20 Ekim 2017 Cuma

ATATÜRK CHP’YE NELER SÖYLERDİ | Bedri Baykam | 19.10.2017


Hep söyleyip yapamıyorum ama gerçekten bu sefer konuyu dağıtmamak için kısa yazmaya çalışacağım. Türkiye’nin yaşadığı dış siyaset kaoslarının tamamı çok karışık, bu nedenle ister Suriye konusunda ister Amerika ve Avrupa Birliği ilişkileri, ister iç siyaset çelişkileri ve öngörülerinde çeşitli boyutlarda duvarlara çarpmak ve bunlar arasındaki çelişki yumakları karşısında akli dengenizi kaybetmek durumunda kalıyorsunuz. Başlı başına ayrı bir araştırma ve analiz konusu olan bu olguyu rafa kaldıralım ve çok yakın zamanda gerçekleşen, hatta diğeri dün yaşanan hükümetin iki muhteşem geri vitesine konsantre olalım. Bunlardan biri, Milli Eğitim’de müfredattan Atatürk’ün çıkarılması ve ancak sembolik oranlarda bırakılması, ikincisi ise müftülere resmi nikah kıyılma yetkisi verilmesi.

HANGİ TEPKİLERİ DUYUYORUZ?
BİRİNCİ KONU: MÜFREDAT
Çocuklarını gerici bir müfredat anlayışına teslim etmek istemeyen anneler ve babalar bu konuyu gündemde tutuyorlar ve bu ağır geriye gidişi kesinlikle kabul etmeyerek şiddetle karşı çıkıyorlar. Bu konuda gazetelere yazıyorlar, imza topluyorlar, aralarında toplantı yapıp kendi güçlerini birleştirip avukatlarla konuşup ne yapabileceklerine bakıyorlar ve bir muhalif siyasi partiye giderek bu tepkilerini ayrıca onlara iletiyorlar. Milli Eğitim’in önce felsefe ve sanattan, arkasından da bağımsız bilim ve Atatürkçü ilkelerden uzaklaşmasını kendilerine yediremiyorlar. Yerlerinde duramıyorlar ve ellerinde hangi gücün olduğunu saptamaya çalışıp bunları üst üste koyup nereye varabileceklerinin hesabını dehşet içinde yapmayı sürdürüyorlar. Çeşitli çağdaş dernekler ve TGB gibi gençlik grupları, durumu kabullenemiyorlar.

İKİNCİ KONU: MÜFTÜLERİN RESMİ NİKAH YETKİSİ
Bu konuda da başta Atatürkçü dernekler ve kadın dernekleri, yurdun her yerinde ayaklanarak laiklik ilkesini yok etmeye çalışan bu uygulamayı protesto ettiler, pankartlarını açtılar, sloganlarını attılar, seslerini kaybedercesine haykırdılar. Atatürk’ün kendilerine onca batı ülkesinden daha önce verdiği tüm hakları geri almak isteyen yobaz uygulamalara karşı vücutlarını siper ettiler. Aynen Semih ve Nuriye ve açlık grevi süreçlerinde onlara destek veren ilerici demokratlar gibi dayak yediler ve derdest edildiler. Terörist muamelesi gördüler. Hangi polisten? Her sabah Atatürk fotoğrafına bakarak görevine başlayan ve yasalarını savunmakla mükellef olduğu bu Cumhuriyetin, yasalarında yer alan laiklik ilkesine de bağlı olması beklenen polisten. Onlar bu toplumda halen annelerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, sevgililerimiz, hayranı olduğumuz düzeylerde entelektüel yaşama ve bilime hizmet eden beyinlerimiz. Ama onlar şu anda bu görevleri bırakıp cumhuriyet bekçisi oldular, Atatürk’e olan görevlerini hatırladılar. Zaten çoğunu birinci dereceden tanıdığım için şunu da eklemem lazım, ne zaman unutmuşlardı ki bu görevi? Hiçbir zaman! Ben onlara hayranım, o Atatürkçü Türk kadınları hiçbir zaman yüce önderin kendilerine hediye ettiği hakları ve değerleri unutmadıkları gibi, işlerini güçlerini bırakıp, hatta kimi zaman aile sorumluluklarını ikinci plana kaldırıp her türlü riski alarak bu “koruma” görevlerine devam ettiler, ediyorlar.
Onlar devam ediyor da, yanlarında blok oluşturması gereken diğer büyük kurumlar, erkekler liderler siyasi partiler nerede? Bu soruyu onlar da soruyor duyarlı halk kesimlerimiz de...

