Öncelikle 30
Ağustos Zafer Bayramımızı kutlarım. Size Adalet Kurultayı’nda
bahsetmeden önce, 30 Ağustos’a birkaç gün kala Çanakkale’de
olmak, Atatürk’ün evini, Conkbayırı ve Anzak koyu gibi tarihi
noktaları, Seyit Onbaşı’nın İzmirli sanatçımız Eray Okkan
tarafından yapılan o etkileyici heykelini görmek ve o efsanevi
günleri bu kadar yakından hissetmek, tarif edilemez bir duyguydu.
Belli ki Kılıçdaroğlu’ndan çok
korkmaya başladılar. Bu atlet konusunda emir üzerine her
birinin tekrarladığı, elle tutulan hiçbir yanı olmayan sözde
eleştiriler, aslında şimdiden 2019’u düşünerek CHP liderinden
ne kadar rahatsızlık duyduklarının bir ifadesiydi. 25 gün süren
büyük Adalet Yürüyüşü, zaten ana muhalefet liderinin kotasını
yukarılara çekmişken, onun daha fazla kamuoyu nezdinde parlamasını
istemiyorlardı. Adalet Kurultayı başlarken de Kılıçdaroğlu’nun
atletli fotoğrafını kendileri açısından şansız şekilde
gündeme taşımalarının nedeni buydu. Benim açımdan, halkın
kendisini lidere yakın hissetmesini sağlayabilecek önemli bir
belge olan bu fotoğraf hemen karalandı, ve bir yakışıksızlık
olarak sunuldu (!). İşin acı tarafı hepimiz biliyoruz ki,
Erdoğan’ın böyle bir fotoğrafı etrafta dolaşsaydı hemen
“işte halk adamı” manşetleri ile aynı insanlar o fotoğrafı
kutsardı!
“ATLETLİ” KAREDEN DE DAHA
TARİHİ OLAN FOTOĞRAF BENİM KOLEKSİYONUMDA
AKP’lilerde paranoya yaratan o
karavanda çekilmiş fotoğrafın belki daha ilginci benim
koleksiyonumda var. Adalet Yürüyüşü sırasında kendisi
karavanında yalnızken ziyaret ettiğim Kılıçdaroğlu’nun
izniyle bu fotoğraf karesini çektim; fakat aynı zamanda da
kendisine bu fotoğrafı ileri bir zamanda kullanacağıma dair de
söz verdim. Sabretmeniz gerekecek. Belki 25 günlük yürüyüşün
en anlamlı ve özetleyici karesinden söz ediyorum. Kılıçdaroğlu’nun
emeğini, sadeliğini ve kararlı yalnızlığını en iyi taşıyan
fotoğraf diyebilirim.
“BEN ADALET DİYORUM, O ATLET
DİYOR!”
Kılıçdaroğlu’nun birinci gün
yaptığı konuşmadaki en önemli vurgusu “Ben adalet
diyorum, o atlet diyor” çıkışıydı. “Sabah
akşam benim atletimle uğraşacağına, faiz lobisine ödediğin 142
milyar doları ülkenin çiftçisine, köylüsüne, emeklisine ver”
cümleleri çok etkiliydi ve büyük alkış aldı. “Binlerce
akademisyen atıldı. Hapishaneler gazetecilerle dolduruldu. Bu mudur
adalet? Hakkını aramak için açlık grevi yapan kişiler hemen
hapse atılıyor. Bu mudur adalet? Zenginle yoksul arasındaki eğitim
harcaması farkı tam 78 katına çıkmış, bu mudur adalet?”
şeklinde uzayıp giden çıkışları da çok çarpıcıydı.
KILIÇDAROĞLU KENDİNİ İYİ
GELİŞTİRDİ
Doğruyu söylemek gerekirse,
Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığını kazandığı ilk yıla
oranla kendini çok geliştirdi. Konuşmaları daha vurucu, kelime
seçimleri ve örneklemeleri halkı cezbediyor, vücut dili de
gelişti. Bu toplum kendisinden daha da fazlasını bekliyor ve
umuyorum o günler de geliyor. Toplum artık kendisine ana muhalefet
partisi lideri olarak bakıyor. Özellikle Adalet Yürüyüşü’nden
sonra çok farklı halk katmanları kendisine bir hayranlık duydu.
Bu adalet Kurultayı da Adalet Yürüyüşü’nün mükemmel bir
tamamlayıcısı ve başarılı ikinci hamlesiydi.
