28 Aralık 2011 Çarşamba

'UPSD'nin 'Sansürün Koşullu'suna da 'doğası ticari yaşama uyanı'na da hayır!' Başlıklı bazı imzalar altında kamuoyuna sunulan bildiriye yanıtıdır:


Sayı:1918/109
 
‘UPSD’nin ‘Sansürün Koşullu’suna da ‘doğası ticari yaşama uyanı’na da hayır!’ Başlıklı bazı imzalar altında kamuoyuna sunulan bildiriye yanıtıdır:
 
UPSD, Bubi Hayon ve İstanbul Modern arasında cereyan eden tartışmaların medya önünde ‘kanlı-bıçaklı’ hesaplaşmalara dönüştürülmek istenmesini hayretle izlemektedir. UPSD ve AICA’nın, tesadüfen aynı gün kamuoyuyla paylaşılan ve birbirine paralel ve destekleyici görüşlerinin yer aldığı bildiriler konuyu zaten net olarak ortaya koymaktadır.
 
A-    Yukarıda belirtilen başlığı taşıyan ve başta İstanbul Modern ve Levent Çalıkoğlu’nu eleştiren metne, bazı küratörler, sanatçılar ve öğrenciler imza atmıştır. 
UPSD olarak, bu veriler ışığında, bazı ikazlarımızı toplumla paylaşmak isteriz.

1-  Öncelikle, özensiz bir üslupla kaleme alınan metin, maalesef UPSD ve AICA hakkında yakışıksız ve gerçekle ilgisi olmayan bazı deyimler kullanmıştır.
 
      B-‘Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi’nin ve UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin ve görüldüğü kadarıyla sessizliği ve tavırsızlığı seçen birçok sanatçının, siyasal ve yönetsel iktidarın, koleksiyonerliğe merak sardığı bilinen muhafazakâr kesimlerin "duyarlılıklarını" tehdit olarak görüp eserlere müdahale eden piyasa aktörlerinin davranışlarına, "ticaretin doğası" deyip geçtiğini gözlemliyoruz.’ şeklinde kullanılan cümleler, çok havada kalmıştır. UPSD kadar ‘siyasal ve yönetsel iktidar’la, Türkiye’yi saran faşizm, şeriatçılık ve sansürle mücadele eden başka bir kurum yoktur.

Ayrıca UPSD (ve AICA), bu konuyu kesinlikle ‘Ticaretin doğası’ olarak analiz etmemiştir. Küratörlü, seçimli gerçekleştirilen iş, sergi ve organizasyonların kaçınılmaz olası sonuçlarından biri olarak görmüştür. Bunlar çok farklı analizlerdir ve bu yakışıksız sözleri sahiplerine iade ediyoruz.

2- Bu olayı bir ‘fırsatçılığa’ dönüştürerek abartılı kahramanlıklara soyunanlar, bir kurumla olan kişisel hesaplaşmalarını bu vesileyle ortalığa dökmek isteyenler, kimi kurumlarda sıfat ve söz sahibi olmak isteyip de olamayanlar, o kurumlara kabul edilmeyenler, medyatik ortamda bu şekilde ‘günün yıldızı’ olabilirler. Ancak sanat ortamı, çok daha uzun soluklu mantıklı ve zaman sorgulamasının ‘çapraz testlerinden’ geçmiş çizgileri hatırlar.

