Biliyorsunuz,
Beştepe’deki Aksaray bir mevkii için yapılmadı. Bir şahıs için yapıldı. Önce o
sarayın “yeni başbakanlık” için
yapıldığı söylendi. İlk tartışmalar o eksen üzerinden yaşandı. Ardından Tayyip
Bey -Kılıçdaroğlu’nun Ekmeleddin hamlesi
sayesinde- Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kurulduktan sonra, sarayımızın adı
birden Cumhurbaşkanlığı Sarayı oluverdi. Bu dünyanın demokratik hiçbir hukuk
devletinde görülebilir rezalet değildi. Sarayın, bir kişinin siparişi olarak
devlet parasıyla yapılması sonucu rezalet ayyuka çıktı.
Neden mi
hatırlattım? Yeni Anayasa tartışmalarımız da ondan farklı değil. Şu anda
sürekli ısıtılıp her gün gündeme servis edilen Anayasa, aynen malum Saray gibi
kişiye özel: AKP Parlamentosu ve yandaş-paydaş basın, her gün Tayyip Bey’in tarif
ettiği ve ruhuna uyacak bir Anayasa’yı çiziktirmekle meşguller! Ne ka Saray, o
ka Anayasa!
Yeni
Anayasa’nın temel hatları, her an yeni Türkiye erbabının ağzından dökülüyor..
Atatürk ve laiklik olmayacakmış.. İslam ve inançlar, yeni metinde sahne
alacakmış. Zaten yeni Anayasa ve Başkanlık tarifi, beraber gelen bir bütün! Artık Anayasamızın temel hedefi, seçilecek
yeni başkanın tüm ulvi ve bu dünyaya ait hak, hukuk ve mutlak otoritesini kullara
ve dünya aleme duyurmak olacak. Göklerden, AKP’den ve dini yorumlarından
gelen tüm yetkiler, katıksız ve limitsiz olarak oradan duyurulacak. Aynen Saray’ın kimsenin tam bilemediği oda sayısı
kadar sonsuz bir görev alanı tanımı olacak bu... Ayrıca öyle Amerikan Başkanlığı
gibi güçler ayrılığı tarzından garabetlerle uğraşmaya mecbur kalınmayacak.
EKŞİ VE
BAYKAM’IN BUGÜN KONUŞMA HAKLARI HERKESTEN FARKLIDIR
Geçen
Cumartesi, Oktay Ekşi ve TGB Başkanı genç dostum Çağdaş Cengiz’le beraber
Ulusal Kanal’daydım. Çağdaş, günümüz Türk gençliğinin yüz akı. Orada hemen çekinmeden söyledim: Ekşi ve
benim, bugün herkesten çok farklı bir konuşma hakkımız var! Bundan otuz yıl
önce, en büyük mücadeleyi başta Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Muammer Aksoy
verirken, onun en büyük destekçileri bizlerdik. Oktay Bey, eşi Aysel Hanım,
Türkan Saylan gibi damardan Atatürkçüler... Savunduğumuz çok netti: Şayet Türk
Ceza Kanunu’ndan 163. Madde’yi kaldırırsanız, bunun sonu felakettir. Yobazlık
yayılır, önce siyasi arenamızda etkin hale gelir, gücü ele geçirdikten sonra da
rejimi toptan teslim alır. Bu düşüncelerimizi her yolla yaydığımız kitle, Özalizm’in
nimetlerine teslim olmuş bir neo-liberal depolitize toplumun ta kendisiydi. SHP
bile ne yazık ki bu konuda akıl almaz bir saflık ve öngörüsüzlük içindeydi. Merkez
sağ zaten her zamanki gibi en yoğun işbirlikçi rolünü oynuyordu. Ana işi
siyaset olmayan bizim gibi bazı akademisyenler, sanatçılar ve gazeteciler, Atatürkçülüğün
vicdanı ve beyni rolünü üstlenmişlerdi. O zamanlar bizlerin yaptığı her ikaz,
kimilerine “Atatürkçü paranoyakların abartılı
çıkışı” olarak görünüyordu. Bugün ulaştığımız bu korkunç sonuçlardan bir
hayli uzaktık, ama ne var ki, bizler haklı çıkacaktık! Hem de haksız çıkmak
için yaptığımız onca efora rağmen! Dolayısıyla kimse alınmasın, ama Oktay Ekşi
ve benim bugün konuşma haklarımız neredeyse herkesten farklıdır, arşivler
ortada!
MECLİS BAŞKANI
KAVRAMSAL DARBE TAHRİKİNDE BULUNDU!
Bugün
onların o tarihten sonra adım adım kuşattıkları Türkiye’de, yobazlık ülkenin
siyasi-hukuksal sistemine yapıştı. Artık 2000 ana okulu talebesi topluca namaza
götürülürken, Meclis Başkanı da Anayasa’da laikliğe gereksinim olmadığını dile
getirebiliyor. Medyanın sözde
demokrasici tellallarından bu sözleri duyamazsınız: Kahraman’ın yarattığı
çalkalanma, öyle hafife alınabilir basit bir gaf değildir. Kavramsal bir darbe tahrikidir.
Tabii ki siyasetin yobaz kanadı, yıllardır bu toplumu şuna alıştırmıştır:
Önce bir piyon seçilir, sonra bu piyon ortaya damardan ağır bir salvo atar.
Küçük ya da büyük bir tsunami yaratacak ciddi bir provokasyon... Kim ne derse
desin, ilk hedef, yobazlığa yöneliş konusunda toplumsal bir nabız ölçmedir.
