Yazar dostum Nihat Genç, geçen
haftaki Adalet Kurultayı hakkındaki yazım üzerine bir yazı
kaleme aldı: “Bedri Baykam’a yanıtımdır”
Okuduktan sonra kendisini aradım ve
teşekkür ettim. Sonuçta iyi niyetinden zerre kadar şüphem yoktu,
çünkü artık bu alanda 30 yıldır feleğin her çemberinden
geçmiştik ve birbirimizi tanıyorduk. Onunla her zaman aynı şeyi
düşünmüyor olsam da, bu aramızdaki genel dayanışmaya mani bir
durum değil. Açık konuşmak gerekirse zaten bu tartışmanın
böyle bir hal almasının nedeni, yıllardır ülkedeki partileri
yöneten siyasilerin abartılı şekilde yanlış kararlar
almalarıydı. İşin özü bu olduğu için, aynı hedefe koştuğunu
bilen iki insanın, içinde yaşamaya mecbur edildiği ortamın
çelişkileri, zaafları ve mantıksızlıkları nedeniyle karşı
karşıya gelmeleri normaldi.
Yazıyı her zamanki gibi, kendi
söylediklerinden ve geçmiş tüm makale ve eylemlerinden “emin”
olan bir insanın rahatlığı ile okudum. Zaten en büyük servetim
de bu faturasızlık ve mantık üzerine inşa edilmiş algı-yorum
sistemim. Nihat Genç’in yazıdaki hatalarından biri,
Danton-Robespierre kıyaslamalarını bizim dönemimize, dolayısıyla
CHP-Bedri Baykam ve Türkiye’deki diğer bazı aydınlar üzerinden
bir kıyaslanma şablonuna oturtmaya kalkışmasıydı. Kaçınılmaz
şekilde anakronik ve çelişkilerle dolu, uyumsuz bir dönem
karşılaştırması denemiş Nihat.
Fransız Devrimi’nin dünya tarihine
yön veren bir aydınlanma ateşi oluşturduğu konusunda hemfikiriz.
Bu devrimin temel metni olan İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi, Jefferson’un Amerikan Bağımsızlık
Bildirgesi’ndeki “Bütün insanların eşit
yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat,
özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı
haklar verildiğine inanıyoruz” cümlesinden ve halkın,
istismara kalkışan despot yönetimleri devirme hakkına ve görevine
sahip olduğunu belirten temel metninden esinlenerek oluşturulmuştu.
Arkasında Voltaire, Diderot, Montesquieu ve Rousseau’nun da
felsefeleri vardı. Mustafa Kemal’in ise, Türkiye Cumhuriyeti’ni
kurarken üzerinde en çok kafa yorup model olarak aldığı çıkış
Fransız Devrimi’ydi.
Genç’in kurmaya çalıştığı
karışık ve uzun kıyaslama şablonlarının gidişatında kah
Robespierre, kah Danton oluyorum sanırım... Ayrıca Genç’in de
kendisine hangi rolü biçtiği tam anlaşılmıyor. 228 yıl ve 2730
kilometrenin, ayrı bir galaksi kadar uzak gerçeklerinde
yaşananların yorumu, özellikle son Çanakkale Adalet Kurultayı
üzerinden, CHP’nin son yıllardaki gidişatına monte edilmeye
çalışılmış. Hadi peki, bu entelektüel çabaya da saygıyla
bakıyorum. Uysa da, uymasa da...
Fransız Devrimi, öncesi, sonrası ve
iç hikayeleriyle sayısız filme, romana, tarih yorumuna ve on
binlerce kitaba konu olmuş dipsiz bir kuyu... Bize verdiği en
esaslı ders, “Devrim kendi çocuklarını yer” sendromundan
kurtuluş olmadığı. Bu, gerçekliği kanıtlanmış fiziksel veya
kimyasal veriler kadar tartışılmazdır. Bu konu beni de, kendi
tarihimi de etkilemiştir. Giyotin inerken dehşet içinde işlediği
suçun kendisini de vuracağını bilen korku dolu Robespierre’i
resmederek, 1985’te “Danton Kanını Boş Yere Kaybetmedi”
isimli resmimi yapmıştım...
ÇANAKKALE ADALET KURULTAYI’NA
GELİRSEK...
