İdlib’te savaşı destekliyorsan,
bayrağını seviyorsun! Gençlerimiz
öldükçe “Şehitler
tepesi dolmaya devam ediyor” diye gurur duyuyorsan,
senden daha Türkiye sevdalısı yok! Ama savaşa karşıysan,
“İdlib’te ne işimiz var?” diyorsan, her
şehit için kahrolup “Neden!?” diye haykırıyorsan, sanki
hainsin! Ülkenin nabzı “savaş”
yönünde attırılırken, okuduğum haber kelimenin tam anlamıyla
beni benden aldı: İstanbul’da 10 Mart Salı gece yarısına kadar
“Savaşa Hayır”
sloganını kullanmak yasaklanmış! İster gülün ister ağlayın.
“Yeni şehit acıları yaşanmasın” diye çırpınan
kesim, açıkça hedef gösteriliyor!
Peki ölüme ve savaşa karşı ses yükseltenlerle uğraşmayı
milliyetçilik sayanlar, ortada dolaşan şehit ailelerinin
feryatlarını görmezden mi geliyorlar? O cenazelerde, o ateşin
düştüğü evlerdeki haykırışları duyan var mı?
ATATÜRK’ÜN UNUTULMAZ İKİ
ÖZDEYİŞİ
“Şehitler tepesi bizim
iktidarımızda boş kalacak” diyen Kılıçdaroğlu’na karşı
ağızlarına Atatürk’ten tarihi anekdotlar doladılar.
25 Nisan 1915’te, 57. Piyade Alayı’na söylediği “Ben
size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!”
cümlesini, şimdi harıl harıl sanki doldurmaktan gurur duydukları
şehitler tepesi için bir emsal olarak
kullanıyorlar ve aradaki farkı göremiyorlar: Atatürk, yurdu
işgal edip bizi yok etmeye gelen düşmanla savaşıyordu.
Tartışmaya açık teorilerle,
gri dış cephelere sürmedi askerlerini. Hedefi şehit tepeleri
doldurmak değil, tersine gereksiz tek can kaybını durdurmaktı.
Atatürk’ün kendisiyle özdeşleşmiş
sloganını bilmeyen yoktur dünyada: “Yurtta Sulh, Cihanda
Sulh”. Bu, dünyanın en sade ve en derin cümlesidir. Son
derece basit ve hatta katmanlı
düşünemeyenlere göre boş bir laf gibi gelebilir. Halbuki dünya
tarihinin hem en çetrefilli ama en net, en felsefi ama en radikal
“direkt” sözüdür. Bu cümle tüm dünya siyasilerinin
kahvaltı mönüsünde “günün vazgeçilmez spesiyali” olarak
bulunmalıdır. Bunun tamamlayıcısı olan, büyük önderin
diğer ünlü cümlesi de şudur: “Savaş, zaruri ve hayati
olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir
cinayettir”. Yani: Düşman bir sınırımızdan girmiş
ilerliyorsa, toprağımıza, canımıza, ulusumuza saldırıyorsa,
Çanakkale’de olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi,
savaş bir zorunluluktur. Bunun dışında, yan gerekçelerle bu
“zaruret” imal edilemez. İşte Atatürk’ün kendi canını da
bizzat ateşe atarak herkese “ölmeyi emretmesi”, komutanın
kaçınılmaz gerçekçiliğidir.
BİZ ORTADOĞU POLİSİ Mİ OLDUK?
Peki iddia edildiği gibi, Libya ve
İdlib’te silaha sarılmak için öne
sürülen nedenler, Esad’ı düşürmek için verilen ısrarlı ve
ağır mücadele, yukarıda aktardığımız “zaruri” şartları
oluşturuyor mu? Ortadoğu’da siyasi çizgisi hoşunuza gitmeyen
her lideri, ister Esad ister Hafter olsun, indirmek için Türk
askerlerini sahaya sürüp, “Hadi Mehmetçik, bayrağımız için
savaş!” demek, ne kadar akıl kârı?
Yarın öbür gün, adamın biri de gözlerini bize çevirip, “Bence
Türkiye iyi yönetilmiyor, Erdoğan’ı düşürene kadar onun
rejimiyle savaşacağım” diye tuttursa, ne yaparız? Böyle
bir mantıkla dünya başını savaştan kaldırabilir mi?
