temel felsefesi ve ideolojisini yerle bir edip değiştiriyorlar. AMA… Silivri’de bu sözde suç iddiası ile onca başka kişi yatıyor! Hayat işte, ne dersiniz!
Bu arada, her şey son hızla değişirken, ülkeyi mutlu edecek onca başka gelişme de yaşanıyor! Mesela “Kitle-Muhalif- Savıcı” çok etkili bir yeni silahın tanıtımını gerçekleştirmiş Emniyet. Öyle kötü maddi zararlara sebep olmuyormuş, yalnız insanlara zarar veriyor ve hatta etkisine aldığını acıyla ve yanma hissiyle hareketsizleştiriyormuş! Bunun dışında ülkemizde Didim’de bile Alevi vatandaşlarımızın oturdukları evlere tehditler ve ölüm fermanları asılıyormuş! Bir başka sevindirici haber ise, artık Danıştay kararı olmasına rağmen o “eski” (!) sıkıcı dönemi hatırlatan 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarının düzenlenmeyecek olmasıymış! Böylece “statükocu” dayatmalarla sap gibi sırasını bekleyen cıbıl cıbıl kızlar da olmayacak ve hükümetimiz rahat bir nefes alacak.
Şimdi bu kadar hareketli bir gündem ve “ileri demokrasi”ye sınırsız süratle koşulan bir ortamda, yeniden dizaynını heyecanla yaşayan TSK’nın Ümit Kocasakal’ı yanlış anlamış veya Bekir Coşkun’u hiç anlamamış olmasını eleştirecek misiniz? Her şey “altüst” ve “yerle bir” olurken, Anıtkabir ziyaretçi sayısı bile “çok gizli belgeler” arasına geçiş yaparken, bunu da çok görecek halimiz yok ya? Sizin evinizde de bunlar yaşansa, kuzeyinizi güneyinizi, feleğinizi şaşırmaz mıydınız?
İşte bu nedene, lütfen deprem yaşanırken yorumlarınızı insaflı yapın sevgili okurlarım(!).

6 Mayıs 2012 Pazar

FENERBAHCE HAKEMİ DE MAT ETTİ! / Bedri Baykam

Avni Aker'de Fenerbahce dun once hakemi, sonra Trabzon'u ve sonucta kendisine karsi olusturulan buyuk tuzagi nefis bir oyun ve disiplinle yendi. Son donemin tartismali ismi Emre ise sahanin tartismasiz yildiziydi.
Trabzon- Fenerbahce macinin ozellikle ilk yarisinin futbol denilen sporla hic bir ilgisi yoktu. Dun bordo- mavili futbolculara denmis ki," vurun kirin, ne yaparsaniz yapin, bu adamlara bu maci kazandirmayin". Hakem mi? Omrumde bugune kadar bu sifati bu kadar katleden hic bir insana rastlamadim. Hakem Abitoglu, bu meslegin tarihi yuz karasi zirveligine dun gecis yapti. Zokora'nin bir metreden hakemin onunde Emre'nin bacak arasina attigi tekmeye kirmizi kart vermeyen insanin hakemligi degil, insanligi tartisilir ve "taammuden adam oldurmeye tesebbuse yardim" sucundan hakkinda ceza davasi acilir.
Fenerbahce maca orta sahasinin teknik ustunluguyle baslar baslamaz golu zeki bir verkactan sonra Emre'nin ayagindan bulur bulmaz Trabzon seyircisi delirmeye basladi. O andan itibaren mac, mactan baska herseye benzedi. Sahaya yagan maddeler, sari lacivertlilere yagdirilan tekmeler, savrulan kufurler ve harp hali. Tum bunlara ragmen, Fenerbahce orta sahasi, neredeyse dort dortluk oynamayi basararak bir de 31. dakikada Bienvenue'nun ayagindan 2. golu buldu. Gelen 6 dakikalik uzatmada, Burak'in attigi gol, hem sari lacivertlilerin muzmin "devrenin son dakikasi" hastaligina isaret ediyordu hem de hakemin ince ve agir kiyim Trabzon calismasinin kacinilmaz bir urunuydu.
2. yariya Fenerbahce basidan Gokhan- Sam degisikligiyle basladi. Sam'in nefis ara ortasinda 54. dakikada Dia karsi karsiya golu kacirdi. 60 da Baroni frikigi Tolga'ya teslim etti. Bu yarida Hakemin ince calismalari ve sahaya atilan maddeler resmi gecidi bir vites kuculse bile aynen surdu. Fenerbahce orta sahasindaki basarili ve bilincli yardimlasma bu yarida da surdu. Degisikliklerle oyuna giren Topuz ve Caner'le  de bu ritm bozulmadi. Besiktas'in beraberlik golunden hemen sonra gelen Baroni'nin nefis kontratak asirtma golu sampiyonlugun habercisi gibiydi. Bu dakikalardan sonra top kontrolunu buyuk bir sogukkanlilikla elinde tutan sari- lacivertliler, maci 3-1 kazanirken Sampiyonluk macini Saracoglu'na tasiyarak dosta dusmana parmak issirtti! Helal kanarya, sana ancak sapka cikartilir!

