Dünyayı birbirine katan tek kadınlar
finali ve Serena Williams skandallarından sonra, iki müthiş
oyuncunun kapışacağı tek erkekler finali neredeyse oynanmadan
gölgelenmiş oldu! Çünkü böyle bir maç ne kadar iyi oynanırsa
oynansın kadınlar maçında sahada yaşanan olayların yarattığı
ilgiyi nasıl aşabilirdi ki! İşte bu çarpık düşünce, tenis
dünyasındaki insanların bilinçaltına yerleşmişti dün.
Djokovic aynen Serena gibi, maçtan
önce “Acaba 14. slam şampiyonluğumu alabilecek miyim bu
gece?” sorusuyla kendini meşgul ediyordu. 1.98’lik dev Del
Potro ise, bu sahada 9 yıl önce Nadal’ın ardından Kral
Federer’i 5 sette muhteşem bir maçtan sonra yendiğini
hatırlayıp, “neden tekrar olmasın ki?” diyerek
kendisini ateşleme peşindeydi. Arada neler yaşamamıştı ki!
Dünya 4 numarasına yükseldikten sonra 2010’da sağ bileğinden,
2014 ve 2015’te sol bileğinden ağır şekilde sakatlanmış,
toplam üç yıl sahalardan uzak kalmıştı; hem de en verimli
yıllarında! Şimdi bütün o “kaybolan yollar”daki dramın
acısını çıkarmak istiyordu sahada..
İki yakın arkadaşın maçı, Artur
Ashe stadyumunda, karşılıklı böyle psikolojilerin yarattığı
puslu atmosferde, Osaka-Serena finalinin gölgesinde başladı.
İlk sette 4/3’e kadar her iki
şampiyon da servislerini kazanarak geldiler. Her iki tenisçinin
istatistikleri de birbirinden uzak değildi; belki ana farkları,
Djokovic’in basit hataları daha çok backhandinde, Del Potro’nun
ise aynı basit hataları daha çok düz vuruşlarında yapmasıydı.
Bu arada Del Potro, sahada belki beklenilenden daha az agresif bir
günündeydi. Djokovic ise öne daha kolay gelen, özgüveni daha
yüksek olan taraf olarak görünüyordu. 3/3’te sahanın
ortasından vurduğu drive-volleylerle 4/3 öne geçen Sırp
şampiyon, bir sonraki oyunda avantaj kendisine geçtikten sonra uzun
bir ralliden galip çıktı ve nihayet Del Potro’nun servisini
kırarak durumu 5-3’e getirdi. Bunun ardından kendi servisini
alarak ilk seti kapadığında maç başlayalı 41 dakika olmuştu.
MAÇIN KIRILMA ANI
Del Potro 2. setin ilk oyunda iki kez
servisini kırdırma noktasına geldi. İlkini bir backhand passing
shotla, ikinciyi rakibinin topu dışarı atmasıyla savuşturdu ve
oyunu aldı. Djokovic kendi servisini rahatça kazandıktan sonra,
bir sonraki oyunda Djokovic güzel bir lop ve forehandin ardından
bir de harika bir servisi beklenmedik şekilde çıkarmayı
başarınca, Del Potro’nun servisini tekrar kırmayı başardı.
Djokovic bunun ardından kendi servisini de kolayca alınca, son 7
oyunun 6’sını alan ve maça ağırlığını ciddi olarak koyan
büyük bir şampiyon olarak belirdi. Ama Del Potro henüz son sözünü
söylememişti. Önce sert servisler ve güzel bir smaçla kendi
servisini kazanan Arjantinli, ardından rakibinin servis oyununda
sert ve tipik iki forehandiyle durumu 30/40’a getirdi; ardından 2.
servis kırma şansını, Djoko bir düz vuruşu dışarı atınca
değerlendirmiş oldu. Ama maçın kırılma anları bunlar değildi.
