30 Eylül 2014 Salı
KASVETLİ ORTAMIN DAYANIŞMA ARAYIŞLARI | BEDRİ BAYKAM | 30 Eylül 2014 tarihli makalesi..
Türkiye'de sürekli olarak uçurum kenarlarında düellolar yapıp her an yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Yıllardır "artık daha kötü bir duruma düşemeyiz" dedikten sonra, gerek çeşitli siyasilerin kişisel çıkar peşinde koşan tavırları, gerek sermayenin ihaneti, gerek bunlara bağlı olarak süren halkın yılgınlığı arasında gittikçe kararan ortamla savaştık. Halkımızın direncinden vazgeçmemesi, her yerde Atatürkçü değerlere sonuna kadar sahip çıkmaları konusunda elimizden gelen her yöntemle mücadeleyi ölüm veya hapis pahasına sürdürüyoruz.
Bir de madalyonun diğer yüzü var. En az 25 yıldır, ruhunu emperyalizme satıp, her rüzgarla dönen "yetmez ama evetçi" dediğimiz tipoloji var. Onlar da bugünkü ortamda bile, o kanal senin, bu kanal benim gezip ihanete devam ediyorlar. Bazıları, Gezi direnişinin "sözcülüğüne" soyunmaya kalkacak kadar yüzsüzleşebilmişlerdi!
BOP projesi kapsamında Cumhuriyeti'nin temel değerlerinin yok edilmeye çalışıldığı ortamda, laik yargı-siyaset-yaşam tarzları ve eğitim her aşamada kurban ediliyor. Yakında kundaktan itibaren kızların başını örtmek istemeyi bile demokrasi kılıfına sokmaya çalışacaklar! Gerek Türkiye'nin jeopolitik konumuna, yeraltı kaynaklarına göz dikmiş, gerek ülke bütünlüğünü ırkçı ayrımlarla yok etmeye çalışan emperyalist güçler, her geçen gün Cumhuriyet okunu tersine çevirmek için çalışıyorlar.
Bu doğrultuda, "açılım politikası" Türk ve Kürt halklarını kaynaştıracağına, bölünmenin ön safhası olarak beliriyor. Dayatılmak istenen "benim malım benim, senin malın da benim"den farklı değil! Orta Anadolu'da özerklik ilan etmeyi düşünen bir "Türk" veya Güney’de bir "Arap" eyaleti var mı? Ama halk, tüm provokasyonlara rağmen bütünlüğünü barışçıl şekilde koruyor!
Orta-Doğu'nun bitmez çelişkiler yumağında, Kürt kartı yıllardır emperyalizmin insanların kanına girerek istediği gibi yönlendirdiği bir joker. Düne kadar kan kardeşleri Esad'ı öve öve bitiremeyenlerin, ABD'nin emriyle aynı lideri "Esed" diye çağırıp, halkımızı Suriye ile savaşa itecek kadar bilinclerini kaybettikten sonra, bugün artık yıllardır lojistik destek verdikleri ayyuka çıkan IŞİD çetelerinden şikayet hakları yok. "Dindarların demokratik hakları" adı altında yıllardır gücü ele geçirdikleri andan itibaren yalnız kendi totalitarizmlerini ortalara dökmüş bir iktidarımız var. Şimdi bugün kafa kesicilere karşı ağızlarını açmadan, ancak Amerika’nın baskısı altında kerhen konuya girmeleri, ibret vericidir. Dolayısıyla Parlamento’ya sunulacak tezkerenin ne amaca hizmet edeceği, gerçekten merak konusu. Bölgeye birliklerimiz salınırsa, PKK'ya karşı tavır ne olacak? IŞİD'le mi yoksa fırsattan istifade Esad'la mı boğuşacak? ABD bu sefer Kürt kartını AKP'ye nasıl dayatmaya çalışacak? Batı ülkeleri, Suriye konusunda içine düştükleri çelişkileri nasıl aşacak? IŞİD düşmanı İran hangi cephede yer alacak? Ülkemizde beyni yıkananların bir bölümü 24 bin huri ve cariyeye bir an önce ulaşmak için Türkiye'yi kana bulamaya çalışacaklar mı?
İşte tüm bu iç ve dış ağır konjonktür, ülke insanlarını bir yılgınlığa itti. Gelecek daha da karanlık görünüyor. Medyanın teslimiyetine, sokaktaki sıkıntılara, dinci faşizmin kasvetine rağmen, bu gidişata dur diyecek olanlar sonuçta bizleriz. İşte bu konjonktürün ortasında, Doğu Perinçek ve İP geçen Pazar, ülkenin aydınlarını Ankara'da bir araya toplayarak beklenen dayanışmanın bir tuğlasını yerleştirdi. Daha önce, 30 Ağustos ve 21 Eylül’de de, sosyalist solun çeşitli partileri ise (ÖDP, HTKP, KP, EHP) ODTÜ Vişnelik toplantılarını gerçekleştirerek "Türkiye'de faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı" bir demokratik direnç hamlesi yaptılar. Belki İP'in Pazar günkü toplantısıyla bu diğer ittifak arasındaki fark, Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusunda. İyi niyetlerden şüphem yok. Ama bu konu daima gerilimli tartışmalara açık. Türkiye'de AKP'den kurtulma senaryoları adına CHP'nin de kendini YCHP olarak tanımlamayacağı, ‘altıok'lu günlere döneceğini umuyorum. Emperyalizmin bölünmeye doğru götürecek olan malum senaryoları, "açılım" değil, Cumhuriyetimizin kapanışını belirler! Hedefimiz Kürt kardeşlerimizle de, bu ulusun kuruluşundan beri içinde yer alan her etnik kökenle de barış içinde beraber yaşamaktır. Ayrı değil! Zaten ezelden beri her etnik kökenden vatandaşlarımızın birbirleriyle evlenerek karıştığını bilmiyor muyuz?
Türkiye'de kendini sosyalist sol ve ulusalcı sol olarak tanımlayan her aydının da gerçekçi bir diyalogdan çekinmeyerek geniş ortak paydalarını genişletmeye çalışmaları, AKP hükümranlığından kurtulmak için kaçınılmazdır.
