Bana çok şikayet geliyor, “Uzun
yazıyorsun Bedri” diyorlar. Meşhur lafı hatırlatarak yanıt
vereceğim. İnanın vaktim olsa kısa yazardım, ama günde 4 saat
uyuyan zaman fakiri bir adam olarak kısa yazmaya vaktim yok!
Ama bana inanın, bu sefer -en azından
şu anda- kısa yazacağıma neredeyse eminim. Çünkü vermek
istediğim mesaj son derece net ve başka kavramlarla, hikayelerle,
kıyaslamalarla önü kesilsin istemiyorum.
KÖTÜ LAFI KENDİ YAYMA HASTALIĞI
Gerçekten delirmek üzereyim.
Anlamıyorum insanlar nasıl bu kadar saf, düşüncesiz
olabiliyorlar ve nasıl bu kadar kolay oyuna gelebiliyorlar? Kötü
laf insanın kendisinden ürer. Ya da fikirleri, düşünceleri ve
yapabilecekleri kötülükleri yine farkında olmadan o sözde iyi
niyetli insanlar anlatır kötü niyetlilere, yol göstermiş
olurlar. “Kötü laf insanın kendisinden ürer” şu demektir:
Olan veya olabilecek kötü şeylere karşı toplumu ikaz etmek veya
kendisine dayanışma noktaları bulmak için şikayete başlar
birileri ve bu ters propagandaya dönüşür farkında olmadan.
Mesela biri kalkıp mahalle kahvesinde “Biliyor musunuz şu şu
şu alçaklar benim torpille işe alındığımı anlatıyorlar her
yerde, inanamıyorum!” diye söze başladığı zaman, bir süre
sonra köyde, kentte, her yerde, herkes “Hasan’ı torpille işe
almışlar meğer beş para etmezmiş” diye konuşmaya başlar.
Belki yalnız bir veya iki serseriden duyduğu kıskançlık dolu
cümleyi, Hasan tek başına bütün köye duyurmayı, yaymayı
başarmıştır! Ağızdan kulağa -Hasan’ı savunmak isteyenlerin
bile konuşması da dahil- bu haber her tarafa yayılır ve Hasan
kaş yapayım derken kendi gözünü tornavida ile çıkarmış olur!
“KILIÇDAROĞLU TUTUKLANACAK”
TUZAĞINA ÇOCUK GİBİ DÜŞENLER
Emin olun konuyu Twitter’da
bile ele almadım. Bu saçma sapan düşünceyi ağzıma alarak
yaymak istemedim ve olaylar öyle bir noktaya çekildi ki, bu
makaleyi yazmak durumunda kaldım.
RTE’nin bir sözünün yorumundan
yola çıkarak yandaş basının gaza getirmesi ile birden Atatürkçü
ve demokrat veya merkez yazarlar bu dolmuşa atlayarak en havalı
yorumlarla, en derin analiz cümleleri ile Kılıçdaroğlu
tutuklanacak mı, tutuklanmayacak mı sorusuna yanıt bulma yarışına
girdiler. Bu maalesef akıl almaz boyutlara ulaştı, ana gündemimiz
bu oldu! Neredeyse canlı yayın ekipleri CHP Genel Merkezi önünde
veya Sayın Kılıçdaroğlu’nun evinin orada, Kılıçdaroğlu’nu
tutuklanmaya gelecek polisleri bekliyordu. Bu konu hakkında
neredeyse yorum yapmayan köşe yazarı, televizyon yorumcusu
kalmadı. Bu saçmalığı ortaya atanlar böylece ellerini
ovuşturdular. Bir taşla on kuş vurmuşlardı!
BU DEDİKODULARIN YAYILMASI NELERE
MAL OLDU?
Kılıçdaroğlu’nun adalet
yürüyüşünden sonra elde ettiği büyük başarıyı, yaptığı
gövde gösterisini ve somut olarak kendisine inananların oranının
büyük ölçüde artmış olmasını kaldıramayanların bir hamle
yapması, gündemi tekrar kontrole almaları, bu havayı
değiştirmeleri lazımdı. İşte ortaya atılan “Kılıçdaroğlu
tutuklanacak” dedikodusu ve bunun ne yazık ki Kılıçdaroğlu’nun
yanında olanlar tarafından bu konunun her gün etrafa pompalanması,
kem gözlerin istediklerine beklemedikleri derecede ulaşmasına
neden oldu. Gerçekten de gündem ve havanın rengi değişti. Bugün
İstanbul’da yaşadığımız gibi birden ortalığı karartan
bulutlar gezinmeye başladı. Herkes artık o taş gibi yağacak
doluyu beklemeye koyuldu. Bu arada zaten
neler olup bittiğini pek anlamayan, okumayan düşünmeyen
Türkiye’nin en geniş kitlesi, bu dedikoduyu “Meğer Kemal
Bey de FETÖ’cüymüş, meğer onu da içeri alacaklarmış”
diye son süratle etrafa yaymaya başladı. Kim suçlu, kim suçsuz,
suç nedir, ne değildir, pek bir şey anlamadıkları bu cadı
kazanında, yükseldiğini gördükleri muhalefetin Gandi Kemal’i
her an içeri alınabilecek bir potansiyel suçlu konumuna
itiliverdi!
