AKP ve Erdoğan, KHK’larla, kendi
atamalarının keyfi baskı ve yasaklarıyla Türkiye’yi kafasına
göre yönetmeye devam ediyor. Artık her sabah “bakalım bugün
neler yasaklandı” diye televizyon veya gazeteleri açar hale
geldik! Yok Antalya’da alkol yasağı (yoksa ayrı bir eyalet mi
sandı Vali Bey?), yok evlilik-arkadaşlık programı yasağı, yok
hakları ellerinden alınan akademisyenler... bir sele kapıldık
gidiyoruz. Mühürsüz seçimi de biliyoruz, atanan AKP’li
hakimleri de, seçimlerde sonuna kadar kullanılan devlet imkanları
ve polis şiddetini de, yıllardır adım adım yok edilen güçler
ayrılığını da, geçmiş skandalları da biliyoruz, keyfi olarak
kapatılan Twitter ve Wikipedia’yı da biliyoruz, her şeyi
biliyoruz ve şikayet ediyoruz! İyi de, bizim kesimin biriken büyük
hataları neler? 30 yıldır biz hangi hataları yaptık da bu
utanılası günlere kadar geriledik? İster kabul edin ister
etmeyin, bugün sizi bu dökümlerle yüzleştireceğim... Lütfen
dinlemeye hazır ve açık olun. Elimden geldiği kadar da 1980
sonrasını esas alarak kronolojik ilerleyeceğim. Sözüm meclisten
içeri mi dışarı mı, seslendiğim “siz” kim, siz onları iyi
bilirsiniz...
--Önce 1980’lere dönelim:
Darbeden sonra siyasetten korktunuz. Çocuklarınıza “aman
siyasetten uzak dur” diye fetva verdiniz, kendiniz de çoğunlukla
siyasete girmek istemediniz. Apolitik tavrınız yetmiyormuş gibi
ülkenin nereye sürüklenmek istediğini gören Atatürkçü
gençlere ve gençlik dergilerine maddi-manevi yardım etmediniz,
destek olmadınız. Böylece meydanın en istenmeyen unsurlarla dolup
taşmasına seyirci kaldınız.
--Aynı dönemde Özalizm’in siyasal
ve sosyal altyapıya yaptığı çağdışı dolguları, islami
finans veya her telden alakasız yeni kurum ve kavramların
sistemimize sokuşturulmasını tepkisizce izlediniz. Hiçbir şeye
itiraz etmediniz ve bozuk düzenden nasibinizi almakla yetindiniz.
--Evdeki hesap her zaman çarşıya
uymaz. 1987 referandumunda %50,16 ile yasaklar kalktı. Evet oyu
verirken “Demokrasiye hizmet ediyorum” sandınız, halbuki
Ecevit’in solun iki yakasını bir araya getirmemeye kararlı
olduğu gün gibi ortadaydı. O referandumdan sonra tekrar resmi
olarak siyasete dönen Ecevit, Türkiye’de solun merkezden
buharlaşıp dağılmasına neden oldu. Cumhuriyet’in ipinin
çekilmesi o referandum sonucu ile başladı.
--90’ların başından itibaren
içimizdeki sözde aydınlar, merkez medyada türban demagojisine en
başından kolayca kandılar ve sizler de onlardan etkilendiniz.
“Bırakın herkes istediği gibi giyinsin” diyenlere kandınız
ama birçok resmi ortamdan, mini etek-dekolte, gösteri sanatlarından
ve sokaktan -örneğin- alkol ve erotizmin yok edilmesine seyirci
kaldınız. Demokrasi=Türban söylemine dönüştü.
--Tüm o süreçte Ecevit’i hala
mavi gömlekli halk lideri sandınız. Tarikatlarla ilişkileri, solu
bölmesi ve en ağır suçu olan, sayesinde milletvekili ve kurucu
meclis üyesi olduğu 27 Mayıs devrimini aşağılaması ve tüm
kredilerinin yok edilmesini hiç sorgulamadan onayladınız. Sözde
aydınlarınızın da düşüncesiz katkılarıyla, 27 Mayıs ve 12
Eylül’ü aynı sepete attınız. Bu tarihsel yorum gafının size
nelere mal olduğunu hala çözemediniz!