28 Eylül 2014 Pazar
FENER'İN BİR GEKAS'ı YOK. | BEDRİ BAYKAM
Skor dışında konuşuyorum. Fenerbahçe hiç tat vermiyor. Bu takım kötü oynuyor ve sanki oyuncular "yahu biz iyi bir takımdık, geçen sene şampiyonduk, nasıl oynuyorduk, nasıl gole gidiyorduk?" diye kendilerini hatırlamaya çalışıyorlar. Takımın oyun şablonu bozulmuş gibi. Hep aynı şeyleri tekrarlıyoruz. Paslar bal yapmayan arı. Yapıcı risk alan yok. Takım geçen sezonki kimliğinden uzak mı uzak! Zaten Alper ve Webo da saha kenarında değil, içerde olunca "kurtarıcı" rolüne girecek adam da yoktu! Emenike o havadan çok uzak! Theofanis Gekas. Gerçekten helal olsun adama diyorum. Fenerbahçe Gekas'ı niye transfer etmez biliyor musunuz? Çünkü yeterince havalı ve pahallı değil. Adama bakıyorum üç yıldır, her pozisyonda gol atabiliyor, attığı kadar kaçırıyor, çünkü Gekas gol koklamasını biliyor. Bana kesinlikle 1970'lerin alman gol kralı Gerd Müller'i hatırlatıyor her haliyle.. Daha önce Samsunspor'dayken de Fenerbahçe'ye hat trick yaptığını biliyoruz. Gol adamın soyadı gibi. Her yıl çok ciddi rakamlara ulaşıyor, hem de hangi takımlarda oynayarak! Türk-Yunan dostluğuna yaptığı güzel katkılar da cabası! Ben adamı her yıl imrenerek seyrediyorum. Dün de gollerini resmen göstere göstere attı. Fenerbahçe'de kaptanlar Volkan ve Emre sahada olmayınca, pazuband Gökhan'da. Ama sahada ne lider var, ne de oyun kurucu. Fenerbahçe sahada -belki biraz ağır olacak ama- başı kesik tavuk gibi dolanıyor. Bu yılın başından beri süren oyun akışı tıkanıklıkları, dün Emre'nin de sahada olmayışıyla tavan yaptı. Emre, ne de olsa hırsı, sürükleyiciliği ve tecrübesiyle bu sorumluluk alanını dolduruyordu. Dün sahada Akhisarlı Bilal'in yaptığını yapabilen oyuncusu yoktu orta sahada Fenerbahçe'nin. Hangi Bilal mi? 2000 yılında Fenerbahçe'ye gelip üç yılda sahada tek maça çıkabilen Bilal! Akhisar dün Bilal ve Bruno'nun sürüklediği hızlı kontrataklarla indi Fenerbahçe kalesine. İkiden fazla gol de atabilirdi. Biraz Mert, biraz şanssızlık. Yoksa iki golden sonra da durup "yeter" filan demediler! Akhisar centilmence oynadı, derli toplu bir süper lig takımı olarak göründü, sempati topladı Türkiye'den. Son dakikada Mehmet Akyüz üçüncü golü yüzde yüz pozisyonda kaçırmasa skor yine de hak ettiği 3-0 ı bulacaktı. Kaleci Oğuz Dağlaroğlu, yine çok iyi oynadı. Kalpten ve aileden Fenerli olmasına rağmen formasının hakkını yine mükemmel verdi. Teknik direktör Mustafa Reşit Akçay'da duruşu ve oynattığı zeki futbolla alkış aldı. Fenerbahçe'ye yarın Löw veya Mourinho'yu getirseniz ne olur? Nasıl olsa Başkan teknik direktörlerin bir işlevi olduğuna inanmıyor ki? Baksanıza şampiyon yapan her hoca yalnız atılmakla kalmadı, bir de üstüne neredeyse borçlu çıktı! Siz hocaları bu kadar yetkisiz ve anlamsız tariflere sığdırmaya kalkarsanız, sonuçta tabii ki takımda disiplin de kalmaz, sahada oyuncularınız kavga eder, sahadan çıkarılan da kulübeye selam bile vermeden soyunma odasına çeker gider! Ne bekliyordunuz ki? Yanal'ın bu takımdan kopmasının da ötesinde Yıldırım'ın sonraki sözleri bu kulübün vidalarını söktü...
Bedri Baykam's Kennedy exhibit in ankara press release | Bedri Baykam Kennedy suikasti sergisi 8 Ekim'de Ankara'da
PRESS
RELEASE
BEDRİ
BAYKAM’s EXHIBITION
ON
THE 50th
YEAR OF THE ASSASINATION OF JOHN F. KENNEDY
“8
SECONDS THAT CHANGED THE WORLD”
OCTOBER
8– NOVEMBER 1, 2014
In 2013, Bedri Baykam had opened an exhibition about the 50th year of Kennedy’s assassination, in İstanbul at Piramid Sanat. Now, this exhibition which is the result of long years of research is coming to Ankara, at the Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi.
The
title of Bedri Baykam’s exhibition that will take place on November
22, 1963, exactly to the 50th year of the day Kennedy was killed, is
"8 Seconds that
Changed the World"…
In
1963, during a political propaganda trip in Dallas together with his
wife Jacqueline Kennedy, JFK had been killed on Elm Street by a
bullet that heavily wounded his brain on top of his two other wounds.
50 years later, the question on who might have killed Kennedy or
organized this complicated conspiracy remains an unsolvable mystery
under dark shadows. Few
hours later, Lee Harvey Oswald who had been arrested, charged with
the murder on the same day of police officer J.D. Tippit, was chosen
by the Dallas authorities in an unprecedented speed as the “lone
nut assassin” that had killed the President. When two days later
Oswald who had denied all charges, was eliminated by Dallas club
owner Jack Ruby, those accusations against Oswald had full
opportunity to spread at a faster pace without any obstacles.
The
JFK Assassination which had been subject several times to dense
efforts for being solved-
or rather dense efforts for being left unsolved (!)-
like those of the Warren Commission or the one of the House Select
Committee on Assassinations (HSCA), looks like an abyss and that has
been the subject of countless books and films.
Baykam
who had lived himself the shock of the assassination in 1963 when he
was 6, has been an amateur researcher on the case since then. The
artist who has traveled twice to Dallas and New Orleans, has gone
through dozens of books and videos, has met the directors of the 6th
Floor Museum and independent international experts on the case such
as Robert Groden or Don Miller.
Baykam’s
exhibition comprises canvases, 4-D lenticular works, installations,
soundtracks and videos. The artist also will have two videos on
display at the exhibit. The first one is an 8 hour long video where
Baykam talks about the “case”. The second one is an hour long
“abstract visual collage” video about the assassination. The
Turkish version of the long video is about ten hours. During the
exhibition, there will be film showing and panel discussion about the
JFK Assassination.
In
the exhibition 132 pages catalogue, there are articles by critic Emin
Çetin Girgin and forensic scientist Mrs Sevil Atasoy, alongside
Baykam’s own article.
Baykam
will also publish a book on the Kennedy case that carries the same
name, “8
Seconds that Changed the World”
in 2014. The first chapter of the book finds its place in the catalog
as a teaser.
Baykam
who has had several comprehensive historical reference exhibitions
like the ones on the Turkish İndependence War (Kuvay-ı Milliye
1994), 27 May Revolution (555K-1990), the 68 Generation (1997), the
Cuban Revolution and Che Guevara (1998), Turkey today (I’m Torn
Inside- 2010) is also a known political activist and writer.
Vernissage:
Wednesday, October 8, 2014 | 6-9 pm
Çağdaş
Sanatlar Merkezi
Kennedy
Cad. No: 4 Kavaklıdere / Ankara
0 312 468 21 05
0 312 468 21 05
For
more information:
Öykü
Eras
oyku.piramid@gmail.com
| +90 (541) 7758135
--------------------------------------------------------------------------
1963 yılında, eşi Jacqueline Kennedy ile katıldığı bir siyasi propaganda gezisi sırasında Dallas Elm Street’de başından aldığı ağır kurşun yarası sonucu ölen JFK’i kimin vurduğu ve yapıldığı söylenen komployu kimlerin organize etmiş olabileceği 50 yıldır çözülemeyen bir giz perdesi… Cinayetten birkaç saat sonra, o gün aynı zamanda bir Dallas polisini de vurduğu iddiasıyla tutuklanan Lee Harvey Oswald, tüm Amerikan polisi ve yetkililerince (şaşırtıcı bir hızla) cinayeti tek başına işleyen, “yalnız kaçık” statüsüne sokulmuştu. Hakkındaki suçlamaları reddeden Oswald, cinayetten iki gün sonra Dallas’taki gece kulübü işletmecisi olan Jack Ruby tarafından “temizlenince” bu savları yaymak daha da kolaylaşmıştı.