Leke sürüldükten sonra ne kadar
haklı olursanız olun onun temizlenmesi için 58 tane ayrı deterjan
kullanmanız gerekir. Özellikle o lekeyi siz kendiniz “Böyle
leke mi olur?” diye her tarafa kendi ellerinizle bulaştırdıktan
sonra! “Bir olayın şüyuu vukuundan daha beterdir” der bir
başka atasözümüz... Şimdi CHP’li muhalifler, protest
gazetecilerin her biri, bu dedikodunun bir çeşit yayıcılığını
yaparak, reklamını gönüllü üstlenerek, Bu tuzağa göbekten
düştüler. Ormanda kuyu kazılmış, üzeri en berbat şekilde
sözde yapraklarla örtülmüştü... ve o tuzağa düştüler! Ben
ise her birinin normalde her zerresi 50, hadi bilemedin 30-40 yıl
tecrübe dolu insanların, aydınların bu hatayı nasıl
yaptıklarını, bu kavramsal komployu nasıl göremediklerini emin
olun anlayamadım.
İŞİN DAHA BETERİ DE VAR...
Evet, maalesef var! Belki iki haftayı
aşkın zamandır süren bu saçma propaganda sonucunda herkeste
neredeyse bilinçaltı beklenti bir oluşmaya başladı.
Kılıçdaroğlu’nun tutuklanması fikrine ve hatta bununla ilgili
her duyduklarında beyinlerinde yeşeren görüntülere farkında
olmadan alışmaya başladılar. Bu konuyla ilgili bir haber
duyduklarında, bir köşe yazısı okuduklarında, beyinlerinin
sanki haberin videosunu seyreder gibi bu rezil satırlara eşlik eden
görüntüler üretmeye başladığını bile belki fark edemediler.
O kadar beyin hücrelerimizin görseller ve dijital haber saldırısı
altında olduğu bir dönem yaşıyoruz ki, beyinlerimiz adeta kendi
başına film üreten ayrı bir video merkezi gibi çalışıyorlar.
Hafızamız ve beynimizin yaptığı projeksiyonlar birbirine giriyor
ve beyin bağımsız üretmeye başlıyor. Hani “subliminal mesaj”
diyorlar ya, onun kat be kat ötesi yaşandı. Gelinen noktada,
normalde yapılması akla bile getirilemeyecek bu eylem, toplum
alıştırıldığı ve sanki bir doğal beklenti oluşturulduğu
için, iktidarın kimi kraldan fazla kralcı yandaşlarının eline
bir koz olarak dayatıldı! Yani neredeyse “yahu baksana bu
adamlar meğer dünden hazırmış vezirlerinin tutuklanmasına”
diye birbirlerine göz kırpıp yeni satranç hamlesi düşünmeye
başladılar!
NE YAPILMALIYDI?
Yapılabilecek iki şey vardı. Ya bu
rezil ötesi dedikodular çıkarıldığı saniye, buna cüret
edenlerin 1000 kere pişman olacağı şekilde en büyük tepki
verilmeliydi, ki ben bu seçeneğe hiç yaklaşmazdım -ama
kullanılsa belki anlardım. Yanaşmazdım çünkü bu kötü sözü
yaymış olmak istemezdim ama tepki verilecekse de, bunun böyle bir
fırtına olması lazımdı.
Diğer
alternatif, bu alçak dedikodular servis edilince topa hiç girmemek,
iki kere mizahi şekilde alaya alıp, gidip topu gerçek gündeme
geri getirmekti. Neydi zaten o gerçek gündem? CHP’de uydurma
yöntemlerle FETOculuk arayan her kem gözün FETO savunucusu, FETO
avukatı ve FETO işbirlikçisi olarak her yerde gezinen
videolarından hesap sormak...
Bunlar yapıldı mı? Maalesef hayır.
Bunun yerine pasiflik ve sessizlik içerisinde, sanki bağımsız
yargının varacağı bir hüküm, kanaat ve karar
bekleniyormuşçasına (!) bu dedikoduların at koşturduğu bir
alanda bekleyişe geçildi.
Bilmem anlatabildim mi? Ve bu hatayı
yalnız Kılıçdaroğlu değil, yalnız CHP’li dostlarım değil,
neredeyse bütün aydınlar ve sevgili “bizden” köşe
yazarlarımız yaptı.
Lütfen artık bir tek kere daha bu
konudan ciddi şekilde bahsetmeyelim ve gündemimizi hak ettiği yere
taşıyalım! (Yazı yine pek kısa olmadı ya! :))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.