9 gündür Hindistan’dayım. Doğduğumdan beri merak ettiğim bu ülkenin kalbinden, Taj Mahal’den yazıyorum bu satırları. Geçen hafta Çarşamba-Pazar arası, Rajasthan’ın merkezi Jaipur’da, “INK Talks” adıyla gerçekleşen uluslararası aydınlar buluşmasına konuşmacı olarak davetliydim. Çok güzel hazırlanmış bu dört günlük etkinlikte birçok düşünce masaya yatırıldı, yeni dostluklar edinildi, yeni fikirler veya buluşlarla karşılaşıldı, bireysel veya insanlık yolunda atılan adımların oluşturduğu “yolculuk” esnasında yaşanan büyü tekrar hatırlandı. “Frida “ ve “Fırtına” gibi filmlerin Amerikalı yönetmeni Juliet Taymor, birçok defa Oskar’a aday gösterilen ünlü film müzikleri bestecisi Elliot Goldenthal, Wired dergisinin genel yayın yönetmeni David Rowan davetliler arasındaydı.
Ama ben onlar yerine size önce, 15 yaşında olmasına rağmen 1.40’lık boyuyla, konuşmasında herkesi büyüleyen Aisha Chaudhary’den söz etmek istiyorum. Doğuştan bir bağışıklık sistemi iflası yaşamış ve hayatın cilveleri sonucu mucizelerle hala aramızda kalabilmiş bir inanç abidesi Aischa… O küçücük boyuna rağmen sesi ve zekasıyla öyle bir doldurdu ki sahneyi. İnandığı beş prensibi özetledi ana tema olarak: 1- Mucizelere inanın, çünkü aynen bana olduğu gibi, en düşük olasılıklı felaketler nasıl başımıza gelebiliyorsa, en umulmadık güzellikler de bizi bulabilir. (İyi, belki CHP de bir gün verdiği demokratikleşme sözlerini tutacak bir başkana kavuşabilir demek!) 2- Yaşadığınız ana inanın, çünkü yarın hiç olmayabilir ve hedeflerinize erteleyerek ulaşamazsınız 3- Rüya gibi görünen hedeflerinizden korkmayın. 4- Önünüze çıkan zorluklar, aslında fırsatlarınızdır. 5- Bütün hepsi ters gidiyorsa o zaman bari bir köpek alın, onun vereceği özgüven ve mutluluk tartışılmaz! Aisha’yı ayakta alkışladık. Sürekli olarak sorumluluk almaktan korkan ve bahanelerle kendine kılıf aramaya devam edenlerin kral gibi gezdiği bu dünyada herkesin bu değerleri hatırlamaya ihtiyacı varmış.
Kendi konuşmam, bir sanatçı olarak özgürlüğü koruma adına yıllardır sürdürdüğüm sanat, siyaset, yazın yolculuğu üzerine hızlı sarılmış bir özeti aktarıyordu. Atatürk’ün bize hediyesi olan ve babamdan devir aldığım özgürlük meşalesini oğluma nasıl iki yaşından itibaren damardan vermeye başladığımı, sanatta ırkçılık, siyasette laiklik ve demokrasi düşmanlarıyla nasıl savaştığımı, kritik virajlarımı aktardım. Hintli dostlarımız konuşmamdan çok etkilendiler. Belki emperyalizmin planlarını deşifre ederek hatırlatmam, belki gördükleri samimi ödünsüz mücadele nedeniyle, bilemem. Ardından benimle yapılan röportajlar ve aldığım sayısız tebrik arasında kişisel derinliğini en çok hissettiren, bir monk’la, Hint fakiri arası bir görüntü çizen ve “Sanat Kar” isimli bir eski felsefe hocasıydı. Adının Türkçe anlamını duyduğu zaman çok şaşırdı.
INK konuşmalarının 3. gününde, her an Sanat Kar’ın asistanı gibi yanından ayrılmayan gencecik, ince yapılı ve asil bakışlı bir Hintli genç sahneye çıktı. Bir insan düşünün, 8 yaşında kendisi Bengal Murshidabad’da severek okula gidip gelirken, ailesine mahalledeki diğer arkadaşlarının çoğunun neden okula gitmediğini soruyor. “İmkanları yok” yanıtını alınca, o çocuk paçaları sıvıyor ve her gün okuldan döndükten sonra mahalle arkadaşlarına ders veriyor. Bu geçici bir çocuk aklı, bir heves filan değil, yıllarca süren bir girişim haline geliyor ve onun bugün tek kuruş ödemeyen 800 öğrencisi ile sayesinde üniversitelerden mezun olmuş gençler var! Bize insanlık dersi veren bu mütevazı gencin adı, Ali Babar. Salondaki herkesin gözünü yaşartan bir sosyal hizmet girişimcisi. Kendi okulunu seneye büyütüp açmak üzere. Bu aktardıklarım dışında, saymakla bitmez, çok müthiş bir teknik sahne rejisi ve görseller arasında birçok yoğun sunum izledik. Denizlere yayılan petrolü temizleyecek buluşu yapan sevimli geleceğin milyarderi girişimci genç Nikhilesh Das’dan, geçenlerde şirketini Google’a satan ama paranın keyfini süreceğine yeni programlara yoğunlaşan Anand Agarawala, çocukluk rüyasını gerçekleştirmek için Silicon Valley’deki başarılı şirketini satarak milyonlarca dolar ödeyip uzaya çıkan İranlı işkadını Anousheh Ansari ve daha neler neler… Dünya kah uzaya, kah okyanuslara, kah eğitim ormanlarına çıkarken, Türkiye tarihiyle uydurma hesaplaşmalarla altın yıllarını havaya kurşun sıkarcasına boşa geçirmeye devam ediyor.