FENERBAHCE HAKEMİ DE MAT ETTİ! / Bedri Baykam

Avni Aker'de Fenerbahce dun once hakemi, sonra Trabzon'u ve sonucta kendisine karsi olusturulan buyuk tuzagi nefis bir oyun ve disiplinle yendi. Son donemin tartismali ismi Emre ise sahanin tartismasiz yildiziydi.
Trabzon- Fenerbahce macinin ozellikle ilk yarisinin futbol denilen sporla hic bir ilgisi yoktu. Dun bordo- mavili futbolculara denmis ki," vurun kirin, ne yaparsaniz yapin, bu adamlara bu maci kazandirmayin". Hakem mi? Omrumde bugune kadar bu sifati bu kadar katleden hic bir insana rastlamadim. Hakem Abitoglu, bu meslegin tarihi yuz karasi zirveligine dun gecis yapti. Zokora'nin bir metreden hakemin onunde Emre'nin bacak arasina attigi tekmeye kirmizi kart vermeyen insanin hakemligi degil, insanligi tartisilir ve "taammuden adam oldurmeye tesebbuse yardim" sucundan hakkinda ceza davasi acilir.
Fenerbahce maca orta sahasinin teknik ustunluguyle baslar baslamaz golu zeki bir verkactan sonra Emre'nin ayagindan bulur bulmaz Trabzon seyircisi delirmeye basladi. O andan itibaren mac, mactan baska herseye benzedi. Sahaya yagan maddeler, sari lacivertlilere yagdirilan tekmeler, savrulan kufurler ve harp hali. Tum bunlara ragmen, Fenerbahce orta sahasi, neredeyse dort dortluk oynamayi basararak bir de 31. dakikada Bienvenue'nun ayagindan 2. golu buldu. Gelen 6 dakikalik uzatmada, Burak'in attigi gol, hem sari lacivertlilerin muzmin "devrenin son dakikasi" hastaligina isaret ediyordu hem de hakemin ince ve agir kiyim Trabzon calismasinin kacinilmaz bir urunuydu.
2. yariya Fenerbahce basidan Gokhan- Sam degisikligiyle basladi. Sam'in nefis ara ortasinda 54. dakikada Dia karsi karsiya golu kacirdi. 60 da Baroni frikigi Tolga'ya teslim etti. Bu yarida Hakemin ince calismalari ve sahaya atilan maddeler resmi gecidi bir vites kuculse bile aynen surdu. Fenerbahce orta sahasindaki basarili ve bilincli yardimlasma bu yarida da surdu. Degisikliklerle oyuna giren Topuz ve Caner'le  de bu ritm bozulmadi. Besiktas'in beraberlik golunden hemen sonra gelen Baroni'nin nefis kontratak asirtma golu sampiyonlugun habercisi gibiydi. Bu dakikalardan sonra top kontrolunu buyuk bir sogukkanlilikla elinde tutan sari- lacivertliler, maci 3-1 kazanirken Sampiyonluk macini Saracoglu'na tasiyarak dosta dusmana parmak issirtti! Helal kanarya, sana ancak sapka cikartilir!

