29 Eylül 2015 Salı

İSMET İNÖNÜ’NÜN ÖNEMİNİ KAVRAMAK... | BEDRİ BAYKAM | 29 Eylül 2015 tarihli makalesi..

Hani şu 1 Kasım seçimlerinde korumaya çalıştığımız kolu kanadı kırık demokrasimizden kalıntılar var ya! Hani şu her gün sinsi hamlelerle yok edilmeye çalışılan demokrasimiz? İşte o demokrasimizin tüm köklerini, bu Cumhuriyet’e ve büyük kurucusuna borçlu olduğumuzu biliyoruz.
Ama bir isim daha var... O, demokrasinin tüm gelenekleriyle yerleşmesi için kitapta ne yazıyorsa uygulamış, Atatürk’ün 15 yıla yakın bir süre fiilen Başvekilliğini yapmış olan “ahiret” kardeşi İsmet İnönü. Seçimlere bir ay kala, bayram günlerinin yarattığı göreceli boşluktan istifade ederek, onun hikayesini özetle sizlerle paylaşmak istedim. Siyasi hayatımızda seviyesiz şekilde yerleştirilmeye çalışılan bir yaklaşım var. O da Atatürk’e diş geçiremedikleri her yerde, oklarını İnönü’ye çevirmeleridir. Bu tavırları bölücü, yobaz veya 2. Cumhuriyetçi kadrolardan görmemiz normal ama kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayıp hatta CHP kadrolarında yeri olan kimi insanların da bu rüzgarlardan beslenmeleri, CHP tarih ve kültürünü tanımamaktan başka bir şey olamaz. Bu nedenle, özellikle Lozan veya İnönü’nün yıldönümü gündemde olmadan bu hatırlatmaları yapmak istedim.

SAVAŞ KAHRAMANLIĞINDAN DİPLOMASİ DEHASINA
İnönü, Bitlis kökenli, Malatyalı Reşit Bey ve Razgradlı Cevriye Hanımın oğludur. Çocuk yaşında asker olmaya karar vermiş, tüm eğitim dönemi olağandışı başarılarla geçmiştir. Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal’le başlayan dostluk onları İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde yakın ilişkilere, oradan Kurtuluş Savaşı çerçevesinde büyük bir kader birliğine yönlendirmiştir.
İnönü, meydan muharebelerinde tüm teorik disiplin ve dehasını pratiğe döken bu savaş kahramanı, diplomatik bir kurt olarak tarihe geçeceği Lozan konferanslarında parlıyor, sahada elde edilen “sürpriz” zaferin, uluslararası çerçevede anlaşmalar üstünden kabulünü sağlıyor. Hem de Türkiye’yi aşağılamak üzere kurulmuş psikolojik ortama rağmen...
Başkaldırılar dönemine gelince, kimsenin aklına şu basit soru gelmiyor: O savaş kaosu ve yok olma tehlikelerinin ortasından bu Cumhuriyet ve yerleştireceği demokratik altyapı nasıl kurulacaktı? Kanlı isyanlara kırmızı halı sererek mi olabilecekti bu? Anakronik eleştiriler dönemimizin zaafı! Yaşanan tüm ırkçı ve dinci isyanlar bastırılması konusunda -Başvekil o dönemde olsa da, olmasa da- fatura hep İnönü’ye çıkarılmış. Örneğin, Dersim olaylarında  ipler Bayar’ın elinde olsa da...
Atatürk’ün vefatının ardından devletin başına geçen İnönü, yine kıvrak “jonglör” zekasını konuşturarak Roosevelt’in, Churchill’in, Sovyet Bloku’nun ve Almanya’nın şaşkın bakışları arasında, Türkiye’yi bu korkunç savaşın dışında tutmayı başararak en azından yüzbinlerce şehit vermemizi engelliyor. II. Dünya Savaşı’nın yoklukları nedeniyle yaşanan ünlü bir anekdot var: Bir yurt gezisinde İnönü’nün önüne sürülen bir küçük çocuk, Cumhurbaşkanı’na “sen bizi ekmeksiz bıraktın” diyor. İnönü’nün yanıtı ise net: “seni buraya yollayanlara söyle: seni belki ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım” .

ANA MUHALEFET PARTİSİ’NİN YILMAZ SAVAŞÇISI
Savaşın hemen ardından çok partili rejime geçişi sağlayan İnönü, 1950’de Bayar ve Menderes hiç beklenilmeyen bir şekilde seçimi kazanınca, kimi askerlerin “farklı tekliflerine rağmen” tereddütsüz iktidarı Demokrat Parti’ye bıraktı. Kaybetmesinin hemen ardından Churchill kendisine hayranlık dolu bir tarihi saygı ve teessür mektubu yolladı. Mektup şöyle bitiyordu: “Dostça ve zevkli olan mülakatımızı daima hatırlarım ve politika sahnesinden şimdi ki çekilişinizde size en iyi dileklerimi yollarım”. Halbuki Churchill çok yanılıyordu. Tarihe en güzel sözlerle yerleştirdiği 64 yaşını aşmış insan, mütevazi şekilde “Ana Muhalefet Partisi” sıfatından başlayarak daha neredeyse çeyrek asır en çetin yollardan siyasete devam edecek, ardından 1960’larda tekrar Başbakanlık yapacaktı!
1950’lerle birlikte -yine dönemimizde pek rastlanılmayan şekilde- yaşlanan partisini yeni dönemle buluşturmak için CHP Gençlik Kolları’nın kurulmasına olanak sağladı. Dr. Suphi Baykam'ın kurucu başkanlığıyla gelen kadro, yönetime Bülent Ecevit, Altan Öymen, Yekta Güngör Özden, Şevki Aysan, İlhami Soysal ve sonraki dönemde Hikmet Çetin gibi yepyeni isimleri taşıdı, partinin önü açıldı. İnönü 1957 seçimlerinden itibaren en yakın çevresine ve sorumluluk noktalarına bu gençleri yerleştirmekten çekinmedi. Bu olgu, CHP'de yıllarca görülmeyecek bir "gençlere güven" dönemini getiriyordu.
DP dönemini burada bir paragrafta özetlemek gerekirse: Menderes ve Bayar, kendilerini iktidara taşıyan demokrasinin, kendileri iktidardan düşürebileceğini düşünmek bile istemiyorlardı. Adım adım yalnız CHP’yi değil, muhalif basını, yazarları, üniversiteleri hedef alarak kendilerini korumaya çalıştılar, gerginlikleri zirveye taşıdılar. İnönü, onları hatalarından kurtarmak için her ikna ve diyalog yolunu denedi. En son “Tahkikat Komisyonu”nun illegal şekilde kuruluşunun ardından ünlü “bu yolda devam ederseniz,  ben de sizi kurtaramam” sözlerini sarf etti. Gerçekten de 27 Mayıs Devrimi’nin ardından, son saniyeye kadar idam kararlarını engellemek için her hamleyi yaptı, başaramadı.

