6 Mart 2020 Cuma

BATAKLIĞA BALIKLAMA DALMANIN BEDELLERİ | Bedri Baykam | 05.03.2020


İdlib’te savaşı destekliyorsan, bayrağını seviyorsun! Gençlerimiz öldükçe Şehitler tepesi dolmaya devam ediyor” diye gurur duyuyorsan, senden daha Türkiye sevdalısı yok! Ama savaşa karşıysan, “İdlib’te ne işimiz var?” diyorsan, her şehit için kahrolup “Neden!?” diye haykırıyorsan, sanki hainsin! Ülkenin nabzı “savaş” yönünde attırılırken, okuduğum haber kelimenin tam anlamıyla beni benden aldı: İstanbul’da 10 Mart Salı gece yarısına kadar “Savaşa Hayır” sloganını kullanmak yasaklanmış! İster gülün ister ağlayın. “Yeni şehit acıları yaşanmasın” diye çırpınan kesim, açıkça hedef gösteriliyor! Peki ölüme ve savaşa karşı ses yükseltenlerle uğraşmayı milliyetçilik sayanlar, ortada dolaşan şehit ailelerinin feryatlarını görmezden mi geliyorlar? O cenazelerde, o ateşin düştüğü evlerdeki haykırışları duyan var mı?

ATATÜRK’ÜN UNUTULMAZ İKİ ÖZDEYİŞİ
Şehitler tepesi bizim iktidarımızda boş kalacak” diyen Kılıçdaroğlu’na karşı ağızlarına Atatürk’ten tarihi anekdotlar doladılar. 25 Nisan 1915’te, 57. Piyade Alayı’na söylediği “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum! cümlesini, şimdi harıl harıl sanki doldurmaktan gurur duydukları şehitler tepesi için bir emsal olarak kullanıyorlar ve aradaki farkı göremiyorlar: Atatürk, yurdu işgal edip bizi yok etmeye gelen düşmanla savaşıyordu. Tartışmaya açık teorilerle, gri dış cephelere sürmedi askerlerini. Hedefi şehit tepeleri doldurmak değil, tersine gereksiz tek can kaybını durdurmaktı.

Atatürk’ün kendisiyle özdeşleşmiş sloganını bilmeyen yoktur dünyada: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”. Bu, dünyanın en sade ve en derin cümlesidir. Son derece basit ve hatta katmanlı düşünemeyenlere göre boş bir laf gibi gelebilir. Halbuki dünya tarihinin hem en çetrefilli ama en net, en felsefi ama en radikal “direkt” sözüdür. Bu cümle tüm dünya siyasilerinin kahvaltı mönüsünde “günün vazgeçilmez spesiyali” olarak bulunmalıdır. Bunun tamamlayıcısı olan, büyük önderin diğer ünlü cümlesi de şudur: “Savaş, zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir”. Yani: Düşman bir sınırımızdan girmiş ilerliyorsa, toprağımıza, canımıza, ulusumuza saldırıyorsa, Çanakkale’de olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, savaş bir zorunluluktur. Bunun dışında, yan gerekçelerle bu “zaruret” imal edilemez. İşte Atatürk’ün kendi canını da bizzat ateşe atarak herkese “ölmeyi emretmesi”, komutanın kaçınılmaz gerçekçiliğidir.

