“CHP’de sular durulmuyor/
Birbirlerini yiyorlar/ Bu işin sonu kayyum!”
Son bir ayda CHP’de yaşanan
gelişmeler ve 15 günlük olağanüstü kurultay imza toplama
periyodunun sonunda olayların gelip çattığı nokta! Altı Ok
düşmanları mest olmuş durumda ve birisi ellerini ovuşturuyor...
Parti’nin Genel Merkezi, akıl almaz
bir sathı müdafaa yaparak en sert şekilde “isyancılara”
direniyor. Halk ise 24 Haziran gecesi son verilen rüyalarına tekrar
ulaşmak için canını dişine takmış son bir çabayla -o geceki
büyük hatalarına rağmen- İnce ve ekibinin başlattığı rüzgara
destek olmaya gayret ediyor.
İmzalar dün beklendiği gibi CHP
Genel Merkezi’ne teslim edildi. Genel Merkez zaten iki haftadır
imza toplama operasyonuna karşı yapılabilecek her türlü
muhalefeti yapmıştı. Basına verilen eleştirel demeçler, o
meşhur “nedir bu koltuk sevdası” başlığı, Genel Merkez’de
sürekli örgütü arayarak, tavır koyarak kesinlikle imza
verilmemesi konusunda bir istihbarat ve baskı çalışması yapan
ekiplerin kurulması ve genel anlamda yürütülen koca halkla
ilişkiler çabasını gördüğümde ister istemez şu hisse
kapıldım: CHP yönetimi, parti içi muhalefetine karşı
kurultay çabalarına direnmek için harcadığı çabanın yarısını
mesela 24 Haziran seçimlerindeki güvenliği ve kontrolü oy
sayımlarını kontrol altına almak için kullanabilseydi, belki
demokratik çevreler ağır yenilginin muhasebesi altında eziliyor
olmayacaklardı!
Zaten Parti’nin genel başkan
yardımcılarından Muharrem Erkek, haber alınır alınmaz, “yeterli
imza olmadığı görülüyor” şeklindeki şaşırtıcı bir
çıkışla hemen işin rengini belli etti. Bugün de Parti resmi
olarak “imzaları kabul etmeme” pozisyonunu teyit etti.
Bu zaten günlerdir görülen bir
şeydi. Kılıçdaroğlu ve ekibi, her ne pahasına olursa olsun,
Kurultay’ı toplamak istemiyordu, çünkü bu sefer muhalefete
karşı kaybetmek durumunda kalabileceklerini görüyorlardı. Bu
nedenle imza sürecinin en başından beri Genel Merkez, sürekli
olarak “Şu kadar imza toplayamazlar, bu kadar imza
toplayamazlar, yalnız şu kadar toplanmışlar, bu kadar toplasalar
zaten biz o kurultayı kendimiz toplarız” gibisinden sürekli
olarak avam bir şekilde rakam yarıştırması konusuna kamuoyu
önünde girdi!
İmzaların ısrarla daha ilk dakikadan
“kabul görmemesi”, geri çekilen imzaların hemen “danks”
diye masaya sürülüp işin muhasebesinin hemen eksiye çevrilmesi,
son derece yakışıksız bir tablo yarattı. İddialara göre
fotokopi imzalar, mükerrer imzalar ve artık “delege olmayanların”
imzaları düşüldüğünde, çıkan rakam 605’miş! Tabii insanın
aklına daha bundan sekiz gün kadar önce Genel Merkez’in
“Ellerinde 604 imza varsa getirsinler gereğini yapalım
kurultaya gidelim” sözleri de yankılanmaya devam ediyor. O
sözler herhalde demokrasi diline tercüme edilirken...
kayboluverdiler! Ortada gezen “imzalar geri çekilemez”
şeklindeki Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin, 2007 yılında, bu
konuda Gaziantep 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2006 kararını
onaylayarak bir içtihat yaratmasına rağmen, bunu DA reddeden
Genel Merkez, belki de muhalefet şayet yargıya başvurursa, onları
“Kendi partilerine dava açarak mahkemelik ettiler, belki kayyumla
Kurultay’a gitmek durumunda bırakacaklar koskoca CHP’yi”
şeklinde bir ters köşeye yatırmak istiyor. Ama bir de madalyonun
diğer yüzü var...