YAŞLI KURTUN SON DEMOKRASİ DERSLERİ
1961 Anayasası ve seçimlerle beraber AP ile kurulan koalisyonda Başbakan oldu, gerilimi düşürdü. Amerika ile 1964’te yaşanan krizde Johnson’a rest çekerek “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” sözlerin tarihe geçirdi. CHP’yi “Ortanın Solu”nda bir parti olarak tanımlayarak sol ve sosyal demokrasinin önünü somut olarak açtı.
Hiç bir zaman seçim gezilerinde din istismarı yapmadı, “lütfen nutuklarınızda Allah’ın adını ağzınıza alın” diyenleri tatmin için konuşmasını bitirirken “Allaha ısmarladık” demekle yetindi. Günümüzde görülen camii-ibadet şovlarıyla oy avcılığından her zaman uzak durdu. 1972’de, Ecevit’in kendisi aleyhine aylardır hazırladığı kurultay çıkışı öncesindeki günlerde, koltuğunu korumaya çalışmak yerine, vaktini Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemeye ayırdı. İdamların ertesi günü, CHP Kurultayı'nda Ecevit’in Parti Meclisi listesi kazanınca, hiç vakit kaybetmeden Genel Başkanlık’tan istifa etti, o dönemde de parti içi demokrasi dersi verdi.  
İşte şimdilerde haksız yere birçoklarının günah keçisi haline getirmeye çalıştığı demokrasi kahramanının yaşam öyküsünden örnekleyici bir kesit...

Bugün savunmaya çalışıp siper olmak istediğimiz ülkenin demokratik temelleri, böylesine yüce insanların sabrı, metaneti ve ileri görüşlülüğü sayesinde oluşturulabildi.

YENİ FENERBAHÇE İÇİN BİRAZ SABIR | BEDRİ BAYKAM | 29.9.15


Fenerbahçe Beşiktaş'a karşı bir derbi kaybetti. Tabii ki buna üzülmemek mümkün değil. Kaçan üç puan için hayal kırıklığı yaşayabiliriz ama gerçekten oyunun akışına ve hakemin aldığı kararlara baktığımızda, oynanan oyun aslında takım adına çok umut verici.
Hakemin zaafları yüzünden henüz ilk yarının ilk bölümünde maçın yıldızı haline gelen Markovich maalesef sorumsuz bir meslektaşı tarafından sakatlandı. Hakem bırakın sarı kart vermeyi, sağolsun, faul bile çalmadı!  Bildiğiniz gibi Beşiktaş'ın birinci golü 30 cm ofsayt! Üçüncü golü getiren akının başında Gomez’in Alves'e yaptığı faul var. Bunun dışında verilmeyen kırmızı kartlar ve boş yere çalınan ofsaytlar var. Maçın sonunda Fenerbahçe akını devam ederken ve uzatmalar en az 1:30 dakika zaman kaybı yaşamışken, son dakikada Fenerbahçe’den bir beraberlik golü gelmesi olasılığına karşı hakem maçı resmen şak diye bitirdi! Bu futbolda gerçekten görülmemiş bir durum!  Normalde her akın, varacağı yere kadar oynatılır; golle sonuçlanma ihtimali olan ceza sahasına yönelik hiçbir akının kesildiğini neredeyse yıllardır görmedim. Gerçekten hepsinin aynı maça bu şekilde denk gelmesi, artık abartılı bir durum. İnsan gerçekten maalesef kötü şeyler düşünmekten kendini alıkoyamıyor! Sanki ligde puan farkı erkenden açılmasın diye birileri önlem alıyor!
Fenerbahçe maçındaki abartılı hakem hatalarından bir gün sonra, Kasımpaşa-Rizespor maçının ardından, hakem Deniz Çoban'ın canlı yayında gelip Kasımpaşa hocası Rıza Çalımbay'dan özür dilemesi ve kendi kendini ağır şekilde suçlaması, bırakın futbol dünyasını, ülkenin tüm genel tablosuna örnek olacak bir büyük jestti! Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. İnanın Deniz Çoban'ın bu anlamlı özürü, toplumun her kesiminde özlem duyduğumuz bir tavır.
Öte yandan tabii ki Fenerbahçe'nin oyunu henüz oturmadı, tabii ki bu kadar bol yedekli bir kadroda Fenerbahçe'nin ideal 11'i henüz oluşmadı; hatta belki bu kadro bolluğuyla ideal 11 diye bir şey olmayacak,  maçın gereğine göre değişen kadrolar olacak...
Beşiktaş maçında Fernandao'nun kaçırdığı üç net gol pozisyonu gerçekten ilk yarıda bu skorun Fenerbahçe lehine açılmasını resmen engelledi. Açık konuşmak gerekirse,  galiba Robin van Persie sonunda hak ederek formasını kazandı ve bundan sonra o ve Volkan Şen, ilk 11'de maça başlayacaklar. Fenerbahçe’nin kanatlar ve orta sahadaki kadro bolluğu bir yere kadar çok iyi, ama bir yerden sonra dert. Maç 3-2 iken van Persie'nin kafa vuruşunun yan direğe takılmış olması, ciddi bir şanssızlık! Keşke Fenerbahçe, kaybedecekse 4-3 kaybetseydi de o top ağlarla kucaklaşsaydı! 