Ama ben onlar yerine size önce, 15 yaşında olmasına rağmen 1.40’lık boyuyla, konuşmasında herkesi büyüleyen Aisha Chaudhary’den söz etmek istiyorum. Doğuştan bir bağışıklık sistemi iflası yaşamış ve hayatın cilveleri sonucu mucizelerle hala aramızda kalabilmiş bir inanç abidesi Aischa… O küçücük boyuna rağmen sesi ve zekasıyla öyle bir doldurdu ki sahneyi. İnandığı beş prensibi özetledi ana tema olarak: 1- Mucizelere inanın, çünkü aynen bana olduğu gibi, en düşük olasılıklı felaketler nasıl başımıza gelebiliyorsa, en umulmadık güzellikler de bizi bulabilir. (İyi, belki CHP de bir gün verdiği demokratikleşme sözlerini tutacak bir başkana kavuşabilir demek!) 2- Yaşadığınız ana inanın, çünkü yarın hiç olmayabilir ve hedeflerinize erteleyerek ulaşamazsınız 3- Rüya gibi görünen hedeflerinizden korkmayın. 4- Önünüze çıkan zorluklar, aslında fırsatlarınızdır. 5- Bütün hepsi ters gidiyorsa o zaman bari bir köpek alın, onun vereceği özgüven ve mutluluk tartışılmaz! Aisha’yı ayakta alkışladık. Sürekli olarak sorumluluk almaktan korkan ve bahanelerle kendine kılıf aramaya devam edenlerin kral gibi gezdiği bu dünyada herkesin bu değerleri hatırlamaya ihtiyacı varmış.
Kendi konuşmam, bir sanatçı olarak özgürlüğü koruma adına yıllardır sürdürdüğüm sanat, siyaset, yazın yolculuğu üzerine hızlı sarılmış bir özeti aktarıyordu. Atatürk’ün bize hediyesi olan ve babamdan devir aldığım özgürlük meşalesini oğluma nasıl iki yaşından itibaren damardan vermeye başladığımı, sanatta ırkçılık, siyasette laiklik ve demokrasi düşmanlarıyla nasıl savaştığımı, kritik virajlarımı aktardım. Hintli dostlarımız konuşmamdan çok etkilendiler. Belki emperyalizmin planlarını deşifre ederek hatırlatmam, belki gördükleri samimi ödünsüz mücadele nedeniyle, bilemem. Ardından benimle yapılan röportajlar ve aldığım sayısız tebrik arasında kişisel derinliğini en çok hissettiren, bir monk’la, Hint fakiri arası bir görüntü çizen ve “Sanat Kar” isimli bir eski felsefe hocasıydı. Adının Türkçe anlamını duyduğu zaman çok şaşırdı.
INK konuşmalarının 3. gününde, her an Sanat Kar’ın asistanı gibi yanından ayrılmayan gencecik, ince yapılı ve asil bakışlı bir Hintli genç sahneye çıktı. Bir insan düşünün, 8 yaşında kendisi Bengal Murshidabad’da severek okula gidip gelirken, ailesine mahalledeki diğer arkadaşlarının çoğunun neden okula gitmediğini soruyor. “İmkanları yok” yanıtını alınca, o çocuk paçaları sıvıyor ve her gün okuldan döndükten sonra mahalle arkadaşlarına ders veriyor. Bu geçici bir çocuk aklı, bir heves filan değil, yıllarca süren bir girişim haline geliyor ve onun bugün tek kuruş ödemeyen 800 öğrencisi ile sayesinde üniversitelerden mezun olmuş gençler var! Bize insanlık dersi veren bu mütevazı gencin adı, Ali Babar. Salondaki herkesin gözünü yaşartan bir sosyal hizmet girişimcisi. Kendi okulunu seneye büyütüp açmak üzere. Bu aktardıklarım dışında, saymakla bitmez, çok müthiş bir teknik sahne rejisi ve görseller arasında birçok yoğun sunum izledik. Denizlere yayılan petrolü temizleyecek buluşu yapan sevimli geleceğin milyarderi girişimci genç Nikhilesh Das’dan, geçenlerde şirketini Google’a satan ama paranın keyfini süreceğine yeni programlara yoğunlaşan Anand Agarawala, çocukluk rüyasını gerçekleştirmek için Silicon Valley’deki başarılı şirketini satarak milyonlarca dolar ödeyip uzaya çıkan İranlı işkadını Anousheh Ansari ve daha neler neler… Dünya kah uzaya, kah okyanuslara, kah eğitim ormanlarına çıkarken, Türkiye tarihiyle uydurma hesaplaşmalarla altın yıllarını havaya kurşun sıkarcasına boşa geçirmeye devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.