Öncelikle “Çanakkale’de
ahlaksızca içki içtiler” saldırısı üstüne birkaç yorum
yapmak lazım: Laik bir toplumda bira veya şarap içmek suç veya
günah kabul edilemez. Ne yazık ki toplumumuz o kadar geriledi ki,
bu suç kavramı tartışılmaya bile gerek görmeden de facto
kabul edildi! Medeni bir toplumda insanlar serinlemek için ister su
içer, ister ayran içer, ister şerbet içer, ister bira içer.
Dolayısıyla ben “birkaç densizin işidir” diye bakmadım.
Ortalıkta, bira içip, taşkınlık yapıp, kontrolden çıkan
insanlar olsaydı, bir derece bu yorumları anlardım. Hiçbir medeni
ülkedeki bir kampta gece sükûnet içinde içilen bir bira olay
konusu olmaz. Yobaz ülkeler hariç... Bunu herkesin aklında
tutmasında yarar var. CHP’liler Çanakkale’de yüz kızartıcı
hiçbir şeye girişmediler. Yani sevgili Nihat’tan o konuda
ayrılıyorum. Her şey çok sorunsuz bir biçimde ilerledi.
Bu arada o 3-4 gün boyunca, orada çok
güzel sahneler yaşandı. “ABANTKALE” gibi talihsiz bir
benzetmeyle verilen Kurultay’da, yurdun her yerinden gelen aydın
insanlar sabahtan akşama yurtseverlik içinde demokrasiye sahip
çıktılar. Belki de insan görmediği bir etkinlik hakkında bu
kadar iddialı laflar etmemeli. Özellikle bu yorumlar çok öznel
biçimde hataya açık veriler üzerine kurulmuşsa... Önyargı, bu
kadar hassas konularda ağır yanılgılara neden olabiliyor.
CHP İLE BAYKAMLARIN 70 YILA
YAKLAŞAN İLİŞKİLERİ ÜZERİNE...
Uzun ve çetrefilli yollarda her parti,
her zaman, herkesin istediği gibi yönetilemez. CHP’nin de son
yıllarda özellikle benim veya Nihat Genç’in görmek isteyeceği
şekilde yönetilmediği, gerek Deniz Baykal döneminde gerek
Kılıçdaroğlu döneminde bizi veya başka sayısız ulusalcıyı
çileden çıkaran karara imza atıldığı da ortada.
Fakat bazı yorum farkları getirmem
lazım. Babam Dr. Suphi Baykam’ın CHP Gençlik Kolları’nın
Kurucu Başkanlığını ve “Ortanın Solu”nun 1965’te ilk
sözcülüğünü üstlendiği, Grup Başkan Vekilliği yaptığı
Parti’de, ben de 90’ların 2. yarısında Parti Meclisi Üyeliği
yaptım, ardından 2003’te de Genel Başkan adayı oldum. Parti’nin
içini, doğduğumdan beri -diyelim ki Nihat Genç’ten ve
Türkiye’nin %95’inden daha iyi bilirim.
Genç’in söz ettiği konularda, en
sert çıkışları yapan Partililerden biriyimdir ve bunu herkes
bilir. FETÖ, PKK ve 2. Cumhuriyetçilere karşı benden daha çok
kavga etmiş insan zor bulursunuz. Zaten 19 Aralık’ta da şikayetçi
olduğum VIP Dinleme Davası’nda, bana karşı kumpas kuran çete
hakkında Silivri’de davaya katılacağım.
Parti’nin geçmişine bakarsak,
1989-90 ekseninde 163. maddenin sorumsuzca kaldırıldığı SHP
döneminden 1994’teki sorumsuz ötesi solda bölünmeyi durdurmak
için aylarca sabah akşam yaptığım çalışmaya kadar, tüm Parti
Meclisi Üyesi olduğum dönemden, Genel Başkan adaylığı kampanya
dönemime kadar, her zaman Parti’de Atatürkçü görüşü öne
çıkarmak, yobazlık ve bölücülükle mücadele etmek için
çalıştım. 2010’da Genel Merkez’e sunduğum tüzük yenileme
çalışmamda ise, tüm demokratik kanalları açık bir partileşme
modelinin nasıl gerçekleşebileceğini genç arkadaşlarla beraber
en ince detayına kadar sunduk. Ekmeleddin İhsanoğlu krizinde,
Parti’nin “intiharvari” seçimine karşı, Emine Ülker
Tarhan’ı demokratik kitle örgütleri olarak aday çıkardık.