--Kürt sorunu kavramını,
sorgulamadan demokrasinin temel verisi olarak kabul ettiniz. Olayın
felsefi ve siyasal temel içeriğinin çelişkilerini ve
mantıksızlığını gündeme getirmediniz, Cumhuriyet’e olan
güvenin her noktada aşınmasına neden oldunuz.
--Başta SHP olmak üzere, sol
partiler 1989-1990 süreci içinde Özal’ın tuzağına düşerek
artık hiçbir teorik tehlike bile teşkil etmeyen komünizm
propagandasını engelleyen 141 ve 142. maddelerle beraber Türk Ceza
Kanunu’ndan şeriatçılık propagandasını yasaklayan 163.
maddenin kaldırılmasını kabul ederken onları alkışladınız.
Böylece bugünkü teröristlerin neredeyse tamamını yetiştiren
dinci oluşumların yıkıcı yuvaları korumaya alınmış oldu.
Yani onların hiçbirinin bir daha IŞİD saldırısı nedeniyle yas
tutma hakları pek yok. Olsa olsa gidip günah çıkartabilirler.
--1994 belediye seçimlerinde Taban
Operasyonu olarak yaptığımız tüm ısrarlı ikazlar ve basın
toplantılarına rağmen CHP, SHP ve DSP liderleri ne birleştiler ne
ortak aday çıkardılar ne de alan paylaşımı yaptılar. Onların
bu akıl almaz katkısıyla Recep Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek
efsaneleri başlamış oldu. Hem de yüzde yarım gibi oy
farklarıyla! Bu intiharın liderleri hiçbir şey olmamış gibi
partilerinin başında kaldılar!
--1997 yılında 28 Şubat kararları
Erbakan ve takım arkadaşlarının Cumhuriyet’e ve Atatürk’e
karşı sürdürdükleri açık saldırıyı durdurduktan sonra yine
mağduriyet senaryolarına kandınız ve 28 Şubat’ın neden
yaşandığının dökümünü hafızanızda yok ettiniz.
Demokrasinin açık düşmanlarını savunmayı demokrasi olarak
gördünüz. Sonuç: Düşünsel olarak Siyasal İslam’ı
güçlendirdiniz, Milli Güvenlik Kurulu ve orduyu haksız yere
yıprattınız.
--Demokratik kitle örgütleri olarak,
yaşananlar en ağır gerçekleriyle ortada olmasına rağmen
durmadan “biz her partiye eşit mesafedeyiz” söyleminde
ısrar ettiniz, karşı taraf kendi partisini güçlendirirken ve
ayakta tutarken siz tam tersine durmadan CHP’yi eleştirdiniz. Hem
de bunlar çoğunlukla yapıcı değil, dışlayıcı eleştirilerdi.
Yani doğal eleştiri hakkınızı kullanmanın çok ötesinde,
neredeyse CHP’ye karşı kampanya yürüttünüz. Böylece siyasal
matematikte durmadan kendi sepetinizi zayıflattınız.
--Medya patronlarının büyük
gazeteleri, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü değerlere sahip
çıkacaklarına eksantrik dinci, Kürtçü, anti-Kemalist fikirlere
kaydılar ve bu patronlar hoşgörü ötesinde bu marjinal fikirleri
sahiplenip onları merkeze çektiler, gerçek merkez boşaldı.
--Bu süreçte yeni kuşak, sürekli
olarak resmi ideoloji diye aşağılanan, Kemalizm ve Cumhuriyet
değerleri ile alay edilen, “cumhuriyetçi teyzelerle” dalga
geçilen sahte bir entel kalemşörler dizisiyle tanıştı.
-- İster eski ister genç kuşak
olsun, sosyalistler binde üç oy alan marjinal partilerde ısrar
ettiler ve Beyoğlu’nda, Beşiktaş’ta fotokopiler dağıtarak
zaman öldürdüler. Sosyalizm anlamsız bir zaman kaybına dönüşüp
reel politikada hiçbir şekilde yerini alamadı; tam tersine
Atatürkçü değerlerin yıpratılmasında ciddi bir rol oynadı.
Onlar da farkında olmadan Cumhuriyet düşmanlarının ekmeğine yağ
sürdüler.
