Acaba bu
sefer ülkede neler olup bittiği anlaşılacak mı? Kırmızı çizgileri sararmış ve
morarmış ülkemde gören duyan zanneder ki, siyahların tutsaklığı sürüyordu da,
birden devrim geldi; onları özgürleştirdi! Ya da seçme seçilme, toprak sahibi
olma hakları olmayan bir grup insan vardı da, onlara hakları verileceği
söylendi ilk defa... Hep tekrarladığım
bir şey var samimi olarak: Şayet bu ülkede Kürt kökenli arkadaşlar temel
haklarından mahrum bir etnik grup olsa idi, ben en başta onlar adına
savaşırdım. Hem de fiili olarak! Ama Allah’a şükür öyle bir durum yok. Nasıl
bir durum olduğunu ise, saflığıma verin ben pek anlayamıyorum.
Konu ırklara göre toprak dağılımı olsa idi, bu derdin daha büyüğünü Fransa ve ABD’nin yaşaması lazımdı. Ama görüyoruz ki o ülkeler, karıştırılan değil, karıştıran konumunda! Nasıl geçmiş tüm dünya savaşlarının hesabı -hem de yargı sonucu bile olmadan- Ermeni meselesi üzerinden Türkler’den soruluyorsa, etnisiteye göre toprak veya ülke veya federasyon/bağımsızlık taleplerinin sanki tamamı da yine Türkiye öne sürülerek gerçekleştiriliyor 26 yıldır...
Cümleler kulağımıza akıyor sanki: “Yoksa sen barıştan yana değil misin? Yoksa hala her iki taraftan insanlar ölsün mü istiyorsun?” . Kim ister ki savaşın sürmesini, insanların durmadan cenazelerde buluşmasını? Tabii ki ben de istemiyorum. İstemiyorum da, mesela “Apo’nun İmralı’dan bildirdiği gün”, o televizyonlara çıkan kimi pespaye adamların sanki Cumhuriyet rejimini nasıl dize getirdiklerini pervasızca, alçakca, küstahça, o limitli zekalarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya çabaladıkları o asalak programların ülkenin namuslu, duyarlı, vatansever kesiminde yarattığı travmayı bu toplum nasıl aşar orasını tam bilemiyorum! Barış söylemi desen, kullanılan dilin barışla ilgisi yok; zeka pırıltısı desen, hak götüre; tarihi analiz desen, gerek entelektüellik, gerek içerik açısından ortada hiç bir nesnel yaklaşım yok... Hepsinin ötesinde arzulandığı söylenen ve sözde barış talep edilen ortamda, Atatürkçü-Cumhuriyetçi kitlelerin neler hissedebileceği konusunda hiç bir empati çabası yok! O meydanları dolduran “PeKeKe” sempatizanlarının veya militanlarının, zaten böyle bir dertleri yok! Onlar için artık kendileri dönemin galibi, TSK ve Atatürkçüler ise ağır bedel ödemesi gereken mağlubu! Eh, bildiğiniz gibi tarihi de savaşı kazananların kafalarına göre yazdığını –bakınız son 3-4 yılda değişen müfredat kitapları- hatırlarsak, gidişatın pek iyi olmadığını tekrar görebiliyoruz.
Ülke emperyalistler tarafından özenle beslenmiş bir iç savaşı andıran 29 yılı yaşayıp, milyonlarca insanını bu uğurda perişan etti. Yine yukarılardan gelen baskı ve telkinlerin yönlendirdiği süreçler devreye sokulduğu zaman anında başarılı barış şarkıları isteniyorsa, bu düğmeye basan ülkelerin çok bilir “mastermind” larının biraz daha psikoloji okumaları lazım. “Kemalist olmayan akil adamlar” senaryosu bile bu konuda çok yetersiz kalabilir. Çünkü adı geçen kadronun Cumhuriyetçi milyonluk kitleler üzerinde pek ciddi bir etkisi olması tabii ki düşünülemez.
İşin başka tuhaf boyutları da var. “İmralı” misak-ı-milli sınırlarından söz ediyor, artık kimse ayrılık haritalarından dem vurmuyor ve “acaba hedefler mi büyüdü?” sorusu geliyor insanın aklına.
