Bu
hafta size gündemde olan malum birçok konuyu yazabilirdim. Mesela
“AKP yeni devlet
kuruyor” diyen
densiz bir Ayhan Oğan’ı, alçakların 15 yaşında şehit ettiği
Eren Bülbül’ü, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik
salvo denemelerini ve bildiğiniz onca diğer konuyu... Ama nasıl
olsa bunlar hakkında ne düşündüğümü biliyorsunuz, dipsiz
birer kuyu... Bu yüzden bu hafta aklıma takılan başka bir insani
konuyu gündeminize getireceğim. Size
futbol dünyamızdan iki insandan söz ederken, aslında benzer
durumlar yaşayan her meslekten, akademisyen, sporcu, müzisyen,
gazeteci, sanatçı ve HATTA bazı politikacılara yapılan tüm
haksızlıkları düşünerek yazıyorum...
BİR
MAÇIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Geçen
hafta İzmir'de bir Süper Lig maçı oynandı: Göztepe-Fenerbahçe.
Geçen sene Göztepe’nin hocası, son 10 maçta Yılmaz Vural’dı.
Vural Göztepe’yi hem play-off’a taşıdı hem de Süper Lig’e.
Tabi biliyorsunuz, Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz;
hemen Yılmaz Vural’ın işine son verildi! Süper Lig’e çıkma
heyecanını bu yeni platformda yaşamaya hazırlanan ünlü hoca hem
şaşırdı, hem de şaşırmadı. Çünkü artık fazlasıyla bu
ülkenin insan kumaşını biliyordu. Bugün size ilk olarak
Vural’dan söz edeceğim.
Göztepe-Fenerbahçe
maçında sahada olması gereken bir diğer isim, Fenerbahçeli
Miroslav Stoch’tu. Ama o da bir gün önce Fenerbahçe ile
yollarını ayırmış ve Slavia Prag formasını giymek üzere
ülkemizi terk etmişti. Bu iki ismi ele aldıktan sonra, yaşamın
haksızlık yapma alışkanlığını biraz deşip dünyanın neden
böyle bir yer olduğunu sizlerle sorgulamak istiyorum.
TÜRKİYE’NİN
TARTIŞMASIZ EN SEVİLEN TEKNİK DİREKTÖRÜ: YILMAZ VURAL
Bugün
sokağa çıkıp milli takım teknik direktörlüğüne kimi
istiyorsunuz diye sorduğumuzda halkın tartışmasız büyük
çoğunluğu Yılmaz Vural diyor, bu yanıt tartışmaya açık
değil. İyi de, insanlar niye seviyor Yılmaz Vural’ı? Hemen
sıralayalım: Samimiyetini, cana yakınlığını, sokaktaki
insanlarla diyaloğunu, saha kenarındaki heyecanlı ve babacan
tavırlarını, özel kimyası ile insanlara kendisini, futbolu ve
takımlarını sevdirmeyi başarmasını, esprili ve nüktedan bir
insan olmasını, sanki yıllardır sofranızın, evinizin
misafiriymiş gibi hissettirmesini, futbolu çok iyi bildiği
konusunda herkese güven vermesini...
Bir
gerekçe daha var... Belki
en son onu söylüyoruz, ama önemsiz olduğu anlamına gelmiyor:
Bugüne kadar uğradığı haksızlıklara karşı onunla ayrıca bir
dayanışmaya girdiğini hissediyor halk! Ne yazık ki şaşırtıcı
bir şekilde ne milli takım ne de üç büyükler, Yılmaz Vural’a
hak ettiği değeri vermeye yanaşıyor! Sanki hep aynı isimler
etrafında dönmeye mecburlar veya yabancı isimlere prim vermek
durumundalar...
Örneğin Fenerbahçe’nin Aragones, Advocat ve Pereira ile uğradığı
hüsranlar geliyor aklıma... Değdi mi diye soruyorum: İlla bir
yabancıya milyonlarca Euro verip ne huyumuzdan, ne suyumuzdan, ne
ülkenin gerginliklerinden, ne futbolcumuzdan hiçbir şey anlamayan
insanlara teslim olma merakı neden bu kadar yoğun bir hastalık? Bu
yabancılar ülkemize alışana kadar, oyuncuları tanıyana kadar,
Türkiye ligini anlayana kadar zaten sezonun yarısı geçmiyor mu?
Ya Galatasaray’a ne demeli? Hiçbir sonuç alamadığı yabancı
İtalyan hocaların üstüne, şimdi de Tudor isimli Karabük’ten
takımını terk ederek gelmesi istenmiş bir belirsiz isim.