KURBAĞA FIKRASINI BİLMEYEN KALMADI DEĞİL Mİ?
Tarih 1993’tü. Prof. Dr. Selçuk Erez anlatmıştı bana. Ben de Cumhuriyet’teki köşemde bunu hemen yazmıştım. Yalan söylemeyeyim, daha önce hiçbir yerde yayınlandığını ben görmedim, duymadım. Siz biliyorsanız, daha önce okumuşluğunuz veya bu konuyu yazmışlığınız varsa lütfen bana bildirin ben de öğrenmiş olurum ama sonuçta benim bildiğim o fıkra o günden sonra meşhur oldu yayıldı gitti. Ne diyordu fıkra? Siz kurbağaları sıcak suya atarsanız derhal refleksle ciyak ciyak bağırıp kendilerini suyun dışına atmaya çalışırlar. Halbuki ılık suya koyarsanız ve suyu çok yavaş ısıtırsanız, kurbağalar ne olduğunu anlayamadan yavaş yavaş pişirildikleri için refleksleri harekete geçemez ve ne olduğunun farkına varamadan orada öyle kalıp, fokur fokur kaynamaya başlayıp şaşkın şekilde önce öbür dünyaya sonrada yenecekleri tabaklara geçiş yaparlar. İşin komiği şu, ben dokuz veya on yaşındayken bir arkadaşımın ailesinin getirdiği bir aşçı, bu kurbağa pişirme işini o yanlış yöntemle gözümün önünde denedi ve ben ciyak ciyak bağırarak kendini suyun dışına atan ve mutfakta sağa sola koşturan kurbağaları bizzat gözümle gördüm!
Kurbağa fıkrasının siyasetimize nasıl yansıdığını, yaşamın her zerresini yavaş yavaş nasıl değiştirdiklerini çok iyi biliyorsunuz. Bizlerse ciyak ciyak bağırıp dev nümayişlerle kendimizi sokağa atamadan, buradan tepki koyarak, makale yazarak toplantılar yaparak “olmaz böyle şey” diyerek, arada ufak naralar atarak sözde tepkimizi ortaya koyuyoruz ve kurban olarak acı sonumuza doğru artık hayli fokurdamış suda pişmeye devam ediyoruz! İşin akıl almazı, bu durumu neredeyse 30 yıla yakın bir süredir yaşıyoruz! Yani bizler 30 yıldır pişiriliyoruz, insaf birader! Hani Cemal Reşit Rey’de içki yasağı geldi ya, mesela o günden beri pişiriliyoruz; ya da resim öğretmenleri atanmadı ve felsefe dersleri kaldırıldı ya, o günden beri pişiriliyoruz; her yere hastane-üniversite-müze yapmak yerine durmadan camii ve imam hatip liseleri yapılmasını seyrettik ya, AKM durup dururken kapatıldı, içkili restoranların masaları kaldırımlardan kaldırıldı ya, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı” Kars’ta yok edildi ya o günlerden beri pişiriliyoruz!
Fıkranın anlamını hala anlamadıysanız, yardımcı olayım: Alıştırıla alıştırıla delirtildiniz. Halbuki pek o kadar da ılık suda pişirilmediniz, ama öldürücü süreç 25-30 yıla yayıldığı için kişisel tüm tepki reflekslerinizi kaybedip “bu muhalefet de birşey yapmıyor ki” cümlesine yenildiniz. Kendinizi etkisiz ve yetkisiz, pasif bir seyirci olarak konumlandırdınız.