Yaptıkları ısrarlı ve anlaşılmaz hatalara karşı, geçmişte
Parti’nin Genel Başkanlarını açık mektupla istifaya davet
ettim.
Tüm bu hatalı gidişatlara en ağır
tepkileri Parti’nin içinden vermiş bir insan olarak, şimdi bu
kritik ağır şartlarda, halka güven saçan ve moral veren
Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü ve Kurultayı’nı
görmezden gelecek halim yoktu. Ayrıca bilmem tekrar hatırlatmama
gerek var mı, bunlar CHP etkinlikleri değildi, herkese açık
etkinliklerdi. CHP rotasından farklı düşünen birçok insan
da gelip katıldı, görüşlerini sundu. Burası bir CHP Kurultayı
olmadığı için de herkes sükûnetle dinledi. Bu demokratik bir
olgunluktur.
KADROLAR GELİR GİDER, BEN KENDİ
DURUŞUMA BAKARIM!
Sonuçta, CHP
konusunda ben kendi duruşuma bakarım. Genç’in de kabul ettiği
gibi bu Parti’de benim de son yıllarda ön saflarda yer almam
istenmemiştir. Hatta 2003’te net olarak Genel Başkanlığı almak
üzere olduğum görüldüğünde traji-komik şekilde Genel Başkan
seçimine birkaç saat kala apar topar tüzük değiştirilmiş ve
resmi onaydan geçmeden oracıkta yürürlüğe konmuştur. Ama bu
veya başka mesafe koymalar, benim partiyle ilişkimi asla
değiştirmez, CHP’liliğimi etkilemez. Dikkat ederseniz, birçok
kadro gelir geçer ve değişir, ama ben kalırım. Hatta halk da
sokakta beni hep CHP Milletvekili sanmaya devam eder. Çünkü ben
zaten hissiyatımda “milletin vekili”yimdir. Ben inandığım
Atatürk’ün Partisi’nde yoluma devam ederim. Benim Parti’ye
“küsme” lüksüm yoktur.
Genç’in yazısında beni ciddi
rahatsız eden tek şey, “dikkatli olun, öyle böyle değil,
çok dikkatli olun..” şeklinde dikkatsiz bir dost uyarısı
gibi kaleme alınmış ama maalesef herhalde farkına varmadan tehdit
kokan bölümdür. Tüm yazıda bir tek o bölümü, Genç’in
tecrübesine ve duruşuna yakıştıramadım.
REEL SİYASETİN ACIMASIZ SİVRİLİĞİ
Kimse siyaset yapmaya mecbur değildir.
Ama ister Parlamento’da, ister derneklerde, ister basında siyaset
yapanlar, gerçekçi olmayan ve siyasette yalnız çözümsüzlükleri
ve tıkanıklıkları değil, o dönemdeki en iyi çıkış yollarını
göstermeye mecburdurlar. Reel siyaset yuvarlak laflar kaldırmaz,
herhangi bir akış yanında büyük bir hata yapanlar daha sonra
ömür boyu bu hata ile yaşamak durumunda kalırlar. Mesela, 1994’te
birleşmemek için inatçı şekilde ısrarcı olanlar, 2003’te
tüzük değiştirme rezaletine parmak kaldıranlar veya Ekmeleddin
İhsanoğlu’na CHP Cumhurbaşkanı adayı olarak oy veren
Milletvekilleri, ömür boyu bu ağır pişmanlıklar ile
yaşayacaklardır. Keza, bugün “CHP’yi beğenmiyorum ve
desteklemiyorum” diyenler, pasif kalsalar bile Erdoğan’ı ve
bu iktidarı destekliyor olacaklardır. Bunu engelleyemezler. 2019’da
Meral Akşener’i destekliyorum deseler bile, yine ancak CHP ile güç
birliği yaparak bu düşüncelerini iktidara taşımayı
deneyebileceklerdir. Bunu yapmazlarsa boşa konuşuyor, ülkeye ve
kendilerine zaman kaybettiriyor olurlar. Yanlış anlamayın, tabii
ki değerli bir anlamı vardır söylediklerinin, ama siyasette bir
karşılığı yoktur. CHP’yi kötülemek veya iğneleyerek
aşağılara çekmek, Türkiye’yi kurtarmaya yetseydi, Türkiye
şimdiye kadar bin kere kurtulurdu! Mesela 2019’dan önce hala
kafalarına göre yeni, ideal, ulusalcı bir parti kurmayı düşünen
ve kendilerini bu şekilde avutan başka rüyalar aleminde
arkadaşlarım da vardır. Daha önce bu yolun en az on kere
denendiğini hatırlamadan heyecanla bu senaryolara tekrar
girişebilirler! Nihat Genç veya başkaları, CHP’nin suç
dökümlerini yaparak o kapıyı sonuna kadar kapatmaya da
çalışabilirler! Ama yerine başka somut bir çıkış sunamazlarsa
iktidarın yoluna su taşımaktan başka bir şeye hizmet etmiş
olmazlar, hem de farkına varmadan! İşte o zaman onların ne
diktadan, ne şeriattan, ne hukuksuzluktan çıkış konusunda bir
plan sunamadıkları ortaya çıkar. CHP’yi beğenmeyenler
ayaklarını yere basarak başka bir somut ve kitleleri ikna
edebilecek alternatif sunmak durumundadırlar; sunamazlarsa
demokratik bir kurtuluş planları yok demektir.
