24 Eylül 2013 Salı

CİNNET GEÇİRTİLEN ÜLKE / Bedri Baykam / 24 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Tabii ki gündemin ilk maddesi Beşiktaş-Galatasaray maçında devreye sokulan akıl almaz senaryo ve bunun sonucunda yaşanan spor sahalarına yakışmayan sahneler... Ama bunu ele alabilmek için önce genel duruma özetle de olsa “güncel” bir göz atmamız lazım:
Başbakan, seçmeli dersler konusunda
 “din dersinin tercih edilmesi” şeklindeki gerekli (!) uyarıyı yaptı! Yani laik Türkiye Cumhuriyetimiz’in laiklik yemini etmiş Parlamenteri olarak gerçekleştirdi bunu! Ama şöyle bir avantajı vardı: Nasıl olsa tüm savcılar İstanbul’da, Beşiktaş-Galatasaray maçında görevlendirilmişlerdi, meşguldüler!
Bedüizzaman Said-i Nursi adına yapılan
 “Nübüvvet” başlıklı 10. yıl sempozyumunda, diğer hükümet üyeleri de Başbakan’ın talimatına paralel olarak bu “kişiliği”, “Demokrasinin büyük savunucusu” gibi sunarak günün ve dönemin akışına güncel katkıda bulundular.
Bunlar yaşanırken, Kadıköy’deki İskele Polis Merkezi’nde iki çapulcu kadınımız, cinsel ihtiyaçlarını dönemin ruhunda tatmin edememiş polisler tarafından çırılçıplak soyulup eğilip kalkma hareketlerine zorlandılar. Kadınları aşağılamayı dini-felsefi bir bulamaç yaparak devlet televizyonundan propagandası sürdürtülen Ömer Tuğrul İnançer, bu sefer de yeni provokasyonlara girişti ve “Ben karımla eşit değilim, eş yoktur, çalışan kadın ‘ben kocama muhtaç değilim’ diyerek yuva dağıtıyor” sözlerini ortalığa bırakıverdi!
Suriye’de ve Orta-Doğu’da AKP Hükümeti’nin desteklediği şeriatçı gruplar, yakaladıkları “karşıt”larının kafalarını Kubilay’ı katleden yobazlar gibi kör testereyle kesiyorlar. Daha evvelsi gün Nijerya, Nairobi’de
 -bir kaç yıl önce benim de gittiğim- bir AVM’de “Peygamberin annesinin adını bilmeyenler” El Kaide militanlarınca kurşuna dizildi. Bunun bizim Hükümetimiz açısından bir sorun olduğunu sanmıyorum çünkü onların bu vahşi olayları “kınamak” gibi bile bir alışkanlıkları yok. Hatırlarsanız, Türk Ordusu’nun kuvvet komutanları ile beraber Milli Güvenlik Kurulu’nda “İrtica”yı “tanımlanması mümkün değil” diyerek bir kaç yıl önce tehdit olmaktan çıkarmışlardı.
Dolmabahçe’de, Hükümet’in tüm dayatmalarına karşın, helal süt emmiş din adamları olarak yalan söylemeyi reddeden ve 
“biz içeri girenlerin içki içtiğini görmedik” diyen imam Halil Necipoğlu ve müezzin Fuat Yıldırım, tabii ki “ödül” olarak sürüldüler!
Cumhuriyet’in dünkü manşeti, son 11 yılda 1989 kişinin cezaevlerinde yaşamını yitirdiğini hatırlatıyordu. Gazetecilerini, yazarlarını ve komutanlarını hapse atmakla dünya rekorunu elinde bulunduran ülkemizdeki rakamlar bunlar...
Tabii ki bu saydıklarım, yanlız son 48 saatten bilgisayarımıza düşen notlar. Son 11 yılda biriken notların tamamını 
“Ansiklopedi” olarak hazırlayan birileri umuyorum vardır! Bildiğiniz gibi, ülkemizde bu izdüşümlerini hatırlattığımız operasyonun adı “Yeni Türkiye”! Tüm yandaş yazarcıkların ağızlarından ve kalemlerinden eksilmiyor bu deyim. Kafanız karışmasın, ne kadar eskiye doğru uzanırsanız, “Yeni Türkiye”ye ulaşmış oluyorsunuz. Nasıl olsa karışan görüşen yok, bekçi yok, hukuk yok, serbest bir alan, içinden nasıl geliyorsa öylece değiştir! Bu işlemin gerçek dengi ise, bence “Damardan verilen az dozda sakinleştirici dizi sayesinde tepkileri dizginlenerek ameliyatla rızası alınmadan hastanın cinsiyet değiştirme operasyonuna sokulması”!
İşte evvelsi gün Beşiktaş, daha önce de Fenerbahçe’ye hazırlanan heyecanlı müsamerelerin kökeninde de bunlardan başka bir şey yok! Yeni Türkiye (!) dizayn edilirken oluşan küçük aksaklıklara anında yerinde müdahele... Yıllardır futbolun göbeğinde yaşıyoruz. Üstelik Beşiktaş ilçesinde yaşıyorum. “1453 Kartalları” isimli bir oluşumu, Pazar gününe kadar duymamıştık. Bir kere bu beyefendileri, stadın kapılarını açıp, kim almış içeriye? Onların tekbir getirerek ve –herhalde- Olimpiyat Stadı’nı İstanbul surları zannedip fethetmek üzere sahaya dalışlarını, maçta bulunan onbinler arasından onca kişi tarafından medyaya aktarıldı.
Düşünüp duruyorum, “Çarşı” grubu, deneyimli
, “zeki, çevik, kuvvetli” bir oluşum. Bugünün siyasi konjonktüründe tribünleri terkedip, maçın akışını durdururlarsa, başlarına neler geleceğini bilmiyorlar mı? Kimlerin pusuya yatmış olduğu zaten ayan beyan açıklanmadı mı? Bence onların sahaya dalmış olabileceği, gerçek ötesi bir iddia gibi duruyor! Dolayısıyla Beşiktaş’ın Gezi adrenalini ile beraber yeni hocasıyla yaşadığı çıkışı durdurmak için daha iyi bir senaryo tezgahlayamazdı birileri! Yazık ettiler Kartal’a! İzleyelim yakından, kokusu çıkar ayan beyan!