Kendi servisini de sıfıra karşı
kazanarak birden skoru 4/3 kendi lehine çevirmeyi başaran Del Potro
adına, her şey mükemmel gidiyor görünüyordu. İşte bundan
sonra, Djokovic’in servisinde Amerika Açık tarihinde yer bulacak
olan bir olağandışı 8. oyun oynandı. Bu oyun maçın en önemli,
en heyecanlı dönemeciydi: Süresi 20 dakikayı bulurken, Del Potro
2-3 kere rakibinin servisini tekrar kırma noktasına geldi. Oyun
sürekli olarak, kaprisli bir sevgili gibi iki oyuncu arasında
gitti-geldi. En sonunda Del Potro’nun dışarıyı boylayan bir
forehandi ile Djokovic, durumu 4/4’e taşımayı başardı. Şayet
Del Potro orada avantaj defalarca kendi eline gelmişken şansını
değerlendirebilseydi, 5-3’te set için servis atıyor olacaktı ve
büyük ihtimalle ikinci seti hanesine yazacaktı. Zaten “memleketi”,
Arjantin’de Tandil şehrinden gelen 14 yakın arkadaşı, kendi
fanatik taraftar grubu, kendi inanılmaz güçlü futbol taraftarı
tavırlarıyla Artur Ashe stadını yakmaya kararlıydılar ve tüm
dikkatler üzerlerindeydi; maçın tekrar eşit skora ulaşmadı
halinde sahaya bile inebilecek bir dinamit paleti gibiydiler! Her
turnuada dev adamı izleyen o en yakın arkadaşları “Salaminler”
tenis sahalarında görülmedik bir bütünleşme içindeydiler
kendisiyle... Ama olmadı. O setlerin eşitlenebileceği andan
itibaren her şey çok farklı akacaktı ama o 20 dakikalık maraton
8. oyun da “güçlü”nün hanesine yazıldı. Kısmet kaçtı...
DİSİPLİN VE KURAL ÇELİŞKİLERİ
PARANTEZİ
İşte burada bir küçük parantez
açmamız lazım. Djoko servis atarken galiba iki kere, kendisine
tanınan 25 saniyelik süreyi aştı. Fakat hakem Alison Hughes o
kritik aşamalarda, mesela ünlü 8. oyunda ceza vermeye yanaşmadı.
Daha doğrusu dünkü kriz ve yaşanan skandalın ardından
yanaşamadı: “Şimdi ben de bu maçı çığırından çıkarmış
olurum, belki Djokovic de büyük tepki verir ve sonra kabak benim
başıma patlar”. İşte bu düşünce, tüm o kritik süreçte
ağır bir şekilde orta hakem ve turnua yöneticileri arasında
konuşulamayan bir temel konu haline dönüştü. Evvelsi gün orta
hakemin saçma bir şekilde cezalandırılır gibi hak ettiği ana
şildini alamamasının ardından bu alaturka durumların yaşanması
maalesef çok doğaldı. İşte bu noktada dün yazdığım “ama”yı
hatırlamamız lazım. Ne demiştim? “...Tüm bunları
ekleyebileceğim bir tek ‘ama’ var: Bugünkü erkekler finali de
dahil olmak üzere, tüm orta hakemler bu ciddi disiplin anlayışını
her oyuncuya karşı (eşit şekilde) uygulamalıdırlar”
İşte dün Serena’nın haklı
olduğu tek nokta böylece gündeme geldi. Bazı hakemler sanki bu
disiplin cezalarını erkeklere karşı veremezlermiş ve onların
bir ayrıcalığı varmış gibi davranıyorlar! Ya da Serena maçında
yaşanan skandalın ardından her yerde konuşulanlar hakemleri bir
çeşit pasifliğe ve görmezliğe itti -ki bu da çok gereksiz ve
tehlikeli bir gelişme...
Dün dediklerimizi de hatırlayarak, bu
konuda son sözümü size şöyle iletmek istiyorum: Bu mahcup ve
çekingen-ürkek tavırlarla, bırakın dev finalleri, ilkokullar
arası tenis müsabakalarını bile yönetemezsiniz! Vallahi onda da
“Aman Tanrım, bu çocuklar yarın beni topluca şikayet ederler
mi, ya da babaları beni döver mi?” diye de düşünebilir bir
korkak hakem. Serena olaylarının iz düşümü bu olamaz. Ya
Uluslararası Tenis Federasyonu artık “Antrenörlerin maça
müdahale etmesini serbest bıraktım ve servis aralarında 25 saniye
kuralını kaldırdım” diyecek ve tenis dünyası bu disiplin
rahatlamaları ile yoluna devam edecek ya da, hakemler hiçbir
oyuncudan korkmadan bu kuralları çatır çutur uygulayacaklar!
İkisinin ortası yok. Halbuki şu anda yaşanan ucube durum, içler
acısı. Şu anda her yerde, her turnuada yaşananlara baktığımızda,
kaçınılmaz şekilde farklı uygulamalar, çelişkili çifte
standardlar var. Dün İngiliz hakem, Djokovic’e zaman aşımı
ihtarını ancak iş işten geçtikten sonra, 3. set 3-1’de
verebildi. O anda bir Türk seyirci eminim santrkortta “Geçti
Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye” demiştir!