1 Mayıs 2012 Salı

Bedri Baykam Anayasa Forumu - Ankara

Bedri Baykam Anayasa Forumu - Ankara

ANAYASA FORUMU, SANATÇILAR, İŞÇİLER: TÜRKİYE SOKAKTA! / Bedri Baykam / 1 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Öncelikle bugün evrensel işçi haklarını kullanarak sokaklarda demokrasi, emek ve anti-emperyalist duruş için yürüyen yüz binlerce işçiye buradan da bin selam gönderiyoruz! Onlara Türkiye’nin atar damarları, en saygın neferleri olarak hakettikleri saygıyı herkesle beraber göstermeye mecburdur. Bugün kalbimizle beraber onlarla olacağız.
Cumartesi günü Ankara’da Milli Anayasa Forumu’na katıldım. Dev bir toplantı düşünün; ülkenin en kritik konuların iktidara karşı soldan ve sağdan yükselen sert seslerin dalgalandığı bir salon. Ne beklersiniz normal bir ülkede? Hele o salonda “Anayasa tartışmaları” masaya yatırılıyorsa, en azından yüzlerce muhabir ve kameranın birbiriyle yarışması gerekir değil mi? Ne gezer! Medyamız kendi puslu kulelerinde masanın altına saklanmış zavallı maaş alıcılardan oluşan bir erksizler birliği durumunda. Korku dağları sarmış. İktidar korkusu, patron korkusu, işsizlik korkusu… Hatta kimi Altan ailesi ferdi gibi, yıllarca “hizmet ettikleri” malum kesimlerce infaz edilme korkusu… Hepsinden utanıyorum. 2000’den fazla yurtseverin doldurduğu Yenimahalle Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki salonundaki muhteşem coşku görülmeye değerdi. Kemal Alemdaroğlu, Yekta Güngör Özden ve Hüsamettin Cindoruk’un ön ayak oldukları, Türkiye’nin dört bir köşesinden memleket sevdalılarına ciddi bir heyecan dalgası yaşatan bu büyük girişim, AKP’nin oldu-bittiye getirmek istediği “Yeni Anayasa” dayatmacılığına karşı şu anda var olan tek somut tepki. Yoksa konu TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yönlendirdiği malum “sivil” örgütlere kalsa, iktidarın hazırladığı cümlelerin daha da makyajlanmasının ötesine geçilemezdi!
Hüsamettin Cindoruk, bunun bir “Parti hareketi” değil, Atatürk’ün milli davasının devamının bir dayanışması olduğunu hatırlattı: “Eskiden burada bulunan insanların farklı siyasi partilerden olmasının bir önemi kalmadı.” Yekta Güngör Özden, “Anayasa suçlusu bir hükümet nasıl Anayasa yapabilir?” sorusunu gündeme getirdi. Hazırlanan Anayasa’nın bir kuşatma hareketi olduğunu, aydınlık getiremeyeceğini, ışığımızın Atatürk olduğunu haykırdı! Şahin Mengü, tezgahın ‘Sevrciliğini’ hatırlattı herkesin bu hazırlığı lanetlemesi gerektiğine işaret etti. İP adına Ferit İlsever,” Her yerden gelip Atatürk’te birleştik” diyerek vurgusunu yaptı. MHP Milletvekili Özcan Yeniçeri olaya espriyle yaklaştı: “Andımızda şayet ‘ne olduğum belirsiz, ne isterseniz yaparım, kudretim damarlarımda değil Obama’da denilseydi problem olmazdı”. Eski Bakan Ufuk Söylemez “Hem Atatürkçü, hem Sorosçu, hem TESEV’ci olunmaz” dedikten sonra ideolojisiz Anayasa bulunmadığını, Anayasaların siyasi metinler olduğunu hatırlattı. Sıra bana geldiğinde, Sanatçılar Girişimi’nin selamlarını ve sağlam duruşunu aktardım. Parlamento’daki muhalefet partilerinin, bu sözde “Uzlaşma Komisyonu”na katılıp, hangi mucizeyle 12 Eylül referandumuyla yargıyı Adalet Bakanlığı’na bağlamış bir iktidardan demokratikleşmeyi bekleyebildiklerini sordum. Bu “meşrulaştırma”nın iktidar tarafından nasıl kullanılacağını hatırlattım ve ilk dört maddeyi “darbe yapmış” gibi değiştirmeye kalkanların “sivil darbe” iddialarını teyit etmeye mi çalıştıklarını gündeme getirdim.
Pazar akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun önünde, Sanatçılar Girişimi’nden Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın’la beraber tiyatroları dağıtmaya çalışan iktidarın saldırısına karşı direniş hakkını kullanan tiyatrocu dostlarımıza ve sözcüleri Orhan Alkaya’ya destek verdik. Türkiye’nin yaratıcı insanları, şarkılar söyleyerek, ateşler yakarak, konuşmalar yaparak dayanışmalarını ortaya koyuyorlardı. Aralarında belli ki bazı –umarım- pişman “Yetmez ama Evet”ciler de vardı…”Zararın neresinden dönseler kârdır” diye düşündüm! Türkiye’de siyasetin ne seviyelere düştüğünü anlamak için, şu iki cümleyi kıyaslamak yeter: “Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta reis-i cumhur olabilirsiniz, fakat sanatçı olamazsınız.”… Bir de şu satırlar:Despot aydınların bize nasıl akıl vermeye kalktığını görüyor ve belki biraz ağır olacak bu ifade ama, o zavallılara acıyoruz”…
Konular farklı durabilir: 4+4+4, veya tiyatrolarla savaş, işçilere-öğrencilere dayak, gaz veya Suriye ile savaş çığırtkanlığı ve tabii her şeyin kılıfı olan “Yeni Anayasa”. Aslında hepsi aynı! Konumuz emperyalizmin desteklediği rejim değişikliğini, ülkeyi oldu-bittiye getirerek uygulayanların telaşlı ve hukuksuz “yaptım-oldu” dayatmaları! Şikayetiniz mi var efendim? Buyrun er meydanına!  

