İsviçre’de veya Finlandiya’da
10 yılda olmayacak olaylar, Türkiye’de iki-üç haftaya sığarak rahatça
yaşanabiliyor (Dikkat edin “Fransa” veya hatta “Belçika, Hollanda” demiyorum,
çünkü oralarda da durum karışık!). Hayatımız artık James Bond filmi gibi.
Yakında her gün yürüdüğümüz sokaklardan geçerken “eğilin kurşun atıyorlar” demeye bile alışacağız. Acıtan bir durum
bu. Zaten dünyada ne yazık ki devamlı canlı kalması gereken “gündemdeki sıcak bölge”
açığı artık İsrail-Filistin hattında değil, bizim coğrafyamızda yer buluyor! Yani dünyanın
savaş ekseni tamamen bize doğru kaymış durumda ve işin acısı biz artık bu
duruma alıştık!
TÜRKİYE NESİNE GÜVENEREK RUS UÇAĞINA SALDIRABİLDİ?
Eskiden konumuz yalnız PKK terörüydü;
şimdi işleri geliştirdik, kılıç kalkan döşenip kavga etmeyeceğimiz, diklenmeyeceğimiz
komşu kalmadı.
Hatırlayacaksınız, Kennedy cinayeti
hakkında “Dünyayı Değiştiren 8 Saniye”
başlıklı bir sergi açmıştım. Bizim geçen hafta yaşadıklarımız da, “Türkiye-Rusya ilişkilerini ve Türk dış
politika eksenini toptan değiştiren 17 saniye” diye anılacak diye
korkuyorum! “Efendim, bu uçak 17 saniye
boyunca sınırımızı ihlal etmişmiş, kaç kere söylemişiz bizi dinlememiş,
sınırlarımızın dışına bir türlü çıkmamış!” İyi de hepimiz ezbere biliyoruz ki,
buna benzer konular sürekli yaşanıyor. Örneğin, Türkiye ve Yunanistan arasında en
az ayda bir, savaş uçakları “it dalaşı”
yapıyorlar ve günün sonunda siyasiler hızlarını alamazsa hemen bir nota dayıyorlar... Aynen yine Ege kara
sularında yaşanan kıta sahanlığı konularında olduğu gibi! Rusya bunu bilmiyor
mu? Fazlasıyla biliyor! Peki biz topraklarımıza bir saldırısı söz konusu
olmayan Rus uçağına ne yaptık? Vurup düşürdük ve pilotlarının da ölmesine veya
kaybolmasına neden olduk. Bir de üstüne “yarın olsa yine yaparım” dedik (!),
bu da yetmedi, “Rusya bizden özür dilesin” dedik. Rusya’nın bize şu anda
yaptığı ekonomik yaptırımlara ve açtığı ekonomik savaşa bakıyorum da, “nereden çıktı bu acayip tavır?”
diyemiyorum! Türkiye neye güvenerek bu kabadayılığı yaptı? Dünyanın bu kritik
süreci içinde, alternatif bir süper güç ilişkisini neye dayanarak ateşe
atabildi? Konu “düşmanımın dostu
düşmanımdır” diyecek kadar basit olamaz, değil mi? Bunu yapan bir Amerikan
uçağı olsaydı, sen onu da aynı şekilde düşürebilecek miydin, aynı kafa tutmayı
yapabilecek miydin? Rusya’ya hiçbir mantığa sığmayan saldırıyı yaparken bunun
yüz binlerce ya da milyonlarca ailenin günlük ve hatta tüm yaşamlarının
gidişatına ne gibi korkunç zararlar getirebileceğini aklına getirdin mi? Anlayamadığımız
püf noktası hangisi? Nedir bu işin
gerçek yüzü? Karışık işler bunlar!
KORKARIM TAHİR ELÇİ CİNAYETİ GRİ BÖLGEDE KALMAYA
MAHKUM...