En
son geçen ay milli takıma yeni hoca aranırken hala Lucescu’dan
medet umulması ciddi bir hayal kırıklığı. Romen hoca kalkıp
bütün lig maçlarını izliyor ve her maçta sahada en fazla iki
Türk oyuncuyu (!) görme fırsatı buluyor. Yılmaz Vural ise bütün
Türk oyuncuları, belki 15 yaşlarından beri takip ediyor. Her
birinin hangi yemeği sevip sevmediğini bile biliyor, ama ne yazık
ki yine yabancı hayranlığımız ağır basıyor! Sevgili
Uğur Dündar’la bu yanlış karar alınmadan önce “milli takım
teknik direktörü Yılmaz Vural olmalıdır” diye bir video
yayınladık; halk da Twitter’da aynı şekilde kampanyalar yaptı
ama nafile!
Yılmaz
Vural’ın “imajını” beğenmeyen içi boş “snob mösyöler”
var: Yok efendim fazla şov yapıyormuş, yok efendim saha kenarında
futbolcu tokatlamış, yok efendim büyük takımları kaldıramazmış!
Futbol zaten bir şov
oyunu, halk da bu samimi şovu ve hocadan saha kenarı göstermesini
istiyor! Aynen basketbolda Obradoviç’in yaptığı gibi! Ama aynı
şovu yapan Türk olduğu zaman ve adı Yılmaz Vural olduğu zaman
anlaşılan sorun oluyor!
Sempatik
hoca, güzel insan, kıymetli teknik direktör Yılmaz Vural tüm
bunlara rağmen olumlu zihniyetiyle, güler yüzlülüğüyle,
sertleşmiş derisiyle, yaşadığı haksızlıklara ve hayatta elde
edemediği büyük bir takım çalıştırma hakkına ulaşamamasıyla,
64 yaşını
umursamadan, dünyanın en üst düzey teknik direktörlük
diplomalarıyla, hayata ve insanlara olan bağlılığıyla, sırasını
bekliyor...
FENERBAHÇE
EN İYİ OYUNCUSU STOCH’U HARCAYARAK İNTİHAR ETTİ!
Futbolu
biraz takip edenler için, Stoch’tan “Fenerbahçe’nin en iyi
oyuncusu” olarak söz etmem, şaşırtıcı olabilir. “En iyi”
derken, takdir edersiniz ki bu sene transfer edilen oyunculardan söz
etmiyorum. Çünkü onları henüz seyretmedik. Belki de Giuliano,
gerçekten yeni bir Alex olur. İnşallah! Dört senedir bekliyoruz,
yeni Alex’i... Ben geçen yılki kadrodan söz ediyorum.
BİR
YILDIZI ZORLA SÖNDÜRMEK...
Stoch,
yıllardır Fenerbahçe'nin oyuncusuydu.. Attığı her gol,
izleyicilerin beynine kazınan bir güzellik abidesiydi.. Saymaya
başlasam, sonunu getiremeyiz. Buna rağmen birkaç sezon hariç,
Stoch neredeyse Fenerbahçe'de hiç oynatılmadı! Ya olmadık
takımlara kiralandı ya da yedek tutuldu. Hafızamızı tazelemek
son derece kolay. Google'a girerseniz bu golleri hemen bulursunuz ve
afiyetle seyredersiniz. Stoch
hakkında uydurulmuş koca bir yalan vardır: "Efendim
zaten hep aynı golü atıyordu. Topu al, sağa çek sonra kalecinin
sağına yerden vur! Sonra takımlar bunu çözdü, onu da atamaz
oldu".
Tarihte atılmış en kuyruklu futbol palavrası bu olsa gerek!
Stoch'un attığı diyelim 20 golün analizi, ortaya sahayı ve
özellikle sağ ayağını mükemmel şekilde kullanarak birbirinden
farklı golleri atan bir futbol virtüözünü gösterir! Yalnız
birkaç maçı hatırlatacağım size... Geçen yılki Grasshoppers
UEFA elemeleri: Stoch dk 67’de giriyor maça ve attığı farklı
iki enfes golle maçı 3-0’a taşıyor. Rövanşta yine 2-0
kazanıyor Fenerbahçe, Stoch 2. golü bir kontratakta atıyor. Yine
geçen yıl Zorya ile oynanan UEFA ligi maçı: Maç 0-0, kilidi
açamıyor bir türlü Sarı Lacivertliler... Maçın 2. yarısında
Stoch giriyor ve 35 metreden bir füze çakıyor. Kalecinin topu
görmesi mümkün değil! Sonra ne mi yaşanıyor? O maçtan sonra,
Stoch mükafat olarak neredeyse hiç dakika bulamıyor, geçen yılki
hoca Advocaat'tan! Bu arada buna rağmen, ortada şöyle bir
istatistik var: Ozan, Alper ve Volkan'ın attığı gollerin TOPLAMI
kadar gol atıyor Stoch geçen yıl! 4'ü Avrupa Kupası, biri Kupa,
2’si hazırlık maçı galiba... hem de bu futbolcuların 1/20’si
-yani yirmide biri- kadar oynamasına rağmen!!!
