25 Mayıs 2017 Perşembe

BİRİNDE AVRUPA ŞAMPİYONU, DİĞERİNDE AVRUPA SONUNCUSU! | Bedri Baykam | 24.05.2017


AVRUPANIN ZİRVESİ VE DİBİ YANYANA!
Normal bir ülke olsaydık, bu hafta Fenerbahçe’nin onca dert arasında ülkeye bayram
yaşatan büyük zaferini içine hiçbir şey karıştırmadan detaylarıyla anlatırdım. Fenerbahçe, Avrupa’nın en iyi basketbol takımı. O kadar iyi ki, yarı finalde ünlü Real Madrid veya finalde Olympiakos, maçın hiçbir devresinde Fenerbahçe’ye yaklaşamadılar. Maçı heyecanlı, nefes kesen bir aşamaya taşıyamadılar. Son üç yıldaki performansıyla, Fenerbahçe artık basketin Barcelona’sı, Manchester United’ı, Bayern’i oldu. Fenerbahçe sayesinde dünya bu hafta Türkiye’yi, İstanbul’u, bizi konuştu!
Ama biz, bu yıl, örneğin bu başarı 2001 yılında yaşansa alabileceğimiz prestij getirisinin belki yalnız üçte birini almış oluyoruz. Şu anda işin fazla farkında değiliz belki ama takımın geldiği nokta dünyaya parmak ısırtacak seviyede. Gelelim madalyonun diğer yüzüne: Avrupa basket şampiyonunun ülkesi, insan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi açısından Avrupa’nın en dibinde yer alıyor. Baskette nasıl zirvedeysek, bu saydığım insani haklar kriterlerinde Avrupa sonuncusuyuz! Ne yazık ki bir abartı yok bu satırlarımda. Yalnız bunu sizlere hatırlatırken içim kan ağlıyor.

BEN ESKİ TÜRKİYECİYİM!
Baştan söyleyeyim: Ben eski Türkiye denilen o güzelim dünyanın ürünü ve savunucusuyum. İsteyen Fenerbahçeli bana kızabilir. Galatasaray Euro Cup’ı veya UEFA’yı kazandığında, ben keyiften dört köşe olmuşumdur. Sarı lacivertli basın arkadaşlarımla sürtüşme pahasına! Bu nedenlerle örneğin Galatasaray koçu Ergin Ataman’ın geçen hafta sonundaki müthiş maçları Fenerbahçe seyircisi ile beraber izlemesi beni çok mutlu etti! Kendisini arayıp bu tavrı ve Fenerbahçe’ye verdiği destek için teşekkür ettim. Buradan bu medeni ortamı sağlayan sarı lacivertli seyircilere ve yöneticilere de teşekkür ediyorum.
Ben o eski Türk filmlerini izleyerek o temiz insan ilişkileri ve namuslu siyasi ortamı ekrandan içime çekmeye çalışırım. Bazen Galata Köprüsü veya Karaköy’de arabalara bakarım, acaba o sahnenin içinden tesadüfen rahmetli babacığımın arabası geçiyor mu diye... Bu nedenlerle Fenerbahçe’nin o müthiş zaferi, dev başarısı beni başka türlü mutlu etti. 1-2 milyar civarında insan bu maçı izledi. Bunun Türkiye’ye kazandırdığı prestij, imaj, tanıtım gücü ve turist çekme kapasitesini düşünebiliyor musunuz? Ben diyeyim olağandışı, siz deyin olağanüstü! Final Four hafta sonu hakkında Fenerbahçe’ye getirebileceğim tek eleştiri var: Ne tribünlerdeki binlerce insan, ne televizyonlarda maçı izleyen yüz milyonlarca sporsever, ayırdıkları zaman-para karşılığında umdukları heyecanı ne yazık ki bulamadılar. Çünkü sarı lacivertliler, net şekilde her iki rakibi de yanı başlarına hiç yaklaştırmadılar. Bu kadarı da olmaz! Ben hep söylerim ve bu sütunda da geçen seneki Berlin Final Four maçları hakkında yazarken de aynı tanımlamayı kullanmıştım: “Basketbol, insan sağlığı için yarattığı aşırı heyecandan dolayı SON DERECE ZARARLI bir spor!” Herhalde aksini iddia edecek yoktur aranızda. İşte bu düşünceyi iptal etti sarı lacivertliler. Neredeyse güle oynaya yendiler dev rakiplerini! (Bu kadar latife-şımarıklık hakkımız da olsun, izninizle).