Evet sonuçta bu ligde zaten herkes elbet bir maçta yenilecek. Ancak Fenerbahçe'nin mağlubiyeti hak etmemiş olması biraz hayal kırıklığına arttırıyor. Fenerbahçe bu kadrosuyla dosta düşmana karşı takım olmayı öğrendiğini kanıtladıktan sonra farklı bir kanarya uçuşu seyrettirecek. Bu şimdiden belli oldu. Özellikle Markovich, Volkan ve van Persie'nin çok özel oyuncular olduğu anlaşıldı. Diğer transferlerin intibak dönemi de aşıldıktan sonra, sarı lacivert seyirciler bu yıl daha keyifli maçlar seyretmeye aday... İşte biliyorum, en son da zor bir şey isteyeceğim sizden: birazcık sabır!! :))

22 Eylül 2015 Salı

ÖNÜNÜZDE 40 GÜN VAR: “ÇALIŞIN VE ÖTESİ” | BEDRİ BAYKAM | 22 Eylül 2015 tarihli makalesi..


ADAYLAR AÇIKLANDI, ŞİMDİ SIRA OY ÇALIŞMASINDA!
Değerli okurlar, 18 Eylül’de adaylar açıkladığına göre, çalışma sırası artık sizde! Yanlış duymadınız, çalışma sırası adaylarda diye rehavete kapılmayın! Onlar zaten parlamentoya girebilmek için kendi işleri olarak gördükleri yolda ellerinden geleni yapacaklar. Ama sizin daha önemli bir göreviniz var: 7 Haziran’da oy kullanmamış %14’ü, yani 7 milyonu aşkın seçmeni bulup ulaşabildiklerinizi sandığa gitmeye ikna etmek. Yani komşunuzun “benim oyumdan ne çıkar ki” diye çok bilmiş havalar atan kızını, hasta annesini sandığa götürmek için organize olamayan gençleri, ömründe belki hiç oy kullanmamış olmakla övünen 12 Eylül ürünü kuzeninizi, “bu partilerin hiçbirinden bir cacık olmaz” diye böbürlenerek kendi ulvi seviyesine atıf yapan arkadaşınızın eylemci oğlunu sandığa ikna etmek, belki iki saat konuşup altından girip üstünden çıkarak bunu başarmak sizin işiniz.
Partiler adaylarını açıkladı. Aralarında nefret ettiğiniz veya gıcık olduğunuz isimler olabilir. Hatta muhakkak vardır. Atatürk’ün bile Meclis’te kaç düşmanı olduğunu hatırlarsak, herkesi herkese beğendirmenin mümkün olmadığını daha net görürüz. Adaylar arasında “tercihli oy” diye bir şey de olmadığına göre, sizden rica ediyorum, listelerdeki isimlerle uğraşmayın. Onları, sizi durdurabilecek veya çalışma temponuzu düşürecek bir engel haline dönüştürmeyin. Yalnız hedefinize kilitlenin: O insanların oyunu, demokrasiye kazandırın.
KÖTÜ NİYET KENDİNİ İFŞA ETTİ
Bu seçim neden tekrarlanıyor? İşte bu sorunun cevabını aklınızdan hiç çıkarmazsanız, 1 Kasım için - Türkçemize yerleşmiş deyimi lütfen mazur görün- “eşek gibi çalışmamız” lazım geldiğini sorgulamazsınız bile. Bu seçim, 7 Haziran günü istedikleri rakamları bulamayan dikta meraklılarının sağlıksız hedeflerine ulaşabilme hırsları yüzünden tekrarlanıyor. Bu seçim, 17-25 Aralık operasyonlarında kendilerini tehdit ettiklerine inandıkları savcı ve hakimleri önce tehdit edip ardından görevden uzaklaştıran, sonra da hedef haline getiren yolsuzluk meraklılarının dayatması yüzünden tekrarlanıyor. Bu seçim, demokrasiyi tramvay olarak gören ve “Seçim sonuçları ne olursa olsun, seni Başkan yapacağız” diye utanmadan televizyon kameralarına çemkiren demokrasi düşmanlarının hadsizlikleri ve ifşa ettikleri kötü niyetleri nedeniyle tekrarlanıyor. Bu seçim, sandıkta kaybettikleri gün, Yüce Divan’a gidecek ve dönüşü olmayan yolculuğa çıkacakların, sözde “teröre karşı tek ses” mitinglerinde zorla siparişini vermeye çalıştıkları sonuç çıksın diye, bu utanılası amaçla yapılıyor. Bu seçim, demokrasinin tüm zaaflarını kullanarak ve saf demokratların yıllara yayılan tüm asalaklıklarından yararlanarak demokrasiyi yok etmeye programlanmış siyasi çetelerin kini yüzünden tekrarlanıyor. Uzun lafın kısası, sizler bu satırları okuyup organize olmaya çalışırken başka noktalarda, başka karanlık hedefli buluşmalar gerçekleşiyor.
ARTIK “OY VE ÖTESİ”NE KATILMA VAKTİNİZ GELMİŞ!
Hepiniz “Oy ve Ötesi”ni duydunuz, heyecanla alkışladınız. Onlar sayesinde, uzun zamandır ilk defa 7 Haziran seçimlerinde içiniz biraz olsun rahat etti. Seçim sonuçlarının gerçekten atılan oylarla örtüşeceğini düşünerek yatağa girdiniz o gece. Milyonlar adına 55.000’i aşkın gönüllü, günler süren hazırlıklardan sonra, 46 ilde 173 ilçede, 180.894 seçim tutanağını “Türkiye Tutanak Teyit” (T3) sistemiyle denetleyerek son ana kadar çalıştılar. “Demokrasinin şenliği” olarak gördükleri seçimlerin bekçisi olmaya yeminli olan bu vatandaşlarımız, kararlılıkla, ciddiyetle, saate bakmadan çalıştılar, görev sorumluluğu içinde. Bu işten para da kazanmadılar, gönüllü olmanın ötesinde bir sıfat da... Ama o gece yalnız sizin iyi uyumanızı sağlamadılar, sonunda kendileri de iyi uyudular. Hedefe kilitlendikleri için, bizi enayi yerine koyup kent çöplüklerine bağırsaklarını boşaltırcasına oy pusulalarını atanlara karşı meydanı boş bırakmadıkları için iyi uyudular.