CHP, SANATÇILARIN ÖNEMİNİ DAHA
ÇOK ANLAMALI
Sanatçılar Çalıştayı’na, benim
dışımda Ataol Behramoğlu, Orhan Aydın, Orhan Kurtuldu, Mehmet
Güleryüz, Haluk Işık, Ezel Akay, Berhan Şimşek, Emre Yetim,
Eren Aysan gibi isimler katıldı. CHP adına da Sera Kadıgil
oturumu yönetti. Kendi konuşmalarımda özellikle, Ercan Karakaş’ın
“Sanat ve Kültürden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı”
sıfatını bırakmasının ardından, sanatçılar ile parti
arasında köprünün maalesef koptuğunu vurguladım. Karakaş’ın
eski Kültür Bakanı olarak yürüttüğü güven dolu ilişkileri
ve sanata, sanatçıya karşı olan dost duruşunu bir başkasının
aynen taşıması çok zor. Hatırlattığım başka bir konu,
aslında heykel yıkıcısı Taliban’ın veya IŞİD’in veya
sanat konusunda Milli Şura’yı toplayan iktidarın ortak
noktaları, sanata CHP’den daha çok önem atfetmeleriydi. Çünkü
CHP sanatı Genel Başkan yardımcılarının sorumluluk alanları
arasından çıkarmakla yetinmedi, aynı zamanda kurultayda yapılan
onca panel arasına “İnançta Adalet” konusunu bile aldı ama
ağır sorunlar yaşayan sanat ve sanatçıların durumunu gündeme
taşımadı. Yani “karşı taraflar” sanatın gücünün farkında
ve neden düşman olmaları gerektiğini veya onu nasıl
dönüştürmeleri gerektiğini çok iyi biliyorlar. CHP ise
sanatçıları büyük bir dayanışma ortağı olarak yanına alması
gerektiğini henüz anlayamamış. Bu örneği verirken biraz
provokatif olduğumu biliyordum ama partinin bu konuda sarsılmaya
ihtiyacı vardı. Yine gündeme getirilen konulardan biri
sanatçılar girişiminin 14 Ağustos’ta yayınladığı bildiride
vurguladığı gibi Antalya Film Festivali’nin Ulusal Yarışma
bölümünün kaldırılmasına karşı, bu yarışmanın başka bir
kentimize transfer olmasının gereğiydi. Çalıştaya katılan
sanatçılar arasında da heyecan yaratan bu öneriyi Ataol
Behramoğlu, Orhan Aydın ve ben kaleme almıştık. Genç
sanatçılar, talepler için sokağa inilmesi gerektiğinde ısrar
ederken, ben ise sokak, hukuk ve teorik karşı çıkış
kavgalarının eşzamanlı olarak yapılması gerektiğini
vurguladım. Güleryüz, sanatın toptan yok edildiğini
hatırlatırken, Kurtuldu, AKM olayında CHP’nin sanatçıların
yanında olamadığından şikayet etti. Toplantının özünü
toparlayan Behramoğlu da, CHP’den çok daha kararlı adımlar
beklendiğini dile getirdi.
Bu arada Genel Merkez’in talebi
üzerine, Kurultay için “Çağdaş Türk Sanatı Seçkisi”
başlıklı bir sergi hazırladım ve 16 çağdaş sanatçımızın
işleri sanat çadırında sergilendi, büyük ilgi gördü.
Kılıçdaroğlu’nun ve neredeyse tüm MYK’nın izlediği sergi,
Kurultay boyunca açık kaldı.
ALKOL VE İHRAÇ TELAŞI!