Başta ünlü "Warren Komisyonu" araştırmaları olmak üzere, birçok defa “sözde” çözülmeye çalışılan veya çözümsüzlüğe mahkum edilen JFK cinayeti, her zaman ilgi çeken ve hakkında yüzlerce kitap ve film-video bulunan dipsiz bir kuyu…
Cinayetin yarattığı etkiyle 1963’te altı yaşındayken karşılaşan Baykam’ın konuya ilgisi o günlerde başladı. Suikastle ilgili detaylı bilgiler toplayabilmek için iki kere Dallas’a ve New Orleans’a giden sanatçı, aynı zamanda JFK cinayetiyle ilgili sayısız kitap okudu, film izledi, 6th Floor Museum yetkilileri ve cinayetin en tanınmış uzmanlarından Robert Groden başta olmak üzere birçok kişiyle görüşmeler yaptı.
Baykam’ın sergisinde tual ve 4D çalışmalar, mekan düzenlemeleri, ses ve video yerleştirmeleri yer alıyor. Sergi salonunda Baykam’ın konuyla ilgili 9 saat 45 dakikalık sunum videosu da İngilizce ve Türkçe olarak gösterilecek. Sergi süresince Kennedy cinayeti hakkında panel ve film gösterimi de düzenlenecek.
132 sayfalık sergi kataloğunda Bedri Baykam’ın yanı sıra eleştirmen Emin Çetin Girgin ve adli bilimci Prof. Dr. Sevil Atasoy’un da yazıları bulunuyor.
--------------------------------------------------------------------------
BEDRİ
BAYKAM’IN
KENNEDY
SUİKASTİ HAKKINDAKİ SERGİSİ
“DÜNYAYI
DEĞİŞTİREN 8 SANİYE”
ŞİMDİ
ANKARA'DA ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ’NDE…
Bedri
Baykam, 2013 yılında Kennedy’nin öldürüldüğü gün olan 22
Kasım 1963’ün tam 50. yılında İstanbul 'da Piramid Sanat'ta bu
konuda derin bir araştırma sonucu oluşan bir sergi açmıştı:
“Dünyayı
Değiştiren 8 Saniye”
Sergi
İstanbul’dan sonra 8 Ekim-1 Kasım 2014 arasında Ankara'da
Kennedy Caddesi’nde bulunan Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde
açılıyor.
1963 yılında, eşi Jacqueline Kennedy ile katıldığı bir siyasi propaganda gezisi sırasında Dallas Elm Street’de başından aldığı ağır kurşun yarası sonucu ölen JFK’i kimin vurduğu ve yapıldığı söylenen komployu kimlerin organize etmiş olabileceği 50 yıldır çözülemeyen bir giz perdesi… Cinayetten birkaç saat sonra, o gün aynı zamanda bir Dallas polisini de vurduğu iddiasıyla tutuklanan Lee Harvey Oswald, tüm Amerikan polisi ve yetkililerince (şaşırtıcı bir hızla) cinayeti tek başına işleyen, “yalnız kaçık” statüsüne sokulmuştu. Hakkındaki suçlamaları reddeden Oswald, cinayetten iki gün sonra Dallas’taki gece kulübü işletmecisi olan Jack Ruby tarafından “temizlenince” bu savları yaymak daha da kolaylaşmıştı.
Başta ünlü "Warren Komisyonu" araştırmaları olmak üzere, birçok defa “sözde” çözülmeye çalışılan veya çözümsüzlüğe mahkum edilen JFK cinayeti, her zaman ilgi çeken ve hakkında yüzlerce kitap ve film-video bulunan dipsiz bir kuyu…
Cinayetin yarattığı etkiyle 1963’te altı yaşındayken karşılaşan Baykam’ın konuya ilgisi o günlerde başladı. Suikastle ilgili detaylı bilgiler toplayabilmek için iki kere Dallas’a ve New Orleans’a giden sanatçı, aynı zamanda JFK cinayetiyle ilgili sayısız kitap okudu, film izledi, 6th Floor Museum yetkilileri ve cinayetin en tanınmış uzmanlarından Robert Groden başta olmak üzere birçok kişiyle görüşmeler yaptı.
Baykam’ın sergisinde tual ve 4D çalışmalar, mekan düzenlemeleri, ses ve video yerleştirmeleri yer alıyor. Sergi salonunda Baykam’ın konuyla ilgili 9 saat 45 dakikalık sunum videosu da İngilizce ve Türkçe olarak gösterilecek. Sergi süresince Kennedy cinayeti hakkında panel ve film gösterimi de düzenlenecek.
132 sayfalık sergi kataloğunda Bedri Baykam’ın yanı sıra eleştirmen Emin Çetin Girgin ve adli bilimci Prof. Dr. Sevil Atasoy’un da yazıları bulunuyor.
Açılış: 8
Ekim 2014, Çarşamba | 18.00 – 20.00
Çağdaş Sanatlar Merkezi
Kennedy Cad. No: 4 Kavaklıdere /
Ankara
0 312 468 21 05
0 312 468 21 05
Detaylı bilgi için:
Öykü Eras
oyku.piramid@gmail.com
| +90 (541) 7758135
23 Eylül 2014 Salı
“DÜNYA İMPARATORU” OLSA DA KURTULSAK! | Bedri Baykam | 23 Eylül 2014 tarihli makalesi..
Yorumdan
önce, 49 rehinemizin kurtarılmış olmasıyla ilgili sevincimizin
sonsuzluğunu vurgulayalım. Kana susamış, kafa kesmekten haz alan,
insan öldürmenin canlı "pornografik" dijital
gösterişiyle nam salan, sözde İslam adına devlet kurma peşinde
olan yobaz sürüsünün elinden değerli diplomatlarımızın
kurtulmuş olmaları bizlere koca bir sevinç yaşatmıştır.
Peki bu sonuç nasıl elde edildi? İşte orada işler karışmaya başlıyor. RTE'ye sorarsanız, "Bir operasyon yapıldı ve rehineler kurtarıldı". Çünkü devletin zirvesi, kahramanlık yapma peşindedir. Böyle bir fırsat da kaçmaz. Taze Başbakan Davutoğlu ise, tercihi olan "temas" ve diyalogla işin çözüldüğünü, kendine uygun bulduğu üslupla anlatmıştır. MİT müsteşarı Hakan Fidan ise, sabır detaylı çalışma, zeka ve metanetten söz etmiştir çözümde. Yani o da istihbaratçılara uygun dili kullanmayı seçmiştir. Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar'a göre ise, rehinelerin serbest bırakılması, bir "CIA hamlesi”dir! Metanet, detaylı çalışma niree, operasyon niree, mutabakat niree, CIA nireee! Keşke aralarında basit bir telefon trafiği yapıp, kullanacakları dili önceden saptasalardı da devleti bu durumlara düşürmeselerdi. Aslında hata tabii Cumhurbaşkanı'nda olamayacağına göre (!), tüm diğerlerinde! Siz niye konuşuyorsunuz ki? "Operasyon" diyorsa, “elbet bi bildiği vardır" deyin susun!
