ORTA
DOĞU'NUN GÜÇLÜ VE EZİK KOVBOYU
ABD
Başkanı Barack Obama bildiğimiz gibi artık Beyaz Saray'da misafir sayılır.
Gerek kendisi, gerekse basın şimdiden onun bilançolarını çıkarmaya başladı.
Obama, başkanlığı boyunca yaptığı en büyük hatanın, 2011 yılında Libya lideri
Muammer Kaddafi'nin devrilmesinden sonraki süreç için plan yapmamak olduğunu
söylemiş.
2011
yılında yapılan müdahaleyle ilgili yorumunda Obama, "En büyük hatamız,
Kaddafi'nin devrilmesinden sonraki gün için plan yapmakta başarısız olmamızdı. Libya
müdahalesi sonrası için daha fazlasını yapabilirdik" ifadelerini
kullanarak, Kaddafi sonrasına hazırlıksız girildiğini bir bakıma "itiraf"
etmiş oldu.
Tabii ki
denebilir ki, dönem değişti, ama Obama'nın bir John Fitzgerald Kennedy gibi
Amerika'yı bugün "temsil eden" emperyalist sert yapıya savaş açtığı
söylenemez. Evet, mesela Obama ile Bush'u kıyaslamak mümkün değil. Bush dünyada
fırtınalar koparan şahin-savaşçı-acımasız kimliğiyle Irak'a savaş açıp, sözde
kitle imha silahları aramak üzere bu ülkeyi istila edip, bir milyonun epey
üzerinde insanın ölümüne sebep olan ve ardından "maalesef yanlış
istihbarat almışız" sözleriyle kayıtlara giren, karanlık ve her noktası
gaflar ve zulümle kaplı bir utanç unsuru olarak tarihe geçti. Obama'nın belki
kişisel farkı, böyle ağır ve abartılı bir savaşla dünyanın neredeyse tümünün
ABD aleyhine döndüğü bir süreç geçirmemiş olmasıydı. Ama öte yandan, ister
Taliban’la, ister daha sonra IŞİD'le arasında süregelen ucu açık savaş dışında,
ABD yine başta Suriye olmak üzere, Orta Doğu'yu karıştırmaya devam etti; yanlız
Libya değildi konu. Dünyanın süper gücünü geriden idare eden "Ana Şirket",
kah "Arap Baharı" aldatmacalarıyla, kah kurduğu şaşırtıcı çıkar
ilişkileriyle yolunu bulmaya devam etti. Aynen casino’lardaki "kasa daima
kazanır" kuralı gibi, "Ana Şirket" petrolde de, silahta da,
finansta da kendi menfaatlerine kılıf hazırlayacak operasyonların tezgahlanmasından
hiç feragat etmedi. Sırayla ülkelerin adı değişti durdu: Irak, Afganistan, Mısır,
Libya, Suriye derken Ortadoğu’nun çivisi giderek çıktı. Yıllar önce söylediğim
gibi, Arap Baharı aldatmacaları, bu ülkelere demokrasi getiremezdi tabii ki...