İkincisi de hemen ardından nasıl olsa “ben
onu demek istememiştim” tarzında yine
malum bir orta oyunu sahnesi tekrarlanır, bu da 2. perdenin tekrarlanan diyalog
parçasıdır.
Burada
gözden kaçırılan nokta kullanılan piyonun, Meclis Başkanlığı koltuğunda
oturuyor olmasıdır. Bu herhangi bir yobaz köşe yazarının gazetede böyle bir çağrı
yapmasından çok farklı bir durumdur. Gücü elinde tutan Parlamento’nun bir
numaralı ismi bu sözleri söylemektedir. Hiç kimseler kalkıp “efendim bunlar Meclis Başkanı’nın şahsi
görüşüdür” sözlerinin arkasına saklanamaz -ki, bunu da deneyen çoook yandaş gazeteci oldu!- Dolayısıyla bu
çıkışa eleştiri olarak Kılıçdaroğlu’nun “ya laikliğe
inan, ya da o koltuğu terket” sözleri çok havada kalmaktadır. Bu saatten
sonra Meclis Başkanı, “vazgeçtim, artık laikliğe inanıyorum”
dese, Kılıçdaroğlu buna inanacak mıdır? Ortada yapılan bir gaf değil, açıkça
işlenen bir suç vardır. Parlamentoda şerefi üzerine laiklik yemini etmiş o
koltuğun sahibi böyle bir çağrı yapamaz, değişmesi teklif dahi edilemeyecek
maddeleri aşağılayamaz, bunu yaparsa da... Ana Muhalefet Partisi ve bağımsız
yargının, Anayasa Mahkemesi’nin buna verecekleri yanıtlar gündelik eleştiri
seviyesinde kalamaz. Tabii “laiklik
tehlikede değil” demecini birkaç yıl önce en kritik Anayasa Referandumu’ndan
sonra verebilmiş bir Ana Muhalefet Partisi Başkanı, bu ciddi inceliklere uzak
olabilir. Laiklik Türkiye’de sistematik şekilde, özellikle 1986’dan itibaren
tehlikede altında kalmıştır ve ne yazık ki bunu göremeyen insanların bazı
mevkilerden uzaklaşması herkes açısından yararlı olacaktır. Bu arada pasif TÜSİAD bile, Meclis Başkanı’nın
demeci hakkında hiç olmazsa “üzgünüz” diyebilmişken, yeni kalelerine bağlılık
konusunda sıfır falso ile görev yapan kahraman TSK, ağzını açmayarak yine o
malum mercilerden aferin almayı başarmıştır. Daha önce birkaç kere yazdığım
gibi TSK’nın tek çelişkisi, Anıtkabir’in girişinde yer alan Atatürk’ün şu meşhur
sözleridir, onların da acilen üzeri sıvanmalıdır. "...Türk Vatanı’nın ve Türklük camiasının şan ve
şerefini, dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan
vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam
bir inan ve itimadımız vardır. –Atatürk, 29 Ekim 1938”
HEPİNİZ ORADAYDINIZ!
BIRAKIN MASUM BAKIŞLARI!
Hani
sevgili halkımız “yahu bu kadar olmaz,
nerelerden nerelere geldik” diyor ya durmadan! Cevabım net: Sevgili TÜSİAD
üyeleri, sevgili sosyalistler (hani
laiklik ve Atatürk’ün önemini yok sayan bir sosyalistler grubu vardı ya!), sevgili
merkez sağ (sahi ya, eskiden merkez sağ
diye bir şey vardı, hatırladınız mı?), sevgili CHP ve SHP’liler (ki en büyük suç onlardadır!), sevgili
medyamızın demokrasi gülleri, 163. Madde’nin derhal kaldırılmasını demokrasi
adına sorgulamadan kabul eden köşe yazarları, milletvekilleri, hepiniz susunuz
ve oturunuz! Hepiniz oradaydınız! Bugün hiçbirinizin, demokrasimizin içine düştüğü
bu süfli durum karşısında “Hay Allah,
olacak şey değil efendim, nerelere geldik!” deme hakkı yoktur! Hepiniz oradaydınız, hepiniz suçlusunuz!
Bırakın bu masum şaşkın pozları! Ne bekliyordunuz? Sizler hazırladınız bu ucube
Türkiye’yi! Sizler yobazlığı tüm zerreleriyle yasalarla koruyup geliştirdiniz!
Ektiğinizi biçiyorsunuz.
ATATÜRKÇÜLERİN GÜR
SESİ
Bugünlerde
her yerde giderek artan momentumla yürüyüşler yapan sevgili Atatürkçü Düşünce
Derneği üyeleri, sevgili Çağdaş Yaşamlılar, sevgili TGB’liler, her biri dimdik
ayaktadır. Onların hiçbir şekilde “bizler
aldatıldık-kandırıldık” veya “biz onu
demek istememiştik” gibi acınası garabet sözlere ihtiyaçları yoktur. Hepsi 26
yıldır aynı şeyi söyleyen -veya TGB konusunda, kurulduğundan beri aynı şeyi
söyleyen- A’dan Z’ye tutarlı, her sarf ettiği lafın bugün arkasında durabilen, alkış
hak eden kuruluşlardır. Bugünün giderek yozlaşan ağır ortamında onların
varlığını bilmek, her yurttaşa güç ve direnç vermelidir. Ben onlara gerek artan
sesleri, gerek üç kuşaktan gösterdikleri örnek insanlar için candan teşekkür
ediyorum. O kadar fırıldak şaşkın ördeğin yaşadığı bir coğrafyada, bu bulunamaz
bir erdemdir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.