36 SAATLİĞİNE MUTLU
OLAN TÜRKİYEM!
Reina teröristi yakalandı da, ilginç bir şekilde 36
saatliğine ülkede sahte bir birlik havası oluştu. Hani işte iyiler kötüyü yakaladı,
dramın sonunda hak eden cezasını buldu, herkes sevindi. Televizyonlar üst üste o
baskının yapıldığı odaya, siteye, Esenyurt’a yöneldi, komşularla konuşuldu, o
sitede güvenlik kamerası olmayışı ayıplandı, bunu dinlerken milyonlarca
izleyici içlerinden “keşke o terör hanesinin
içinde de izleyebileceğimiz akar görüntüler, değişik açılardan videolar olsa”
diye geçirdiler. Daha ileri gidenler “baskın
anının videosunu izlesek ne keyif olurdu” diye içlerinden geçirdiler. Sonuçta
21. yüzyıl dijital görüntü deryasının ortasında mahkum oldukları ortamda hayata
devam etmeye mecburdular... Bu kaotik, gizli,
ortaçağ döneminde takılmış beyinlerinin aslında Reina baskın sahnesini güvenlik
kameralarından izlemeye can attığını kendilerine itiraf etmeyi denediler; bir
kısmı da bunu başarabildi. Bazıları belki rüyalarında gördüler o sahneleri.
Dehşet kaçınılmaz şekilde etrafı sarmışsa, bu çağ onun “pornografik” bir netlik
ve yakınlıkta hayatımıza girdiği günlerin ta kendisi... Elimizde kalitesiz
görüntüleri dolaşan Kennedy cinayeti filmlerini saymazsak, 11 Eylül gibi büyük bir
dorukla moda haline gelen bu dehşet pornosu merakı, en gündelik halinde sokak
trafik kazalarının sürekli haberlere aktarılmasıyla sürüyor. Ama futbol
tartışmaları gibi kritik anın 10 açıdan analiz edildiği felaketler en
makbulleri. İster Tayland tsunamileri, ister Mersin selleri, ister Norveç’te dehşet
adasında makineli tüfekli katliamlar... Fark etmez! Yeter ki iki insanın öpüşmesinin
mahsurlu sayıldığı şu günlerde ölüm, kan ve dehşetle karşı karşıya kalalım! Bizler
yarattık bu felaket açlığını...
KILIÇDAROĞLU-BAHÇELİ
GÖRÜŞMESİNİN HAYALİ “BANT” DÖKÜMÜ (!)
Bugün o yapay iyimser hava ve birlik yanılsaması, kahpe bir
sis gibi dağıldı. Ana muhalefet partisi ve sahte muhalefet partisinin görüşmesi,
ne yazık ki hüsranla sonuçlandı. 45 saniyeye sığdırılan nezaket açıklamalarına
bile gerek yoktu. Bahçeli artık kimliğini açık etti. Kendisi hakkında her
fırsatta hala bir nebze ümit besleyenleri darmaduman edip, boş gözlerle evine
yollamaya alıştı. Kılıçdaroğlu, Bahçeli ile “Bu yolu da denemiş
olalım bari” mantığıyla konuşmaya karar verdi. Bahçeli de tam tersine, “Ne söyleyecekse söylesin, nasıl olsa biz ne
düşündüğümüzü biliyoruz, görüşümüz değişmez!” önyargısıyla bu randevuyu
kabul etti. İçeride neler konuşulduğunu gerçekten çok merak ediyor musunuz? “Kahve mi,
çay mı? Şeker alır mısınız? Çok teşekkür ederiz, böyle önemli bir konuyu
konuşmak için bir araya gelmiş olmak çok güzel bir duygu, evet... havalar da
çok soğuk gidiyor bu yıl! Kemal Bey biliyorsunuz terör bizi her tarafımızdan
kuşatmış durumda. Biz MHP olarak ‘önce
millet’ diyerek bölünmeye karşı ciddi bir duruş sergilemeliyiz. Hani nasıl siz ‘konu
vatansa gerisi teferruattır’ diyorsunuz, esas bizim için o görüş aynen geçerli.