KİMSE HALKI ÇÖZÜMSÜZLÜĞE
HAPSEDEMEZ!
Şimdi size, bu yanıtımın en
kilit cümlesini sarf ediyorum: Türk halkını çözümsüzlüğün
katı ve boğucu duvarları arasına hapsetmeye kimsenin hakkı
yoktur. Örneğin “hiçbir parti oy hak etmiyor, sandığa
gitmeyin” diyerek hava attığını sanan burnu havada bir “aydın”
varsa, bilin ki bugünkü iktidarın en çok duymak isteyeceği
propagandayı yapmaktadır! “Yeni bir ulusalcı Parti kurup
Samsun’dan yürüyelim” diyen aydın varsa, ne kadar iyi
kalpli olursa olsun, yine günümüz iktidarının oy parçalanması
adına destekleyeceği bir insan olmaktan öteye geçemez. Çünkü
CHP, siz ister beğenin, ister beğenmeyin, Cumhuriyet’in Atatürkçü
halk tabakalarının içine nüfuz etmiş, yalnız il-ilçelerde
değil, köylerde, kasabalarda, beldelerde örgütlenmiş ve o ateşi
her yörede az ya da çok taşımış, içi Cumhuriyet aşkı ile
dolup taşanların Partisidir. Siz isterseniz on bin kişilik salon
toplantısı doldurup marşlar söyleyin, varabileceğiniz hiçbir
yer yoktur. Bu dediğinizi, Cumhuriyet’in en sağlam aydınları
, Mümtaz Soysal’lar, Yekta Güngör Özden’ler, Vural Savaş’lar
yakın zamanlarda denemiş, dev birikimleri ve tertemiz kalplerine
rağmen, onlar bile zaman ve para harcamak dışında bir yere
varamamışlardır. CHP, Türkiye’nin çıkışını
arayabileceği tek Parti’dir. Tekrar ediyorum, Akşener’in
sağ-merkezden kurduğu Parti ilerlese bile, muhalefet ancak
işbirliği ile bugünkü yapıyı değiştirmeye yeltenebilir. Aksi,
lafı-güzaftır. CHP’ye benden daha bağlı bir Parti’li pek
bulunamayacağını herkes bilir. Ama öte yandan, CHP’yi her
gereken noktada, benden daha çok ve daha sert eleştirmiş hiçbir
CHP’li de yoktur. Önemli olan, Cumhuriyet’in vicdanı ve
kalbi olarak, Atatürk’ün partisini sürekli olarak doğru
yörüngeye çekme çabasıdır. Bu siyasi gerçekçilik ve
dürüstlüktür. Evet, herkes siyaset yapmaya mecbur değildir. Ama
Türkiye için söyleyecek sözü olan cesur yürekli insanların
CHP’ye girerek, Parti’yi istedikleri Cumhuriyetçi, demokrat,
ulusalcı yörüngeye çekmeye çalışmaları, benim onlara somut
önerimdir. Zaten bunun dışında yalnız çözümsüzlük vardır.
Bu düşüncelerle, sevgili dostum Nihat Genç’i, kefil olacağım
yurtsever, Türkiye aşığı ödünsüz kimliğiyle, güzel
kişiliğiyle CHP’ye davet ediyor, mücadeleyi her aşamasında
Parti içinde sürdürmesini bekliyorum. Sevgilerimle....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.