SABAH
TELEVİZYON İZLEME GAFLETİ
Sabahlar
güzeldir. Umut taşır güneş... Her gün, bir canlılık ve
gülümsemeyle başlar. Taze simitlerin ve güzel havanın kokusu,
vapurun hafif sise karşı çaldığı siren, önünüzden süzülerek
uçan martılar, o günkü taze umutlarınızı körükler. Farkına
bile varamadan bazen ailenizle yaptığınız bir kahvaltıyı veya
çocukluk aşkınızı düşünmenin kalbinizde yarattığı utangaç
mayhoşluğu derinden hissedersiniz.
Sonra
birden televizyonu açma gafletinde bulunursunuz. Sabah sabah
açtığınız mutfak dolabından başınıza tencereler, tavalar,
oklavalar düşmeye başlar! Neye uğradığını şaşırıp
sersemlemiş bir şekilde yerden kalkmaya çalışırsınız. İşte
güne tüm doğal umutlarla başlamışken hayat üzerinize
yıkılıyor! Günün, dönemin gerçekleri ile hayat sizi
yüzleştiriyor.
SUPER-POWER’LARA
MEYDAN OKUMA KEYFİ
Düşünüyorum
da, galiba hiçbir dönemde “Türkiye
Cumhuriyeti-Devleti-Partisi-Hükümeti” ile bu kadar güçlü
kudretli olmadı. Uzaktan yakından hiç bugünkünün havasına
yaklaşan benzer bir gücü yaşamadık, vallahi billahi!
Lütfen
gözden geçirin neler olup bittiğini. Hani o dünyanın büyük
“Super Power”ları var ya... Amerikanya-Rusya filan? Bakın daha
dün Rusya ile restleşmemiz bizi bu dev yapı ile soğuk-ılık
savaşın eşiğine getirmiş, turizm-ihracat durma noktasına
gelmiş, biz de Putin-Erdoğan atışmalarını izlerken “Biz
neymişiz yahu!”
diye böbürlenebilmiştik. Aradan 1-2 yıl bile geçti geçmedi, bu
sefer koca Amerika Birleşik Devletleri ile boks ringine çıktık.
Restleşme, dünyanın her yerinden ses getirdi! Yahu kolay mı
Amerikanya Dayı ile el ense çekmek? Şimdi nur topu gibi yeni
krizimiz hayırlı olsun! N’olacak ki? Olsa olsa milli duyguları
pekiştirir, dayanışma yaratır, sağda-solda dindarlar da,
dinsizler de, her bölgede yaşayan ABD karşıtları, bu sayede güç
birliği kurarak Devlet-Parti-Hükümet üçgenine destek
verebilirler.
Bakın
o kadar çok kişiye aynı anda, hatta peş peşe meydan okumayı
Muhammed Ali bile yapmamıştı! Amerika-Rusya ana cengaverlik
alanlarımız.. Yoksa Suriye, Hollanda, Alamanya, gerektiğinde
Fransa, Yunanistan fark etmez, herkes Türkiye’nin hışmından
payını almalıdır. Aslında Çin’le de bir sürtüşme çıkarmayı
başarsak, şöyle Uzakdoğu yakasına da uzansak hiç de fena olmaz!
“Eyyy
Çin!!”
sözlerini aklıma getirmek bile içimi kıpır kıpır ediyor.
DEVLET-PARTİ-HÜKÜMET
ÜÇGENİNDE YEREL MEYDAN OKUMALAR
Bu
arada sakın zannetmeyin ki, Devlet-Hükümet-Parti yapısal birliği,
bütün bu dış güçlerin tahrik, tehdit ve sinir bozmalarıyla
gereken şiddette mücadele ederken, iç işlerimizi ihmal ediyor!
