Bugün
sizlerle sanat dünyamızın oluk oluk kanayan,
derin ve ölümcül bir yarasını paylaşacağım. Çağdaş
sanatçılarımız, yıllardır korkunç bir komplo ile karşı
karşıyalar. Bu dramatik konuyu bir makaleye sığdırmak kolay
olmasa da, bir özetini aktarmak istiyorum. Bunu hem Türk çağdaş
sanat ortamında sayfayı açan ilk sanatçılardan biri, hem meslek
örgütümüz UPSD’nin 13 yıldır başkanı, hem de UNESCO
nezdinde resmi partner sorumluluğu üstlenen Uluslararası Sanat
Dernekleri’nin Dünya Başkanı olarak yapacağım. Atatürk’ten
özlü sözler alıntılayarak sanatçıya destek olduğunu sanan iyi
niyetliler dikkatle okusun...
Sanatta
Avrupa’nın aksine, devlet desteği ile buluşamayan
sanatçılarımız, bireysel veya kurumsal koleksiyonerler sayesinde
zor da olsa işlerini satarak, bin bir zorluk ortasında bir varoluş
savaşı veriyorlar. Sanat, ekonomi kötü giderken, insanların
özellikle daha da uzak durmayı seçtikleri bir alan. Buna rağmen,
her sanatçı, ister genç ister kariyerli, bu dünyanın en zor
mesleklerinden birini yapmaya devam etmek için büyük savaş verir.
Bu
zor ve çok pahalı işi yapan sanatçılarımız, başka bir
inanılmaz tuzağın ortasında buluyorlar kendilerini.
Medeni
ülkelerde müzayedeci olmak için hukuk ve sanat tarihi alanında
diplomalara sahip olmak lazımdır ve bunun üzerine de en zor
imtihanlara girilir. Türkiye’de ise, mesela menkul kıymetler
borsasında dikiş tutturamamış olmak, eskicilik, halı ticareti
veya antikacılıktan gelmek yeter de artar bile! Doğru dürüst
denetleme veya kanun yoktur!
Bu
müzayedeciler, mesleklerini doğru dürüst yapmak yerine, sürümden
çok hızlı para kazanmak için, “ellerine düşen” resimleri,
değerinin onda birine veya beşte birine piyasaya koyarak, bu
sanatçıları “iki paralık” etmiş oluyorlar. Daha düne kadar
bin bir zorlukla yürüttükleri sanat hayatlarında, galerilerde
sergi açan, koleksiyonerlere resim satan, kimileri 70-80, kimileri
50-60 yaşında, Türkiye’nin en saygın sanatçıları, birden
kariyerlerinin yok sayılması tehlikesi ile karşı karşıya
kalıyorlar! Galeriler sergilerini iptal ediyor, kimi koleksiyoncular
bu sanatçıları resmen taciz etmeye girişiyorlar! “Bana
bu resmi 10 liraya sattınız, bakın müzayedede 2 lira! Siz adam mı
kazıklıyorsunuz?”
Bu derece ciddi kavgalar yaşanıyor. Bu konuda hiçbir yetkisi
olmayan, çoğu donanımsız tüccarlar, en saygın sanatçıları
biçip budarken hiçbir ikaz dinlemiyorlar. Noterden gelen
ihtarnamelere aldırmıyorlar, mantık olarak konuyu anlatan
sanatçıların nazik ve düşünceye davet eden telefonlarını
birkaç kereden sonra açmıyorlar. Hukuk boşluklarını
bildiklerinden “İstersen
yargıya git!” diye
suratlarına haykırabiliyorlar. Ekmeklerini kendileri de sanattan
kazanan bu adamlar, ülkede sanatı üreten en saygın ünlü
sanatçılara sanki savaş açmışlar ve bundan hiç yüzleri
kızarmıyor! Ayrıca
bu vahşi kapitalist tavırları göstererek yalnız sanatçı ve
galericisini değil, sattıkları eserleri ellerinde bulunduran
koleksiyonerleri de korkunç bir şekilde mağdur ediyorlar: Onlar,
mesela bir resmi piyasaya vererek en az 100 kazanmalıyken, eline 17
lira tutuşturulup evine yolluyorlar!