17 Eylül 2013 Salı

SOĞUK SAVAŞ VE “BÜYÜKLER” / Bedri Baykam / 17 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Dünya, büyük ihtimalle yalnız Suriye’de değil, yakın ve Orta-Doğu’nun bir çok ülkesinde de büyük kayıplar verdirebilecek bir savaşın eşiğinden döndü. Kim ne derse desin, bu uluslararası diplomatik arenada da, dünya halklarının gözünde de Putin’in başarısı olarak göründü. Amerikan kovboyunun her zamanki gibi, kendi keyfi, çıkarı ve ajandası uyunca, salonda istediği şekilde silah çekebileceği ve arzu ettiği herkesi vurabileceği senaryosu, Moskova’dan geri döndü. Kremlin, 1970’leri uzaktan andıran bir şekilde -her ne kadar dünya artık “soğuk savaş”ın ortasında yaşamıyorsa da- attığı ısrarlı ve kararlı adımlarla, Amerikan Senatosu ve Obama’nın iki dudağı arasında sanılan alçak bir savaşın tetiğinin çekilmesine mani oldu. Bunun kredilerini de ciddi biçimde aktifine geçirdi.
Öte yandan kendimizi kandırmamıza gerek yok. Ülkelerin yapısına, muhalefetin ve basının özgürlük alanına baktığımızda, Putin bir demokratik kahraman olmadığı gibi, tabii ki Esad da bu konuda dünyaya örnek olabilecek bir İnsan Hakları Ödül adayı değil! Her ikisinin de bu alanlardaki performanslarına baksak, pek iç açıcı bulmayız. Buna karşın geçen iki haftalık süreçte yaşananlar Putin’i öne çıkardığı gibi, Esad’ı da ABD’ye kafa tutmuş ve tutarlı bir çizgide hareket etmiş lider konumuna getirdi.
Sonuçta Obama, Putin karşısında halk deyimiyle
karizmasını çizdirdi. Kimilerine göre fiili dünya liderliğini bile kaybetti. Ama öte yandan aynı Obama, Putin’in planının devreye girmesiyle, o karizmayı tarih önünde büyük bir geri adımla çizdirmekten kurtuldu! ABD lideri, seçildikten sonra ilk ziyaretini ülkemize yapmıştı. O Salı çıkan köşe yazım, Obama’ya açık bir mektuptu. “Size temiz bir sayfa açıyoruz” diyen o yazıda, ABD’de büyük umutlarla seçilen lidere “Sizi Bush’un suçlarından sorumlu tutmayacağız, temiz bir sayfa açtık, ancak onu temiz tutmak da yine sizin göreviniz” demiştim. Zaten daha önce de Afganistan’da dosyasını kirleten Obama, bu sefer çok daha büyük bir felaketin eşiğinden döndü! Zoraki ortak gibi peşinden sürüklemeye çalıştığı Avrupa’yı da kendi günahlarını orta yerine çekerek... Çaresizlik içinde ABD “çetesi” ne halklarının itirazına rağmen yine girmeye zorlanan Avrupa da “direkten döndü” diyebiliriz.
Aynen illa
“Irak’ta kitle imha silahları var” diye direten Bush gibi, Obama’nın ABDsi de “Suriye kimyasal silah kullanıyor” diye tutturup, yeni bir kan içiciliğine ve çıkar operasyonuna girişmek istedi. Hem de ne pahasına? Afganistan’da 30-35 yıl önce kendi besleyip büyüttüğü canavar olan El Kaide’yi direkt olarak destekleyen dinci grupların bir parçası olma pahasına! Sokakta kör testereyle baş kesen yobazların “mühimmatçısı” ve baş destekçisi olma pahasına!
Kennedy’den önceki Amerikan Başkanı Eisenhower, başkanlıktan ayrılmadan önce, 1961 Ocak ayında yaptığı son konuşmada, ülkesinin siyasetçilerini ve hatta dolayısıyla dünyayı
“Amerikan askeri-endüstriyel kompleksi”ne karşı uyarmıştı. John F. Kennedy’nin çok ciddiye alarak dinlediği bu tarihi sözlerin önemi, daha sonra gerek JFK suikastinde, gerek tüm Vietnam Savaşı süresince de kanıtlanmıştı. Daha sonra ABD’nin son Irak ve Afganistan çıkartmalarında da etkili olan bu “dünya polisliği” merakının, “dünyaya demokrasi taşıma özverisi” ile yapıldığına inanan, kafasında beyin taşıyanlar arasında, kaç kişi çıkar, merak ediyorum doğrusu! ABD’nin petrol, silah ve para babalarının savaşı olan Irak cephesine karşı yeni kıtada oluşan ciddi muhalefet sayesinde o dalgada yükselerek başkan olmuş Obama’nın aynı baskılara boyun eğip Suriye seferine, üstelik Türkiye’yi maşa olarak kullanıp girişmeye kalkması, büyük bir hayal kırıklığıydı kendisine güvenenler adına...
Rusya’nın bu savaşı en azından şimdilik askıya alabilmiş olması, “Soğuk Savaş”’ı hatırlattı dediysem, gerçekten de bu olgu, en beklenilmedik şekilde savaşları güç dengeleri sayesinde durdurabilen bir fenomen. Nerede güç dengeleri yok olursa, oradan her türlü felaket çıkabilir. Çünkü kendini sonsuz güçlü hissedenlerin dünyasından gelir kötülükler!
Bütün bu hikayede, Erdoğan’ın savaşın uzaklaşmasına duyduğu depresif hayal kırıklığı, tüm kabineyi etkisi altına almışa benziyor! Komşularla
“sıfır” sorun derken, komşuyu istilaya gidemediği için ağlayan defolu kardeş durumuna düştük! Davutoğlu bir yandan “Savaş istemedik” diye günah çıkarırken, diğer yandan da ortaya konan formülün bir sonuca varamayacağını söyleyerek, yine aynı savaş tamtamlarını çalıyor! Anlaşılan bazı “iç” güç dengesizliklerinin neden dışarıda da kolay sağlanamadığına hayıflanıyorlar!   