GELELİM MUHALEFETE VE CHP’YE, ONLAR HANGİ SULARDA PİŞİRİLDİ?
Bugün Türkiye’de muhalefetten söz edilirken, maalesef insan bu kavramı nereye oturtacağını bilemiyor. Vatan Partisi laiklikle ilgili konularda hükümete tam muhalif, dış politikada hükümetin büyük destekçisi. HDP ise siyaset yapamaz bir parti haline dönüştürülmüş durumda. Demirtaş’ın yaşadığı mağduriyet ortada. Tabii HDP kendi ağır özeleştirisini de yapmaya mecbur, o ayrı bir konu. Ama zaten Atatürk ilke ve devrimlerini pek ağzına almayan HDP, bugün değindiğimiz bu dramatik ortamda pek bir ağırlık taşıyamıyor. MHP, bildiğiniz gibi. Artık muhalefet partileri arasında yer almıyor. Daha çok yavru iktidar, zirveye hizmet partisi rolünde. Hatta burada saydığımız ana şikayet konularımız da tabi ki Sayın Bahçeli’nin 2015 Haziranı’ndan beri AKP’ye olan tartışılmaz desteği sayesinde oldu!
Gelelim CHP’ye... Her biri yakın arkadaşım, dostum, yoldaşım olan sevgili CHP’lilerin normalde bu iki ağır toprak kaymasına karşı neler yapmaları lazım, şimdi ise ne yapıyorlar?
Hiçbiri yanlış anlamasın, her biri parlamento kürsüsünden değerli itiraz sesleri yükseltiyorlar, her biri önemli vurucu demeçler veriyorlar. Hiçbirini yadsımıyorum ve kendilerine teşekkür ediyorum.
ANCAK: Sevgili arkadaşlar, gerçek Türkiye’de, bırakın bu iki geri vites eylemini, herhangi bir insan kalkıp bu iki akıl almaz Cumhuriyet karşıtı eylemi aklına getirip, böyle bir niyetin adını ansa, yeryüzünün en şiddetli itiraz ve pişman edilme fırtınasına tutulurdu. Atatürk devrimlerine ve kadınların en büyük medeni kanun kazanımlarına bu şekilde ihanet edilmesinin soyut düşüncesi bile, Türkiye’de hem halkın, hem siyasi partilerin, hem de kurumların kaldıramayacağı bir şekilde Cumhuriyetin hanesine tecavüz olarak kabul edilirdi.

ATATÜRK CHP’DEN NE BEKLERDİ?
Sevgili CHP’lilerin bu konuda neler yapmaları gerektiğini tam olarak hatırlamaları için MYK olarak topluca Anıtkabir’e gidip bu soruyu Atatürk’e sormaları son derece etkili olabilir! Ben atanın neler söyleyeceğini tahmin edebiliyorum. Mesela “Siz bu dayatmaları ve devrim iptallerini kabul edebiliyorsanız, neden hala benim resmimin her yerinde yer aldığı bir partide görev yapıyorsunuz? Benim size bıraktığım mirası böyle mi koruyorsunuz? Bunun kadınlarımıza ve toplumumuza vereceği zararı görmekten aciz misiniz?” derdi. Ya da o noktaya gidip, “Bizim yerimizde Atatürk olsaydı, şu anda ne yapardı? Halkı ile bütünleşip hangi dev mitingi düzenlerdi, kendini dünyaya nasıl dinletirdi?” sorusunu birbirlerine sormaları da bir o kadar etkili olur!
CHP, bırakın yıllardır yaşadığımız tüm olumsuzlukları, %51 iddiasıyla değiştirilen koca rejimi, yalnız burada hatırlattığım iki verinin gereğini yaparak Türkiye tarihinin gördüğü en büyük ve en tarihi mitingleri yapabilir, yapmalıdır! Alıştırılarak delirtilen ülkemizin “ana muhalefet” partisi, bu iki konunun “MTV zammına karşı çıkmak” gibi güncel bir oynak siyaset konusu olmadığını, Cumhuriyet’in kalbini tehdit eden bir saldırı olduğunu anlamalıdır. “Biz halkımıza avukat vereceğiz, itiraz etsinler bu müfredata” veya “kadınlarımız bu şekilde evlendirilirse, hemen gidip baksınlar bakalım belediyenin medeni kanun listelerine evlilikleri yansımış mı yansımamış mı,” kontrol etsinler demek bir çıkış kabul edilemez, tam tersine büyük bir mağlubiyetin tescili onayı ve kabulü anlamına gelir bu tavırlar.

CHP derhal demokratik haklarını kullanarak örgütü, ülkemizin kadınları ve aydınlanmacı halkı ile beraber sokağa çıkarak ses vermelidir. Başka hiçbir çözüm ve alternatif yoktur. Yoksa bu geriye kayış, bir sabah vakti, “şalvar ve peçe mecburiyeti ilan edildi(!)” bildirisine kadar gidecektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.