Emin
olun, hedefim bu değildi. Hedefim, ABD’nin önderliğinde Batı
Bloku olarak giriştiği yeni savaşa nazire yaparcasına bu yukarıda
okuduğunuz başlıkla size ulaşmak değildi. Hedefim yalnız bugün,
yani 15 Nisan Pazar günü karşınıza “Yaşasın Dünya Sanat
Günü” başlığıyla çıkmaktı. Ne var ki bir gün önce
gecenin köründe “medeni dünyanın şövalyesi” (!) Batı
Bloku’nun başlattığı savaş, beni kaçınılmaz şekilde böyle
bir melodramatik başlığa taşıdı!
Yine
bombalar düşüyor, yine alevler çıkıyor, yine çocuklar ölüyor,
yine insanlar panik içinde belki bacağı, belki kolu kopmuş olarak
deli gibi sokaklarda koşturuyor, yine çocuklar anasız-babasız
kalıyor...
BATI
BLOKU’NUN GÜVENİLİRLİK KARNESİNDE NELER VAR?
Peki
söyler misiniz bana? Bu savaşın bir iyisi, bir kötüsü var mı!
Hanginiz sanki “iyi bir ittifak” mesela “kötü” bir Hitler’e
karşı savaşa giriyor diye olaya kendinizi katarcasına işin bir
parçası olup, bir tarafı futbol fanatiği gibi
destekleyebilirsiniz? Doğrudan bir çıkarınız yoksa zannetmiyorum
ki böyle bir sayı yüksek olsun. Herkes yorum ve niyet okuma
peşinde. Trump ve çıkarcı ABD böyle bir savaşa gerçekten
“sivilleri zehirli gazlardan korumak” amacıyla mı giriştiler?
Bu konuda zaten ABD ve İngiltere’nin sicili ağır suçlarla dolu
ve inandırıcılıkları yok. Hatırlarsınız 2003 Irak Savaşı’nda
ABD ve Kraliçe’nin ordusu, beraberce sözde “kitle imha
silahları” aramaya gittikleri Irak’tan utanmaz ve muzaffer bir
şekilde 1,5 milyon kişi öldürüp dönmüşlerdi! Aradan bilmem
kaç yıl geçip tarih önünde kara sayfalarda rezil olduktan sonra
da “N’apalım
yanlış istihbarat almışız!”
diye 3-5 damla timsah gözyaşı dökmüşlerdi. Şimdi ise alelacele
devreye soktukları gerekçe, Doğu Guta’da, Hama’da, sivil
halkın üzerine kimyasal silah kullanıldığı iddiası. İyi de
artık dünya alem öğrendi ki, dün yani Cumartesi “Kimyasal
Silahların Yasaklanması Örgütü” isimli uluslararası heyet
hangi gazın kullanılıp kullanılmadığını yerinde ölçmeye
gidiyordu. Bu saldırıyı aynı günün sabahına koyarak, batı
takımı böylece elinde legal gerekçeye ihtiyaç duymadan, yine
kendine göre haralom şaralomlarla durumu oldu bittiye getirerek
saldırısına geçmiş oluyor. Bu senaryo bana çok tanıdık
geliyor.
Sonuçta
dediğimize geliyoruz. Ortadoğu malum uluslararası çıkar
kavgaları merkezi. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Kim iyi kim
kötü belli değil. Ne Esadcı, ne Esad düşmanı, ne ABDci, ne
Putincisi, halkın beyninden, kalbinden, mantığından geçerli vize
alamıyor. Herkes biliyor ki, her farklı lider ve kümelenme
karanlık bir çıkar peşinde. Amerikanya dayı, yine birden ağır
bir şekilde insan hakları kartına sığınıp (!) vurmaya, ölüm
yağdırmaya başladı. Karşı taraf masum mu? Hayır değil.
Suriye, İran ve Rusya ile ittifakta.
Türkiye,
ilginç bir şekilde, daha dün İran ve Rusya ile toplu el
sıkışmalarının orta yerindeyken, bugün hemen alelacele ABD
saldırısını onaylıyor. Merak ediyorum, İran Cumhurbaşkanı
Hasan Ruhani ve Putin’e yarın nasıl bir izahat vereceğiz? “Dün
dündür bugün bugündür” diyeceğiz herhalde siyasi
geleneklerimize göre...
Savaşlara
kendi çocuklarını, kardeşlerini, yeğenlerini, damatlarını
yollamayan bu liderler, yine düşen her füzede, her bombada,
yüzlerce, binlerce çocuğun ailesini evini veya bir uzvunu
kaybetmesine neden oluyorlar. Onlar için değişen bir şey yok,
aynı saraylarda farklı kişilerle dönen ittifakçılık oyunu
geçici anlaşmalar anlamsız el sıkışmalar, aynı iddialı ağır
laflar, sürekli olarak ülkeler ve halklar adına yapıldığı
söylenen büyük manevralar, uysa da uymasa da tarih adına verilen
referanslar...