10 Eylül 2013 Salı

“YURTTA GAZ, CİHANDA FÜZE”, OLİMPİYATIM NERDEE? / Bedri Baykam / 10 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Olimpiyatları alamamamız başta Suat Kılıç olmak üzere, her Hükümet üyesini çok üzmüş.
"Kına yakın bari" diye Muhalefet’i ağır şekilde suçlayıp, kendilerini "aklamaya" çalıştılar. Şaka mı bu? Bir yandan cümbür cemaat Arjantin'e gidip, "Gezi'de bir sorun yok" diye olimpiyat isteyecek, diğer yandan buna paralel olarak ODTÜ’de faşizm sergileyeceksiniz! Cumartesi televizyonu bir açtım ki, Erdoğan Buenos Aires'te bölgeye “barış ruhu” vermekten söz ediyor. Acaba daha bir kaç gün önce uçak ve füze ile bomba yağdırma talebi aynı ruhun bir parçası mı?
Biraz ciddi olalım. Kadın tenisçi ve atletlerin bacakları görünüyor diye yaygara koparanların, bira içenlere “ayyaş” diyenlerin sonuca üzülme hakkı var mı? Kadınların yarısının vücudu görünecek diye spor yapmadığı ve yaptırılmadığı, diğer yarısının baskı ve aşağılama yaşadığı bir ülkeye, kim olimpiyat verir ki? Lise merdivenlerine, olimpik havuzlara kız-erkek ayrımı isteyenlerin, Picasso resmi buzlayanların Olimpiyat ruhuyla ne ilişkisi olabilir? İçeride ODTÜ'ye polis çıkartması yapacaksın, dışarıda "savaş-savaş" diye kıvranacaksın, ne bekliyordun? Olimpiyat, rant değil, sorumluluk almaktır, kadın-erkek eşitliğidir, demokrasidir, biber gazı değil, evrensel kardeşliktir, savaş değil barıştır. Madem "Askerlik yan gelip yatma yeri değil savaşma yeridir" O ZAMAN O KİRLİ SAVAŞINIZA ÇOCUKLARINIZI, TORUNLARINIZI YOLLAYIN  ÖN CEPHEYE dedik ama pek bir hareket göremedik!
Savaşı seçimlerden ve muhalefetten kurtulmak için uydurma bir resmî bahane olarak kullanacaksanız, halk bunları yemez! Başka kurnaz taktik bulun! Nerede
"Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen benim liderim, nerede "Yurtta gaz, cihanda füze" diye yırtınan bu utanılası mantık! NATO bile “Bu benim savaşım değil” derken, BM raporu bile yokken, ABD vatandaşlarına "Adana'yı boşaltın" diye bizi öne sürüyorsa vay halimize! Doğruları söyleyenlere "kına yakın" diye sataşıp laf sokanlar: Artık özeleştiri nedir öğrenin. Yağcılığın yararı yok!
Sonuçta bizi bu durumlara düşüren hükümetten demokratik yollarla bir an önce kurtulmamız lazım. Sevgili dostumuz İP Başkanı Doğu Perinçek,