Ortada somut iki veri daha var: Türkiye en başından beri, hatta teröristlerin diplomatlarımızı kaçırmasından önce de, IŞİD'e terör odağı olarak bakmıyordu ve onları diline bu şekilde almıyordu. Yani konu "ellerinde diplomatlarımız var" gerekçesinden çok öncesinde de zaten böyle başlamıştı. Çünkü herhalde birileri, IŞİD’i terörün kalbine yerleştirseler de, referansı "İslam" olan bir örgüte laf söylemeye cesaret edemiyordu. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir ortamda, Ortadoğu'nun dünya politikalarıyla iç içe geçmiş, arapsaçı olmuş çelişkiler, çıkar kavgaları, kaçınılmaz olarak bizi de işin mantıksız bağırsak düğümlerine doğru hortumlayacaktı. Patırtı orada da Kerry ve New York Times üzerinden patlak verince, zaten ortamdan dumanlar çıkmaya başladı. Önce New York Times'ın yaptığı "adilik, edepsizlik ve alçaklık" olarak tanımlandı, hemen ardından da gazetenin "haberimizin arkasındayız" yanıtı gülle gibi geldi. Hem de desteği Kerry'den alarak: Amerikan Dış İşleri Bakanı, "IŞİD'e petrol sevkiyatının Türkiye üzerinden gerçekleştiğini" resmen açıklamaktan kaçınmayarak ateşe körükle gitmekten çekinmedi. RTE'nin alçaklık olarak nitelediği veriler ise, her gün Türk basınının yandaş veya paydaş olmayan kısmında ve dünya basınında çıktığı için bu rahatsız edici konu buzdolabına kaldırıldı. Tabii IŞİD’le mücadele koalisyonuna imza vermeyip, "stratejik ortaklık"tan "güçlü müttefik"liğe düştükten sonra!
RTE, elinden gelse herhalde Obama'dan Amerikan basınına da IŞİD’cilere ülkemizden yapılan 1.sınıf hizmetlerin dökümü konusunda yayın yasağı koymasını veya New York Times'ı kapatmasını isteyecek! Şu birbiri üstüne yığılan sıfatlar dizisine bir de "Dünya İmparatoru"nu ekleyebilsek, zaten sorun kalmayacak! Nasıl TÜSİAD toplantısında Koçlar'ın ve Boynerler'in gözünün içine baka baka Gezi konusunu konuşmasına taşıyıp "Gezi olaylarına lojistik sağlayanları da, Türkiye'ye algı operasyonu yapanları kimlerin fonladığını da tek tek biliyoruz. Hepsi mahcup oldu. Olmaya da devam edecek. 70 milyon kazanırken kaybeden onlar olacak" diyebiliyorsa, Ulaştırma Bakanı’ndan "RTE Havalimanı" sözlerini dillendirmeye başlamasını isteyebiliyorsa, bir Cumhurbaşkanı olarak Bank Asya hakkında görülmemiş bir dille saldırılar yapabiliyorsa, yurt dışına da böyle dayatmalar yapabilse sorun kalmayacak. Mesela Times örneğini sürdürürsek, Davutoğlu aracılığıyla yorumlar yollatacağına AİHM'e doğrudan çatarak "din dersleri hakkında böyle kararlar alırsanız sizi de kapatırım!" diyebilse, Fitch ve Moodys'e "bu şekilde raporlar hazırlarsanız bu sizin için hayırlı olmaz" ihtarını çekebilse, hatta NATO'ya dönüp "ne yaptı bu çocuklar size, bırakın bu IŞİD din kardeşlerimin peşini artık!" diye zılgıt çekebilse, bayağ yük ve stres kalkacak üzerimizden!
Neyse, bu gidişle "daha neler göreceğiz" kervanına her gün yeni maddeler eklenirken bizler de CHP'nin bahar yorgunluğunu kış uykusu bastırmadan önce üzerinden atıp, adı değiştirilen "Atatürk Orman Çiftliği", yok edilmek istenen "Atatürk Hava limanı" gibi "küçük" yerel işlerimiz konusunda biraz cesaretlenip, ağır tepkilerini zahmet olmazsa ortaya koymasını bekliyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Peki bu sonuç nasıl elde edildi? İşte orada işler karışmaya başlıyor. RTE'ye sorarsanız, "Bir operasyon yapıldı ve rehineler kurtarıldı". Çünkü devletin zirvesi, kahramanlık yapma peşindedir. Böyle bir fırsat da kaçmaz. Taze Başbakan Davutoğlu ise, tercihi olan "temas" ve diyalogla işin çözüldüğünü, kendine uygun bulduğu üslupla anlatmıştır. MİT müsteşarı Hakan Fidan ise, sabır detaylı çalışma, zeka ve metanetten söz etmiştir çözümde. Yani o da istihbaratçılara uygun dili kullanmayı seçmiştir. Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar'a göre ise, rehinelerin serbest bırakılması, bir "CIA hamlesi”dir! Metanet, detaylı çalışma niree, operasyon niree, mutabakat niree, CIA nireee! Keşke aralarında basit bir telefon trafiği yapıp, kullanacakları dili önceden saptasalardı da devleti bu durumlara düşürmeselerdi. Aslında hata tabii Cumhurbaşkanı'nda olamayacağına göre (!), tüm diğerlerinde! Siz niye konuşuyorsunuz ki? "Operasyon" diyorsa, “elbet bi bildiği vardır" deyin susun!
Ortada somut iki veri daha var: Türkiye en başından beri, hatta teröristlerin diplomatlarımızı kaçırmasından önce de, IŞİD'e terör odağı olarak bakmıyordu ve onları diline bu şekilde almıyordu. Yani konu "ellerinde diplomatlarımız var" gerekçesinden çok öncesinde de zaten böyle başlamıştı. Çünkü herhalde birileri, IŞİD’i terörün kalbine yerleştirseler de, referansı "İslam" olan bir örgüte laf söylemeye cesaret edemiyordu. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir ortamda, Ortadoğu'nun dünya politikalarıyla iç içe geçmiş, arapsaçı olmuş çelişkiler, çıkar kavgaları, kaçınılmaz olarak bizi de işin mantıksız bağırsak düğümlerine doğru hortumlayacaktı. Patırtı orada da Kerry ve New York Times üzerinden patlak verince, zaten ortamdan dumanlar çıkmaya başladı. Önce New York Times'ın yaptığı "adilik, edepsizlik ve alçaklık" olarak tanımlandı, hemen ardından da gazetenin "haberimizin arkasındayız" yanıtı gülle gibi geldi. Hem de desteği Kerry'den alarak: Amerikan Dış İşleri Bakanı, "IŞİD'e petrol sevkiyatının Türkiye üzerinden gerçekleştiğini" resmen açıklamaktan kaçınmayarak ateşe körükle gitmekten çekinmedi. RTE'nin alçaklık olarak nitelediği veriler ise, her gün Türk basınının yandaş veya paydaş olmayan kısmında ve dünya basınında çıktığı için bu rahatsız edici konu buzdolabına kaldırıldı. Tabii IŞİD’le mücadele koalisyonuna imza vermeyip, "stratejik ortaklık"tan "güçlü müttefik"liğe düştükten sonra!