3- Sanatta özgürlük ve demokrasi istediklerini ve sansüre karşı çıktıklarını ifade edenler, burada çifte bir çelişkiye düşmüşlerdir.
-Bu olayın, İstanbul Modern nezdinde bir “Levent Çalıkoğlu’nun kellesini” talep etme yarışına dönüşmesi, çok yakışıksız yöntemleri hatırlatmaktadır. Çeşitli gazetecileri, çalıştıkları yayın organlarından attıran baskı ve karalama yöntemlerini anımsatan bu kampanyaları şiddetle kınıyoruz. Sansürle mücadele ettiğini söylerken, bir küratörü kararı beğenilmediği için görevinden etmeye kalkışmak ne kadar kabul edilebilir ‘bir demokratik’ (!) tavırdır, bunu anlamak mümkün değildir.
-          Çalıkoğlu ve İstanbul Modern’e ve bu vesileyle bu konu üstünden UPSD ve AICA’ya çamur sıçratmak isteyenler, bugüne kadar bu hükümetin çok daha net ve açık siyasal/sanatsal medyatik baskı ve sansürlerine ne kadar direnç göstermiş, ne kadar demokrasi mücadelesine katkıda bulunmuşlardır? Fazla uzağa gitmeden, örneğin 2011’de çeşitli trajik olaylardan sonra yıkılan Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’ için düzenlenen basın toplantıları, miting, panel, yürüyüş ve Kars’a seyahat etkinliklerine ne kadar katılmışlardır? Ne yazık ki, bizim görebildiğimiz kadar, bu çok önemli sorunun yanıtı, söz konusu metnin imza sahipleri açısından, pek iç açıcı değildir.
-Konunun ‘sansür’ üstünden abartılı medyatik pompalamalarla topluma sunuluşuna eşlik eden imzaları arasında, bazı küratörlerin de adı geçmektedir. Olayı daha fazla büyütmeden sanırız örnek bir uygulamayı hatırlatmak, tartışmak konuyu kapamak adına yararlı olabilir: 
Mesela metne imza atanlar arasında Sn Vasıf Kortun, sanatçı Bedri Baykam’ın 2002 yılında Paris ve Buenos Aires Bienali’nde sergilenen ‘Harem Entrikaları’ adlı 10 metrelik enstalasyonunu Garanti Güncel Platform’da sergilenmesi konusunda işi görüp, onayladıktan bir süre sonra, sanatçı ‘tarih’ verilmesini beklerken, bu işi sergilemekten vazgeçtiğini kendisine iletmiştir. Şimdi Kortun’un bu seçimine illa ‘sansür’ olarak mı bakmak lazımdır? Yoksa bir küratörün öznel kararı olarak mı? Sanatçının bu karardan mutlu olmadığı açıktır. Ama bu karara ‘sansür’ diye tepki verip, olay çıkarmak mantıklı ve doğru olmazdı ve böyle bir polemik de, (serginin özel dikkat çeken ve sansürü çağrıştırabilecek konusuna rağmen), Kortun’la yaşanmamıştır. Peki Sn Kortun, kendi uygulama ve seçimlerini küratörlük alanı içinde doğal olarak yaparken, buraya imzasını, nereye attığını bilerek mi koymuştur?
-          Buna benzer birçok örnek verilebilir. Mesela kontrol ettikleri mekânlara hep aynı, kendilerine ‘çok yakın’ isimleri davet eden küratörler gibi…
Küratörlerin sanat ortamındaki yoğun gücüne tepki verilebilir, ki bu verilmiştir. Kararlar eleştirilebilir ki eleştirilmiştir. Bir sanatçı kariyerini küratörsüz’ geçirebilir. Hatta müzelerden bunu talep edebilir, bu kendi özgürlüğüdür. Ancak küratörlü alana, sergiye, davete adım atan bir sanatçının, ardından bu seçime ‘sansür’ diye isyan etmesinin anlamı yoktur. Seçildiğinde sevinen sanatçı, red edildiğinde doğal olarak üzülür. Ama kimse bu alan içinde küratör ve/veya kurumunu istemediği bir işi zorla sergilemeye, sunmaya mecbur edemez.
-          UPSD olarak, belirli yanlış yönlendirmeler eşliğinde geliyor olsa da, Türk sanat ortamında çeşitli kesimlerden insanların ‘sansür’ kavramına karşı dik duruşlarından mutluluk duyar. Ancak bunun bir fırsatçılığa, kelle avcılığına, hesaplaşmaya ve sanat dünyasının gerçeklerini birden yapay şekilde inkâr etmeye varan bir zemin kaymasına neden olmasını da kabul edemez. 
4- Bu vesileyle UPSD, madem öyle isteniyor, daha da güncel bir konudan hareket ederek imza sahiplerine sormaktadır:  İstanbul Modern ve Levent Çalıkoğlu olayında gösterdiğiniz ‘ekip ruhu’ ve çalışkanlığı (!) dün Sayın İçişleri Bakanı’nın verdiği demece karşı çıkarken de gösterebilecek misiniz? Bildiğiniz gibi, İçişleri Bakanı dün medyaya yansıyan demecinde ‘terör’ kavramını, artık haberciliğin ötesinde sanat ve edebiyata da taşıyarak şunu söylemiştir:
 Terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle propaganda var, terör propagandası var.  Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa'dır, Viyana’dır, Almanya’dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur.’
 
-          UPSD, doğal olarak bu tavrı kabul edemez ve gereken mücadeleyi ‘siyasal ve yönetsel iktidara karşı’yine başlatmıştır.  Umarız bu sefer, adı geçen imza sahipleri ki sayıları az olsa da onları önemsiyoruz, bir küratöre düşünce insanına karşı kampanya yürütmeye kalkışırlarken ki cesaretlerini, (!) bu defa ‘siyasal ve yönetsel iktidarı’ eleştirirken de kullanabileceklerdir. Yoksa çelişkiden de öte acıklı bir zaafları ortaya çıkmış olur. UPSD olarak, onları suni şişirilmiş polemikler yerine, ağır, zor ve taşlı- dikenli demokrasi yolunda saflarımızda mücadeleye davet ediyoruz. Bu dayanışmaya her zamankinden daha çok gerek vardır.
27.12.2011
Saygılarımızla arz ederiz.
UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği
Başkan
Bedri Baykam


Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Safiye Mine Erdurak
Berna Erkün
Hülya Küpçüoğlu
Murat Havan
Melik İskender
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.