Sorsanız,
“Efendim serbest
piyasa, bütün dünyada böyle!”.
Gerçeklerin ise bununla hiçbir ilgisi yoktur! Batı dünyası,
kuşaklardır bilinçle sanat toplayan, asırlardır binlerce müzesi
olan, medya organları sanatla dolup taşan bilinçli sanatseverler
ve kurumların dünyasıdır. Batıda önüne gelen, iddia veya at
yarışı bahsi oynatır gibi “müzayedecilikcik” yapamaz! Sanata
ve sanatçıya minimum bir saygı gösterilir.
Sonuçta
bu resimler bin bir farklı yolla, tehlikeli sanat aracılarının
eline geçer. Mesela topluma hizmet amacıyla bir hastaneye resim
bağışı yapan ressamlar, altı ay sonra bu eserlerini değerlerinin
onda birine müzayedelerde görmektedirler! Yaptıkları iyilik,
kendilerine karşı bir ölüm fermanı olarak dönüş yapmıştır!
Böylece o ressamın “tüm eserleri artık onda bir değerine
düştü!” şeklinde bir algı yaratılmış olur. Bu, kirli
dünyanın, sanatçıya reva gördüğü affedilmez bir muameledir!
Müzayedelerin
çekici görünmek için bir eseri piyasa satış değerinin 1/3
oranında daha düşük bir fiyatla sunması kabul edilebilir bir
rakamdır. Bu herkesi kollayan bir ortalamadır. Ama değerinin yüzde
onuna-on beşine sunulan bir eser, kendine güveni olmayan ve
eğitimsiz genç işinsanlarından oluşan alıcıya mesaj gibidir:
“Bu
resmi almayın, herkes bundan kaçıyor”
Bu şahıslar ne yazık ki sanat piyasasına hisse senedi piyasası
gibi bakarlar. Birbirleriyle sanat üzerinden akıllı ticaret
rekabetine girişme meraklarından, işin sanatsal boyutu ile hiç
ilgilenmezler. Onların hedefi, bozuk düzenden nasibini almaktır.
Hangi sanatçıyı niçin sevdikleri, en çok beğendikleri eserlerin
hangileri olduğu gibi temel konular gündemlerine gelmez. Dedikodu
ile resim alıp, dedikodu ile satarlar. Özgüvenleri yoktur, çünkü
bilgi donanımına zaman ayırmazlar ve bunu örtmek için fuardan
fuara gezerek hava atarlar.
Başkanı
olduğum UPSD, burada ancak basit bir özetini yaptığımız tabloya
karşı birkaç ay önce yeni bir mücadele başlattı: “EPİVERON”
(Eser Piyasaya Veriliş Onayı). Bu belge,
sanatçı-galerici-koleksiyoner ilişkisini en sağlıklı hale
getiren bir girişim. Ayrıca EPİVERON, hazırlandığı her eser
için “müzayede çıkış fiyatı alt birimi” getirmekte, bu
şekilde sanatçıyı ve koleksiyoneri korumaktadır.
Artık bu ülkede, koleksiyoner ve sanat kurumu olarak sanata en ufak
saygısı olan herkes, EPİVERON belgesi olmayan bir eser alıp
satmamalıdırlar! EPİVERON belgesi olmayan bir eser almakla,
sigortasız işçi çalıştırmanın bir farkı yoktur! Şu andan
itibaren bu kaideye riayet edenler ve etmeyenler, Türk çağdaş
sanatını koruyanlar ve onu sülük gibi sömürmek isteyenler
olarak ikiye ayrılmış olacaklardır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.