RTE, elinden gelse herhalde Obama'dan Amerikan basınına da IŞİD’cilere ülkemizden yapılan 1.sınıf hizmetlerin dökümü konusunda yayın yasağı koymasını veya New York Times'ı kapatmasını isteyecek! Şu birbiri üstüne yığılan sıfatlar dizisine bir de "Dünya İmparatoru"nu ekleyebilsek, zaten sorun kalmayacak! Nasıl TÜSİAD toplantısında Koçlar'ın ve Boynerler'in gözünün içine baka baka Gezi konusunu konuşmasına taşıyıp "Gezi olaylarına lojistik sağlayanları da, Türkiye'ye algı operasyonu yapanları kimlerin fonladığını da tek tek biliyoruz. Hepsi mahcup oldu. Olmaya da devam edecek. 70 milyon kazanırken kaybeden onlar olacak" diyebiliyorsa, Ulaştırma Bakanı’ndan "RTE Havalimanı" sözlerini dillendirmeye başlamasını isteyebiliyorsa, bir Cumhurbaşkanı olarak Bank Asya hakkında görülmemiş bir dille saldırılar yapabiliyorsa, yurt dışına da böyle dayatmalar yapabilse sorun kalmayacak. Mesela Times örneğini sürdürürsek, Davutoğlu aracılığıyla yorumlar yollatacağına AİHM'e doğrudan çatarak "din dersleri hakkında böyle kararlar alırsanız sizi de kapatırım!" diyebilse, Fitch ve Moodys'e "bu şekilde raporlar hazırlarsanız bu sizin için hayırlı olmaz" ihtarını çekebilse, hatta NATO'ya dönüp "ne yaptı bu çocuklar size, bırakın bu IŞİD din kardeşlerimin peşini artık!" diye zılgıt çekebilse, bayağ yük ve stres kalkacak üzerimizden!
Neyse, bu gidişle "daha neler göreceğiz" kervanına her gün yeni maddeler eklenirken bizler de CHP'nin bahar yorgunluğunu kış uykusu bastırmadan önce üzerinden atıp, adı değiştirilen "Atatürk Orman Çiftliği", yok edilmek istenen "Atatürk Hava limanı" gibi "küçük" yerel işlerimiz konusunda biraz cesaretlenip, ağır tepkilerini zahmet olmazsa ortaya koymasını bekliyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
22 Eylül 2014 Pazartesi
O penaltıyı vermem. | Bedri Baykam
Bedri Baykam'ın bugün 22 Eylül 2014, Cumhuriyette çıkan Fenerbahçe maçı yorumu
O PENALTIYI VERMEM Bedri Baykam
Son üç yılın malum sıkıntıları dışında pasoligin halkı futboldan soğuttuğu ortamda, Fenerbahçe alıştığının aksine, yarı boş tribünlerle çıktı sahaya Gaziantep'e karşı. Galatasaray'ın puanlar kaybettiği her hafta, ek bir heyecan ve o oranda bir stres yüklenir Fenerbahçelilere. İster oyuncular, ister seyirciler, hatta yöneticiler, herkes için geçerlidir bu. (Tabii tersi de aynen yaşanır!). Her ne kadar ligin başı olsa da, bu arzu, sarı lacivertlilerin bilinçaltlarından damarlarına doğru akan bir olguydu dün. Boş tribünler ise şanslarına yansınlar. Çünkü maç özellikle ilk yarıda tamamen iyi niyetle ve centilmence oynanan, açık futbol üzerine kurulu dört dörtlük bir karşılaşma olarak geçti. Her iki takım da futbolun hakkını vermek için sahaya çıkmıştı. Yine Emre'nin sürüklediği Fenerbahçe orta sahasında, Topal ısrarlı uzaktan şutlarıyla rakip kaleyi zorlamaya devam etti. Buna arada Gökhan Gönül ve Emenike de katıldı. Bu bombardman denemelerinin nedeni, top kontrol yüzdesinde yine %66 larda sarı lacivertlilerde olmasına rağmen, Antep'in sıkı defansı karşısında ortada çilingirliğe soyunacak bir kahraman olmamasıydı. Orta sahada çok iyi top çeviren Fenerbahçe orta sahasının yaptığı ortalarda, topa kafa vuracak bir babayiğit bir türlü ortaya çıkamadı. Fenerbahçe'de geçen hafta Sow ve Diego arasında yaşanan "halka açık" tartışmalar, bu hafta ikinci yarıda Emre ve Emenike arasında yaşandı. Bu arada Fenerbahçe seyircisi beni mahçup ederek, Emenike'yi protesto etme yoluna gitti. O da yangına körükle giderek seyirciyi karşısına almayı tercih edince kendini Diego ile beraber dışarıda buldu. Niye mi mahçup oldum? Çünkü Anderlecht maçında Galatasaraylı Selçuk ve Burak o gereksiz seyirci tepkilerini alınca "Fenerbahçe'de bu işler 7-8 yıldır görülmüyor" diye twitterde damarına basmıştım sarı kırmızılı taraftarların. Maçın ikinci yarısında ilk yarıdaki güzelliklerin yerini adım adım tipik alaturka ve stres yüklü bir lig maçı aldı.Fenerbahçe bir türlü bulamadığı gollere ulaşmak için elindeki son ciddi kozlar olan Alper ve Webo'yu sahaya sürdü. Sarı lacivertlilerin 81. dakikada kazandıkları penaltıyı ben hakem olsam vermezdim. Fazla bonkör bir karardı. İkna olamadım. Benim için kriter şudur: Aynı penaltı aleyhimize verilse, kabullenir miydim? Bu penaltı sarı lacivertlilere karşı verilse, ciddi tepki verirdim. Emre'nin sakin plasesi fileleri bulurken Gazianteplilerin üzüntüsüne ortak oldum. Tüm baskısına rağmen Fenerbahçe maçı gol yemeden bitirdiyse, bunu herşeyden önce Mert'e borçluydu. Genç kaleci her iki yarıda en az ikişer pozisyonda takımın kurtarıcısı oldu. Fenerbahçe sonuçta yoluna devam etmeyi başarırken, maalesef özellikle otorite boşluğu ve golcü formsuzluklarıyla alarm sinyalleri vermeye devam etti.
16 Eylül 2014 Salı
CHP ZİRVESİNE MUSTAFAKEMALPAŞA’DAN NOTA | BEDRİ BAYKAM | 16 Eylül 2014 tarihli makalesi..
Sayın Kılıçdaroğlu,
Bazen bir çift söz, bir eylem, maalesef insanın bir ömürde oluşturduğu havayı, güveni sarsabilir.