ŞU ACIKLI DURUMUMUZDAN İNSAN MANZARALARI:
Ben bu satırları yazarken, Semih Özakça ve Nuriye Gülmen uzun süredir ölüm orucunda olan akademisyenlerdi. Dün öğreniyoruz ki, tutuklanmışlar! Yani o ölüm orucunu durdurmak için, ülkenin bakanları, başbakanı gidip onlarla görüşüp bu eyleme son vermelerini rica etmiyorlar. Ülkenin polisi bu akademisyenlere destek olan gençlere, aydınlara en sert şekilde meydan dayağı atıyor! Polisler annelerin üzerine basıp yerde tutuyorlar veya gözaltına alınmış insanların bulunduğu arabanın içine gaz sıkabiliyorlar! Bu da yetmiyor, ülkenin aydınları, gazetecileri, akademisyenleri, Özakça ve Gülmen için ayağa kalkmışken, sanki onlara ve önce Avrupa’ya ve tüm dünyaya gözdağı vermek istercesine, ölüm oruçlarının 75. gününde haklarında silahlı terör örgütü üyeliğinden tutuklama kararı verilebiliyor. Konumuz bu kararın Avrupa’daki yankıları değil, bizim insanlıkla olan bağlarımız! Yarın bir ölüm yaşanırsa, bunun bedelini kim ödeyecek?