Çünkü o ülkelerin Atatürk gibi sosyal ve siyasal yaşam kurgularını bir öncü
devrimci lideri olamamıştı. Sonuçta Obama'nın Amerikası, aslında eşzamanlı
büyük tepkiler alacak kılıç çekmelere girişmediyse de, sonuçta ne yazık ki
dünyada hayal kırıklığı havası yaratan bir dizi menfaat kavgasına karıştı. IŞİD'i
ve belki bazen Taliban’ı bombaladığı anlar dışında, bu politikalar tepki almaya
devam etti. Obama ilk siyah başkandı, Afrika kökenliydi, sempatikti, tatlı bir
aile yaşamı vardı, kendisine biçilen rolü iyi oynuyordu ama Amerikan sistemini
sorgulatacak hiçbir cesur girişime imza atmadı. Belki kendisine bel bağlayanları
hayal kırıklığına taşırken büyük hamlelerde uzaktan kumanda ile idare edilen
bir kuklayı andırdı. ABD, Ortadoğu'da kanun koyuculuğa soyunduğu anlarda bile,
ezik, şaşkın ve kararsız kovboy görünümünden uzaklaşamadı. Esad'ı önce
"hedef" olarak belirlemişken, sonradan IŞİD'in azmasıyla oluşan
ortamda ister istemez, "bir dakika, biz ne yapıyoruz?" sorusunun
belirsizliğine ve zigzaglarına düştü. Aynen RTE ile olan ilişkilerinde olduğu
gibi... ABD teorik olarak bile bir alternatif oluşturamadığından, bu miyadını
doldurmuş sağlıksız ilişkide, kimbilir, içinden çok istemesine karşın ne ipleri
koparabildi, ne de Türkiye'deki statükodan vazgeçebildi. “Ne seninle, ne
sensiz” şarkısını rahatsız bir prozodi ile söyledi durdu.
OBAMA'NIN
ARTI VE EKSİLERİNDEN BAZI ANLAR
Obama'nın
imajı genel görüntüde kurtarıp kurtaramadığı bir çok an vardı. Bazı en belirgin
olanları hatırlatarsak, "Obamacare" olarak da bilinen "sağlık
reformunun" kabul edildiği günün başkanlığındaki en iyi günü olduğunu
ifade eden Obama, o noktada sayısız egoist kapitalisti kızdırırken, büyük
ihtimalle kendi gerçek kitlesinin en geniş hayır duasını o hamleyle aldı. Ne
var ki, Obama sayesinde ilk defa sağlık güvencesine kavuşan bu en parasız
kitlenin içerisinden, çoğu siyahi sayısız insan Obama döneminde şaşırtıcı
şekilde giderek artan doğrudan bir polis terörü altında can verdi. Yeni dönem
iletişim çağında tüm bu akıl almaz polis infazlarının çoğunun videosunun
Amerika ve dünyaya yayılmasının getirdiği ek kısmetsizlikle (!), siyah başkan
kendi halkını korumaktan aciz bir görüntü çizmekten kurtulamadı. Silahlanmaya
karşı çıkarken döktüğü gözyaşları çok etkileyiciydi. Aynen geçenlerde yüz
yaşındaki teyze ile eşiyle beraber yaptıkları o müthiş dans sahnesinde
gönülleri fethettiği gibi! Ama her ne kadar kendisini tutan birçok Amerikalı
arkadaşım beni tersine inandırmaya çalıştıysa da, ben Başkanı hiçbir gün
mikrofonun karşısına geçip "Şimdi bu ülkenin polislerine sesleniyorum.
Sizler bu ülkede can güvenliğinin teminatısınız. İşte bu yüzden bir tek kere
daha dünyanın gözleri önünde -veya arkasında- bizi rezil edercesine sırf 'tedbir olsun' diye silahsız masum insanları
öldürdüğünüzü görürsem, gerek yaşayacağınız yetki kayıpları, gerek ödeyeceğiniz
ağır tazminatlar ve hatta alacağınız dönüştürülemez hapis cezalarıyla sizi
gerçekten bu kayıplara sebebiyet vermiş olmanızla ilgili pişman edeceğim"
demedi, diyemedi... JFK, CIA'yi, FBI'yı hatta Pentagon’u, büyük kapitalist çıkar
babalarını korkmadan kamuoyu önünde karşısına alırken, Obama, bırakın buna
benzer büyük tokat hamlelerini gündemine almayı, kalkıp bu kadar ağır ve
affedilmez kanıtlı suçları işleyen polis teşkilatının bu gidişine dur diyecek
cesur çıkışı bile belirgin bir şekilde yapamadı!