Şimdi, “Büyük Hakem” kararıyla zoraki olarak tekrarlanacak 1 Kasım seçimleri yaklaşırken top artık sizin elinize doğru kaydı. Sizin ve diğer yeni gönüllülerin sayesinde, kim bilir, belki “Oy ve Ötesi” bu sefer 81 il ve 957 ilçenin tamamında örgütlenip haklarımıza sahip çıkabilecek. İşte karanlığı sandıkta yenmeye 40 gün kala, sizden beklenen katkı bu: Kendinizi ve Anadolu’nun değişik kentlerinde oturan dost ve akrabalarınızı da mobilize edip, bu total rakamlara doğru yaklaşmak. Daha önemli ne işiniz olabilir ki? “Oy ve Ötesi”ni uzaktan alkışlamayın, onlardan biri olma gururunu yaşayın!

15 Eylül 2015 Salı

CHP, İTTİFAKLARI ISKALAMA, PİŞMAN OLMA! | Bedri Baykam | 15 Eylül 2015 tarihli makalesi..


İŞTE 1 KASIM GECESİ YAŞAYACAKLARINIZ
Bu yazı bir çeşit tekrar olacak, bazı kısımlarında. Aday saptama için son gün yaklaşırken başta CHP olmak üzere, tüm muhalif gruplara bir uyarı daha yapmak lazım.
Sonundan başlayalım: 1 Kasım günü inşallah seçimler olacak ve oy verme süresi saat 17:00’de bitecek. Ardından yurt çapında olay çıkmamış olması dileğiyle sonuçları beklemeye koyulacağız. Bu arada bu gergin saatler akarken herkesin aklında yalnız rakamlar uçuşacak. Arkadaşlar veya aileler tahmin yarışı yapacaklar. Sonra dedikodular yayılmaya başlayacak. Doğru-yanlış, atmalı-tutmalı. Kimi psikolojik savaş bindirmesi kokuyor olacak, kimi umut dolu tahminler... Sonra örneğin saat 19:45’te rakamlar düşmeye başlayacak ekranlara. Herkes sonuçlara kilitlenecek.
İşte o anda, Türkiye’de dikta rejimine, dönüştürülmüş bir imparatorluk taklidi dayatılmasına karşı çıkan herkes, partili partisiz her muhalif, heyecan içinde AKP’nin çoğunluğu alıp alamadığı, 7 Haziran’a göre gerileme kaydedip kaydetmediği, kaç muhalif partinin Parlamento’ya yükseldiği gibi sonuçlara odaklanacak. O gece biz muhalifler ya sevineceğiz, ya üzüleceğiz. Dönen ekranlarda gözlerimiz dijital sayaçlara dönüşecek, her saniye her yeni bilgide mutluluktan havaya uçacağız ya da kahrolacağız. Çünkü... çünküleri saymama gerek yok, hepsini biliyorsunuz.
SAYIN KILIÇDAROĞLU, HATA YAPMAYIN LÜTFEN!
Bir süredir Türkiye’nin her yerinde, CHP’nin diğer muhalif oluşumlarla dayanışmaya girmesi, ittifak yapması için, gerek bu sütundan, gerek halktan, gerek diğer muhalif odaklardan sesler yükseliyor. Ses sahipleri, o gece biraz daha mutlu olmamızı, yüreğimize biraz daha su serpilmesini isteyenler! CHP’nin bu farklı kesimlerden oy potansiyellerini arttırmasından ne zarar gelebilir ki, CHP’ye veya toplumumuza? Lütfen iş işten geçmeden bu konuda gereğini yapın. Yalnız Vatan Partisi değil, Haziran/Gezi Hareketi, tüm yeni isimleriyle TKP, Pamukoğlu ve DSP, her birinin belirli oranlarda farklı bir platformdan belirli ölçülerde güç ve oylar taşıyacağı kesin. Zaten tek bir oyun bile +1 milletvekili getirebileceğinin defalarca kanıtlandığı bir ülkedeyiz! Her bir grubun, geniş ortak paydada CHP ile buluştuğu da malum. İşte bu nedenlerle ana muhalefet partisine sesleniyorum: Lütfen daha sonra pişman olacağınız kararlar almayın! Bu ittifaklar konusunda tutucu olmayın. O gece gözlerimizin önünden rakamlar resmi geçit yaparken siz de biliyorsunuz ki, %3-5-7 fark, çok şey demektir. İttifakların getirebileceği bu ivme, ana muhalefet partisine ek 30-40 milletvekili bile kazandırabilir. Ama bunun çok daha ötesinde, Cumhuriyet ve demokrasi için hayat-su-oksijen demektir. Lütfen artık CHP’yi %25-27 bandına takılmış bir parti olarak kalmaktan kurtarın, 30’lu rakamlara taşıyın.
BU İKAZ DİĞER MUHALİFLER İÇİN DE GEÇERLİ!
Konumuz yalnız CHP’yi değil, tüm muhalefeti ikaz etmek! Mesela Haziran Hareketi “biz hiçbir partiyi işaret etmiyoruz” diye övünerek ortalarda gezinemez! Çünkü bunu yaparsa, Gezi ruhuna ihanet eder. Neden mi? Çözümsüzlük, parti beğenmeme, bunlar yalnız AKP’ye yarayan, tamamen içi boş sözde muhalefet yöntemleridir. Erdoğan sipariş verebilse, muhaliflerden aynen bu tavrı ister!Birbirinize laf sokun, beğenmeyin, birleşmeyin, ayrı-gayrı durun” der!
DAVUTOĞLU ESARET ALTINDA!