"Yıkılan AKP'nin restorasyonunda CHP'ye verilen rol" başlıklı yazısında, başta Ataol Behramoğlu ve ben olmak üzere, “iyi niyetinden kuşku duymadığı, Türkiyemiz’in sağlam ve güvenilir aydınlarına” bir ikaz yaparak Türkiye'nin Abdullah Gül destekli Gülen cemaati ve CHP işbirliğiyle değil, CHP+İP+MHP milli güçbirliğiyle ancak düzlüğe çıkabileceğini  vurguluyor. Şimdi tabii buna hemen bir kaç onay ve itirazı aynı anda getirmem lazım. CHP'nin, muhalefetin merkezi olması gereği sıkça dile getirdiğim ve matematiksel net bir tespit. Ve tabii ki burada CHP'nin, başta İP olmak üzere, merkez ve solun diğer partileriyle gireceği kader birliğinden söz ediyorum: yani Cindoruk, DSP, ÖDP, TKP ve ister tek kişilik ister yüzde yarımların partileri. Çünkü bu ittifaklar, kararsızları ve küskünleri de aynı sepete yöneltir. Yani hiç bir aşamada Perinçek'in sözünü ettiği Gül-Gülen ekipleriyle ittifakı aklıma getirmedim. Bu konuda en küçük şüphe kamuoyuna sızdıysa, bunu net olarak reddetmek Kılıçdaroğlu ve ekibinin ivedi görevi.
Ama burada enerjisine de hayran olduğum Perinçek'e bir ikaz yapacağım: Görüyorum ki hala tüm yaşananlara rağmen MHP'yi bir umut olarak görmeye devam ediyor. O zaman kendisine önce 30 Ağustos’ta yaşananları hatırlatayım: Tekirdağ’da Vali Ali Yerlikaya ve eşinin ev sahipliğinde düzenlenen resepsiyonda, MHP Tekirdağ İl Başkanı Enes Kaplan
"içki servisi yapılmasını protesto etmek amacıyla” örgütüyle beraber resepsiyonu terketti. AKP değil, MHP İl Başkanı!
Şimdi biri diyebilir ki,
"Bir kişinin tavrı Parti'yi bağlamaz, bununla MHP yargılanamaz". Ben MHP'yi yargılamıyorum ki! İstedikleri kararı uygularlar. Ben laik-demokrat-ulusalcı cephe ile MHP'nin sanılanın aksine ciddi ve kalıcı bir doku uyuşmazlığında olduklarını düşünüyorum. Bu olay yalnız bir güncel ek. Yoksa, biliyoruz ki, MHP her fırsatta AKP'ye "stepne" gibi sadık bir hizmet taşımış. Hatırlarsak mesela 367, Cumhurbaşkanlığı, 4+4+4 gibi sayısız konuda AKP ne zaman zora düşse, ona yardım halatı atan hep MHP'dir. Bu tespiti de kimse görmezden gelemez. Benim gözümde MHP'yi muhalif bir parti sanmakla, AKP'yi ileri demokrat sanmak arasında inanın pek fark yok. Bu yalnız Sn. Bahçeli’nin kişisel tercihlerinden değil, Parti’nin her an dindarlıktan siyasal islama veya dinciliğe kayabilecek "Milliyetçi-Mukaddesatçı” tabanından kaynaklanmaktadır. O nedenle yalnız CHP'yi değil, İP’i de ciddi şekilde ikaz etmek lazım.