MUHALEFETİN DOĞAL STRATEJİLERİ
VE TEPKİLERİ
Muhalefet tabii ki bu aşırı dirence
bence haklı olarak tepkili. Ortada koltuğa “japonla” yapışmış
bir Genel Başkan ve ekibi var. Sanki o koltukları ve sıfatları
kaybetmek, onlar için yıkım ve ölüm arası bir şeyler olacak
gibi bir hava yaşıyorlar ve yaşatıyorlar. İmzaları geri
çektirmek için yaptıklarının dökümleri, maalesef CHP tarihinin
unutulmaz bir güzelliği olarak kayıtlara geçmeyecek. CHP’ de
Kurultay için imza verenler tehlikede olmanın dışında ayrıca
büyük bir huzursuzluk yaşıyorlar. “Acaba bizi disipline
vermeye çalışacaklar mı? Yoksa derhal organize olup Parti’nin
önünde büyük bir tepki mi vermeli?”. Tabii buna benzer
zamanlarda tecrübesiz ve siyasete yeni atılmış olan daha
gençlerin hemen “İstifa edelim yeni parti kuralım, DSP ile
birleşelim” şeklinde fevri davranışlara yeltenmeleri, çok
sık görülen bir davranış biçimi. Azıcık düşünseler veya
daha tecrübeli arkadaşları ile konuşsalar, ne istifanın ne de
yeni parti kurmanın herhangi bir çare olabileceğini anlarlar.
Ama muhalifler arasında şu düşüncede
arada gündeme geliyor: “Kurultaya izin vermiyorlar mı? Bunu
engellemek için her faullü çirkin davranışa mı yelteniyorlar? O
zaman bırakalım eski tas eski hamam kendi belirleyecekleri akıl
almaz adaylarla yerel seçimlere girsinler, Parti maalesef önlenemez
düşüşünü yaşasın, o zaman da kaçacak delik arasınlar, kendi
düşen ağlamaz”. Gerçekten de belki de Kılıçdaroğlu
ekibi için en korkunç senaryo bu olur!
CHP BU HALİYLE SEÇİMLERE GİRERSE
NELER YAŞANIR?
Hiç uzatmadan söyleyeyim:
Kurultay’ı toplama inadıyla CHP bu yerel seçimlere şimdiki
yönetim kadrosu ile girerse alacağı oy %15 ila 20 bandı arasına
oturur en iyi ihtimalle. Halkın oy vermeye artık ne tıpış tıpış
gidecek hali kaldı, ne şevkle, ne de Cumhuriyet endişesiyle...
CHP seçmenleri artık yorgun, sinirleri bozuk ve kendilerine reva
görülen muameleyi kabul edecek halde değiller! Deniz bitti, sabır
bitti, hoşgörü bitti. Bu sefer Parti’yi ve Atatürk’ü ve
rejimi, yerel seçimlerde bu şekilde koruyamayacaklarını anlayarak
-maalesef Kılıçdaroğlu ve ekibinin hala öngöremedikleri-
felaket sonucu ortaya bırakacaklar. Kimi hiç oy vermeyecek, kimi
boş oy atacak, kimi İYİ Parti’ye kaçacak... Halk artık
sempatiyle bakmayacak Altı Ok’a. Karşısında dokuz seçim
kaybından sonra hiç umursamadan yoluna devam etmek isteyen bir
yönetim ve ona yapışmış çıkar arayan grupçuklar görecekler.
“Beter olsunlar” veya “Benden bu kadar, ne halleri
varsa görsünler!” arasında geçecek karşılaşma... Buna
inanmayanlar varsa, şimdiden sosyal medyada dikkat çeken “Bu
yönetimle CHP’ye benden artık oy çıkmaz +1” kampanyalarına
zahmet edip bakıversinler. CHP iktidarı, bu olası mağlubiyetin
faturasını inandırıcılıktan uzak bir şekilde muhalefete
çıkarmaya çalışacak, başvurabilecekleri son kaçış noktası
olarak...
Artık ortada HDP’ye taktik oy atan
gruplar da pek olmayacak. AKP’nin elindeki hiçbir belediye
kazanılamayacağı gibi, belki en sağlam sanılan bazı belediyeler
de kaybedilecek. Kimlerin halkın ve örgütün tepkilerine rağmen
aday yapılacağını görür gibi oluyorum. Bugüne kadar Ekmeleddin
ve Abdullah Gül’den dem vuranlar, bu sefer de bazı büyük
şehirlere yine din siyaseti çıkışlı isimler yer yerleştirmeye
kalkarlarsa, hiç şaşırmam! Kılıçdaroğlu’na artık kimin
hangi baskıyı hangi yöntemlerle yaptığını anlamam mümkün
değil. Bildiğim tek şey, Akşener olmazsa cumhurbaşkanlığı
adaylığına Abdullah Gül’ü koyacak bir zihniyetin, bu sefer de
kendi üyelerine çeşitli külahları ters giydirecek olması... Bu
hiç de sürpriz olmaz. Neler yaşanabileceğini düşünmek bile
istemiyorum!