Biz önceliğimizi belirleyip büyük Türkiye’nin çıkarlarını ve kendimizinkileri
düşünüp geçmişte sarf ettiğimiz her sözün üstüne sünger çekip unuttuk. Bakın
siyasette ben Tayyip Bey’le çok karşı karşıya geldim; ama siyasette ebedi
düşmanlık yoktur, diyalog vardır. Ne der siyasi atalarımız? Dün dündür, bugün
bugündür, pragmatik olmak lazım! Siyaset, ihtiyaçlar ve boşlukların
doldurulması üzerine kurulmuştur.”
Peki, Kemal Bey ne demiştir bu sözlere? “Devlet Bey devletimiz elden gidiyor,
demokrasimiz insan haklarımız ifade özgürlüğümüz parlamentomuz, rejimimiz, her
biri elimizden kayıp gidiyor. Yazık değil mi? Geçmişte neler söylemişsiniz
parlamenter rejimi korumak için, bakın hızlarını alamadılar, şimdi halifelikten
söz ediyor dilini tutamayan yandaşları, sakın buna da sonra ‘bilmiyorduk, biz
öyle anlamamıştık’ demeyin olur mu?” Yanıt şöyle olabilir: “Kemal
Bey, bunlar FETÖCÜ uydurmaları, hiç öyle şey olur mu? Hiç MHP buna geçit verir
mi?”(!)
MHP’NİN “GÜVEN”
KAVRAMIYLA İLİŞKİSİ!
Vermeeeez, vermez! Zaten MHP dediğiniz parti, her sözünün arkasında
değil midir? Biz bu sütunlarda birazını aktarabilmiştik; AKP ve RTE hakkında
neler düşündüklerinin... Şimdilerde atık
herhalde “AK Parti” demeye dillerini alıştırmak için ayna önünde çalışmalar
yapıyorlardır. Reflekslerini değiştirmeleri epey zaman alabilir. Çünkü Bahçeli’nin
ses tellerini yırtarcasına çıkardığı o sesler, kulaklarımda çınlıyor: “AKP ile PKK’yı kuytu köşelerde görüşürken
yakalarsak, onlara bu iktidarı dar ederiz”, ya da “AKP lale ve sülale devrini yaşıyor” gibisinden sayısız iddialı ve
nüktedan nutukları var. Tabii ilginçtir, hiçbir muhalefet partisi başkanının
ağzına pek alamadığı üslupla AKP’ye bindiren Bahçeli’nin sicili, artık ezbere
bilinen şekilde AKP’ye stepnelik görevi üstlendiği bitmez tükenmez dökümlerle dolup
taşıyor. Herhalde Devlet Bey, bu U ve W dönüşlerini, virajlarını çözebilen bir
kadına rastlamadığından hiç evlenmemiş... Bakalım Kemal Bey onun ruh halini ve
ne demek istediğini, kendi durumunu nasıl dış dünyaya aktardığını gerekçeli
şekilde algılayabilecek mi?”.
Türkiye’de kafası karışık insan çok! Bakın AKP bile
Atatürk-İnönü dönemi hakkında malum gidişat dışında zig-zaglarla ilginç danslar
yapıyorlar. Örneğin Lozan hakkında, orada “bırakıldığı” iddia edilen adalar konusunu
veya Musul’u ileri sürüp bir gün İnönü’yü yaylım ateşine tutuyorlar, bir başka
gün konu Avrupa ile ilişkiler olduğunda aniden yeni bir W-M-U dönüş yapılıp
İnönü üzerinden Lozan’a ve sonuçlarına sahip çıkıyorlar... Aslında İnönü’nün
çektiği sırf AKP’den mi? Konuşturmayın beni şimdi kendi partisinin içinden onu
anlayamayanların dökümünü yaptırmayın, sırası değil...
İSMET İNÖNÜ’YÜ
FERİŞTAHINIZ SİLEMEZ O TARİHTEN!