Kesinlikle öyle bir şey olmadığını gururla söyleyebiliriz. Her
gereken veya gerektiği düşünülen, veya gerekeceği öngörülen
noktada, ana muhalefet partisinin de, yavru muhalefet partilerinin de
işitmeleri gereken ihtarları fazlasıyla alıyorlar. Hatta bunların
bağımlılık yaptığı bile söylenebilir. Mesela duyduğuma göre,
Sayın Kılıçdaroğlu, şayet 3-4 gün
“Eyyy Kılıçdaroğlu!..” hitabetinden
uzak kalırsa, morali bozuluyor ve “Acaba
ben neleri eksik yapıyorum?”
suçlamasını kendisine yönelterek kara kara düşünüyormuş.
Bunun dışında gazeteciler, yazarlar, sanatçılar da, bildiğiniz
gibi durmadan ağız paylarını alıyorlar Devlet’in tepesinden!
Bu
kadarla kalsa iyi; Devlet-Parti-Hükümet güç birliği, otoritesini
pekiştirmek için en küçük bir zaman boşluğu bulduğunda, bu
sefer ilk hedef AKP belediyeleri ve örgütü oluyor. Üst üste
“metal
yorgunluğu” adı
verilen hastalıktan mustarip çeşitli belediye başkanları veya
çeşitli il-ilçe Başkanları istifa ettirilip, yerlerine
yenilerinin gelmesi sağlandı, başkalarına ise okkalı bir sinyal
çakıldı önümüzdeki dönem olmayacakları konusunda. Bu
arada Erdoğan siyasi literatürümüze bir kavram daha kazandırdı:
“Seçimle
gelen, seçimle gider, ancak bu arada geçen süreçte neler
yaptığını da gözardı edemeyiz” mealinden
cümleler sarfederek, kendilerinin seçimle geleni seçimden önce
“yollayabileceklerini” kendine göre yeni bir temele oturttu.
Zaten
Bekir Bozdağ da yine bu konuda ondan aşağı kalmayarak, şunları
söylemişti:
“Seçimle gelen seçimle gider, halk belediye başkanını seçerken
şahsa oy veriyor ama bir yandan da partiye veriyor. Parti bir kişiyi
koyuyorsa herhalde o kişiyi çekme hakkı da vardır.” Bu
arada harika anekdotlar oluştu: Gecenin uzayan saatlerinde Melih
Gökçek ve Erdoğan’ın Saray’da Ankara’da açılacak yeni bir
müzenin planlarını konuştuğunu öğrendik! Bundan daha büyük
mutluluk olabilir mi? Herkes siyasi arapsaçlarının gerginlikleri
üzerine soğuk terler dökerken, bakın başkan ve belediye başkanı
kültürel değerleri nasıl ele almışlar! Buna da herkes sevindi.
Sonuçta
sanki tüm cihana ve... o da yetmedi birbirimize yönelik bu bitmez
tükenmez meydan okuma ve savaş hali, kim bilir, önümüzdeki
yıllarda çocuklarımıza nasıl yansıyacak...
BU
SEVİYEDE GÖRDÜĞÜM TEK DİĞER İSİM BOBBY FISCHER
Dün
yine 1972 yılında dünyayı sarsan Spassky-Fischer satranç
kapışması üzerine olan filmi gördüm. Şaheser bir yapıt, “Pawn
Sacrifice”.
Sahnelerden birinde satrancın harika çocuğu Fischer, aynı anda
sırayla yirmi kadar masa ile satranç oynuyordu. Her masaya göz
atıp, iki saniyede en doğru hamleyi bulup uygulamak! Aklıma hemen
Devlet-Parti-Hükümet üçgensel yapımızın zirvesi geldi. Onun da
yaptığı sanki farklı mı? Yirmi
cepheye ve de üstüne CE-HA-PE’ye aynı anda dur durak demeden
haddini bildiriyor! Kaç babayiğit bunu yapabilir? Gerçekçi
olalım, dünya böyle bir şey görmüş mü?
Halkımız
kendini ne kadar güçlü hissediyordur düşünebiliyor musunuz?
Sürekli olarak dünyaya haddini bildirip, herkesin suratına kapıyı
çarpan bir lidere imrenmeyen yoktur!