Mesela basit bir sorum var: Kaç hakem,
oyuncular raketlerini yere vurduğunda veya kırdıklarında veya
duyulur şekilde küfür ettiklerinde çekinmeden gidip cezayı
oyuncunun alnına yapıştırabiliyor? Bu her zaman aynı
kararlılıkta uygulanıyor mu yoksa kimi hakemler, kimi “faullü
hareketleri” görmezden mi geliyor?
Son bir önemli detay daha var. Aslında
oldukça centilmen ve sempatik bir oyuncu olan Djokovic, en az iki
kere şahin göze müracaat ettikten sonra iddiasında haklı çıkınca
yan hakeme, hakeme, kameraya ve hatta seyircilere gülerek müstehzi
bakışlar attı “Bu ne iş?” der gibisinden. Bu kendisine
hiç yakışmayan bir tavırdı. Şahingöz uygulaması devreye
girdikten sonra, yüz binlerce kere ya hakemler, ya oyuncular
iddialarında haklı çıkmıştır. Bunların her birisinde insanlar
Djokovic gibi davransalar, ne kadar çirkin sahneler yaşardık
düşünebiliyor musunuz? O noktada hakem Hughes’un yerinde olsam,
Djokovic’i sözlü olarak ikaz ederdim: “Haklı çıkmış
olmanız size hakemlere sataşma hakkı getirmez, olsa olsa puanı
kazanmanızı veya o puanın yeniden oynanması hakkını verir.
Lütfen bunu bir daha yapmayın”.
İKİNCİ KIRILMA ANI...
Evet, nerede kalmıştık? 2. sette
4/4’de... Bu skorun ardından oyuncular karşılıklı kendi
servislerini fazla zorlanmadan kazanarak tie-break oyununa hak
kazandılar. 2. ve son kırılma anı ise, işte bu tie-break’de
yaşandı. Del Potro, bu kritik oyunda, önce 3-1 öne geçti. O anda
maçta her şey tekrar romantik dev adamın istediği şekilde akıyor
görünüyordu. Sonra buna rağmen Djokovic skoru önce 3/3 sonra
4/4’e taşıdı. O noktada Del Potro (bence) harika bir ace attı.
Ama hakem topu dışarıda kabul etti. Aynı anda televizyonda maçı
anlatan çift partnerim Ali Göreç de aynı reaksiyonu verdi ve bu
top için şahin gözüne gitmemesini anlayamadığını söyledi.
İkimizin tecrübesini birleştirince, belki de maçın uçup kaçma
anı orada yaşandı diyorum. O noktadan sonra maç hakkında
anlatılacak bir şey kalmadı. 2. seti 7/6 tie-break’de kazanan
Djokovic’in 3. seti de kolayca 6/3 veya 6/4 kazanarak şampiyonluğa
ulaşacağını görmek hiç de zor değildi. Sonunda kader 6/3’de
karar kıldı. Aslında bu sette de Del Potro her şeye rağmen iyi
dayandı! Ritmini fazlasıyla bulmuş bir Djokovic’e karşı
3-1’den 3-3’e dönmeyi başardı ve son defa bir “acaba?”
sorusunu bize sordurmayı başardı. Arjantinli şampiyon son büyük
bir gayret gösteriyordu. Ama o da çok yetersiz kaldı. Sonunda
Djoko, 3 saat 15 dakikada maçı ve 3. Amerika Açık şampiyonluğunu
hanesine yazarken maç topunda mutluluktan kendisini son smaçtan
sonra yere bırakıverdi! Rüyası gerçekleşmiş, efsanevi
Amerikalı şampiyon Pete Sampras’ın 14 slam rekorunu egale etmeyi
başarmıştı. Artık önünde yalnız Federer ve Nadal’ın
rekorları kalmıştı!