--Ne Baykal ne de Kılıçdaroğlu
döneminde halkın yakından tanıdığı yargı insanlarını,
gazetecileri, demokratik kitle örgütü temsilcilerini, sanatçı ve
yazarları parlamentoya kazandırmadınız. İlginç bir ısrarla
onları dışladınız. Halk katmanlarının güvenini kazanacak
sivil önderleri yok saydınız.
--2002 seçimlerinden önce utanç
verici %10 barajını düşürmediniz, kendi kazdığınız kuyuya
düştünüz. AKP’nin oyların üçte birini alarak parlamentonun
üçte ikisini ele geçirmesine sebep oldunuz.
--CHP olarak RTE’yi 2003’te zorla
parlamentoya sokarak milletvekili olması yolunu açtınız, “İki-üç
ay bile başbakan kalamaz” teziniz çürüdü gitti, hem de ne
geri dönülmez maliyetlerle!
--2003’te CHP Kurultayı’nda,
Baykal ekibinin seçime iki saat kala tüzüğü değiştirip
onaylatmadan yürürlüğe koymasını muhalefet milletvekilleri
olarak onayladınız ve seyrettiniz. Diğer Genel Başkan adaylarının
bu şekilde safdışı bırakılmasını olağan karşıladınız
(!). Bunun nasıl ağır bir utanç verici fatura olduğunu görmezden
geldiniz. Bugün yıllar sonra “maç sürerken kaide değişir mi?”
dediğinizde, partinin hiçbir inandırıcılığı olmadığını
fark edemiyorsunuz. Bu ülkenin televizyon ve gazetecileri olarak, bu
çelişki ve tutarsızlığı Baykal’la yapılan onca televizyon
programı ve röportajda sormaya bile cesaret edemediniz! Muhalif
halk kesimleri olarak da bu hukuksuzluğu tepkisizce seyrettiniz,
hiçbir empati kurmadınız.
--Türk medyası olarak, AKP iktidara
geçtikten sonra sustunuz, korktunuz ve yaptığınız diğer iş
alanlarına zarar gelmesin diye yapılan demokrasi, laiklik ve hukuk
ihlallerini çoğunlukla görmezden geldiniz, alttan aldınız.
--Cem Uzan’ın medya organlarına
iktidarın saldırısı olduğunda, birçok muhalif “oh
oldu” dedi ve bunun nasıl bir tehlikeli gidişatın
habercisi olduğunu algılayamadı.
--Siyasal dinciliği, laik demokratik
sistemin gerektirdiği noktaya geriletmek yerine, muhalif kanattan
birçok yazar ve parti -başta CHP- dincilerden de oy alabilecekleri
inancıyla tamamen farklı siyasetler izleyerek -aynen Erbakan’ı
takip ederek- yok olan %50’lik merkez sağın hatalı yolundan
gittiler. Kendi yaşam tarzlarını savunmaktan, propagandasını
yapmaktan, kendi yaşam alanlarını korumaktan korktular. Kendi
çağdaş yaşam tarzlarını, sanatı, edebiyatı, özgürlüğü
savunmak yerine “biz de aslında dine yakınız” taktiğini
gütmeye çalıştılar.
--CHP, 2010’da büyük bir
sorumlulukla hazırlayıp sunduğumuz “Demokratik Tüzük
Devrimi”ni uygulamadı, peyder pey beş-altı yıla yayarak bütün
ilerici ve tetikleyici ruhunu yok ederek bu fırsatı harcadı.
--TSK, 2007 yılındaki Cumhuriyet
mitinglerinin tüm getirilerini sıfırlamak istercesine, arkasında
bile duramadığı 27 Nisan e-muhtırası saçmalığını devreye
soktu. Bu saatli bomba elinde patladı, fatura sonunda neredeyse
genelkurmayın telefonlarına bakan ere kaldı.
--TSK, Balyoz ve Ergenekon’a giden
yolda adım adım kendi apoletlerini ve forsunu geri çekerek,
neredeyse Nazlı Ilıcak ve Mehmet Barlas aleyhlerine yazı yazmasın,
AB kendilerini eleştirmesin diye FETO ve AKP’ye toptan teslim
oldu.
--Tüm bu süreçte medya ve patronları
-yalnız yandaş kanallar da değil-, ciğeri beş para etmez
insanlar bu ülkenin ordusunu darmadağın etmeye çalışırken bu
linçi seyretti. Bu ülkenin kurucu kurumu olan ordu, zirveden yerin
dibine doğru çekildi, yok edildi.
