Dünya,
büyük bir zelzeleden önce magmasından başlayan çalkantıyı her köşesinde ve
yüreğinde hissediyor. Neredeyse, dünya savaşları sonrası hortlamayı seven büyük
belirsizliklerle dolu dönemin getirdiği sessizlik ve içe kapanma yaşanıyor.
Herkesin içinde ve dilinde aynı soru var: Nasıl bir gelecek bekliyor bizi?
Baksanıza, dünya bile kendine ve coğrafyaya aynı soruyu soruyor korkuyla: küresel
ısınma bana nasıl bir gelecek vaat ediyor? Daha doğrusu vaat etmiyor? Gelecek korkusu her yerde...
ODACILARDAN
PATRONLARA, SANATÇILARDAN BAŞKANLARA GELECEK KORKUSU...
Gençler
aynı soruyu soruyorlar, korku dolu gözlerle: Bu ülkede bize bir gelecek bıraktılar
mı? Burada yaşamaya çalışmak delilikten başka bir şey ifade ediyor mu? Onların
anneleri ve babaları ise yeni anayasa adı verilen ucubenin getirdiği korkuyu
dehşetle yüreklerinde yaşıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, zaten taaa muhalefetten
başlayan belirsizlikler ve güvensizlikler korkularını depreştirmekten başka şeye
yaramayacaklar. İş adamları aylardır Dolar ve Euro kur belirsizliğinden, hiçbir
hamleyi gönül rahatlığıyla yapamıyorlar. Onların odacıları da aynen patronları
gibi korku içindeler: zar zor elde ettikleri ve ayda 1500 TL ile dört kişilik
aile geçindirmelerini sağlayan bu görevi de her an kaybedebileceklerini
biliyorlar. Patronlarına her türlü tehdidi çekebilen koskoca başbakanların da “ya beni de azlederlerse?” korkusuyla
yaşadığını çok iyi biliyoruz. Yalnız başbakanlar mı? Saraylarda yaşayan total
otorite düşkünlerinin bile korkunç bir gelecek
korkuları var, daha nereye çıkacaksın ki? “Ya evdeki hesap çarşıya uymazsa? Ya bu sağ kolum da ihanet ederse? Ya
çekirge 4. kez sıçrayamazsa? Ya bir gün devran döner, hesap sorulursa?” Gelecek
korkusu, dağları sarmış... Peki sıfatların hiyerarşisi ile ilgilenmeyen
sanatçıların gelecek korkusu yok mu?
Onlar da zindandan, ölümden korkmazlar ama çocuklarının geleceğinden,
arkalarında yavruları gibi bıraktıkları eserlerin geleceğinden, yok olup gitme
tehlikesinden, kültürü kemiren, kanatan, kanırtan cehalet ve yobazlığın
sonuçlarından korkarlar... Başladıkları projeleri bu gidişle bitiremeden bu
kavga gürültü içerisinde dünyadan süpürülüp gitme tehlikesi ile boğuşan, her
fırsatta hedef gösterilen bölgemizin, cefakar, cesur ve adam gibi adam, kadınlı
erkekli sanatçıları bunlar!
ORTADOĞU
KADINLARININ YAZGILARI VE GELECEK KORKULARI
Kadın
deyince, ülkemizde mesela bir de salt kadınlarımızın yaşadığı gelecek korkusu
var... Her gün kanıksanan kadın cinayetleri birbirini takip ediyor, inanılmaz
bir süratle... Erkekler bunu tam anlayamazlar. Kadınlarımız bu mide bulandırıcı
ortamda, bir de “bir gün acaba zorla
kapatılır mıyız, kızımın kuşağında bile olsa haklarımız Suudi Arabistan veya
Afganistan seviyesine düşebilir mi?” kabusunu düşünüyorlar kara kara... Siz
inansanız da inanmasanız da düşünüyorlar. Ya da çocuklarını teröre, savaşa
şehit verme dehşeti ile yatıp kalkıyorlar... Yalnız Türkiye’de mi? Bu dev korku
tüm coğrafyamızda mevcut... 2003 yılında Iraklı bir kadının portresini yapmıştım...
Amerika’nın kabus ve utanç verici Başkanı Bush’un Irak’a saldırısını planladığı
aylardı. Ha saldırdı, ha saldıracak, ha ısırdı ha ısıracak.. O resimde kadının
çocukları için kaygısı var.. Ha düştü, ha düşecek bombalar... “Embedded” gazeteciler(!), maç yayını
gibi ha girdi ha girecekler sahaya diye bekliyorlardı ölüm kusan tankların
üstünde... İşte orada o kadın üstünden
bugün milyonlarca annenin kursağındaki gelecek
korkusu var çocukları için... Bu derin bir içsel sıkıntı; “angoisse” der Fransızlar, tıp
dilimizde de yeri vardır.