Tahir Elçi cinayeti çok
bilinmeyenli bir denklem ve ne yazık ki şimdiden öyle kalmaya aday. Polis ve
savcılar cinayet yeri ve delil toplama işini çatışmalar sürdüğü için doğru
dürüst yapamıyorlar. Olay yerini saatler/günler sonra incelemek ne kadar işe
yarayabilir, tartışılır. Tabi kaçınılmaz şekilde insanların aklına 90’larda üst
üste yaşanan derin devlet cinayetleri geliyor. Ama o senaryo adına da birçok
gri nokta var. Tahir Elçi’nin açıklama yaptığı sokağın başına otomatik silahlı
PKK militanlarının gelmesi için derin devlet mi emir verdi? Bu senaryoda devlete
sızmış güçler iki polisi yem olarak mı harcadı? Teröristlerin ellerinde
silahlarla Tahir Elçi’nin açıklama yaptığı sokağa ateş ederek dalmalarını polis
mi istedi? “Tüm yaz boyunca HDP’nin
siyasi yükselişini durdurmak için saldırılara geçen ve emeline kavuşan PKK,
Elçi’nin de barışçı sözlerinden rahatsız olup o bölgede o saatte silaha mı
sarıldı?” sözlerini biri söylediği zaman, aksini kesin olarak iddia
edebilir miyiz? Aslında şu saatten sonra ne desek boş, çünkü her iki taraf da
bu olayı kendi açısından, görmek istediği gibi değerlendirecek. Her veriyi, ulaşmak istediği sonuca kanıt
olarak görecek, uysa da, uymasa da! Zaten biz Türkiye’de davaların böyle
akmasına alışık değil miyiz? Savcının etrafta ateş sürerken neredeyse yerde
emekleyerek, vurulmamaya çalışarak kanıt aradığı, (ardından da çoluk çocuğun, gazetecilerin delilleri ayaklar altına alıp
gezindiği!) ülke haline gelmiş olmamız acı bir gerçek! Birileri artık ülkeyi
“Vahşi Batı”nın kovboy filmlerinin orta yerine taşıdı ve bırakıp gitti! Hayır
bu ortamlara alışmamız bir güldürü vesilesi olamaz! İyi de, nedir bu işin gerçek yüzü! Karışık işler bunlar!
GAZETECİLİĞİN YİNE ÖLDÜRÜLDÜĞÜ GÜN!
İşte bu denklemlerin önümüze sürüldüğü aynı hafta bir
de Can Dündar ve Erdem Gül tutuklanmalarını yaşadık. Ne yazık ki beklenen oldu
Cumhuriyet ve Can Dündar önce hedef gösterildi sonrasında da düğmeye basılınca
aylar sonra savcılar üzerlerine gitti. Zaten bu bilinen verileri
tekrarladığımızda, ülkede yargı bağımsızlığının ve güçler ayrılığının
olmadığını ve davaların resmen sipariş edilebildiğini görüyorsunuz! Ülkenin ve
basının bu olaydan sonra Cumhuriyet gazetesine ve bu iki gazeteciye sahip
çıkışındaki en güzel taraf şu: Can Dündar’ın ideolojisini veya Cumhuriyet gazetesinin
yeni çizgisini hiç tutmayan, sahiplenmeyen, hatta toptan reddeden insanlar da aynı
yüksek sesle ve aynı kararlılıkla konunun üzerine gidip desteklerini açıkça verdiler.
İşte bu alkışlanacak güzel bir şey. Çünkü tek sesli bir “diktatörlüğün
hedeflediği dikensiz gül bahçesi”ne ulaşmak istemiyorsak, başka seçeneğimiz
yok. Bugün bu hesaplaşmaların vakti hiç değil... Bugün bizim için ana hedef, demokrasiyi
korumak için Can Dündar ve Erdem Gül’ü hapisten çıkaracak toplumsal baskıyı
kurmak, Cumhuriyet gazetesini koruma altına almak... Önceliklerinizi, mücadele
kitabınızda çok iyi saptamanız lazım. Arada bazen haddini aşıp sizi delirtmeye
çalışanlar olsa bile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.