6 Eylül 2013 Cuma

WHAT’S HAPPENING IN TURKEY?


Do you wanna read books??

WHAT’S HAPPENING IN TURKEY?

#occupygezi ??

PANEL DISCUSSION AT PİRAMİD SANAT
ON SATURDAY 14th OF SEPTEMBER 2013
(held in English)
The whole world has heard and seen what happened during the Gezi Protests. But not everybody knows the deep insights to that story, the political and social reasons that have triggered this mass resistance.
  • Was it really “Just about few trees and a park?”
  • What was behind the political accumulation of tension and what was the drop that overflowed the bucket?
  • Where do secularism, democracy freedom of speech and liberties stand in Turkey?
  • How did the Turkish art scene react to #occupygezi?
  • How much censorship reigns in the flow of information in the Turkish media?
  • What does the future store for Turkey?
Piramid Sanat, one of the very rare independent art centers in Turkey, is holding a panel discussion about Gezi with the participation of:

Bedri Baykam (Moderator), Artist - Writer and President of UPSD (Turkish Professional Artists Association) and Executive Board Member of AIAP/UNESCO (World Art Association)
Pınar Kür, Writer
Denizhan Özer, Artist and Curator.
Nasuh Mahruki, President of AKUT (Search and Rescue Association), Writer and Alpinist.
Also Denizhan Özer’s and Piramid Sanat’s Photo Archives about #occupygezi will be seen.
This will be one of the very rare occasion where our foreign visitors will be able to follow this subject closely, without any censorship.
September 14, 2013 / 4 pm – 6.30 pm
Piramid Sanat (Feridiye Cad. No:23 Taksim / İstanbul) / +90 (212) 297 31 20-21
For more information: Ms Öykü Eras / oyku.piramid@gmail.com