Bunun ülkemizde sokağa yansımaları da muhteşem: Kadınlara
yönelik şiddeti sokaklarda trafik magandalarından ve sokak
bitirimlerinden gövde gösterisi, ürettikleri şiddetin sosyal
medyada reklamını yapan örgütler, birbirlerini bıçaklayan lise
öğrencileri, herkes ülkenin yaşadığı bu olağan üstü dönemin
yansımalarını artık kalbinde, hayatında ve özelinde taşıyor!
Evlerde bile insanlarımızın artık birbirlerine odadan odaya
“Eyyyy
karımmm! Kim oluyorsun sen ya” veya
“Eyyyy
kızzz, bana bak o sosyal hesaplarını bugün kapatmazsan, ben sana
yapacağımı bilirim” şeklinde
fetva verir gibi girişmeleri moda olmuş! Anaokullarına bir
yansıması olmuş olabilir mi henüz araştıramadım: “Eyyy
Efeeee, bir daha gözünü sütüme dikersen...”
KANDIRILMANIN
DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Ülkemizde,
dünyaya sürekli meydan okumanın getirdiği tartışılmaz gurur
dışında başka güzel şeylerde oluyor. Örneğin müftülüklerin
nikah kıyabilmesi, imamların bu kadar –sanatsal entel bir
deyimle- multi-disipliner (çok yönlü-farklı kökenli) güçlere
erişmeleri, farklı görevleri aynı anda üstlenebilmeleri gurur
veriyor. Bence ötelenen felsefe derslerine bile girebilirler, mani
hiçbir durum yok. Bilakis...
Uzun
lafın kısası, tam bir gurur dönemi yaşıyoruz. Tek sorunumuz,
aşırı iyi niyet ve güzel kalp taşımaktan oluşan “kandırılma”
durumları... Maalesef o liste de uzadıkça uzuyor. Aynen meydan
okuma listeleri gibi! Ne
diyordu gazete manşetleri Trump ve Erdoğan buluşmasında? “Hiçbir
zaman bu kadar yakın olmadık.” Şimdi kora kor komando kapışması
da çok yakın gerçekleşir, “vücut vücuda” acaba yakınlıktan
söz ederken, böyle bir öngörü mü oldu? Olduysa, bakın o öngörü
doğru. Yok bu değilse, maalesef Trump da bizi kandırmış!
Kim
ne derse desin, bu kandırılma listesi de ne kadar uzarsa, o kadar
temiz kalbin kanıtı, yansımasıdır bu! Uzlaşma
politikaları adı altında Kürtçü siyaset götürenler de
kandırmış, başkanın her tarafını A’dan Z’ye kuşatan
FETÖcüler de kandırmış, 15 Temmuz’dan sonra bir ara
Kılıçdaroğlu da kandırmış, Rusya da kandırmış, Almanya da
kandırmış, Avrupa Birliği de kandırmış, Barzani de kandırmış,
Esad da kandırmış, şimdi de Trump kandırmış... İnsan
üzülüyor!
Biliyorsunuz,
bir de Ergenekon-Balyoz-OdaTv davaları vardı Başkan
dahil herkesin
kandırıldığı... Benim korkum yarın öbür gün aynı şekilde
Cumhuriyet-Sözcü davalarının altından da aynı KANDIRILMA
hikayeleri çıkacak... Çünkü biliyorsunuz, baştan sona
Ergenekon-
Balyoz’la aynı
eğreti ve elle tutulur bir yanı olmayan senaryolar birebir
uygulanmış, benden hatırlatması...
Velhasıl,
meydan okuma konusunda puanımız tam, 10/10! Bir de
kandırılma-kanmama dersinden geçsek, Türkiye’den büyüğü
yok! O konuda notumuz çok düşük, hiç vermesek daha iyi olur
galiba!
Baksanıza, bizi kıskananlar arasına Bob Geldof da katılmış. Bu
seviyede bir ülke olmasaydık, Trump, Xi Jinping ve Putin arasında
bizim liderimizi de sayar mıydı? İyi yoldayız, artık karşınızda
ona buna ihtiyacı olan bir Türkiye kalmadı! Bu sokakların
efendisi de, reisi de, büyük patronu da bizim
ülkenin
lideri!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.