Gülsün Bilgehan hatırlatmakta çok haklı. Bu ülkede Atatürk’e
saldıramayanlar, İnönü’yü hedef alıyorlar. İnönü’yü çocukken çok yakından
tanımış olmanın gururu ve keyfi bir yana, onun hayatının tüm anekdot
detaylarını, birinci elden, yıllarca sağ kolu olan babam Dr. Suphi Baykam’dan
defalarca dinlemiş bir insan olarak, bu bahtsızlara gülüyorum. Tarihe yalan
söyleyerek, küçücük çocukların beynini formatlamaya çalışarak, yaşanmışlıkları
gizleyerek veya çarpıtarak nereye kadar gider bu zavallılar, bilemiyorum. İnönü’yü
tarihten çıkarmanın traji-komik abartısını bir AKP’liye şöyle anlatmayı
deneyelim: 2070-2080 yılındaki tarih
kitaplarında, birileri kalkıp, Erdoğan diye biri hiç yaşamamış ve ülkeyi yönetmemiş
gibi kitaplar çıkarsa, bu onlara ne kadar zavallıca gelirse, işte Kurtuluş
Savaşı kahramanlarından İnönü’nün çıkarılması onun bir 10 misli zavallıca!
İnsanlar, tüm yaptıklarıyla, tarihin kara defterlerine
kalırlar. İyi işlerle de ve ne yazık ki maalesef... kötü işlerle de! Tarih ülkeyi kurtaran, bütünleştiren,
sıfırdan kuranları nasıl hatırlıyorsa, ülkeyi ayrıştıran, insanları umutsuzluğa
ve çelişkilere götürenleri, kendisine tahrifat yapmaya kalkışanları, bu
toprakları korumayı başararak bize emanet edenlere karşı nankörlüğün en
büyüğünü yapanları da unutmaz. Tarihi bu şekilde küçük hesaplarla dolandırmak
mümkün değildir. Artık bu
dediklerim, iyi haber mi, yoksa kötü haber mi, bizi okuyanlar karar versin.
İnönü’yü YOK saymaya çalışan zavallıların, kim bilir bu yeni
müfredatta 27 Mayıs Devrimi’ni veya 68 Kuşağı’nı nasıl anlatmaya
kalkıştıklarını cidden merak ediyorum.
CHP DEMOKRATİK
SEFERBERLİĞE HAZIR MI?
İnönü’yü toptan silme kararı alanlar, Atatürk’ün de anne ve
baba adını, doğum yerini, Anıtkabir’i lütfedip bırakmışlar. Atatürkçülük,
neredeyse her dersten çıkarılmış... İşte
tam bugünlerde AKP zihniyetinin baş temsilcilerinden Abdurrahman Dilipak,
baklayı ağzından çıkarıp, ballandıra ballandıra anlattı, birinin yaklaşmakta
olan halifeliğini... Bunu sağlayabilmek için de AKP’li milletvekili İsmail
Aydın ağzından genel kurulda kaçırdığı gibi, tabii ilk dört maddeye “dokandırmak gerekecek”. Tabii bu sözler
gaflete ömür üstünden yenik düşmüş bizim kuşakların çoğunun gözünü açamaz, ne
yazık ki, AMA EN AZINDAN bizim arka bahçemizde bulunan bir avuç ödünsüz Kemalist’in
gündemini belirlemelidir bu “itiraf”!!
Bu milletvekilinin gafını Başbakan yalanladı da...
Dilipak’ın “halife müjdesi” hakkında “bunlar
palavradır” diyen çıkmadı! Şayet MHP
kanadından bir süre sonra “kandırıldıııkkkk” diye çığlık atmak isteyen olacaksa,
Kılıçdaroğlu’nun yaptığını umduğum ikazları bizler de sayısız kere
tekrarlayalım!!...
İkinci tur oylamaların, kendini lağvederek dekoratif bir evrak
taşıma merkezine geçiş yapmaya çalışan (!)
TBMM’de, bugün başladığını düşünürsek, CHP’lilerin genel kurul salonunda
verdikleri büyük mücadelenin de devam ettiğinden bir şüphemiz yok. Ancak bu
tepkiler şimdilik yetmediğinden, dört nala gidiyoruz Başkanlık krizinin merkezine!
Kusura bakmayın ama azıcık ucundan düşünen biri, Erdoğan’ın
“Başkanlık da başkanlık” diye tutturmasının arkasında başka daha derin durumlar
olduğunu çıkartırdı. Zaten Erdoğan
ülkeyi fiili olarak Başkanlıkla yönetmiyor muydu? Bu başkanlık merakının
kökünde gerçekten bir imamın Halifelik tutkusu olmalı! Yoksa bu kadar zahmete
ve gürültüye değer miydi sizce? Sizce neden AKP kanadından Dilipak’ı yalanlayan
olmadı dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.