19 MAYIS ENGEL ATLAMA (!) YARIŞLARI
19 Mayıs kutlamaları hiç kimseyi ikna etmeyen sebeplerle yurdun birçok yerinde iptal edildi, engellendi ve Erdoğan’a geçit vermeyen halkın yarısı bu şekilde yine cezalandırıldı.
Daha önce de “genç çocuklar bu kutlamalarda üşüyorlar” veya “bu kutlamalar yüzünden ders çalışamıyorlar” gibi sudan sebeplerle engellenen 19 Mayıs, bu sefer sözde terör korkusu ile iptallerin konusu oldu! Bu da yetmedi, Beşiktaş Belediyesi’nin kutlamaları iptal ederken takındığı tavır ve yaptığı eleştiriler, hemen başka bir soruşturma konusu olarak öne sürüldü, farklı bir ceza olasılığı kapıya dayandı! Ülkenin kimi noktalarında vatandaşlar konu Atatürk olunca yasak masak dinlemeden üzerlerine düşeni yaptılar. Bazı yerlerde de eline balta geçiren bazı alçaklar Atatürk heykellerine saldırırken, halktan dayak yediler.
SÖZCÜ’DEN FETÖCÜLÜK ÜRETMEK!
Aynı 19 Mayıs gününde ülkenin göbekten muhalefet yapan gazetesi Sözcü, bir operasyonun hedefi oldu. Bildiğiniz gibi ben bu satırları yazarken Sözcü Gazetesi’nden Mediha Olgun ve Gökmen Ulu hala gözaltında, gazetenin sahibi Burak Akbay da firari kabul ediliyor. Sözcü’yü FETÖ terör örgütüne bağlanmak için o kadar abartılı bir saldırı denemesi yaratıyor ki, iktidar yanlılığı ile tanınan Akif Beki veya Nagehan Alçı gibi yazarlar bile duruma isyan ederek bu tavırların ancak FETÖ’ye yarayacağını vurguluyorlar. Buyurun bakın Nagehan Alçı neler kaleme almış:
Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşanan sürecin bir benzerinin gerçek ve emsalsiz bir terör şebekesi olan Fetullahçı terör örgütüne dair davalarda da tekrarlanma ihtimali beni çok rahatsız ediyor. O yüzden, FETÖ ile ilgilenen tüm savcıların ve hâkimlerin çok özenli ve dikkatli olması lazım. Bize yargısal aktivistler değil, gerçek hukukçular lazım! Bu ülkenin gerçek hukukçu savcı ve hâkimlere ihtiyacı var demiştim (…) FETÖ dava süreçlerinin temelsiz iddianameler ve alakasız kişiler için tutukluluğun rutin hale geldiği uygulamalarla ilerlemesi FETÖ'nün ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramıyor. Mesela Fetullah Gülen bir süredir özellikle Cumhuriyet gazetesi davasını, oradaki tutuklamaları ve davalardaki diğer tutarsızlıkları yurt dışında sürekli örgütü lehine, Türkiye aleyhine propaganda amaçlı kullanıyor” diye ifade etmiştim ki… Birkaç gün önce Sözcü gazetesine FETÖ gerekçesiyle operasyon geldi ve gözaltı kararları çıktı. Çok çok yazık! Yine gerçek anlamıyla, büyük harfle HUKUK ve ADALET değil, yargısal aktivizm galip geldi. Maalesef bu operasyon da Fetullah Gülen'in ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramayacak. Gülen, kendi yönettiği korkunç suç örgütünü kamufle etmek için Türkiye'de yaşanan her abukluğu büyütmeyi çok iyi beceriyor.” 
Burada ilginç bir şekilde yaşanan, daha düne kadar FETÖcülerin Atatürkçülere karşı kumpas hazırlarken kullandıkları yöntemler, aynı kelimelerle bu sefer iktidarın yargı ve polis içinde yer alan iç örgütü tarafından yine solculara, sosyalistlere, muhaliflere, kimi Atatürkçülere karşı kullanılıyor; yine kes-yapıştırla gerçekleşen bu fezleke metinleri, en katı Erdoğancıları bile ikna edemezken, gerçekten de yarattıkları güvensizlik ve kargaşa, en çok FETÖye ve FETÖcülere yarıyor! Böylece FETÖcülerle en çok davası olan, aleyhlerine en çok manşet atan gazete, “FETÖcülere dolaylı destek veriyor” şeklinde bir saldırının merkezi yapılırken, bildiğiniz gibi her gün onları övmek için sabahtan akşama yayın yapmış yandaş gazeteciler veya durmaksızın göz yaşartıcı sözlerle FETÖyü övmüş siyasiler, hala baş tacı yapılabiliyor. Bu ülkenin adı yeni Türkiye!
Bu arada dilimizi yabancı kelimelerden arındırmak faaliyetleri çerçevesinde (!), malum bir yaşam tarzı saldırısı da inceden inceye yeniden tezgahlanıyor! Yarından tezi yok, ülkemizde kafeler kafeteryalar, diskotekler “illa Türkçe kelime kullanacaksınız” diye belediye zabıtalarının hışmına uğrayabilirler! Mesela öğreniyoruz ki, “kafe”, esasında “kıraathane”ymiş! Tabii insanın aklına gelmiyor değil, bu sarsılmaz Türkçe kelime aşkı, din konusu gündeme geldiğinde de hatırlanacak mı acaba?
(Bu arada unutmayalım ki bu saydığım anti-demokratik tutumlar ve insan hakları ihlalleri, yalnız geçen haftadan önümüze düşen taze konular. Diğerleri için lütfen örneğin ODATV’nin geçmiş yayınlarını haberler ve yazarları ile okuyunuz)
Erdoğan yeni referandumun ardından geçen hafta tekrar AKP Genel Başkanı seçildikten sonra verdiği demeçlerde, yine balkon konuşmaları üslubunda birleştirici ve kucaklayıcı cümleler kullanmıştı! Bunların topluma yansıyan izdüşümleri ise şimdilik ne yazık ki yukarıda tarif ettiğimiz gibi...

Karar sizlerin sevgili okurlar... Ülkemizin aynı anda baskette Avrupa şampiyonu ve demokraside Avrupa sonuncusu olduğu, bence çok net... Yalnız Bogdanovic ve Dixon’un 3’lük basketleri ile değil, demokrasi katmanlarımızla da, güçler ayrılıklarımızla da övünebilmek dileğiyle...              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.