24 Şubat 2015 Salı

DEVLET ZİRVESİ VE DİYANETİN ŞİDDET TAHRİKLERİNİN SONUÇLARI | BEDRİ BAYKAM | 24 Şubat 2015 tarihli makalesi..



Devlet teşvikli şiddetin zirve yaptığı ülkemizde geçen hafta yaşattıklarının dökümüdür.
Yobazların sanata yaptıkları saldırının hedefi, bu kez Daire Sanat'tı. Bahane yine hazırdı. Sergiye gelenler arasında bir çift galerinin önünde “affedersiniz” öpüşmüştü! Birbirlerine bıçak çekseler, ağız burun dağıtsalar, ana avrat düz gitseler sorun yoktu. Ama işte o ikili, utanmaz sevgililerdi! Aynen televizyonlardan istendiği gibi: Tabancaları ağıza sokabilir, birbirinizin karnını deşebilir ama kesinlikle koklaşamazsınız! İlki sert erkek tezahürüdür, ikincisi utanmazlık ve zinadır!
Daire Sanat’ta önce kapının önünde kargaşa ile başlamış her şey. Galeri sahibi Selin Söl herkesi içeriye alıp kapıyı kapatmış. Ardından “verin onları bize!” naraları atılmış... Herhalde “Mahalle baskısı yetmez, dayak ya da linç ne güne duruyor?” şeklinde düşünüyorlardı! Bu arada kimileri kapıyı tutuyor, kimileri içeri dalıp resimlerini çekenlerin telefonlarından zorla kendi görüntülerini siliyorlarmış. Birkaç polis memuru galeriye gelmişse de, bir türlü işgal kuvvetlerini mekandan çıkarma ve hesap sorma fiiline geçmemişler. Bu da şu soruyu getiriyor: Yoksa ortalığı birbirine katanlar meşhur AK Gençlik miydi? Polislerin pasifliği, uyuşukluğu, aşırı nezaketleri acaba ülkenin en önemli cümlesi nedeniyle mi bu şekilde yaşanıyordu: “Sen Doğu’ya mı gitmeye meraklısın? Biz, kimi temsil ediyoruz burada?” Aslında bundan beş yıl önceki “1. Tophane Anti-Sanat Çıkartması” eyleminden sonra saldırganlar serbest bırakılırken, iktidarın zirvesinin “Tophane’yi iyi bilirim, abartılacak bir şey yok” sözleriyle kim tarafından “ak”landıklarını hatırlayacaksınız!
Devletin zirvesi her açıdan örnek teşkil eder, yönlendirir! İster “at sahibine göre kişner” deyin, ister “balık baştan kokar!” Zirve sanki kan istiyor, kan kutsuyor. Nasıl Gezi’de polisinin tarih yazdığına inanıyor idi ise, doğal olarak şimdi de iç güvenlik paketi sayesinde, bu acımasız ve kutsal (!) görevin sağlam ellere devredildiğinden emin olacak. Milletvekili seçimleri yaklaşırken ikaz edeyim: Adayların mükemmel derecede güreş, karate ve boks bilmeleri şart! Ne yazık ki iç güvenlik paketi tartışılamadan apar topar geçirilmeye çalışılırken, her bir muhalefet milletvekili bu hukuk dışı dayatmaların bedelini şimdiden kanlarıyla ödemeye başladılar.
Kan mı dediniz? Bu havayı solumayan kalmıyor sonuçta. Çünkü ülke, tepeden gelen şiddeti yasallaştırma, “hak” kılıfına uydurma çağrılarına hemen “uyum” sağlamaya meraklı. Ülkemizde kadına yönelik şiddet AKP iktidarı döneminde 10 misli arttıysa, bu tabii ki tesadüf değil. Yalnız kadınlara yönelik olan da değil. Genç gazeteci arkadaşımız Nuh Köklü’nün suçu kartopu muydu, yoksa düşen arkadaşını gözü dönmüş bıçaklı esnaftan korumak mı? Kimisi palalı, kimisi bıçaklı, kimisi tabancalı, sürekli tırmanan bu şiddet sarmalında maganda artık sokakta. “Esnaf gerektiğinde alperendir, polistir” koruması tedavülde nasıl olsa!
Ege Üniversitesi’nde yaşanan olay da, bu noktalarda artık alışmamız beklenen “it dalaşı” havasının, nasıl cinayete dönüşebileceğini göstermesi açısından ibretlikti. İşin acı tarafı, Fırat Çakıroğlu’nun isim verilerek tehdit edilmiş bir hedef olarak seçilip yok edilmesi.
Gelelim işin en kaldırılamaz bölümüne: Açık açık devlet ve polis tahrikiyle, ağır faşist yasalarla sokağa indirilen bu şiddete, Diyanet İşleri Başkanlığı akıl almaz şekilde zemin hazırlıyor. Bu ülke yeterince bölünmemiş gibi, yaşam tarzları üstünden affedilemez şekilde sokak olaylarını provoke eden sorumsuz demeçler veriyor: Dövme, küpe vs. gibi çağdaş simgelerin sorumsuzca günah ilan edilmesinin ardından, iş daha da ileri gitti, “nişanlıların el ele tutuşmasının da dinen caiz olmadığı” fetvası geçtiğimiz günlerde medyada yerini buldu. Kullanılan dil şu ağır tonda: “Dövme, dinimizce yasaklanmıştır. Vücudunda dövme bulunan bir kimse, bunu ortadan kaldırmalıdır. Bu mümkün olmazsa, Allah’tan bağışlama dilemesi, yaptığından pişman olması gerekir”. Gerçekten insaf! Meşhur “imam-cemaat” atasözlerimizi biliyorsunuz! Diyanetin bu fetvalarıyla yarın başka öpüşen gençler, dövmeli veya küpeliler, el ele tutuşanlar üzerine o mahalle baskısının şiddeti yöneldiğinde, bunun bedelini kim ödeyecek? Dövmesi yüzünden 1997’de öldürülen Barmen Oğuz Atak olayının yenilerini mi istiyor Diyanet? Yoksa Daire Sanat örneğindeki olayın kanla sonuçlanmasını mı? Kim onlara bu halkı giyim-süs-davranış tercihlerine göre, resmi olarak bölme hakkı verdi? Bu tavrı şiddetle reddediyorum ve tüm kitle örgütlerinin de aynı şekilde bayrak açmasını diliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.