Bu ülkenin zirvesinde bulunan kişi, daha önce "iki ayyaş" sözleriyle bu halkın kalbini yaralamış, Cumhuriyetin kurucularını aşağıladığını zannedenler, tarihin kara sayfalarına kaydolmuşlardır. İçki, bugün ülkemizde iki farklı yaşam tarzının sembollerinden biri haline gelmiştir. Bunu talep eden ne "içki" ne de içenlerdir! Kendi yaşam tarzına sonsuz hoşgörü bekleyen, ama diğer insanlarınkine sonsuz tahammülsüzlük gösteren güruh, içkiyi saldırılarının göbeğine oturtmuştur. Aynen yıllarca türbanı, kendi saldırı silahları olarak bıkmadan kullandıkları gibi! Siz ise, ne yazık ki laik, çağdaş, ilerici yaşam tarzlarına seviyesizce saldıranlarla aynı safta yer almayı tercih ettiniz… Hem de aynı içler acısı üslupla. Getirdiğiniz açıklamalarda içerik yoktu: Bir özür sunmadınız, bir özeleştiri getirmediniz... Aynen "Ekmeleddin hezimeti"nden sonra yaptığınız gibi. Oysa koskoca Kurultay sadece bu nedenle toplanmıştı! Kurultayda ne seçiminizi savunabildiniz, ne de bir pişmanlık ifadesi gösterdiniz. Siz, bu ölümcül hataya imza atarak Çankaya'yı, onu beğenmeyen şahsa hediye ettiniz. Samimi bir özür sizi büyütürdü. O fırsatı da kaçırıp tam tersine tehditlere devam ettiniz. İzmir örgütünüzden Kayhan Kantarlı'nın disiplin kuruluna verilmiş olması, umarım il örgütünün işgüzarlığıdır. Lütfen otoritenizi kullanarak Partiye büyük zarar verecek bu soruşturmayı durdurun. Size eleştiri yapılamayacaksa, Partide önünüze çiçekler sermek için yarışanların da ciddiyeti kalmaz. Ayrıca şunu bilin ki, bizler için ancak tepkisizliklerimiz hakkında Atatürk'ün açacağı disiplin soruşturması, sorumluluklarımızın sınırını belirler.
Parti Meclisi'ne, siz ne derseniz deyin, "kadın kotası"ndan sokmayı tercih ettiğiniz kimi isimler ise yine kurucumuzun kemiklerini sızlattı. Bursa'dan, sofralarını paylaştığım CHP'li bir aile, size aşağıdaki satırları iletmemi rica etti. Bursa Nutku'nun kararlılığını gördüm o insanlarda ve gurur duydum. Lütfen özetle buraya taşıdığım cümleleri okuyun: “1907 yılında, genç bir subayken, Olimpos Meyhanesi’nde, rakı masasında çizmişti Mustafa Kemal, yeni Türkiye haritasını. Çankaya Köşkü’ndeki rakı sofralarında birçok devrim kararı alınmış, Avrupa’nın 200 yılda yapamadığını 15 yıla sığdırmıştı Atatürk.
Bizler rakı masasında siyaset yaparız, ülkeyi kurtarırız. Ama hiçbir zaman iplerimizi ağa babalarının eline verip onların ihanet masalarına meze yapmayız. Bizler iyi de rakı içeriz, dertlenir türkü de söyleriz, ama hiçbir zaman ne partimize ihanet ederiz, ne ülkemizin değerini hiç edenlerin değirmenlerine su taşırız.
Yeri gelir sarhoş olur iktidar da oluruz, ama iktidar olma hayali ile sağdan dönmelerden, devşirmelerden, hoca efendilerden, iş birlikçilerden medet umarak ilkelerimizi hiç ederek gerçekleştirmeyiz hayallerimizi.İçtiğimizde İzmir Marşı ile coşar, Zeybek ile yere diz vururuz. Çanakkale türküsü ile efkarlanır, Yemen türküsüne ağlarız biz.
Rakı masasında memleket meselelerini konuşanlardan rahatsız olmayın, Sayın Genel Başkan ve ahalisi. Çalışmayan örgütlerinizden, felç geçiren yönetimlerinizden, ilkelerini unutarak siyasi ikbal peşinde koşan yöneticilerinizden, yarattığınız korku imparatorluğundan ürkerek sonraki dönem milletvekilliğini garantilemeye çalışan vekillerinizden rahatsız olun.
Partide yöneticilik yapmış lider kadrolarından, partisine sahip çıkmak için mücadele eden örgüt neferlerinden rahatsız olmayın, rakı sofrası bahanesine sığınmayın. Size bu görevi veren, partiyi şu yöne götür, parti meclisine şunları al diyen, bunları milletvekili, belediye başkanı yap diyen soğuk karanlık yüzlerden korkun Sayın Genel Başkan ve ahalisi.
Bu söylediklerimiz geri kafalılık ise ben ve benim gibi, bizim gibiler geri kafalı olalım. Sizin gibiler CHP'li olun, altı oku değiştirmek için çalışın. Yerel yönetimler “bölünme yasası”nı kabul edin ama bizler bunu içimize SİN-Dİ-RE-Mİ-YO-RUZ!
Saygılarla, Bursa Mustafakemalpaşa’dan Tandoğan Kuru”
Sayın Kılıçdaroğlu, zaman kaybetmeden Çankaya Köşkü’nü işlevleriyle yok etmeye çalışan Erdoğan'a karşı önlemlerinizi belirleyin. Yine Atatürk Havalimanı’nın yok edilmesi ve yerine “Padişah Havalimanı” açılmasına karşı nasıl tavır alacağınızı, “Yeni CHP’nin yeni PM'si”nde bir an önce gündeme alın. Size bu konuda dışarıdan Sayın İhsanoğlu veya içeriden "halkla ilişkiler (!) sorumlunuz" Sayın Bekaroğlu birçok yaratıcı fikir sunabilir. Hayırlı yeni dönemler, Sayın Genel Başkan.
9 Eylül 2014 Salı
CHP KURULTAYI’NIN ARTILARI VE ABARTILI EKSİLERİ | Bedri Baykam | 9 Eylül 2014 tarihli makalesi..
Türkiye oturup kalkıp CHP’ye dua etsin! Cumhuriyet’i kuran, demokrasiyi getiren ve her yıkıcı güce karşı savunan parti bir kurultay daha yaptı da, halkımız, basınımız, dost-düşman böylece demokratik ortama yakın yapıda bir siyasi partiyi yakından izleme fırsatı buldu! Bu ülkedeki başka hangi partide böyle bir kurultay yaşanabilir, söyler misiniz?
Biz de önce, hak edilmiş bu övgüden yola çıkarak Kurultay’ın olumlu yönlerini hatırlatalım: Birincisi, gergin bir ortamda hazırlıkları gelişen bu seçimli Kurultay’ın kavgasız gürültüsüz geçmiş olması bir artı puan. Kılıçdaroğlu'nun teşekkür konuşmasında Muharrem İnce'yi yanına davet etmesi de şık bir davranıştı. Buna bir de Parti Meclisi seçiminin çarşaf listeyle yapılması eklenince, ortaya yine bir demokrasi panayırının görüntüleri çıktı.