CHP’nin alkol ve erotizm konularında
kolay pes ettiği ve geri adım attığı da dile getirildi. Sanki bu
konuda getirilen eleştirileri haklı çıkarmak istercesine -belki
yasak olduğunu bilmeden- kamp alanında bira içen genç üyeler
için ihraç işlemi başlatıldığı açıklandı. Bu tavır,
sosyal medyadan ve “konuşan” Türkiye’den çok ağır tepkiler
aldı. Bu arada vurgulamamız gereken önemli bir konu var. CHP
yöneticileri ihraç mekanizmasını çok kolay dile getiriyorlar ve
uygulamaya kalkışıyorlar. Mesela Aylin Nazlıaka krizinde -ki çok
fena yönetilmişti- yine hemen konunun uyarı veya kınama yerine
ihraca gelmesi çok şanssız bir seçimdi. Keza Fikri Sağlar’ın
da ihraç edilmeye kalkışılması büyük bir hataydı ve Allah’tan
Yüksek Disiplin Kurulu kınama vermekle yetindi –ki bence o bile
verilmemeliydi. Ayrıca bütün haberlerin sanki CHP’li bu gençler
şehitlerin mezarları başında alem yapmış, “dağıtmış”
gibi verilmeleri, işin abartılı ve çirkin yüzüydü. Laik bir
toplumda normal bir bira içimine “büyük günah işlenmiş”
muamelesi yapmak normal değil. İşte bu nedenle “ihraç”
gündemi çok tepki topladı. Tekrar ediyorum parti, bu konuda uyarı
dışında bir ceza verirse, kendi seçmenlerinin büyük bir
bölümünün tepkisini çekecek, ki bu da karşı tarafa gereksiz
ötesi şirin görünmeye çalışmaktan çok daha vahim sonuçlar
doğurabilir.
PANELLERDEN KALEMİME TAKILANLAR
İnsan hakları konusundaki adalet
arayışlarında, 12 Eylül’ün neden olduğu yıkımlar ve
kayıplar, yine yoğun olarak gündeme geldi. 20 Kasım 1980’de
gözaltında kaybolan Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren’in
konuşması, insanların kalbini kanattı. “Kemiklerine ulaşmak
85 yaşındaki annemin hakkıdır, talebidir” sözlerinin
yankısını unutmak mümkün değil.
Nasuh Mahruki, gelişmiş ülkelerle
aramızdaki makasın her an açıldığını ve dünya uçan
arabalar, teknik harikalarla uğraşırken, Türklerin 3. sınıf
insanların 3. sınıf bakış açılarına mahkum kaldığını dile
getirdi. Çözümün örgütlü toplumdan geçtiğini belirten
Mahruki, mafyanın bile örgütlü oluşundan ama bizim
olamadığımızdan şikayet etti.
Yazar Tayfun Atay, “Siyaseten dine
oynayarak yürütülen dinbazlık politikası, en büyük zararı
yine dine veriyor, dinin önemini koruyabilmek için laikliğe
ihtiyaç var” derken, laikliğin en önemli getirisinin farklı
inanç ve mezheplerin bir arada barış içinde yaşayabilmesi
olduğunu hatırlattı.
İHSAN ELİAÇIK CİDDİ İLGİ
GÖRDÜ
Eliaçık, Kuran’dan yola çıkarak
hatırlatmalarda bulundu ve özellikle yine Medine Sözleşmesi
üzerine vurgu yaptı. Ama şu farkla: Geçmişte, özellikle
90’lı yıllarda şeriatçı yazarlar, esasında kendilerinin
demokratik olduğunu anlatmak ve bu kavrama düşman olmadıklarını
inandırmak için hep Medine Sözleşmesi’ni gündeme getirirlerdi.
Halbuki tersine Eliaçık, Medine Sözleşmesi’ni hak ve adalet
kavramlarından uzaklaşan ve dindar olduğunu etrafa anlatan
insanları hizaya sokmak için gündeme getiriyor. “Adem’den
gelen kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur” diyor İslami
kökenli yazar. Dindarların, ateistler ve agnostiklerle kolayca bir
araya gelebilmeleri ve sorunsuz şekilde bir arada yaşamaları
gerektiğini vurguluyor. Kapanışta söylediği cümlelerden biri
düşündürücü ve çarpıcı: “Sarayın dinine
karşı, adalet arayanların dini aynı mıdır?” derken
aslında izleyicilerin değil, başkasının gözüne bakıyor.
CHP’YE YÖNELTİLEN HAKSIZ “SAİD’İ
NURSİ PROPAGANDASI” İDDİASI
Son 1-2 gündür, CHP’nin Adalet
Kurultayı’ndan Risale-i Nur propagandası yapılmasına izin
verdiği ve bunun parti yöneticilerinin derhal kınanmasını
gerektiren bir suç olduğu gündeme getiriliyor. Konunun aslı ise
şu: Nur tarikatına bağlı Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Müdürü
Kazım Güleçyüz’ün çalıştayda yaptığı bir konuşma var:
İşte o konuşmadan yola çıkarak CHP’ye büyük suçlamalar
getiriliyor. Bakın buna getireceğim net yanıt şöyle: Herhalde en
azından 1992’de yeniden açıldıktan sonra, CHP içinde laikliğin
önemini benden daha fazla vurgulayan olmadığı gibi, yobaz
kesimlerle benden daha fazla mücadele eden de olmamıştır. Bunu
her açıdan kaleme alınmış kitap, makale sayısı, verilen
konferanslar ve katılınılan TV tartışmaları üzerinden somut ve
rakamlı olarak hatırlatıyorum. İşte o Bedri Baykam olarak, neden
rahatsız olmadığımı size özetleyeyim.
