13 Nisan 2016 Çarşamba

BİR SOYUT OBAMA BİLANÇOSU... | BEDRİ BAYKAM | 12.4.2016


 ORTA DOĞU'NUN GÜÇLÜ VE EZİK KOVBOYU
ABD Başkanı Barack Obama bildiğimiz gibi artık Beyaz Saray'da misafir sayılır. Gerek kendisi, gerekse basın şimdiden onun bilançolarını çıkarmaya başladı. Obama, başkanlığı boyunca yaptığı en büyük hatanın, 2011 yılında Libya lideri Muammer Kaddafi'nin devrilmesinden sonraki süreç için plan yapmamak olduğunu söylemiş.
2011 yılında yapılan müdahaleyle ilgili yorumunda Obama, "En büyük hatamız, Kaddafi'nin devrilmesinden sonraki gün için plan yapmakta başarısız olmamızdı. Libya müdahalesi sonrası için daha fazlasını yapabilirdik" ifadelerini kullanarak, Kaddafi sonrasına hazırlıksız girildiğini bir bakıma "itiraf" etmiş oldu.
Tabii ki denebilir ki, dönem değişti, ama Obama'nın bir John Fitzgerald Kennedy gibi Amerika'yı bugün "temsil eden" emperyalist sert yapıya savaş açtığı söylenemez. Evet, mesela Obama ile Bush'u kıyaslamak mümkün değil. Bush dünyada fırtınalar koparan şahin-savaşçı-acımasız kimliğiyle Irak'a savaş açıp, sözde kitle imha silahları aramak üzere bu ülkeyi istila edip, bir milyonun epey üzerinde insanın ölümüne sebep olan ve ardından "maalesef yanlış istihbarat almışız" sözleriyle kayıtlara giren, karanlık ve her noktası gaflar ve zulümle kaplı bir utanç unsuru olarak tarihe geçti. Obama'nın belki kişisel farkı, böyle ağır ve abartılı bir savaşla dünyanın neredeyse tümünün ABD aleyhine döndüğü bir süreç geçirmemiş olmasıydı. Ama öte yandan, ister Taliban’la, ister daha sonra IŞİD'le arasında süregelen ucu açık savaş dışında, ABD yine başta Suriye olmak üzere, Orta Doğu'yu karıştırmaya devam etti; yanlız Libya değildi konu. Dünyanın süper gücünü geriden idare eden "Ana Şirket", kah "Arap Baharı" aldatmacalarıyla, kah kurduğu şaşırtıcı çıkar ilişkileriyle yolunu bulmaya devam etti. Aynen casino’lardaki "kasa daima kazanır" kuralı gibi, "Ana Şirket" petrolde de, silahta da, finansta da kendi menfaatlerine kılıf hazırlayacak operasyonların tezgahlanmasından hiç feragat etmedi. Sırayla ülkelerin adı değişti durdu: Irak, Afganistan, Mısır, Libya, Suriye derken Ortadoğu’nun çivisi giderek çıktı. Yıllar önce söylediğim gibi, Arap Baharı aldatmacaları, bu ülkelere demokrasi getiremezdi tabii ki... Çünkü o ülkelerin Atatürk gibi sosyal ve siyasal yaşam kurgularını bir öncü devrimci lideri olamamıştı. Sonuçta Obama'nın Amerikası, aslında eşzamanlı büyük tepkiler alacak kılıç çekmelere girişmediyse de, sonuçta ne yazık ki dünyada hayal kırıklığı havası yaratan bir dizi menfaat kavgasına karıştı. IŞİD'i ve belki bazen Taliban’ı bombaladığı anlar dışında, bu politikalar tepki almaya devam etti. Obama ilk siyah başkandı, Afrika kökenliydi, sempatikti, tatlı bir aile yaşamı vardı, kendisine biçilen rolü iyi oynuyordu ama Amerikan sistemini sorgulatacak hiçbir cesur girişime imza atmadı. Belki kendisine bel bağlayanları hayal kırıklığına taşırken büyük hamlelerde uzaktan kumanda ile idare edilen bir kuklayı andırdı. ABD, Ortadoğu'da kanun koyuculuğa soyunduğu anlarda bile, ezik, şaşkın ve kararsız kovboy görünümünden uzaklaşamadı. Esad'ı önce "hedef" olarak belirlemişken, sonradan IŞİD'in azmasıyla oluşan ortamda ister istemez, "bir dakika, biz ne yapıyoruz?" sorusunun belirsizliğine ve zigzaglarına düştü. Aynen RTE ile olan ilişkilerinde olduğu gibi... ABD teorik olarak bile bir alternatif oluşturamadığından, bu miyadını doldurmuş sağlıksız ilişkide, kimbilir, içinden çok istemesine karşın ne ipleri koparabildi, ne de Türkiye'deki statükodan vazgeçebildi. “Ne seninle, ne sensiz” şarkısını rahatsız bir prozodi ile söyledi durdu.