Maalesef bu güzel tabloyu bozan kötü puanlar da vardı. Salonun CHP Kurultayı’nı kaldıracak çapta olmamasının dışında, Kılıçdaroğlu'nun konuşması, ne CHP kültürüne, ne de sosyal demokrat bir partiye yakıştı. İnce'nin birazdan değineceğim genel tavrı ve konuşmasının ardından, Kılıçdaroğlu tüm kürsü hakkını "çok agresif bir savunma" üzerine kurdu. Ne yazık ki, kampanyası sırasında yaptığı hataları tekrarlayarak, “bundan sonra hiç kimsenin alınan kararların aleyhine konuşmasına izin vermeyeceğim" dedi ve kendine has (!) bir demokrasi tanımı yapmaktan da çekinmedi: "Demokrasi ortak ses çıkarmaktır. Farklı ses çıkaranların ayrılacakları yollar vardır. Demokrasi kaos demek değildir". Bunun ardından da bu açık tehditleri "demedi demeyin!" şeklinde teyid etmeyi de ihmal etmedi. Gerçekten "Başkan bağımlıları" hariç herkes kulaklarına inanamayarak dinledi bu sözleri. Böylece bu demokrasi tanımlaması "sosyal faşizm" lugatına şatafatlı bir giriş yaptı. Bir de o tüyleri diken diken eden "Rakı sofrası elitistleri" gafı vardı. Tam bir RTE üslubuydu. Kılıçdaroğlu mesela "iki rekat namaz arasında memleketi laiklikten kurtaracak sözler sarf eden kimi yobazlar" diye bir cümle kurmaz, dine saygısı olduğu için. Ama ne hikmetse, o da "Cumhurbaşkanı" gibi, içki içen aydınlara saldırmayı kendinde hak görüyor! Acaba bir dahaki sefere “aksırana tıksırana kadar içsinler” de diyecek mi? 1988'de İstanbul'un ilk rock-barını açmıştım. Bukalemun'da Bulutsuzluk Özlemi ve Teoman İstanbul izleyicisiyle tanışırken, masalarda da rakı içen aydınlar, Özal'dan kurtulma planları yaparlardı. Gururla hatırlarım! Barın sloganı da neydi biliyor musunuz? "Entelleri Koruma Derneği"! Ne acıdır ki, RTE-Kılıçdaroğlu ittifakına karşı yine bu girişimlere ihtiyaç var!
Kılıçdaroğlu eleştirilere bu kadar kendini kapatırken, yaptığım konuşmada belirttiğim gibi, Çankaya'yı altın tepside RTE'ye nasıl sunduğu konusunda ne bir savunma hattı sundu, ne de bir özeleştiri! Tam tersine bu konuda tepki verenlere olan kızgınlığını saklamadan ortaya döktü. Önce “7 kardeşten tek okuyabilen Dersimli Kemal” den dokunaklı kelimelerle söz etti, 25 dakika sonra da “yoksulluk edebiyatıyla solculuk olmaz, bunu da değiştireceğim” diyerek kendini tekzip etti.
Bu arada Genel Başkan'ın tilkilere parmak ısırtacak bir yaratıcılıkla Bekaroğlu'nu PM'ye sokabilmek için kadın kotası yerine "cinsiyet kotası"nı (!!) kullanması, delege tercihlerine güvenmeden yapılan manevralar açısından ciddi bir tencere dibiydi. Aday olabilmek için baskılı temaslarla elde edilen 944 Genel Başkanlık imzasına rağmen sandıktan çıkan 740 oy, vicdanıyla başbaşa kaldığında delegenin demokrasi özlemine yöneldiğinin kanıtıydı. Zaten CHP'nin Genel Başkan seçimi konusunda tüzüğünde yer alan birçok legal çelişki dolu mantıksızlık var. PM'ye giren çıkanlara pek değinmeyeceğim ama Balbay'a Kılıçdaroğlu'nun değil de, delegenin sahip çıkmamasını hazmedemedim.
İnce, Kurultay’da bir dalgalanma yarattı. Ama daha önce bu köşede belirttiğimiz pek anlaşılmaz strateji çelişkileri ve zayıf ittifak kapasitesi, onu baştan kaybetmeye mahkum etti. Çok fazla "tek adam/uzun adam" rolüne soyunması ekipsiz bir hava yarattı. Bunlar, o seviyede iddiaları olan bir siyasetçi açısından, ölümcül hatalardı. Zaten bu nedenle, 415 oy, PM seçimlerine yansımadı. İnce'nin iyi başlayan konuşmasında bir kırılma noktası vardı: Kılıçdaroğlu'na bir noktada getirdiği sert eleştiriler, salonun üst kısmından sert tepkiler alıp sözü kesildikten sonra ritmini kaybetti ve inişe geçti. Halbuki bu anı bir tramplen gibi yükselmek için kullanmalıydı. Kurultayı o anda kaybetti.
CHP’li muhaliflerin bu Kurultaydan dışarıdan algılananların haricinde aldıkları bir ton ders oldu. Pek yakında...
8 Eylül 2014 Pazartesi
2 Eylül 2014 Salı
CHP İÇİN SON DURAK KURULTAYI | BEDRİ BAYKAM | 2 Eylül 2014 tarihli makalesi..
Desem de aslında inanmayın! Bu ülkede yıllardır söylenir, "Bu sol liderlerin basiretsizliğinden bu seçim de giderse, artık bu ülke batar!". Ne mutlu bize ki birbiri ardına seçim mağlubiyetleri yaşanıyor olsa da, bu ülkenin ne sarsılmaz bir altyapısı ve halkı varmış ki, hükümetlerin o kadar uğraşmasına rağmen bir türlü sırtı yere gelmiyor! Yani gerçekten de son 20 yıldır SHP-CHP liderleri, yenilmeye doymak bilmeyen bir açlıkla, akıl almaz hatalar yaptılar. Ama onlara rağmen Cumhuriyet ve halk inatla direniyor!
Bu hafta sonu Ankara'da yine malum baskın kurultay var. Neden başlığımız "Son Durak Kurultayı" oldu? Çünkü bu Kurultay’dan çıkan yapı, CHP'yi 2015 genel seçimlerine taşıyacak. Bu seçimlerde de AKP yine 4. kez kazanıp laik Cumhuriyetimizden kalan artıkları temizleyecek soluğu bulursa, işte o zaman "son durak, herkes iniyor" durumları yaşanır, halkın direnciyle mücadele sürer gider...
Kılıçdaroğlu'nun istifa etmesi için yapılan onca çağrı sonuçsuz kaldı. Bu sütunda okuduğunuz gibi köşe yazarları, birçok eski ve yeni CHP'li siyasetçi, demokratik kitle örgütü, CHP Genel Başkanı'nı görevini bırakmaya davet ettiler. Ama Kılıçdaroğlu, istifa etmediği gibi, Kurultay'dan sonra sertleşeceğinin işaretlerini verdi! Kendisi başarıyı değil, koltuğu ve liderlik rolünü çok sevdi. Üst üste, göz göre göre yaptığı hatalarla gelen mağlubiyetlere rağmen, mutlu, gururlu ve hatta hala kendinden emin! Gerçekten merak ediyorum, o koltukta ne var diye! Nasıl bir "capon" yapıştırıcı var ki, kokusu bile başkanlık katını ekipleriyle beraber etkileyip ne pahasına olursa olsun ayrılmamaya şartlıyor. Kılıçdaroğlu seçim kazanma sözü vermiyor, bunun için gerekli ittifakları oluşturmaya çalışmıyor, sonra her mağlubiyetin ardından, aslında bunun neden bir başarı sayılması gerektiğini anlatıp iyi niyetli insanları iknaya çalışıyor!