Biz bunları konuşup gündeme getirirken, Saray-AKP grubu da harıl harıl “vur-kır-parçala bu maçı kazan” mantığıyla seçimlere hazırlanıyor. İnsan merak ediyor: Davutoğlu, neden kendini bu durumlara düşürür? Bakanlıksa yaptın. Başbakanlıksa, eh, o sıfatı da kullandın. Değer mi insanın kendine bunları reva görmesine? Şu anda AKP, hiçbir şey saklama ihtiyacı olmadan Saray tarafından yönetildiğini dünyaya açıklamış oldu. Eski dönemin Gül-Gülen ağırlıklı isimleri toptan tasfiye edilip görev damat, danışmanlar ve sadık yakın çevreye verilince, Davutoğlu artık makamında yalnızları oynayan depresif bir konuma itildi. Buradaki en ilginç nokta Saraylı’nın artık kartları açık oynayıp AKP’yi milletin gözü önünde kendi adamlarına bağlama işlerine girişmiş olması. Berat Albayrak yönetime giriyorsa, Bilal niye doğrudan AKP Başkanı olmasın ki! Zamanını bekliyor, hepsi bu! Geçen hafta Hürriyet’e saldıran Abdürrahim Boynukalın’ın Saraylı’ya sarf ettiği güzel sözlerle artık bir Bakanlık kapmasının muhtemel olduğunu yazmıştım. O da doğru çıktı! İlk adım atıldı ve AKP Kongresi’nde Divan’a seçildi kendileri! Gerçekten merak ediyorum, Davutoğlu sabah uyandığında “ben kimim, işim ne, yetkim ne, nereye gidiyorum sabah sabah?” sorularını kendine soruyor mu?