BİZ ORTADOĞU POLİSİ Mİ OLDUK?
Peki iddia edildiği gibi, Libya ve İdlib’te silaha sarılmak için öne sürülen nedenler, Esad’ı düşürmek için verilen ısrarlı ve ağır mücadele, yukarıda aktardığımız “zaruri” şartları oluşturuyor mu? Ortadoğu’da siyasi çizgisi hoşunuza gitmeyen her lideri, ister Esad ister Hafter olsun, indirmek için Türk askerlerini sahaya sürüp, “Hadi Mehmetçik, bayrağımız için savaş!” demek, ne kadar akıl kârı? Yarın öbür gün, adamın biri de gözlerini bize çevirip, “Bence Türkiye iyi yönetilmiyor, Erdoğan’ı düşürene kadar onun rejimiyle savaşacağım” diye tuttursa, ne yaparız? Böyle bir mantıkla dünya başını savaştan kaldırabilir mi? Ortadoğu’da herkes birbirini hedef göstererek, “Sen benim çıkarlarımı tehdit ediyorsun” diye insan yaşamının hiçe sayıldığı bir ortamda savaş düğmesine basabilir ve basmıştır da! Ortadoğu’nun nasıl bir bataklık olduğunu görmemek mümkün mü? Emperyalizmin her türlü ince hesabı yaparak cahil milletleri bu coğrafyada hem kullandığı hem birbirine düşürdüğünü bilmeyen var mı? Daha doğrusu, biz Ortadoğu’nun bu yapısını yok sayarak, o bölgeyi dikensiz bir gül bahçesi, bir İsviçre-Avusturya kırması alana evirmeye gücümüz, halimiz, vaktimiz yetebilir mi? Böyle bir saçma sapan hedefle Allah korusun daha kaç bin şehit veririz? Başka ülkelerin iç işlerine doğrudan karışmanın yıkıcı sonuçlarını görmüyor musunuz? “Biz Suriye halkının talebiyle oradayız” cümlesiyle kendi askeri operasyonlarımıza gerekçe oluşturursak, bunun başı sonu olabilir mi? Emperyalizmin sınır ötesi güvenlik gerekçeli operasyonlarının maliyetleri, kaç trilyon dolar, kaç milyon ölüdür? Savaşın ekonomik boyutlarına girdiğimiz an, zaten iş iflas ediyor! Halkın önemli bir kısmının ay sonunu getiremediği ve çocukların et-süt alamadan beslendikleri bir coğrafyada, biz elimizdeki avucumuzdaki son kalan maddi gücü milyarlarca dolar olarak “onlar gibi” savaşa dökebilir miyiz?

Derdimiz bize yeter; biz çevremizdeki Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın, Libya’nın anti-demokratik yapıları, hoşumuza gitmeyen etnik veya dini unsurlarla alış-verişlerini veya askeri-maddi çıkarlarımıza ters düşen tavırlarını öne sürerek, kendimize yarattığımız “özel gerekçelerle” emperyalist devletlerden kes yapıştır yaparak kopya ettiğimiz yöntemlerle sıcak savaşlara daldığımızda, işte Atatürk’ün o ünlü iki cümlesinden de fersah fersah uzağa düşmüş oluyoruz. Atatürk, 1923-1938 arasında, isteseydi, bu saydıklarımıza benzer bin bir gerekçe yaratarak komşu topraklarında savaşa yönelebilirdi! Ama uzak durdu bu maceralardan. Savaşın yıkımını, korkunçluğunu, insani-ailevi dramlarını bizzat içinden bildiği için, tersine insanlığa ışık tutan o barışçı felsefesini geliştirdi.

Parlamento’da yapılabilecek beyin fırtınalarının artık tarih olduğu, ana muhalefet partisi liderinin elini şehit cenazesinde sıkmamanın, onu iktidar katından arayıp bilgilendirilmeye gerek bile görmemenin ve bu dışlamanın “hava basma yöntemi” olarak kullanıldığı yoz ortamda, maalesef “düşmanın kaç uçağını düşürdük, kaç askerini öldürdük, kaç tankını imha ettik” gibi istatistiklerle sanki dijital sayısal oyunları içeren maçlar yapıyoruz! Bu bir sayıyla kazanılıp kaybedilecek spor müsabakası veya bilgisayar oyunu değil. Siz kendinizi 23 yaşında oğlunu kaybeden bir annenin yerine koyabiliyor musunuz? Kaç “düşman” öldürünce onu rahatlatabileceğinizi sanıyorsunuz?

Bizi Suriye ile baş başa bırakın, kendi hesabımızı keselim” şeklinde Putin’e bugünkü görüşmede tekrarlanacak o yaklaşım, bırakın başka bir ülkenin egemenliğine kastetmenin ötesinde, Suriye topraklarından daha nice şehitler çıkarır. İran-Irak savaşının arkasında kaç milyon ölü bıraktığını hatırlıyorsuz değil mi? Rusya ile ABD arasındaki gel-gitlerimiz daha ne kadar sürecek? Benim için vatanımda toprağımı saldırıdan korurken can veren şehitlerin acısı geçmez! Yanlış politikalarla dış topraklarda yaşamını kaybeden şehitlerimizin acısını ise hiç açmayalım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.