ANAYASA FORUMU, SANATÇILAR, İŞÇİLER: TÜRKİYE SOKAKTA! / Bedri Baykam / 1 Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Öncelikle bugün evrensel işçi haklarını kullanarak sokaklarda demokrasi, emek ve anti-emperyalist duruş için yürüyen yüz binlerce işçiye buradan da bin selam gönderiyoruz! Onlara Türkiye’nin atar damarları, en saygın neferleri olarak hakettikleri saygıyı herkesle beraber göstermeye mecburdur. Bugün kalbimizle beraber onlarla olacağız.
Cumartesi günü Ankara’da Milli Anayasa Forumu’na katıldım. Dev bir toplantı düşünün; ülkenin en kritik konuların iktidara karşı soldan ve sağdan yükselen sert seslerin dalgalandığı bir salon. Ne beklersiniz normal bir ülkede? Hele o salonda “Anayasa tartışmaları” masaya yatırılıyorsa, en azından yüzlerce muhabir ve kameranın birbiriyle yarışması gerekir değil mi? Ne gezer! Medyamız kendi puslu kulelerinde masanın altına saklanmış zavallı maaş alıcılardan oluşan bir erksizler birliği durumunda. Korku dağları sarmış. İktidar korkusu, patron korkusu, işsizlik korkusu… Hatta kimi Altan ailesi ferdi gibi, yıllarca “hizmet ettikleri” malum kesimlerce infaz edilme korkusu… Hepsinden utanıyorum. 2000’den fazla yurtseverin doldurduğu Yenimahalle Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki salonundaki muhteşem coşku görülmeye değerdi. Kemal Alemdaroğlu, Yekta Güngör Özden ve Hüsamettin Cindoruk’un ön ayak oldukları, Türkiye’nin dört bir köşesinden memleket sevdalılarına ciddi bir heyecan dalgası yaşatan bu büyük girişim, AKP’nin oldu-bittiye getirmek istediği “Yeni Anayasa” dayatmacılığına karşı şu anda var olan tek somut tepki. Yoksa konu TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yönlendirdiği malum “sivil” örgütlere kalsa, iktidarın hazırladığı cümlelerin daha da makyajlanmasının ötesine geçilemezdi!
Hüsamettin Cindoruk, bunun bir “Parti hareketi” değil, Atatürk’ün milli davasının devamının bir dayanışması olduğunu hatırlattı: “Eskiden burada bulunan insanların farklı siyasi partilerden olmasının bir önemi kalmadı.” Yekta Güngör Özden, “Anayasa suçlusu bir hükümet nasıl Anayasa yapabilir?” sorusunu gündeme getirdi. Hazırlanan Anayasa’nın bir kuşatma hareketi olduğunu, aydınlık getiremeyeceğini, ışığımızın Atatürk olduğunu haykırdı! Şahin Mengü, tezgahın ‘Sevrciliğini’ hatırlattı herkesin bu hazırlığı lanetlemesi gerektiğine işaret etti. İP adına Ferit İlsever,” Her yerden gelip Atatürk’te birleştik” diyerek vurgusunu yaptı. MHP Milletvekili Özcan Yeniçeri olaya espriyle yaklaştı: “Andımızda şayet ‘ne olduğum belirsiz, ne isterseniz yaparım, kudretim damarlarımda değil Obama’da denilseydi problem olmazdı”. Eski Bakan Ufuk Söylemez “Hem Atatürkçü, hem Sorosçu, hem TESEV’ci olunmaz” dedikten sonra ideolojisiz Anayasa bulunmadığını, Anayasaların siyasi metinler olduğunu hatırlattı. Sıra bana geldiğinde, Sanatçılar Girişimi’nin selamlarını ve sağlam duruşunu aktardım. Parlamento’daki muhalefet partilerinin, bu sözde “Uzlaşma Komisyonu”na katılıp, hangi mucizeyle 12 Eylül referandumuyla yargıyı Adalet Bakanlığı’na bağlamış bir iktidardan demokratikleşmeyi bekleyebildiklerini sordum. Bu “meşrulaştırma”nın iktidar tarafından nasıl kullanılacağını hatırlattım ve ilk dört maddeyi “darbe yapmış” gibi değiştirmeye kalkanların “sivil darbe” iddialarını teyit etmeye mi çalıştıklarını gündeme getirdim.
Pazar akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun önünde, Sanatçılar Girişimi’nden Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın’la beraber tiyatroları dağıtmaya çalışan iktidarın saldırısına karşı direniş hakkını kullanan tiyatrocu dostlarımıza ve sözcüleri Orhan Alkaya’ya destek verdik. Türkiye’nin yaratıcı insanları, şarkılar söyleyerek, ateşler yakarak, konuşmalar yaparak dayanışmalarını ortaya koyuyorlardı. Aralarında belli ki bazı –umarım- pişman “Yetmez ama Evet”ciler de vardı…”Zararın neresinden dönseler kârdır” diye düşündüm! Türkiye’de siyasetin ne seviyelere düştüğünü anlamak için, şu iki cümleyi kıyaslamak yeter: “Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta reis-i cumhur olabilirsiniz, fakat sanatçı olamazsınız.”… Bir de şu satırlar:Despot aydınların bize nasıl akıl vermeye kalktığını görüyor ve belki biraz ağır olacak bu ifade ama, o zavallılara acıyoruz”…
Konular farklı durabilir: 4+4+4, veya tiyatrolarla savaş, işçilere-öğrencilere dayak, gaz veya Suriye ile savaş çığırtkanlığı ve tabii her şeyin kılıfı olan “Yeni Anayasa”. Aslında hepsi aynı! Konumuz emperyalizmin desteklediği rejim değişikliğini, ülkeyi oldu-bittiye getirerek uygulayanların telaşlı ve hukuksuz “yaptım-oldu” dayatmaları! Şikayetiniz mi var efendim? Buyrun er meydanına!