Bundan
4-5 yıl önce etrafa güzellikler saçan Şam veya Halep bugün bambaşka görüntüler
altında yaşıyorlar... Silah ve bombaların ortasında, harabe olmuş, yok olmuş
sokaklar, aileler, insanlar... Sürgüne zorlanan Suriye halkı bugün tüm dünyada
veba gibi dışlanıp, Avrupa’nın karanlık yüzü hortlarken milyonlarca aile, anne,
geleceğe dehşet içinde bakıyorlar... Çünkü siyasiler anlamsız toplantılarda
ittifak valslerinde eş değiştirirken Iraklılardan sonra en büyük bedeli onlar
ödediler ve ödemeye devam ediyorlar.
LE PEN’DEN
TRUMP’A, HOFER’E, BATI’NIN YAŞADIĞI KORKULAR...
Peki
Ortadoğu göçmen istilası ve her an her yerde patlayabilecek bombalar dışında Avrupa’nın yaşadığı diğer korkular ne? Brexit yaşanıp,
Büyük Britanya adasının AB’den kopuşu, İngiliz gençliğinin kendini açıkta -hatta
boşlukta- hissetmesi AB için sonun başlangıcı olacak mı? AB dağılmak üzere mi?
Adımlarımızı kaç günlük, kaç yıllık atalım... Koca AB yok olma tehlikesi nedeniyle,
Euro’yu rafa kaldırmayı vücudunda
kanserli bir hücre gibi taşıyor... Hadi bunca stres arasında bir de gülümseyin:
Avrupa’nın bir diğer korkusu da... Türkiye’nin Lozan anlaşmasına uymama
korkusu, AB temsilcileri kalkıp bize Lozan’ın faziletlerini ve tarihi gururunu
gerisin geriye satmaya çalışıyorlar! Düne kadar AB karşıtı aşırı sağcı aday Norbert
Hofer’in kazanma ihtimaline karşı büyük bir gelecek korkusu yaşayan
Avusturyalılar, şimdilik Alexander Van der Bellen’in cumhurbaşkanlığa
seçilmesiyle rahat bir nefes aldılar. Ama “gelecek
korkusu” ciğerlerinde nefes almaya devam ediyor: Bu seçimi %48’le kaybeden aşırı
sağcı FPÖ’nün, önümüzdeki genel seçimlerde birinci parti çıkmasının işten bile
olmadığını söylüyorlar... Fransa, sağda
ve solda Cumhurbaşkanlığı adayları ortaya çıkmaya başlarken, aşırı sağcı Marine
Le Pen’in oluşturduğu ve kızıştırdığı rekabet, yine bu seçimde safların
belirlenmesinde en önemli faktör olacak. Sokaktan tanıdığınız Fransızların
büyük kısmı, belki terörden çok bu sarışın kadın yüzünden “gelecek kabusu” yaşıyorlar... İster Fillon, ister Vals, kim Başkan
olursa olsun, fark etmez.. Yeter ki o kadın olmasın! Üstelik üç hafta önce
yaşanan Amerikan Başkanı seçimleri, kabus ve korkuların gerçekleşebildiğini
somut olarak ispat etti bile! Trump dehşetin en az 11 Eylül kadar somut olabileceğini
kanıtlamış olmaktan gururlu! Belki kimilerine göre AB’den daha önemli bir
ekonomik ve kültürel bir dev olan Kaliforniya, gelecek korkusunu öyle
boyutlara taşıyor ki, ABD’den ayrılma kampanyaları sokaklarda ciddi nümayişe
dönüşebiliyor!