MUHTEŞEM FİNAL DJOKOVİC'İN! | BEDRİ BAYKAM


Amerika açık finalini pazartesi sabahı, Türkiye saatiyle 02.00-05.30 arası kaç kişi ülkemizde veya Avrupa'da canlı izleyebildi, bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey, o uykusuz gecenin her zerresinin bu külfete değdiğidir.
Bir yanda        yaşında, dünya 1 numarasına yerleşmiş, bu sene önceki 4 Slam turnuasının ikisini kazanmış, birinde final oynamış Sırp raket Djokovic, diğer tarafta 34 yaşında, "artık zirveye oynayamaz" lafları yayıldıktan sonra 5. vitese geçip kariyerinin yeni baharını yaşayan, her gün sürpriz şekillerde agresif oyununu geliştiren, puanları artık daha hızlı bitiren kortların ekselansı Roger Federer... Dün sabaha karşı oynanan maçın verdiği tatmin düzeyi, kolay kolay anlatılmaz.  
Maçın ilk oyunu iki tenisçi arasında defalarca gelip gittikten uzun 7 dakika sonra, Federer servisini korumayı başardı. Daha sonra 2-2'ye gelene kadar birer kere birbirlerinin servisini kıran iki tenisçiden Djokovic, 3-3'de tekrar Federer'i kırdı ve rakibinin özelikle forehand'de yaptığı basit hataların da yardımıyla seti 6/4 aldı. İkinci sette kararlılığını ortaya koyarak kendi limitlerini zorlayan, sık sık fileye çıkan bir Federer vardı. Seyircinin abartılı ve inanılmaz desteğini arkasına alan Federer, 2. sette winner sayısını arttırmayı başarınca, rakibinin servisini 6-5'de kırarak işi tie break'e bırakmadan setleri 1-1'e eşitlemeyi başardı. 3. setle beraber Federer, fileye daha da sık çıkarak rakibi üzerindeki baskısını arttırma yoluna gitti. Bu arada bu turnuada sık sık gündeme gelen bir nokta, Federer'in rakiplerinin servisini, kimi zaman servis çizgisi üstünde beklemesinin ve hemen akabinde dömi-vole bir vuruşla fileye çıkmasının aldığı eleştirilerdi. Özellikle Boris Becker'in bunu bir saygısızlık olarak görmesi, "bizim dönemimizde kimse buna izin vermezdi" demesini çok yadırgadım. İsteyen istediği taktikle oynar! Bu mantıkla o zaman kısa vuruş yaparak rakibini "aldatan" tenisçiyi de mi kınamamız lazım? Sonuçta Federer, yıllar önce bizlerin de Türkiye'de maçlarda uyguladığı bu taktiği arada sürekli kullandı ve başarılı olamadığı anlarda bile rakibinin ezberini bozdu. Bu kritik sette Djokovic 2-1 öne geçti ama Federer hemen onun servisini geri kırarak ve ardından 3 ace atarak 3/2 öne geçti. Bir sonraki servis oyununu da nefis servislerle sıfıra karşı kazanan Federer, 4-3 öndeyken Djokovic'in servisini kırma şansını elde etti. Hem de 0-40'tan geri gelmeyi başararak! Birinci şansta Federer hata yaptı, ikincide ise, uzun ralliyi risk alan Djokovic, nefis bir çapraz forehand'le bitirdi ve 4-4'le eşitliği sağladı. Ardından Federer, 40-15'ten kendini servisini kırdırıp bir de arkasından 15-40'tan Djokovic'in servisini kırmayı başaramayınca Djokovic seti 6-4 kapadı. Bu, gerçekten dayanıklılığın, tüm ömrünü dünyanın bir numaralı atleti olmaya adamış bir sporcunun direncinin inanılmaz performansıydı. Karşısında tenisi bir sanat haline dönüştürüp, yaratıcılıkla gücü birleştiren bir efsane olmasına rağmen Djokovic artık bu kritik oyunları hanesine yazdıktan sonra maçın tüm psikolojik kontrolünü eline geçirmişti. 4. set bu veriler üzerine başladıktan sonra, Federer'i tekrar kırarak 3-2 öne geçen Djokovic, o servis oyununda pes etmek istemeyen İsviçreli ustanın bir servis kırma topunu savuşturup ardından rakibinin bir kere daha, bu sefer rahatlıkla servisini kırıp 5-2 öne geçti. İşte buraya kadar muhteşem bir maç seyrediyor olmanın yanısıra, her şey beklendiği gibi gidiyordu. Djokovic tam elini kupaya uzatmışken Federer ancak Holywood filmlerimde görülen bir dirilişle önce rakibinin servisini kırdı, ardından müthiş servisler ve üst üste drive volelerle kendi servisini aldı ve bir de üstüne rakibinin servisinde yine mükemmel backhand winnerlarla 15-40 öne geçti. İnanılmaz uzun ve nefes kesici ralliler seyircilerin nefesini keserken, tenisin kitabındaki tüm vuruşlar ve ötesi devreye giriyordu. Tribünler delirmiş ve resmen tezahürattan kopmuş durumdaydı. Oyun inanılmaz şekilde 2-5 den 5-5'e gelmek üzereydi. Ancak kortların Sırp efendisi, halkın sevgilisi rolünü de üstlenmiş kralın bu son nefesteki çabalarını kararlılığıyla ve akıl almaz ayak çabukluğuyla söndürüp, 15-40'tan mükemmel servislerle kurtulup, ilk kullandığı maç topunda rakibinin dışarı çıkan forehand'inden sonra zafere ulaştı. 
Böylece aralarındaki müsabakalarda 21-21 eşitliğe ulaşan tenisçilerden Djokovic, 3.3 milyon dolarlık çeki hanesine yazarken, mikrofon kendisine uzatıldığında ekibine teşekkür etmek dışında yalnız rakibini överek, tevazu dersi verdi, nasıl bir numara olunacağı ve kalınacağı konusunda herkese örnek olmayı sürdürdü. Hayal kırıklığı her halinden belli olan Federer ise, centilmenliği elden bırakmadı ve her şeye rağmen geçirdiği sezondan son derece mutlu olduğunu vurguladı. Bir US Open da böyle kapanırken, bu büyük şampiyonların ışığında tenis sporu büyümeye devam etti. 

8 Eylül 2015 Salı

BUHRANA ÇÖZÜM: CHP-VP-GEZİ İTTİFAKI | BEDRİ BAYKAM | 8 Eylül 2015 tarihli makalesi..