3 Eylül 2013 Salı

TÜM CHP’LİLERE AÇIK MEKTUP / Bedri Baykam / 3 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Değerli CHP MKYK ve tüm örgüt üyeleri,
 Bu açık mektup her birinize yazıldı. Türkiye, Barış Günü'nü kutlarken Emperyalizm’in savaş tamtamlarının baş destekçisi AKP’ye tepkisini vermek isteyen gençlere karşı polisin yine rahatlıkla şiddete başvurabildiği bir ülke! Size yaşadığımız insanlık dışı durumları hatırlatmama gerek yok.
            Haftalardır bu sütundan tüm ulusalcı-demokrat-laik seçmenlere "aynı sepete oy ver" çağrısı yaptım. "Aklınızı başınıza alın" dedim. "Sevgili çapulcular emekler boşa çıkmasın" dedim. Dayanışma içinde oyları heba etmemenin önemini hatırlatmaya çalıştım. "İlkokul matematik bilgisi"nin önemini anlattım! İtiraf edeyim tüm yurttan yoğun destekleyici tepkiler geldi. İnsanların çoğu artık "Bana göre parti yok" cümlesinin anlamsızlığını ve birleşme zorunluluğunu idrak etmeye başladılar.
             Şu günlerde, uzun seçim dönemi kampanyalarının umut veren ilk anlarındayız. Maalesef CHP henüz toplumda bu güzel işaretlere rağmen, halkın üzerinde mutabakata vardığı parti değil. En iyi ihtimalle önemli bir kesimin "kerhen" oy vereceği parti... Tabii CHP'nin ülke bütünlüğü ve laikliği ısrarla korumasını kabullenemeyenlerin verdiği tepkiyi değil, kökten CHP'li olup buna rağmen Parti'yle arasına mesafe koyanları kastediyorum.
            Lütfen tüm Türkiye üstünden medeni bir girişimle araştırma yaptırın. "CHP sizi tamamen tatmin ediyor mu? Etmiyorsa, gerekçeleri neler? Sizce CHP her alanda neler önerdiğini topluma açıklayabiliyor mu? Parti’de yönetimde kimleri görmek istersiniz?” Emin olun bunu bir ayda sonuçlandırırsınız ve Parti’yi çok daha iyi tanıyor olursunuz!
           Lütfen açık demeçler vererek toplumu tüm muhalif partilerle beraber kucaklamaya hazır olduğunuzu, somut olarak dile getirin. Kitle örgütlerini, sendikaları sıkça ve en üst düzeyde ziyaret edin. Onlardan gelecek her eleştiriyi müdafaa zırhı takmadan dinleyin. Bu bilinçlenme ve seferberlik hali, seçim zaferi için tek yöntem. Bu buluşmalar, bir türlü yapılamayan dev mitinglerle güçlenip anlam kazanmalı. Örneğin planladığınızı duyduğumuz “Savaşa Hayır” mitingleri, bu doğrultuda çok yararlı bir ilk adım.
           Hepsinden önemlisi lütfen artık bu anti-demokratik seçim yapısını aşabilmek için Genel Başkan kendi ağzından seçim barajını kaça indireceğini net olarak açıklasın. Her ne kadar önümüzdeki yerel seçimlerle bu konunun bir ilişkisi olmasa da, bu bilgiyi toplumla en iyi paylaşma zamanı şu an. Çünkü birçok kararsız insan, CHP'ye verebilecekleri desteği bu söze göre belirleyecekler. Bana sorarsanız baraj %3’ten de aşağıya, %1’e çekilmeli. Şayet CHP bir dahaki seçimlerde iktidara gelirse, bunu sağlayacak yasa değişimi için şimdiden bağlayıcı şekilde söz vermeli.
           Gelelim adaylara: Yıllardır anlattığımız kadın ve gençlik kotaları artık tüzükte olduğuna göre, bu rahatlama, direniş ruhuyla taçlanmalı. Gezi'yi temsil eden özgürlükçü gençlerin farklı adaylıklara seçilebilmeleri için ciddi gayret gösterilmeli. Bu, Gezi potansiyelini "kullanmak" amacıyla değil, samimiyetle, forumları takip ederek talepleri karşılamak ve sinerji yaratmak amacıyla yaşama geçirilmeli. Örgüt üyeleri, başka parti veya derneklerden gelebilecek adaylara karşı hiçbir şekilde ters tepki vermemeli. Bu arada Parti’nin ideolojisiyle ilişkisiz kişilerin her ne hikmetse aday gösterilip sonradan AKP’ye kaçmaları gibi geçmişte bizi çok üzen senaryolardan lütfen uzak durun! “İstanbul’a Sarıgül” formülü ise artık kamuoyunun gözünde fazla uzadı. Bir şekilde nihai karar alabilmek için, kendisiyle yapılacak toplantıların ardından MKYK bu konuyu her rengiyle tartışıp bir an önce sonuçlandırmalı. Çünkü bu belirsizlik kampanya sürecine zarar veriyor ve tereddüt yayıyor. Tabii Sarıgül, kadro seçimlerinde Parti'yi düşünerek hareket edeceğinin sinyalini vermeli.
             Şimdi bence en önemli vurguyu yapmak istiyorum: Değerli CHP üyesi, sıfatın her ne olursa olsun, diyelim ki Parti beklentilerinin aksine seni hiçbir yere aday göstermemiş! Ne yapacaksın? Geleneksel tavırla, hayal kırıklığı, istifa, küsme, kavga peşinde olma ihtimalin varsa, lütfen şimdiden vazgeç ve sakın hiçbir yere aday olma! Seni “hak etmene rağmen” hiçbir yere koymazlarsa veya aday adayıyken seçilemezsen, yine kanının son damlasına kadar Parti için mücadele edeceğine söz vereceksen aday adaylığına soyun! John F. Kennedy'nin ünlü cümlesini bu ortama uyarlarsak, "Parti'nin sizin için ne yapabileceğini değil, sizin Parti (ve dolayısıyla ülke) için ne yapabileceğinizi düşünün".
             Umarım, ne demek istediğimi kimseyi kırmadan anlatabildim.