Kılıçdaroğlu'nun liderliği kazandığı 2010 Kurultayı'ndan bu yana yaşadığı “metamorfoz”, (Dönüşüm) aynı isimli romanın ünlü Çek yazarı Kafka'yı kıskandıracak düzeyde. Gerçi CHP Başkanı'nın romanın kahramanı Gregor Samsa'dan farkı, neye dönüştüğünün farkında olmaması! Samsa, bir sabah uyanıp hamamböceğine dönüştüğünü dehşet içinde fark etmişti. Kılıçdaroğlu ise artık dışarıdan nasıl göründüğünün farkına varamayacak kadar soğukkanlılığını ve bilincini yitirmiş durumda. Parti içi demokrasiden, halkla bütünleşmekten söz eden inandırıcı adam gitmiş, yerine tersine aynen kendisinden önceki dönemde olduğu gibi politbürosunu oluşturan, önseçime gitmeyen, tüzüğün demokratikleşmesi için yapılan çabaları yok sayan, "tartışılmaz tek seçici" rolüne soyunup delege haklarını gaspeden, onlardan bu onayı almak için de sıfat dağıtarak koltuğunu koruyan, halkın güvenini kaybetmiş bir oportünist gelmiş. Acı ama gerçek. Koltuk sen nelere kadirmişsin böyle! Genel Başkan yazık ediyor kendisine. Çünkü bu inadıyla 2015’te demokrat topluma yaşatacağı mağlubiyet, tarihi bir fatura haline dönüşebilir. O andan sonra istifa etmesi de onu pek kurtaramaz halkın gözünde. Umarım delegeler yaşadıkları hipnozvari akıl tutulmasından çıkıp geçen hafta bu sütunda hatırlattığım gibi, kendi hak ve özgürlüklerini yaşama geçirirler.
Son ana kadar başka bir aday çıkmazsa, Kılıçdaroğlu'nun tek rakibi Muharrem İnce. Eski Grup Başkanvekili’ni Parlamento’da yaptığı sarsıcı konuşmalardan tanıyor Türkiye. Çok iyi bir hatip. "Keşke Kılıçdaroğlu'nun ideolojik hatalarına, yönetim tarzına ve Ekmeleddin projesine daha önce karşı çıkmış olsaydı" şeklinde özetlenebilecek eleştiriler yapılıyor kendisine. Ortada zor ve önemli bir kurultay var. İşte böyle bir ortamda İnce’nin son derece yoğun bir desteğe ihtiyacı var. Kendisinin bir yandan delege temasları yaparken ittifak ağları kurmak, kadro oluşturmak, kitle örgütleri ve aydınların desteğini almak gibi konularla daha yoğun ilgilenmesi lazım. Öte yandan 2003’te projesini oturttuğumuz ve 2010'da somut şekilde doğan "Demokratik Tüzük" projemizden tüm detayları ve örnekleri, sloganlarını dahi alıp söylemine ekliyor. Bu güzel ve önemli bir nokta. Çünkü bu tüzük devrimi yapılmazsa, CHP maalesef artık halktan o ünlü "kerhen" desteği alamayacak. İşte yalnız bu yıllardır sorumsuzca bekletilen tüzük devrimini gerçekleştirme vaadi bile, İnce'ye destek vermek için önemli bir neden. Kurultay taktiğini henüz anlamamış olsam da, CHP'de vücut bulmuş hastalıklı yapıya karşı, İnce'yi desteklemeyi şu anda alternatifsiz bir görev olarak değerlendiriyorum. Umarım "son durak" gelmeden, CHP'nin demokrat güçleri ve refleksleri onun sayesinde ayağa kalkar.
1 Eylül 2014 Pazartesi
KARA KUVVETLERİNİN BAŞARISI! | BEDRİ BAYKAM
Fenerbahçe dün iki puanı sahasında bırakmanın eşiğinden döndü! Genellikle sezona hasarlı girmeyi adet edinmiş bir büyük olarak lige iyi başlamak tabii ki önemliydi sarı lacivertliler için. Yaşanan anlamsız ve yersiz hoca değişikliği bir şekilde hiç olmazsa takımı çok iyi tanıyan İsmail Kartal formülüyle az hasarla atlatılmış görünüyordu. Fenerbahçe'den çok giden vardı ama yapılan tek transfer Diego'nun da henüz takıma monte edilememesiyle "resmi gala" gecesi malum oyuncularla başladı. Tabii gala derken tribünlerin yarısı cezalı bir baloydu bu. Kıbrıs harekatında çalışmadığı için top-tank cezalandırmış bir ülke için tribün azletmek de dert mi zaten?
Maçın başlamasıyla beraber sarı lacivertli takımda topa sahip olma arzusu ve olumlu futbol anlayışı sonuca ulaştı. Erken gelen golde, tekniği zayıf (!) diye adı çıkarılan Kuyt'un harika asisti öncesi bir nefis vücut çalımı vardı hatırlanacak. Ev sahibinin hakimiyeti ile geçen ilk yarının birinci bölümünde Emre topları yerine dağıtarak takımının oynadığı kolektif pozitif futbolda rol aldı. Seyirciyi de memnun eden bu 25 dakikadan sonra Karabük paniğini bırakıp maçta dengeyi sağladı. Paylaşılan saha hakimiyeti, 35. dakikada sağdan gelişen akında Erdem'in ortasında Kumbela Karabük'e beraberliği getirdi. Tabii Egemen ve Alves'in yokluğunda kaleye bir metre mesafeden o kafayı vurduran bir defansta sorgulanmaya değerdi!
Fenerbahçe ikinci yarıya ilk yarı kadar disiplinli başladı ve kalecinin çıkardığı Meireles şutundan iki dakika sonra 2. Yarının da aynı 8. dakikasında tekrar öne geçti. Sow, rakibinin asistine teşekkür ederek kolay bir şutla altıpastan ağları buldu. Golden sonra secdeye yatan Sow ve Emre'ye birinin hatırlatması lazım ki "Allah takım tutmaz, torpil istiyenlere de göz kırpmaz"! Karabük'ün başarılı kalecisi Boy Waterman 62. dakikada Caner'in harika şutunu da doksandan çıkardı ama meslektaşı Mert onun kadar şanslı olamadı. Erkan Kaş'ın şutunu çeldi ama Kadlec o bir saniyedeki hamlesiyle topu kendi ağlarına gömdü. Diego'nun girişinden bir kaç dakika sonra gelen bu soğuk duşa karşı İsmail Kartal'ın Webo-Kadlec değişimi cesur ve yerinde bir hamleydi. Gol de zaten gecikmedi. Soldan Meireles'in ortasına fırsatçılığıyla kafayı vuran Webo, 3-2 yi bularak bir erken kabusu engelledi. Bu golde Karabük adına, iki dakika önce sakatlanıp çıkan Waterman'ın şanssızlığı da vardı belki.
Fenerbahçe'de maçın en iyileri Emre, Kuyt, Topal ve az oynamasına rağmen Diego'ydu.Belki sarı-lacivertliler adına maçı 3-2 kazanmak, lig stresi aşısı olma adına farklı kazanmaktan daha iyiydi. Sonuçta İsmail Kartal Afrikalı kara kuvvetleri sayesinde yola sağlam başlamayı başardı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)