Son
hatırlatacağım dakikalar bu yıldan: Monaco ile hazırlık maçı
oynuyor Fener... Dakika 75, 1-0 mağlup. Stoch giriyor maça... Önce
hemen 35 metreden bir füze çakıyor, kaleci son anda uçup
çıkarıyor. Bir dakika sonra verdiği bir ara pastan bir forvet
düşürülüyor ve frikik alıyor Fener. Stoch harika bir ölü
yaprak vuruşunu köşeye ampul gibi asıyor. Dakika henüz 77! Bir
dakika sonra, sağdan gelen bir pasa, gelişine nefis bir şut atıyor
ama kaleci uçarak çıkarıyor. Maç, Stoch'tan önce ve sonra diye
ikiye ayrılıyor. Fenerbahçe’de onun dakika/gol oranına
yaklaşan kimse yok. Hem de forvet oynamamasına rağmen.
“Herhalde
Fenerbahçe’nin dış transferlerden önce acilen kendi çıkarları
çerçevesinde, kendi çocuğu Stoch'u keşfetmesi lazım” diye
düşünüyordum, böyle bir umudum vardı. Hatta Fenerbahçe’yi
yöneten en üst iki isme ulaşarak bu konudaki düşüncelerimi de
aktardım; yapabileceğim daha fazla ne olabilirdi bilmiyorum. Ne
yazık ki suya düştü o çabalar...
Bazen
kendi kendime sormadan edemiyorum: Acaba teknik direktörlerin
kestiği Stoch cezası şu olabilir mi? "Ben
saatlerce taktik anlatıyorum, bu adam çıkıp 30-40 metreden çakıp
gol atıyor ve sanki golü kolaylaştırarak ucuzlatıyor"
(!). Gerçekten merak ediyorum, gerekçe bu mu?
Emin
olun kafamda olmayan gerekçeler arıyorum: Örneğin geçen yıl
takımdan deneyimli futbolcu bir arkadaşıma sordum, “Stoch
antrenmana geç mi geliyor, kavga mı çıkarıyor, alkollü mü
geliyor, söylenileni yapmıyor mu?”
diye. “Hayır
abi, son derece ciddi bir profesyonel ve öyle zaafları yok”
diye yanıtladı beni. Şaşırmadım, çünkü benim gördüğüm de
buydu. Bazen kendime soruyorum acaba fiziki kapasite ölçümlerinde
mi bir fark var diye... Aslında
onun da yanıtı hazır: Öyle olsa bile, bir takımda herkes fizik
olarak herkül olmaya mecbur değil. Kimisi dayanıklı bir
maratoncudur, kimisi futbol dehasıdır ve Avrupa’nın en iyi
şutörlerinden biridir... Her biri ayrı şekilde kullanıldığı
zaman ortaya bir futbol takımı çıkar. Aynen satrançta her taşın
aynı kapasiteye sahip olmaması ve ayrı fonksiyonları olması
gibi.
Stoch,
ciddi Fenerbahçeli. Hastalık derecesinde. Ayrıca son derece
centilmen, son derece ciddi bir profesyonel, yedekliği dert etmez,
formasını çıkarıp atmaz... Seyircinin ona büyük sevgisi ve
açtığı bir kredi vardı. Ama sürekli olarak sanki yokmuş gibi
davranılması, üvey evlat muamelesi görmesi, attığı en güzel
gollerin sanki bir suçmuş gibi ele alınması, hiçbir şekilde
kendisine seyircilerin ki dışında bir kredi açılmaması, artık
canına tak demiş olacak ki bütün bu dışlamalara karşı kendi
toprağına dönüp o çok sevdiği ve mükemmel olduğu futbolu
oynayabilmek için bir fırsat kullanmak istedi. Kendine ve ailesine
karşı, yeni doğan çocuğuna karşı onurunu korumak istedi. Zorla
atılıp satılmadan, kendisine hak ettiği saygıyı gösterecek bir
yere artık adım atmak istedi.
Stoch’un
ayrıldığı haberini duyduğumda içim cız etti. Halbuki bu sene
umuyordum ki, Kocaman, Stoch'a sorumluluk verecek ve onu sistemli
olarak kullanacak! Ama hazırlık maçlarından itibaren gördük ki
bu böyle olmadı. İşin
acı tarafı, Stoch’un henüz 27 yaşında olmasıydı! Yani
Alex’in Fenerbahçe’ye geldiği yaşa Stoch henüz yeni girmişti.