MAÇIN TEKNİK ANALİZİ
Normalde Djokovic’in daha müdafaada
kalan, Del Potro’nun da puanları korkunç servisleri ve zımba
forehandleri, sürpriz taş gibi backhandleriyle yutan birer oyuncu
oldukları düşünüldüğünde maçın çok daha farklı akacağı,
daha büyük çekişmelere sahne olacağı akla gelebiliyordu. Ama bu
maçta Djokovic yalnız sakatlığından önceki eski 2015 formunda
döndüğünü kanıtlamakla kalmadı, aynı zamanda artık sert
vuruşlarla puanı hızlı bir şekilde hazırlayarak eskisine oranla
çok daha fazla fileye çıkan ve puanları orada en kesin
çözümlerle hızla bitirme yoluna giden bir kimliğe geçiş
yaptığını gösterdi dosta düşmana. Del Potro ise, şaşırtıcı
bir şekilde, hatta servis ve forehand vuruşuyla puanları çok
hazırlanmış göründüğünde bile fileye gitmeyi çok az aklına
getirdi. İşte cidden bunu anlamak zordu çünkü Djokovic’i
Djokovic yapan geri oyununa rücu ederek onu yenmeye kalkışmak
fazla iyi niyetli bir düşünceydi. Maçın içine girdikçe basit
hata sayısını arttıran Del Potro, bu konuda rakibine sayısız
hediye verdi. Serviste, Del Potro, her ne kadar servisten neredeyse
rakibine oranla iki misli puan kazandıysa da, yine de belki kritik
noktalarda alıştığımız kadar bu silahına yaslanamadı. Zaten
bu tavrının bedeli de ödendi sahada. Sonuçta eskiye oranla en az
iki-üç misli fileye çıkan, yalnız ısındıkça hatasız bir
şekilde makine intizamı ile oynayan bir büyük “geri oyun”
ustası değil, her fırsatta öne çıkarak aynı zamanda
rakiplerine korkunç bir baskı uygulayan farklı bir terminatör
vardı sahada artık. Hem de bulduğu inanılmaz açılarına
dömi-voleler veya şaşırtıcı vole ve smaçlarıyla her türlü
varyeteyi ekleyen farklı ve renkli bir terminatör! Djokovic,
sakatlıklarını aşıp, oyununu bu yönlerde daha da geliştirmeye
başladıktan sonra, bu boyut atlamayı ulaştığı olgunluk
seviyesiyle harmanladığında, ortaya Nadal’a ve Federer’e daha
da dert olabilecek bir yeni bir oyuncu tipolojisi çıkacak.
Federer’in de onca şampiyonluktan sonra oyununa getirmeyi
başardığı son dönemeç devrimlerini unutmayalım!
HİKAYENİN SONU...
Maçtan sonra Del Potro sandalyesine
oturup hüngür hüngür ağlamaya başladı. Büyük bir boşalma
yaşıyor ve tenisi birkaç yıl önce toptan bıraktığına
inandıktan sonra tekrar çıktığı zirvede o kırmızı New York
elmasını kopararak ısıramadığına yanıyordu. Törenden önce
Djokovic seyredenlerin içlerinden ne geçirdiğini anlattı ve
depresyonda olan dev rakibinin yanına giderek sarıldı, kulağına
bir şeyler fısıldadı. Bundan güzel bir sahne olamazdı. Bundan
sonra da, evvelsi günkü rezaletler hiç yaşanmadan, herkes sahnede
birbirini tebrik edebildi. Hakem anı şildini tebrikler eşliğinde
sorunsuz aldı. Mc Enroe ve USTA Başkanı Katrina Adams kupaları
verdiler, sponsorlar birinciye 24 milyon TL’nin biraz fazlasını,
“şanssız ikinciye” (!) 12 milyon TL’nin biraz fazlası
karşılığı dolar çeklerini verdiler ve böylece herkes mutlu son
yaşamış oldu. Del Potro ve Djokovic, centilmenlik ve birbirlerine
çiçek atmak konusunda çok şık bir yarışa girdiler. Herkes
birbirinin ekibini ve yakınlarını da kutlamayı ihmal etmedi...
Peri masalının New York bölümünün erkekler kanadı, böylece
perdelerini en güzel şekilde kapadı. Hem de seyirciler arasındaki
Meryl Streep’in maçın heyecanından mest olmuş görüntüleri
eşliğinde. Bir daha ki büyük turnua durağımız, Ocak ayında
Melbourne, Avustralya... Bekleriz!
AMA İSTANBUL CHALLENGER TURNUASINI
DA SAKIN İHMAL ETMEYİN
Bu
hafta ise İstanbul’da Tenis Eskrim Dağcılık kulübünde,
İstanbul Challenger turnuası başlıyor. Bu ülkenin tenisinin
temel harcı olan iki büyük kulüpten biri olan TED (diğeri ATK,
Ankara), yıllardır, 1948 yılından beri, büyük emeklerle adı
değişen ama uluslararası niteliği aynı kalan bu turnuayı
sürdürüyor. Bu hafta Tarabya’ya giderek 7 gün boyunca, yarın
öbürgün slam turnualarında fırtına gibi esecek genç
şampiyonları yakından, iki adım ötenizden izleme şansını
sakın kaçırmayın! Unutmayın ki İstanbul daima o
efsanelerin ilk durakları arasında yer aldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.