Bu
karanlık dünyadaki karışıklıklar, ruhu şizofrenik ve üç-dört
farklı kimliği bünyesinde barındıran psikopat insanların size
hazırladığı sürprizlerden daha ağır senaryo değişikliklerine
gebe... Biz daha dün batıya dil çıkarıp, en ağır lafları
edip, başta Hollanda ve Almanya olarak Avrupa’ya meydan okuyor,
ABD’ye Hakan Atilla ve Reza Zarrab davası dolayısıyla, günde
iki nota veriyorduk. Neredeyse Nato’dan çıkışımızı verip,
Rusya veya Çin’le “yeni bir dünya kurulması”ndan söz
edecektik! Şimdi okyanusun öbür ucuna geçmişiz yeniden...
PİRAMİD’DE
“DÜNYA SANAT KOKSUN!” PANELİ
Cumartesi
günü, Piramid Sanat’ta, “Dünya Sanat Koksun” başlıklı bir
panel vardı. Moderatörlüğünü ben yaptım ve konuşmacılar
Zeynep Oral, Tamer Levent ve Nasuh Mahruki’ydi. Önce Dünya Sanat
Günü vesilesiyle 7 yıldır, dünyanın değişik yerlerinde
yapılan kutlamalardan sayısız görselleri gördük. Her yerde
coşku, keyif, güzellik ve çocuksu bir heyecan vardı. Birbiri peşi
sıra gelen bu görüntüleri seyreden herkes kaçınılmaz şekilde
etkilendi. İtiraf edeyim, ben de heyecanlandım ve “İyi
ki bu projeyi yaşama geçirerek 100 binlerce belki milyonlarca
insanın hayatına bir renk kattık veya bir ölçüde değiştirdik”
dedim. Panelin konusu, “Dünya Sanat Koksun” derken, kan, ateş,
barut, pislik kokmamasının da çağrısı vardı. O kadar çok
meraklısı vardı ki dünyanın her tarafını kirletmenin ve onu
bıktırmanın! Bu sunumun ardından, bu sefer tam tersine dünyada
muhalif gücü olan karikatürleri sanat eserlerini en başından
beri ele alarak izleyicilerle paylaştık. Olay tam bir görsel
şölene dönüştü.
Panelde
Zeynep Oral, tüm kültürleri biriktirip paylaştırmak isteğiyle
yaşama başladığını ve eleştirel düşünceye ulaşmanın tek
yolunun sanattan geçtiğini çok erken yaşta anladığını
aktardı. Mahruki, sanatın –bir anlamında iyileştirici bir gücü
olduğunu ve yaşamının tüm diğeri unsurları ile iletişimde
olduğunu ve hümanizmasını vurguladı. Tamer Levent, herkesi mutlu
eden şekilde seyircileri ayağa kalkmaya davet etti ve herkesin
birbiriyle el sıkışıp tanışmasını sağladı. Ardından da her
şeyin aslında bir ölçüde sanat olduğunu, sayılabileceğini
aktardı. Spor ve mutfak işlerinin de sanat sayılması gerektiğini
vurguladı. Ayrıca ben dahil, herkesi büyüleyerek (!) sözlerine
inandırdı!
Bizler
o panelde, Dünya Sanat Günü’nün, evreni kuşatmaya çalışan
çıkarcılık, gözünü kan bürümüş savaş çığırtkanlıkları
ve aklı yok eden hırs patlamasına karşı, sanatın gücünü öne
sürerek, evrensel barışı, kardeşliği, dostluğu, iletişim ve
ebedi diyalogu öne çıkarmanın güzelliklerinden üç saati aşkın
bir süre söz ettikten sonra, neler olduğunu biliyorsunuz! Yine o
günün gecesi, “medeni” batı bloku yine bombalarını
Ortadoğu’ya yağdırmaya başladı...
DÜNYA
SANAT GÜNÜ’NÜ NASIL İLAN ETTİRMİŞTİK?
Bundan
7 yıl önce, Meksika’da yapılacak olan IAA UNESCO Resmi Partneri
Uluslararası Sanat Dernekleri Genel Kurulu’na gitmeden önce,
UPSD, Türkiye Ulusal Komitesi olarak toplantı yapıyorduk. Yönetim
Kurulu’ndan arkadaşlarıma “neden bir Dünya Sanat Günü yok?”
diye yakınıp, bu konuyu bir teklifle sahaya taşımanın en doğru
şey olacağını düşündüğümü açıkladım. Onların da
hiçbiri konuya soğuk bakmadı. İnternette gerçekten bu konuda
hiçbir şey çıkmıyordu. Bu sefer hangi günlerin dünya sanat
günü olarak teklif edilebileceğini düşündük. Tabi mağara
resmi yapan ilk “sanatçı”, bu işin tam anlamıyla öncüsüydü.
Ancak onunla/onlarla ilgili hiçbir somut tarihe rastlayamadım ve
arkadaşlarıma Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan
gününü teklif ettim. Leonardo gerçekten disiplinlerarası farklı
katmanları yaptığı geçişler ile bugünkü dünyada bile herkesi
etkileyen ve heyecanlandıran tılsımlı bir isimdi sanki.