OBAMA'NIN ARTI VE EKSİLERİNDEN BAZI ANLAR
Obama'nın imajı genel görüntüde kurtarıp kurtaramadığı bir çok an vardı. Bazı en belirgin olanları hatırlatarsak, "Obamacare" olarak da bilinen "sağlık reformunun" kabul edildiği günün başkanlığındaki en iyi günü olduğunu ifade eden Obama, o noktada sayısız egoist kapitalisti kızdırırken, büyük ihtimalle kendi gerçek kitlesinin en geniş hayır duasını o hamleyle aldı. Ne var ki, Obama sayesinde ilk defa sağlık güvencesine kavuşan bu en parasız kitlenin içerisinden, çoğu siyahi sayısız insan Obama döneminde şaşırtıcı şekilde giderek artan doğrudan bir polis terörü altında can verdi. Yeni dönem iletişim çağında tüm bu akıl almaz polis infazlarının çoğunun videosunun Amerika ve dünyaya yayılmasının getirdiği ek kısmetsizlikle (!), siyah başkan kendi halkını korumaktan aciz bir görüntü çizmekten kurtulamadı. Silahlanmaya karşı çıkarken döktüğü gözyaşları çok etkileyiciydi. Aynen geçenlerde yüz yaşındaki teyze ile eşiyle beraber yaptıkları o müthiş dans sahnesinde gönülleri fethettiği gibi! Ama her ne kadar kendisini tutan birçok Amerikalı arkadaşım beni tersine inandırmaya çalıştıysa da, ben Başkanı hiçbir gün mikrofonun karşısına geçip "Şimdi bu ülkenin polislerine sesleniyorum. Sizler bu ülkede can güvenliğinin teminatısınız. İşte bu yüzden bir tek kere daha dünyanın gözleri önünde -veya arkasında- bizi rezil edercesine sırf  'tedbir olsun' diye silahsız masum insanları öldürdüğünüzü görürsem, gerek yaşayacağınız yetki kayıpları, gerek ödeyeceğiniz ağır tazminatlar ve hatta alacağınız dönüştürülemez hapis cezalarıyla sizi gerçekten bu kayıplara sebebiyet vermiş olmanızla ilgili pişman edeceğim" demedi, diyemedi... JFK, CIA'yi, FBI'yı hatta Pentagon’u, büyük kapitalist çıkar babalarını korkmadan kamuoyu önünde karşısına alırken, Obama, bırakın buna benzer büyük tokat hamlelerini gündemine almayı, kalkıp bu kadar ağır ve affedilmez kanıtlı suçları işleyen polis teşkilatının bu gidişine dur diyecek cesur çıkışı bile belirgin bir şekilde yapamadı!

KÜBA VE ABD İLİŞKİLERİNDE DEV HAMLE
Obama'nın iki hafta kadar önce, Küba'ya ailesiyle beraber yaptığı gezi ise, kim ne derse desin döneminin sonunda tarihe attığı önemli bir çentikti. Kennedy'nin başkanlık dönemi boyunca dünya siyaseti ve soğuk savaş Küba üzerinden yaşanmıştı. "Domuzlar Körfezi" günlerinin ABD, CIA ve kullandığı paralı piyonlar için yüz kızartıcı bir fiyasko ile biten günleri, Kennedy'nin ilk dönemini hemen lekelemişti. Ancak ertesi yıl, "Küba misil krizi" gerginliği, Sovyetlerle olan soğuk savaşı, alev alev bir nükleer dev felakete dönüştürmek üzereyken Amerika’nın karizmatik Başkanı'nın telefon ve salon diplomasisinde gösterdiği ustalıkla, Kruşçev'i de kendi eksenine çekerek oluşturduğu yarı gizli yarı açık anlaşma, kendisini birden yine Amerikan kamuoyu önünde zirveye taşımıştı. Ne var ki bu hamleyle 1964 seçimlerinin favorisi haline gelen JFK 1963'de katledilirken, ölümü üzerine kurulan çoğu mantıklı/mantıksız senaryo, yine Küba merkezli olarak öne çıkıyordu. Küba'nın Kennedy'yi öldürttüğü şeklindeki Amerikan faşizminin iddiaları çok havada kalsa da, kurulan tezgahta, tetik çekenlerden bir kaçının Kübalı olmuş olabileceği iddiası hep geçerli kalmıştı. O yıllardan beri süregelen ambargo orta yerde dururken, Obama'nın önce elçilik açarak ardından da yaptığı ziyaretle bu adayı bir şekilde en azından ekonomik olarak kendisine çekmesinin tarihte asırlar boyu hatırlanacak bir dönemsel barış çubuğu ve sayfa kapanışı getirdiği tartışılmaz...

BAŞKANIN KARİZMAYI ÇİZDİRDİĞİ AN!
Tabii ki söylenecek çok şey varken, bir makalede Obama dönemini toptan bir süzgeçten geçiremeyiz, ama size doğru söylemem gerekirse, gözümün önünden hiçbir zaman gitmeyecek bir sahne var: 2013'de Nelson Mandela'yı anma töreninde Danimarka Başbakanı Helle Thorning-Schmidt ile yanyana oturup bu zarif ve çekici hanımefendi ile flört eden dünyanın en güçlü başkanının karizması, bir anda çiziliverdi! Eşi Michelle, önce bu mutlu sahneleri abartılı bir somurtkanlık ve sessizlikle izledikten sonra, bir ses ve iki işaretle Barack'ı içine düştüğü (!) o insani zaaf veya kudret gösterisinden uyandırıverdi ve yerini onunla değiştirerek bu "münasebetsiz ve yakışıksız" (!!) duruma el koyuverdi. Herhalde bu anı sizler de unutmamışsınızdır.
E, kolay değil tabii, bir hamburgercinin önünde kaldırımda oturup yemek yerken müstakbel başkan eşi ile tanışıp onun serüvenine ortak olan Michelle, büyük avını üstelik öyle ulu orta bir yerlerde, bir viking kızına kaptıracak değildi. Belki de o an, tüm Obama kariyerinin bir özet yansıması gibiydi... Yapmak istedikleri ve yapamadıkları, niyetleri ve malum frenleri, rüyaları ve Amerikan gerçekleri... Zaten JFK'in ödediği bedeli kim unutabilirdi ki? John'un ödediği fatura, Jackie'nin kıskançlık krizlerinin çok üstündeydi değil mi? İşte belki bu nedenlerle insanın sınırlarını bilmesi işe yarayabilirdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.