3 Mart 2015 Salı

YAŞAR KEMAL YANARDAĞI SÖNMEZ | Bedri Baykam | 3 Mart 2015 tarihli makalesi..


Bu satırları okurken, elinize aldığınız her gazete, baktığınız her televizyon size “Yaşar Kemal’in toprağa verildiğini” aktarıyor olacak. Yani bu hesaba göre her biri size yalan söylüyor. Kim kalkıp Yaşar Kemal’i gömebilir ki? Alay mı ediyorsunuz dünyayla? O dünyanın her yerinde düşüncesi, görüntüsü, sesi ile her renkten insanda yolculuğuna devam eder... Bugün de, yarın da, 1000 yıl sonra da!
Türkiye’nin üç gündür yaşadıklarını, belki ancak 1980’de Jean-Paul Sartre’ın ölümünden sonra Fransa’daki ile kıyaslamak mümkün! Varoluşculuğun büyük filozofu, insan haklarının ve solun yeri doldurulmaz isminin cenazesi de Paris’te benzer bir dev buluşmayla sonsuzluğa uğurlanmıştı. Fransa ve dünyadaki her ülke şimdi Yaşar Kemal’in ölümünü vatandaşlarına duyuruyor. Bu dev yankı, bir yandan Yaşar Kemal’in yokluğunu seslendiriyorsa da, aslında onun evrensel ölümsüzlüğünü müjdeliyor yeryüzüne. Ölümün ne olduğunu bilmiyoruz ki! Neler olup bittiğine dair ortada yalnız rivayetler var! Ölüm denilen şey her neyse, bu onun en güzeli, en kutsanmışı olsa gerek! Ölümsüzlüğe geçişin dünyevi töreni bu! Nobel almakla veya almamakla ölçülemeyecek bir şey. Nobel’in şanssızlığıdır, Yaşar Kemal ismini listesine ekleyememiş olmak.
Hani meşhur “yerelden yola çıkarak evrensele varmak” dedikleri şey var ya, işte Yaşar Kemal bunu en güzel şekilde başardı. Sayısız dile çevrildi. Evine gidenler bilir, çarpıcı romanlarının her dile tercüme edilip yayınlanmış halleri kütüphanesindeki yerini almıştır. Çukurova’dan yayılan haykırışın dünyaya yayılmış tescilli belgesidir her bir kitap...
Yaşar Kemal’in erişmek istediği bir rüya vardı. Kimi zaman doğrudan, kimi zaman çetrefilli yollardan gelerek bunu ortaya koydu: Hümanist ve bağımsız sosyalizme erişmek. Bu eşitlikçi ve dürüst dünya düzeninin hatasız hayali veya kararlı takibi, kesinlikle Sovyetler’in o baskıcı izdüşümlerinden daha değerliydi. Yaşar Kemal her insanı severdi. Taksicinin de, ayakkabı boyacısının da, balıkçının da, herkesin hikayesini, anekdotlarını dinler, onlara ait efsaneleri bulup çıkarmak istercesine o ruhlarla temasa girerdi. Ne kadar ilginçtir ki, AKP kadrolarından Kemalistler’e, tüm sol fraksiyonlardan dev işadamlarına kadar ülkede herkes şu anda Yaşar Kemal’in yasını tutuyor. Büyük yazarın ateşkesin ana gündemi oluşturduğu gün aramızdan ayrılması birçok insana göre bir işaret. Umarım kirli pazarlıklarla her gün bu konularda restleşenler, hiç olmazsa bu kez onun adına saygı gösterip farklı bir duruş sergilerler.
Herkesin aynı anda sahip çıktığı Yaşar Kemal, Sunay Akın’ın da vurguladığı gibi Türkiye’nin ta kendisidir. O güneyin, doğunun, dağların, ovaların, kasabaların Yaşarı’dır, Kemali’dir, Sadıkı’dır. Dünya yazarı olmadan önce ırgat katipliği, işçilik, yazıcılık, şairlik, “röportajcılık” yapmıştır! Sonuçta tarlaların, yolların, kahvelerin, güçsüzlerin, hak arayanların dili, iletkeni olmuştur.
Yaşar Abi’nin hayat mücadelesine atılma ve talebelik yıllarındaki en yakın arkadaşlarından birini, hatta sıra arkadaşını çok iyi tanırım. Adı Suphi’ydi. Babam olurdu kendisi... Az mı dinledim ondan ortak yaramazlıklarını! Az mı gülerek anlattılar bana lakaplarını, maceralarını!
1983’te, tam 15 yıllık bir aradan sonra İstanbul’daki ilk sergimin açılışında o kalabalığın ortasında yanıbaşımda Yaşar abi vardı. Güven verici yorumlarını bonkörce dağıtıp bana destek oluyordu. Sık sık birbirimizin evine giderdik. Basınköy’de yağmurlu havalarda uzun yürüyüşlerde bana hep romanlarından hangilerini, hangi sırada okumamı tercih ettiğini anlatırdı. Sonra evde Tilda’nın demlediği çayla beraber kek yer ısınırdık. Hatta bir gün beraber resim bile yapmıştık! Tilda’nın özenli tercümeleriyle Yaşar Kemal efsanesinin uluslararası arenaya taşınmasındaki dev emeği, Türk edebiyatının en güzel borcudur.
Her haksızlığa, uğursuzluğa başkaldıran Yaşar Abi, günün sonunda daima doğrunun kazanacağına inanır, temiz hırsıyla iyilerin mücadelesine destek verirdi. Belki kendisinde yadırgadığım tek nokta, geniş anlamda çoksesliliğin ve demokrasinin ne kadar büyük savunucusuysa da, kendi yaşamında eleştiriye oldukça kapalı olmasıydı. Bu da herhalde gergin mücadelelerle geçen yaşamının bir çeşit özkorumasıydı, kimbilir...

Şimdi tekrar soruyorum size, yerel destanlardan, öykülerden, en çağdaş dille kaleme alınmış bir dünya edebiyatı çıkaran bu devi, kim nasıl gömebilirmiş, şaşarım! Cumhuriyet bile hazırladığı ekin kapağına “Bir yanardağ söndü” yazmış. Arkadaşlarım adına özür dilerim. Heyecandan aceleye gelmiş. Doğrusu şu: “Bu yanardağ artık hiç sönmeyecek!”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.