Birincisi, bu cümleler bir CHP’li
değil, din çıkışlı bir gazeteci tarafından söyleniyor.
İkincisi, bu sözlerin ifade edildiği yer, bir CHP kurultayı
değil. Kamuya ve tüm görüşlere açık bir “fikir pazarı.”
CHP zaten en başından itibaren,
kanunun aradığı suçlular hariç, Adalet Kurultayı’nın herkese
açık olduğunu, salt CHP’lilere özel olmadığını, parti
bayrağı bile kullanılmayacağını defalarca kamuoyuna aktardı.
Sonuçta bu tezin gerçeklerle örtüşmesi için de CHP kökeni
dışında insanların da bu kurultaya katılmaları lazımdı. Aksi
takdirde hemen herkes “her kesime açık dediler, yine kendi
kendilerine çalıp oynadılar” diyecekti. İşte nasıl İhsan
Eliaçık, Fatma Bostan Ünsal gibi isimler kurultaya katıldıysa,
Güleçyüz de dışarıdan katılan isimlerden biri. CHP’den
farklı fikirler taşıdığı malum. Sonuçta hiçbir CHP’li bu
sözleri duyduğu için Nurcu olmayacak. Zaten bu kadar kolay
olsaydı, yıllarca katıldığımız televizyon programlarını
izleyen tüm CHP’liler, dinci olurdu (!) CHP’li dostlarım,
Güleçyüz konuşmasına başladığında onu zorla sustursalardı,
Adalet Kurultayı bir fiyaskoyla sonuçlanmış olurdu ve hemen bütün
Türkiye “işte antidemokratik CHP, bakın kendi görüşlerinden
başka kimseye tahammülleri yok, işte görün Kılıçdaroğlu
faşizmini” diye yeri göğü inletirdi. “Diğer”
katılımcıların konuşma metni önceden istenseydi, “sansür
uygulanıyor, denetleme kurulu mu var?” diye yine ortalık dağılır
giderdi. Şimdi bunların hiçbiri yaşanmadan, zaten o görüşte
olduğu bilinen biri, herkese açık bir toplantıda bunları
tekrarladı, insanlar tahammülle dinledi ve herkes yoluna devam
etti. Söz konusu ortam bir CHP kurultayı olsaydı, durum başka
olurdu ama artık herkes anlasın ki, Adalet Kurultayı herkese açık
bir alandı ve farklı görüşler dile getirildi. Dolayısıyla
CHP’ye “Said’i Nursi propagandası yaptırdı” diye gerçekle
alakası olmayan suçlamalar getirmek, partiyi kamuoyu önünde
yaralamaya çalışan malum kadroların tuzaklarına gönüllü
olarak düşmekten başka bir şey değil.
SONUÇ
Dile getirdiğimiz artıları ve bazı
eksiklikleri ile Adalet Kurultayı, sonuç bildirgesinin de dile
getirdiği gibi ülkede artık hiçbir alanda adalete güven
kalmadığını tekrar gündeme getirdi. Devlette, seçimde, geçimde,
eğitimde, yaşamda, medyada adalet kalmadığını somut örneklerle
kanıtlayan panel ve çalıştaylar, toplum katmanlarında bir
duyarlılık yaratabilir. Kurultayın kendisi çok keyifli ve coşkulu
geçti. Adalet Kurultayı’nın “ana bulvarı” diyebileceğimiz
yürüme hattı üzerinde büyük bir mutluluk ve coşku vardı.
Özellikle Çanakkale’nin Atatürkçü ve yurtsever insanlarının
yaşadığı güzel topraklarda yeni dostluklar kazandık. Sağ
olsunlar, kucaklaşmadan, fotoğraf çektirmeden adım atamadım.
Bunlar da bu yaşadığımız yorucu hayatın adrenalin pompaları...