KÜBA’DAN
KONGO’YA, VENEZUELA’YA KADAR GELECEK KORKUSU HER YERDE Kübalıların
karmakarışık duygular arasında yaşadıkları gelecek
korkusu, Fidel Castro’nun ölümü ile tavan yapmış durumda. Artık kahraman
gerilla Che’nin ardından devrimin başkumandanının yok olması, ABD’nin ve vahşi
kapitalizmin tüm aygıtlarıyla köşede tetikte beklemesi, adanın omurgasının bu
yeni dönemi, devrimin son yaşayan kumandanı Raul’le ne kadar göğüsleyebileceği,
belirsizliklerin her gün artması, gelecek
korkusunu kaçınılmaz kılıyor. Che’nin bir zamanlar devrim yapmak üzere
Bolivya’dan önce gittiği Kongo’da da gelecek
korkusu yaşanıyor... Başkan Joseph Kabila, iki dönemi dolmasına rağmen “koltuğumdan inmem de inmem, illaki inmem”
diye tepiniyor. Kongo’da kitlesel gösteriler polis şiddetine veya demokrasi
şehitleri verme pahasına yapılıyor. Gelecek
korkusu, halkın direnme hakkını beraberinde getiriyor. Venezuela’da, Chavez
sonrası sönen hayallerin de ortada akbaba gibi gezinen kaosun tetiklediği
yolsuzluk furyaları halkın güvenini yok ederken, önünü görememesine neden
oluyor. Sağ politikalar Chavez’li yılların acısını çıkarmak istercesine halkın
geleceğini ipotek altına almaya çalışıyor.
EMPERYALİZM
SÖMÜRÜRKEN, İNSANLIK İLERLİYOR MU?
Uzun
lafın kısası, siyasilerin hırsları, insan yaşamını hiçe sayışları eşliğinde her
gün her yerden cesetler toplanıyor.. Haklı gerekçelere dayanan “gelecek korkuları”, kah oraya kah
buraya kurşunlar, bombalar yağdırıp, görevini en üst seviyeden
gerçekleştiriyor. Siyasal yaşam ve sosyal çalkantılar, emperyalizmin açık ve
gizli emirleri doğrultusunda yıkımı sürdürüyorlar... İlginç bir şekilde “insanlık”
bu alçaklıklara rağmen ayrı bir kulvarda ilerlemeye devam ediyor: Bilim, tıp,
teknoloji ve sanat bağımsız bir şekilde yürümeye ve insanlığı başka bir düzeye
taşıma yolculuğuna devam ediyorlar. Tabii bu da bizi Mehmet Akif Ersoy’un
tartışılan ama haklı “medeniyet dediğin
tek dişi kalmış canavar” dizesine götürüyor... Bu cümle doğru olmasaydı,
dünyanın sözde tartışmasız en ileri ülkesi, sözde “kitle imha silahları arayacağım” bahanesiyle 1,5 milyon insanı
katletmeye güle oynaya gidebilir miydi?
BANA RAHATLATICI
BİR YALAN SÖYLE Kİ... DAYANABİLEYİM!
Dünyanın
tümü ciddi gelecek kaygıları ile çalkalanıyor... Geleceğini göremeyen,
okuyamayan üç kuşak insan, önünde yalnız karanlığı görüyor... Los Angeles bulvarlarından
Kongo ormanlarına, Paris Rive-Gauche entellektüel kahvelerinden Viyana konser
salonlarına, Halep’in harabeye dönmüş taş yığını sokaklarından Beyoğlu ara
sokak meyhanelerine kadar, Moskova’dan Bağdat’a, Havana’dan Londra’ya hava “kurşun gibi ağır”...
Herkes
yaşamak için, canlı kalabilmek için belirli ölçülerde çocuğuna da, kendine de, birbirine
de yalan söylemeye mecbur. Yoksa bu yaşam sürmez. Bir resmim daha vardı: “Lütfen Bana Rahatlatıcı Bir Yalan
Söyle”... 1986’da yaptığım bir resimdi. Sihirli çaydanlıktan çıkan bir
yılana konuşuyordu uzayda yürüyen bir kadın... Yılanlardan bile rahatlatıcı bir
yalan duymaya hazırız şu ortamda... Bu yapay dünyada, sahte umutlar fakirin
veya geleceği karartılmışın ekmeği.. Havuçu. Sahte güvenli hareketler,
yarınımız sorunsuz sislerin arasından belirecekmiş gibi, yapay ortaklıklardan
bile medet umulacak bir duruma getirdi herkes kendisini... AB olmazsa Şangay
verelim, sosyalizm olmadıysa kapitalizme geçelim, faşizm ve ırkçılık
hortladıysa, eski sağ-sol kavgalarını bırakıp, orta yolda buluşalım.... Dünya,
kendi kendisiyle yürüyemeyince, neredeyse her karış toprağında, yeni
ittifaklarla sil baştan kurulmak dahil, İnönü’nün koyduğu gerçeğin, kendilerine
adapte olmuşunda arıyor, umudunu arıyor: “Yeni bir dünya kurulur ve “herkes” bu yeni dünyada yerini alır!” Gittiğimiz
yer, burası olsa gerek... Yoksa Kaliforniya bile “batsın bu dünyaaa!” diye
haykırır mıydı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.