ANTİ-DEMOKRATİK TÜZÜĞÜN
KÖKENİ: BAYKAL
Ortada net bir şekilde verilmiş bir
çeşit güvensizlik oyu var. Hiç kimse ucuz demagojilere kaçıp
621’den on eksikti beş fazlaydı niye gülünç şekilde halkın
kafasını şişirmesin! Burada yurdun her köşesinden tepkiler,
sesler avaz avaz yükselirken, oluşan bu iradeyi yok saymak, işin
özüme bakmadan şekilci kaçış metotlarının arkasına sığınmak,
nasıl bir siyasi zafiyet ve özgüven kaybının sonucudur? Zaten
Olağanüstü Kurultay toplanma şartları sosyal demokrat bir
partiye hiç yakışmayacak şekilde yazılmış: Düşünün ki,
beğenmediğimiz Partiler Kanunu’nda bu rakam yalnız %20! Ama
Genel Başkanlığı Altan Öymen’den geri aldıktan sonra Deniz
Baykal Temmuz 2001 Kurultayı’nda Olağanüstü Kurultay’a gitme
şartlarını akıl almaz boyutlarda zorlaştırdı. Yok noter
şartıydı, ıslak imza şartıydı, 15 güne sıkışma şartıydı,
%50+1 şartıydı, her şey orada değişti. Baykal bununla da
yetinmedi, daha önce de bu sütunda birkaç kez hatırlattığımız
şekilde 2003 Ekim Kurultayı’nda Genel Başkanlık adaylığını
hem çok zorlaştırdı, hem de çelişkili ve mantık dışı
yollara saptırdı. CHP’nin bir politbüro tarafından gerekilen,
sözde sosyal demokrat bir parti olarak gözükmesi böylece o
tarihlere denk geldi. Ne kadar acıdır ki Baykal’dan sonra tam
demokrasi vaatleri ile yönetime gelen Kılıçdaroğlu da, kraldan
fazla kralcı olarak koltuktan ayrılmama inadını kendine has
yöntemlerle garantiye almaya çalıştı. Ne umduk, ne bulduk diyor
insan... Kılıçdaroğlu, Baykal’ın iyi taraflarını alamadı.
Ama kötü taraflarına adeta karbon kopya uygulayarak yapıştı.
Baykal’da çok anti-demokrattı. Ama hiç olmazsa Atatürkçü
iradeye daha inandırıcı şekilde sahip çıkıyor, salı
konuşmalarında hepimizi rahatlatabiliyordu.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Daha önce de sahne alan CHP ve SHP’nin
eski liderleri Altan Öymen, Murat Karayalçın ve Hikmet Çetin’in
bir araya gelip “partinin vicdanının sesi olarak yeni bir çağrıya
önayak olmaları” hiç de şaşırtıcı olmaz. Hatta acilen
uygulanması gereken, en iyi yol olabilir. Çünkü aslında şu anda
CHP’nin ihtiyacı, devletin bir kayyumu filan değil, kendi
köklerini temsil eden en değerli insanların bir araya gelerek yol
gösterici olmaları. Burada saydığımız isimler de bunu yapmaya
hakkı olan en değerlileri. Parti yönetimi, güvenoyunu halk
nezdinde çoktan yitirmiş durumda. Ama artık fazlasıyla görüldü
ki, delegeler nezdinde de aynı güvenoyu kaybı kesinlikle
yaşanıyor. Kılıçdaroğlu ekibinin şekilci kaidelerin arkasına
sığınıp bu Kurultay’ı yapmama çabaları çok acınası
duruyor. Ve fatura ağır mı ağır! Geçen hafta hatırlatmıştım,
bana tekrarlatmayın. Kılıçdaroğlu’nun başına Fenerbahçe
kongresinde Aziz Yıldırımın başına gelen gelmesin. Yoksa “Merak
etmeyin başkanım her şey mükemmel durumda” diye sizi de
kandıranlar mı var?
Umarım CHP tarihinde, büyük
pişmanlık duyacağı bu inatçı kararından vazgeçer ve ister
iki, ister üç adaylı medeni ve cesur kurultayını, kendisiyle
yüzleşmeyi kabul ederek gerçekleştirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.