--CHP, toplumdan gelen tüm
karizmatik genç lider tipolojisi taleplerine karşın, tam tersine
koltuğa yapışan, halk ve seçmenleri ile ters düşen ve ancak
örgütün biat etmesiyle ayakta kalabilen bir lider profiliyle
hareket etmeyi tercih etti.
--Gençler ve halk kitleleri
milyonlarla birlikte bir hareket başlatıp Gezi’yi dünyaya mal
ettikten sonra, bunu siyasi bir güce çevirmek yerine “bizim
liderimiz yok, lider istemiyoruz, siyasal parti de istemiyoruz, biz
böyle duracağız işte” gibi demeçlerle nihilist-pasif bir yol
seçtiklerini ısrarla bildirdiler ve sonuçta kendilerine tasfiye
olmalarından başka hiçbir yol bırakmadılar! Erdoğan, onların
bile pek farkında olmadığı sonuca ulaşması ulaşması imkansız
“gücü” idrak ettiği an, Taksim’i basarak “hareketi”
evine yolladı. Heyecanlı Türk gençliği Gezi’ye hiçbir güç
kazandırmayan, adeta AKP’yi rahatlatan en mantıksız-hedefsiz
şekilde hareket etti.
--Gezi Hareketi’ni, olay tüm
sıcaklığı ile yaşanırken değerlendirmeyi aklına bile
getiremeyen CHP için, diyelim ki o günlerde hafifletici nedenler
vardı. Peki, ülke o büyük gençlik hareketi ve artçı şoklarının
içinden geçtikten sonra, Türkiye’nin ana muhalefet partisi,
Cumhurbaşkanı adayı olarak AKP mantığından gelen Ekmeleddin
İhsanoğlu’nu seçtiği zaman, o toplumun, o halkın, o gençliğin
artık somut bir umudu kalabilir miydi?
--Toplumda veya partide tek bir miting
yapma arzusu oluşturamayan İhsanoğlu ortada dururken, halk ve
kitle örgütlerinin öne sürdükleri aday olan Emine Ülker Tarhan
için, başkanın bu abartılı hatasını izlemelerine rağmen,
sözde en demokratik muhalefet partisi içinden imza verecek 20 yiğit
milletvekili çıkamadı. Bu da CHP grubunun nasıl bir
anti-demokratik baskı altında yaşadığının şaşırtıcı
kanıtı oldu. Bu korkak-pasif tavır da RTE’nin önünü açtı!
--Aynen bundan önceki bütün diğer
önemli seçimlerde olduğu gibi, bu hayati anayasa referandumunda
bile milyonlarca oy kullanmayan vatandaş, ülkemizdeki bilinçsiz
vatandaş tipolojisinin ne boyutlara varabildiğini bize göstermiş
oldu. Bu sorumsuzluk, rejimin iflasını getirdi.
--Bu ülkenin Atatürkçü onca
aydın ve genç isminin bu yolda şehit olduğu gerçeğine karşın,
kimi tatlı su balıklarının hava kararıyor diye aynen 1980
öncesinde olduğu gibi, yurtdışına yerleşme çabaları da gözden
kaçmıyor!
Burada saydığım gerekçeler, 30 yıl
üstünden ancak bir makaleye sığabilecek kadarı seçilmiş bazı
köşebaşı virajlar. Öyle yoğun bir siyasi ajandamız var ki,
bunlar dışında siz veya diğer okurlar onlarca farklı ek
yapabilirler! Ama yalnız bu maddelerden yola çıkarak da
söylüyorum; sizin Tayyip Erdoğan veya AKP’ye kızma hakkınız
var mı? Onlar görevlerini yapıyorlar! Demokrasiye inanmadıklarını
zaten yola çıkarken söylediler. Şimdi sizler onların
anti-demokratlığını büyük bir bulguymuş gibi afişe
ettiğinizde belki kendinizi tatmin ediyorsunuz, ama siyasette bunun
karşılığı yok. Sizlerin artık bu geçmiş ağır hatalardan
yola çıkarak yenilerini yapmamak için, kendi kaderinizi
değiştirmek için, geleceğinizi doğru çizmek için, bu duruma el
koymanız gerekmektedir.
Bari bu saatten sonra tarihten ders
almayı deneyin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.