DAĞLICA’DAKİ ALÇAKLIK KİME YARIYOR?
Dağlıca’da yaşanan alçak saldırının boyutları, bu yazıyı kaleme alırken henüz belli değildi. Bir rica: Lütfen insan hakları ve barıştan söz eden dostlarımız, bu terör hainliklerinden sonra yine o eşitlikçi, soğuk, entel dili kullanmasınlar, anlaştık mı? Önce yaşam hakkına saldıran alçaklara “terörist” adını koysunlar. Barışı istemeyen yok. Ama barış, katliamlardan geçmiyor...
Terör kime yarıyor? HDP’ye yaramadığı kesin. 400 rakamını takıntı yapmış hanedancılara bir yararı olacağı söyleniyordu, ama orada da tam tersini görüyoruz. Fatura Bilal’den başlayarak onlara kesiliyor. O tüyler ürpertici ortamda, hala “bana 400 oyuncağım verilseydi, testiler kırılmazdı!” gibi trajik demeçler, Allah’tan ters tepiyor! Biri başkan olamadı diye, TSK gerekeni yapmıyor mu? Peki gürültü patırtıyla PKK’dan hesap soran MHP, getirdiği çözümsüzlük dizisinin ülkeyi nerelere getirdiğini hiç mi göremiyor? Geçiniz hesapları, oğlunu kaybettiği yetmiyormuş gibi, bir de “karakteri bozuk babalar” diye haşlananlar, bu siyasilere ne diyorlar zannediyorsunuz?
HÜRRİYET’E SALDIRI
Pazar gecesi, Hürriyet yobazlar tarafından hedef gösterildikten sonra organize olan demokrasi düşmanları, taşlı sopalı bir karanlık güruhla yeni bir Madımak provası olarak gazeteyi bastılar. Camları kapıları kırıp içeriye büyük zarar verdikten sonra, AKP ve Erdoğan lehine slogan atıp rahatladılar. Aralarında AKP Gençlik Kolları Başkanı ve milletvekili Abdürrahim Boynukalın da varmış. Eh, “seçim sonucu ne olursa olsun, seni başkan yapacağız” (!) dediğine göre artık bakanlık hak eder! Öğrenmek istiyorum, Hürriyet derhal her hukuki hamleyi yaparak dün kendisine saldıran güruhtan davacı oluyor mu? “Gittiği yere kadar gitsin" diyerek savcıları göreve davet edecek mi? Yoksa, dün gazetesinde yaptığı gibi yaşadığı ağır aşağılamayı hazmedip "işi büyütmeyelim" mantığıyla dosyayı kapatacak mı? Madımak’tan korkarsan, Madımak olursun! Korkunun ecele faydası yok, diktaya faydası var!
TERÖR VE ŞİDDET SEÇİMİ DURDURAMAZ!
İster PKK’nın beyni yıkanmış katilleri, ister şehir eşkıyalarının gazete basarak yarattığı sokak terörü, aynı hedefi güdüyorlar: Korku ve dehşet salarak insanları sindirmek, korkutmak, “böyle bir ortamda seçim yapılamaz” dedirtmek. Bıkkınlık, yılgınlık, korku ve hatta kaçış yaratmak! İşte bu adi tuzaklara direnmeye mecburuz. Bunun da birinci yolu farkında olmadan bu propagandaya alet olup, “bu seçim olmaz kardeşim!” diye sağda solda ahkam kesmemek!
CHP-VP-GEZİ İTTİFAKI İŞİ ÇÖZEBİLİR
Yıllardır konumuz, solda birlik. Geçen hafta gündeme gelen CHP-Vatan Partisi yakınlaşması umut verici. Pabucun pahalı olduğunu anlayan AKP, nasıl SP ve hatta merkez sağa göz kırpıyorsa, CHP’nin de kontenjan listesine VP’den 4-5 isim alması, sandığa gitmeyen küskün Atatürkçüler’den en az 5 puan getirebilir. Bunu söylerken VP’nin yadsınamaz medya ve sokak gücü ile TGB’yi de değerlendiriyorum. Hiç kimse bu ittifakı küçümseyemez. Bazen bir milletvekilliği tek oyla alınır. Bazen bir yasa, tek oy farkla geçer, ülkelerin geleceği değişir. Ayrıca oluşacak sinerjinin önü, bugünkü sıcak ortamda çok açık.
Aynı gerekçelerle, Gezi günlerinde demokrasi için barışçı önderlik yapmış olan STK liderleri ve aydınlar arasından seçilecek isimler de, o günlerin kararlı aktivistleriyle, Parlamento’ya güç verir!
Halkın canına tak demiş olması, demokrasiye sahip çıkmak isteyen yurtseverlerin artık aynı sandıklarda, ortak hedefler için hareket etmesini gerektiriyor. CHP’li hiçbir arkadaş, “kontenjanlar belli, yeni kimseyi alamayız” demesin. Siyaset, kişisel çıkar veya sıfat için yapılmaz. Ali-Veli yerine, Ahmet-Osman geldiği zaman bambaşka bir yeni kitle Parti’ye katkı yapacaksa, o arkadaşlar özveriyle çekilmelidir. Bunun tartışılır yanı yoktur. CHP bu hamleleri yaparsa, bence oyunu net olarak %30’ların ilk hanelerine kadar tırmandırır. Bu birlikler, ciddi sinerji yaratır.
PAMUKOĞLU NEDEN VEKİL OLMASIN Kİ?

Bazı gazeteciler, CHP’nin Pamukoğlu’nu aday gösterme olasılığına karşı tepki vermişler! İşte bunu hiç anlayamadım! CHP’nin bir kitle partisi olarak Sezgin Tanrıkulu veya Mehmet Bekaroğlu gibi isimleri bünyesine almasını hazmedeceksin, sonra PKK’ya karşı sert tavrı var diye, Pamukoğlu’nun üstünü çizmeye kalkacaksın! Biliyorsunuz ülke sol-Kemalist-muhalif gazetelerinde “yetmez ama evetçi” eski Erdoğan savunucularını bile hazmetmeyi başardı değil mi? Kimse CHP’yi, ÖDP veya Yeni Demokrasi Hareketi ile karıştırmasın! Pamukoğlu da Partiye güç getirir.

1 Eylül 2015 Salı

SEÇİM HÜKÜMETİ NEDEN SARAY’A TESLİM? | BEDRİ BAYKAM | 01 eylül 2015 tarihli makalesi..