Ortadoğu’da herkes birbirini hedef göstererek, “Sen benim
çıkarlarımı tehdit ediyorsun” diye insan yaşamının hiçe
sayıldığı bir ortamda savaş düğmesine basabilir ve basmıştır
da! Ortadoğu’nun nasıl bir bataklık olduğunu görmemek mümkün
mü? Emperyalizmin her türlü ince hesabı yaparak cahil milletleri
bu coğrafyada hem kullandığı hem birbirine düşürdüğünü
bilmeyen var mı? Daha doğrusu, biz Ortadoğu’nun bu yapısını
yok sayarak, o bölgeyi dikensiz bir gül bahçesi, bir
İsviçre-Avusturya kırması alana evirmeye gücümüz, halimiz,
vaktimiz yetebilir mi? Böyle bir saçma sapan hedefle Allah korusun
daha kaç bin şehit veririz? Başka ülkelerin iç işlerine
doğrudan karışmanın yıkıcı sonuçlarını görmüyor musunuz?
“Biz Suriye halkının talebiyle oradayız”
cümlesiyle kendi askeri operasyonlarımıza gerekçe oluşturursak,
bunun başı sonu olabilir mi? Emperyalizmin sınır ötesi
güvenlik gerekçeli operasyonlarının maliyetleri, kaç trilyon
dolar, kaç milyon ölüdür? Savaşın ekonomik boyutlarına
girdiğimiz an, zaten iş iflas ediyor! Halkın önemli bir kısmının
ay sonunu getiremediği ve çocukların et-süt alamadan
beslendikleri bir coğrafyada, biz elimizdeki avucumuzdaki son kalan
maddi gücü milyarlarca dolar olarak “onlar gibi” savaşa
dökebilir miyiz?
Derdimiz bize yeter; biz
çevremizdeki Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın, Libya’nın
anti-demokratik yapıları, hoşumuza gitmeyen etnik veya dini
unsurlarla alış-verişlerini veya askeri-maddi çıkarlarımıza
ters düşen tavırlarını öne sürerek, kendimize yarattığımız
“özel gerekçelerle” emperyalist devletlerden kes yapıştır
yaparak kopya ettiğimiz yöntemlerle sıcak savaşlara daldığımızda,
işte Atatürk’ün o ünlü iki cümlesinden de fersah fersah uzağa
düşmüş oluyoruz. Atatürk, 1923-1938 arasında, isteseydi, bu
saydıklarımıza benzer bin bir gerekçe yaratarak komşu
topraklarında savaşa yönelebilirdi! Ama uzak durdu bu
maceralardan. Savaşın yıkımını, korkunçluğunu, insani-ailevi
dramlarını bizzat içinden bildiği için, tersine insanlığa ışık
tutan o barışçı felsefesini geliştirdi.
Parlamento’da
yapılabilecek beyin fırtınalarının artık tarih olduğu, ana
muhalefet partisi liderinin elini şehit cenazesinde sıkmamanın,
onu iktidar katından arayıp bilgilendirilmeye gerek bile görmemenin
ve bu dışlamanın “hava basma yöntemi” olarak kullanıldığı
yoz ortamda, maalesef “düşmanın kaç uçağını düşürdük,
kaç askerini öldürdük, kaç tankını imha ettik” gibi
istatistiklerle sanki dijital sayısal oyunları içeren maçlar
yapıyoruz! Bu bir sayıyla kazanılıp kaybedilecek spor müsabakası
veya bilgisayar oyunu değil. Siz kendinizi 23 yaşında oğlunu
kaybeden bir annenin yerine koyabiliyor musunuz? Kaç “düşman”
öldürünce onu rahatlatabileceğinizi sanıyorsunuz?
“Bizi Suriye ile baş başa
bırakın, kendi hesabımızı keselim” şeklinde Putin’e
bugünkü görüşmede tekrarlanacak o yaklaşım, bırakın başka
bir ülkenin egemenliğine kastetmenin ötesinde, Suriye
topraklarından daha nice şehitler çıkarır. İran-Irak savaşının
arkasında kaç milyon ölü bıraktığını hatırlıyorsuz değil
mi? Rusya ile ABD arasındaki gel-gitlerimiz daha ne kadar sürecek?
Benim için vatanımda toprağımı saldırıdan korurken can veren
şehitlerin acısı geçmez! Yanlış politikalarla dış topraklarda
yaşamını kaybeden şehitlerimizin acısını ise hiç açmayalım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.