Daha 7-8 yıl bu takımı uçurabilirdi! Yeter
ki takımda kalacağı ve değer verildiği konusunda ona güvence
verilsin! Bu fırsatı kullanmayarak Fenerbahçe intihar etti.
Fenerbahçe'yi
yıllardır tarihiyle tanıyan Ertuğrul Özkök ve Uğur Dündar
gibi saygın isimler ve sayısız taraftar arkadaşım, benimle aynı
şeyi düşünüyorlar. Rahmetli büyük kaptan, sevgili Serkan
Acar’ın oğlu eski futbolcu Volkan Acar, benim gibi saçını
başını yoluyordu.
GÖZTEPE
MAÇINA HÜZÜNLÜ DÖNÜŞ...
Bu
hafta Fenerbahçe lige kötü bir başlangıç yaptı ve yine ilk
maçını kazanamadı. Maç 2-2 devam ederken, Fenerbahçe hocasının
bir hamle yapması lazımdı. Aykut Kocaman genç santrfor Ahmethan
ve daha önce pek seyretmediğimiz genç Samed’i oyuna aldı...
Tabi öyle kritik anlarda tecrübesiz ve genç oyunculardan çok şey
beklemek haksızlık olur; Halbuki çoğu zaman şampiyonluk averaj
veya 1-2 puanla gider. Yani sezon başındaki bu kayıpları
küçümseme şansı yok kimsenin. Ne yazık ki Fenerbahçe artık
joker kurtarıcısını kaybetmiş, birbirine benzer, sanki zamanın
geçmesini bekleyen pasif bir takım hüviyetine dönüşmüş.
Kocaman’ın özellikle yeni transferlerle takımı ayağa
kaldırmasını isterim ama bir futbol dehası bu kadar izah edilemez
gerekçelerle nasıl infaz edilir, bunu bana hiçbir güç anlatamaz.
Yarın Fenerbahçe’de yönetici olsam, devre arasında onu geri
getirmek için her fedakarlığı yapar, forveti de doğrudan onun
üstüne inşa ederim.
Stoch, “Aman
harcadığımız para bir işe yarasın, onu oynatalım da niye
aldınız demesinler” diye
her maç şans verdikleri Robin van Persie’den herhalde 5 kere daha
faydalı bir oyuncu!
GELELİM
ÇIKARACAĞIMIZ DERSE:
Yılmaz
Vural ve Stoch, anlatmak istediğim konuda abartılı birer örnek.
Galiba Türkiye’de gücü elinde tutan insanlar, kitlelerin sevdiği
başka insanları sorumluluk alan ve kendini ifade edebildikleri,
hedeflerini yaşama geçirebildikleri bir noktada görmek
istemiyorlar.
İster en iyi hoca olun, en çok psikolojiden anlayan kişi olun,
ister en fantastik golleri atın ve dünyada yılın golünü atmış
olun, maalesef hiç fark etmez! Hayatın nankörlüğü devreye girer
ve kitlelerin görüşüyle ters düşme pahasına halkın sevdiği
bazı insanların ya kafası koparılır ya da özellikle bir yerlere
getirilmezler; bu siyasette de başka bir çok alanda da aynen
böyledir!
Kimbilir aklınıza hangi isimler gelmiştir kendi çevrenizden,
ağzıyla kuş tutsa, üstüne yaranamayan... Halk
da şaşkınlıkla birbirine sorar “acaba
bu isim hakkında benim bilmediğim ne konu vardı bu dışlanmayı
yaşıyor?”
diye. Halbuki çoğunlukla ortada bir şey yoktur, yalnız ısrarla
tekrarlanan sahte imajlar, dedikoduyla yayılan ve sonunda insanların
sağlamasını göremeden inandıkları palavralar vardır.
Dünya
da böyledir belki ama, bir futbol alanına bakıyorum, bir de sosyal
demokrat siyaset alanına, çevremiz değeri bilinmeyen,
kullanılmayan değerlerle dolu. Buna bilim ve akademisyenler, medya
ve basın çevresini de ekleyebilirsiniz. Sanki bunu yalnız
psikologlar ve hatta psikiyatristler yanıtlayabilir diye
düşünüyorum; karar
noktasında duran insanlar çoğu zaman mantığa, içgüdülerine
veya istatistiklere karşı davranmayı bir güç gösterisi haline
getiriyorlar. İyi insanlara da “atlara binip
gitmek”
kalıyor bu zalim ve anlamsız dünyada...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.