TÜRSAB TURLARI İPTAL ETMELİ
Seçimin hangi dayatmalarla geldiğini, Cumhurbaşkanı’nın hangi hukuksuz tavırlarla hükümet kurma görevini Kılıçdaroğlu’na vermediğini yaşadık. Muhalefet partileri ise bu sivil darbeye karşı, demokratik tepki haklarını kullanarak sahaya inmediler. İzahı zor... Seçim tarihi ise, kanuna rağmen, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından “90 gün sonraki pazar günü”ne değil, 1 Kasım’a oturtuldu. Bu oldu bittinin gerekçesi belli: 29 Ekim üstünden seçim sonrası pazartesiyi içine alarak, ülke yangın yeriyken hala tatile çıkmaya kalkışanlara imkan (!) tanımak! İşte şark kurnazlığı tam olarak bu!
Öncelikle yakın çevrenizde o hafta sonu tatile gitmeyi aklına getirebilecek kadar bilinçsizler varsa, işe pasaportlarını saklayarak veya beyin cerrahları aracılığıyla lobotomi uygulatarak başlayabilirsiniz! Şaka bir yana, umarım her acente Gezimanya kadar yurtsever olur ve o hafta sonu tüm turlarını iptal eder! TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’dan rica ediyorum: Tüm acentelere çağrı yapsın ve seçimden önce hepsi resmî olarak turlarını iptal etsinler. Bu zaten istisnasız her parti için yararlı!

ANA MUHALEFETİN DOĞRU KARARI
Seçim tarihi açıklanınca, CHP’nin kendi Kurultay sürecini askıya alması, tabii ki kaçınılmaz bir karardı. Bunun da ötesinde, kim ne derse desin, Parti’nin yeni bir aday saptama sürecine girmeden, bu sefer tüm adayları merkez yoklaması ile minimum rötuşla 7 Haziran’a uyumlu olarak ataması da yine CHP’nin geleneksel iç kavgası bol aday saptama tartışmalarını engelleyecek olan diğer bir doğru karardı. Bu sözleri, parti içi demokrasi adına en çok somut çalışmayı yapmış biri olmama rağmen söylüyorum. CHP, yalnız seçime ve dışa odaklanmalı...

MUHALEFETİN CİDDİ HATASI
Davutoğlu’nun sözde koalisyon görüşmelerini “iş yürümesin” diye yaptığını artık duymayan sağır sultan kalmadı. Bu zorla seçim tekrarlatma emrinin de malum büyük yerden geldiğini biliyoruz. Bu “ahval ve şerait içinde”, CHP ve MHP, seçim hükümetine girmeme kararı aldılar. Özetle mantıkları, RTE ve Davutoğlu’nun bu davetlerine icap etmeyerek protesto etmekti. HDP ise, kendisine verilen üç bakanlık teklifini kabul etti ancak iki bakanlıkta kaldı. Şimdi CHP ve MHP kendilerini bu nedenle alkışlamamızı bekliyorlarsa, yanılıyorlar. Acele alınmış bu karar yüzünden, bu kritik seçime Türkiye’yi hazırlayacak olan hükümetin kontrolü tamamen AKP’nin ve Saray’ın eline geçmiş durumda! Muhalefet, bu hükümeti bir koalisyon alternatifi olarak görmeyecekti ki! Konu seçimlerin güvenliliğiydi! Tersine, aldıkları oy oranına göre, bakanlıkların %60’ını talep edip AKP’ye karşı psikolojik galibiyet peşinde olmalılardı. Hatta seçim hükümetine "tarafsız Başbakan" mücadelesi vermeleri lazımdı! Ayrıca seçimde AKP’nin Saray baskısı ve hatta dayatmalarıyla devlet imkanlarını kullanarak halka gitmesinin önünü hararetli bakanlar kurulu toplantılarında kesebileceklerdi. Bu tavrın halkın gözünde de “bu adamlar iktidarı bırakıp gitmez” psikolojisi yerine, “AKP’nin artık devri doldu, zaten bakanlıkların da çoğunu kaybettiler” gibi umut dolu, olumlu bir yeni algılama getireceği de kesindi. Seçim sonrası, hükümet hızlı kurulamazsa, belki 2-3 ay daha bu bakanlıkları AKP'nin elinden almış olacaklardı! Ne yazık ki bu küsmece oyunu yine fazlasıyla RTE’ye yaradı. Düşünün ki, YSK’ya ve Emniyet’e yapılan baskılara dur diyecek bir hükümet formülü kaçırılmış oldu! Artık “AKP devlet imkanı kullanıyor” dendiğinde, savunmaları “ne şikayet ediyorsunuz, siz katılmadınız!” şeklinde olacak! Zaten çok hızlı çıkan bu karar tartışılmadı. Muhalefet, kendi kalesine gol attı!

TAM SAHA PRES! HEMEN ŞİMDİ!

İşte bu saydığımız nedenlerle, 1 Kasım seçimlerine, şimdiden çok dikkatli ve yoğun bir çalışmayla hazırlanılmalı. Herkes biliyor ki, RTE ile yakın çevresi, bu seçimlere “olmak ya da olmamak” şeklinde bakıyor ve bu sefer onlar “tehlikenin farkında”. Ellerinden gelen her türlü anti-demokratik  baskıya tenezzül edecekleri şüphesiz. Levent Üzümcü’nün çok üzücü ama ne yazık ki şaşırtıcı olmayan ihracı, sanat alanında da toleransı olmayan gerici bir anlayışın kendileri açısından kaçınılmaz kararı. İşte iktidardan inmeye cesaretleri olmayanlar kadar bizlerin de tehlikenin tekrar farkına varmamız lazım. Çünkü itiraf etmek gerekirse, durumun vahametini 7 Haziran’dan beri göz ardı ettik. Bir yandan terör bizlerin canını acıttı, ama öte yandan AKP bu bekleme sürecinde  daha pasif davrandığı için, insanlarımız nasıl bir dikta riski ile karşı karşıya olduklarını sanki unuttu! Bu nedenle  herkesin aklını başına alarak seçim çalışmalarına derhal başlaması lazım!