KÜBA VE
ABD İLİŞKİLERİNDE DEV HAMLE
Obama'nın
iki hafta kadar önce, Küba'ya ailesiyle beraber yaptığı gezi ise, kim ne derse
desin döneminin sonunda tarihe attığı önemli bir çentikti. Kennedy'nin
başkanlık dönemi boyunca dünya siyaseti ve soğuk savaş Küba üzerinden
yaşanmıştı. "Domuzlar Körfezi" günlerinin ABD, CIA ve kullandığı
paralı piyonlar için yüz kızartıcı bir fiyasko ile biten günleri, Kennedy'nin
ilk dönemini hemen lekelemişti. Ancak ertesi yıl, "Küba misil krizi"
gerginliği, Sovyetlerle olan soğuk savaşı, alev alev bir nükleer dev felakete
dönüştürmek üzereyken Amerika’nın karizmatik Başkanı'nın telefon ve salon
diplomasisinde gösterdiği ustalıkla, Kruşçev'i de kendi eksenine çekerek
oluşturduğu yarı gizli yarı açık anlaşma, kendisini birden yine Amerikan
kamuoyu önünde zirveye taşımıştı. Ne var ki bu hamleyle 1964 seçimlerinin
favorisi haline gelen JFK 1963'de katledilirken, ölümü üzerine kurulan çoğu
mantıklı/mantıksız senaryo, yine Küba merkezli olarak öne çıkıyordu. Küba'nın
Kennedy'yi öldürttüğü şeklindeki Amerikan faşizminin iddiaları çok havada kalsa
da, kurulan tezgahta, tetik çekenlerden bir kaçının Kübalı olmuş olabileceği
iddiası hep geçerli kalmıştı. O yıllardan beri süregelen ambargo orta yerde
dururken, Obama'nın önce elçilik açarak ardından da yaptığı ziyaretle bu adayı
bir şekilde en azından ekonomik olarak kendisine çekmesinin tarihte asırlar
boyu hatırlanacak bir dönemsel barış çubuğu ve sayfa kapanışı getirdiği
tartışılmaz...
BAŞKANIN
KARİZMAYI ÇİZDİRDİĞİ AN!
Tabii ki
söylenecek çok şey varken, bir makalede Obama dönemini toptan bir süzgeçten
geçiremeyiz, ama size doğru söylemem gerekirse, gözümün önünden hiçbir zaman
gitmeyecek bir sahne var: 2013'de Nelson Mandela'yı anma töreninde Danimarka
Başbakanı Helle Thorning-Schmidt ile yanyana oturup bu zarif ve çekici
hanımefendi ile flört eden dünyanın en güçlü başkanının karizması, bir anda
çiziliverdi! Eşi Michelle, önce bu mutlu sahneleri abartılı bir somurtkanlık ve
sessizlikle izledikten sonra, bir ses ve iki işaretle Barack'ı içine düştüğü (!)
o insani zaaf veya kudret gösterisinden uyandırıverdi ve yerini onunla
değiştirerek bu "münasebetsiz ve yakışıksız" (!!) duruma el
koyuverdi. Herhalde bu anı sizler de unutmamışsınızdır.
E, kolay
değil tabii, bir hamburgercinin önünde kaldırımda oturup yemek yerken müstakbel
başkan eşi ile tanışıp onun serüvenine ortak olan Michelle, büyük avını üstelik
öyle ulu orta bir yerlerde, bir viking kızına kaptıracak değildi. Belki de o
an, tüm Obama kariyerinin bir özet yansıması gibiydi... Yapmak istedikleri ve
yapamadıkları, niyetleri ve malum frenleri, rüyaları ve Amerikan gerçekleri...
Zaten JFK'in ödediği bedeli kim unutabilirdi ki? John'un ödediği fatura,
Jackie'nin kıskançlık krizlerinin çok üstündeydi değil mi? İşte belki bu
nedenlerle insanın sınırlarını bilmesi işe yarayabilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.