Aradan
bir ay geçtikten sonra, o dönem genel sekreterliğimi yapan sevgili
Safiye Mine ve Sibel’le Los Angeles üzerinden Meksika’ya gittik.
Los Angeles havaalanında 4-5 Türk doktorla tanıştık, fotoğraflar
çektirdik, şakalaştık. Çoğu Fenerbahçeli’ydi ve üstelik
FBTV’deki programımın müdavim izleyicileriydiler. 2 Nisan günü,
Genel Kurulun birinci gününde teklifimizi kürsüye taşıdım.
Güzel bir konuşma hazırlamıştım üstelik 2-3 gün süren genel
kurullarda yeni ve heyecanlı her şeyin ilk gün yapılması
gerektiğini biliyordum. Ömür üstünden tüm siyasi tecrübem bir
yerde işe yarayacaktı elbet! Teklif, kulis çalışmalarının da
etkisiyle oybirliğiyle kabul edilirken bildirileri çalışkan bir
şekilde tüm salona dağıtmış olan Safiye ve Sibel’le beraber,
gözlerimize inanamadan bunu kutladık! Türkiye’ye dönüp, ilk 15
Nisan’ı kendi yönetim kurulu üyelerimiz ve birkaç sanatçı
dostları arasında henüz kutlamıştık ki 18 Nisan’da o malum
ağır bıçaklı saldırıya uğradım. O sokakta kimsenin beni
arabasına almak istemediği meşhur günü hatırladınız değil
mi? Sonuçta Akatlar Kültür Merkezi’nin o günlerdeki müdürü
Selçuk Kaltalioğlu beni bir taksiye atıp Acıbadem Maslak
hastanesine götürdü. Orada beni kim ameliyat etti o gün biliyor
musunuz? Los Angeles havaalanında beraber onca fotoğraf
çektirdiğimiz Prof. Dr. İsmail Hamzaoğlu! Sedyenin örtüsünü
kaldırdığında gözlerine inanamamış. O gün beni onun usta ve
mucizevi elleri dışında kurtaran esas detay, o günlerde biraz
ekstra şekilde kilolu oluşumdu. 2-3 milim farkla, ana arter
kesilmekten kurtulmuş! O da gitse olay yerinde 2-3 dakikada kan
kaybından ölecektim. Sosyal medyanın çirkin yüzleri o günlerde
hem akıl almaz bir şekilde sabah akşam bana küfür ettiler, neden
ölmediğini sordular Bu da yetmiyormuş gibi benim yalnız bacağıma
küçücük bir yara aldığımı be buna karşın boş yere yaygara
kopardığımı yaydılar. Hem de doktor raporu ve her şey ulu
ortada olmasına rağmen. Üstelik ameliyat tüm göğüsüm
ortasından açılarak yapılabilmişti ancak. Böylece Dünya Sanat
Günü konusunda ilk tebriği, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık
Anıtı”nı savunan basın toplantısından çıktıktan sonra
almış oldum! Tabii gerek hastaneye gelerek, gerek mesajlarla bana
güç veren on binlerce, yüz binlerce aydın vatandaşımın da
hakkını yemeden onları da anmalıyım.
Her
şey bir yana, Dünya Sanat Günü bugün Türkiye’nin her yerinde,
Peru’dan Amerika’ya, Londra’dan Hindistan’a, Paris’ten Yeni
Zelanda’ya kadar dünyanın 60’dan fazla ülkesinde kutlanıyor.
Üstelik hem halk, hem müzeler tabanında! Bu başarıdır, bu çok
büyük bir güzelliktir.
Dünya
Sanat Günü, Türk aydınlanmasının, Atatürk barışçılığının,
hümanizmasının evrensel barış ve dostluk ilkelerinin, dünyaya
doğrudan bir hediyesidir. Dünyamızın yine bu dönemlerde içinden
geçtiği yoğun üzücü yorucu ve ağır sonuçlarla gelen kara
tüneller, umuyoruz yakın bir dönemde dünya sanatçılarının ve
sanatseverlerin iletişimleri diyalogları sevgileri dünyaya güzel
ve kalıcı izler bırakma arzuları ile son bulacak dünya adım
adım, daha farklı daha barışçı, zamanını ve enerjisini daha
güzel şeylere ayırmayı başaran bir yer haline gelecektir. Bu
sözlerimiz kimilerini çok saf, çok naif gelebilir. Hiç fark
etmez! Bu saf görünen güzelliklerin onların yeryüzündeki ana
hedefleri haline getirdiği hırstan, maddi çıkar arayışlarından,
toprak savaşlarından ırk ve din kavgalarından çok daha değerli
olduğunu biliyoruz!
15
Nisan Dünya Sanat Günümüz kutlu olsun! Çocuklarımıza sanatın
güler yüzünü yenilikçiliğini araştırmacılığını
devrimciliğini barışçılığını, saygısını aşılayabilirsek,
ne mutlu bize!
Dünya
Sanat Günümüz kutlu olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.