Hiç kimse bu ülkede ulusalcılara “siz ırkçısınız” iftirasını atamaz. Çünkü çoğumuz, hep “Istanbul sizin, Şırnak bizim, her yer hepimizin” diyoruz ama, birileri var ki, “Benim malım benim, senin malın da benim” demek istiyor sanki... Bizler “tek ırk, insan ırkı” sloganına prim verip, her türlü yapay ırk-din-mezhep bölünmesine karşı savaşırken, etnik bölücüler tam tersine ayrımları parlatıp, sivrileştirip sonra da demokrasi şampiyonluğuna soyunuyorlar! Aynen başka birilerinin “ileri demokrasi” masalı gibi! Yani “tuhaf” bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Herkes sağ gösterip sol çakıyor!
Halkımızın aklındaki sorular hergün çoğalıyor: “Benim arkamdan hangi tezgah çevriliyor?- Kürtlere hangi sözler ne karşılığında veriliyor?- Birileri medyada silahlar sustu derken, gerçekte ise sınır ötesine çekildi diyor! Bu yeni Anayasa’da kim hangi yetkiyle ne değiştiriyor?-Kürtlere ellerinde olmayan ne hak verilecek de bizlerden farklı bir yere oturacaklar?-Onların diğer etnisitelerden ve içimizdeki 1001 karışımlı “insan kokteylleri”nden hangi ayrıcalıkları var ki?-21. Yüzyıl’da ırk sorununu aşmak bu mudur? Bu soruları size “aştıran” birileri elbet çıkar!
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Konu ırklara göre toprak dağılımı olsa idi, bu derdin daha büyüğünü Fransa ve ABD’nin yaşaması lazımdı. Ama görüyoruz ki o ülkeler, karıştırılan değil, karıştıran konumunda! Nasıl geçmiş tüm dünya savaşlarının hesabı -hem de yargı sonucu bile olmadan- Ermeni meselesi üzerinden Türkler’den soruluyorsa, etnisiteye göre toprak veya ülke veya federasyon/bağımsızlık taleplerinin sanki tamamı da yine Türkiye öne sürülerek gerçekleştiriliyor 26 yıldır...
Cümleler kulağımıza akıyor sanki: “Yoksa sen barıştan yana değil misin? Yoksa hala her iki taraftan insanlar ölsün mü istiyorsun?” . Kim ister ki savaşın sürmesini, insanların durmadan cenazelerde buluşmasını? Tabii ki ben de istemiyorum. İstemiyorum da, mesela “Apo’nun İmralı’dan bildirdiği gün”, o televizyonlara çıkan kimi pespaye adamların sanki Cumhuriyet rejimini nasıl dize getirdiklerini pervasızca, alçakca, küstahça, o limitli zekalarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya çabaladıkları o asalak programların ülkenin namuslu, duyarlı, vatansever kesiminde yarattığı travmayı bu toplum nasıl aşar orasını tam bilemiyorum! Barış söylemi desen, kullanılan dilin barışla ilgisi yok; zeka pırıltısı desen, hak götüre; tarihi analiz desen, gerek entelektüellik, gerek içerik açısından ortada hiç bir nesnel yaklaşım yok... Hepsinin ötesinde arzulandığı söylenen ve sözde barış talep edilen ortamda, Atatürkçü-Cumhuriyetçi kitlelerin neler hissedebileceği konusunda hiç bir empati çabası yok! O meydanları dolduran “PeKeKe” sempatizanlarının veya militanlarının, zaten böyle bir dertleri yok! Onlar için artık kendileri dönemin galibi, TSK ve Atatürkçüler ise ağır bedel ödemesi gereken mağlubu! Eh, bildiğiniz gibi tarihi de savaşı kazananların kafalarına göre yazdığını –bakınız son 3-4 yılda değişen müfredat kitapları- hatırlarsak, gidişatın pek iyi olmadığını tekrar görebiliyoruz.
Ülke emperyalistler tarafından özenle beslenmiş bir iç savaşı andıran 29 yılı yaşayıp, milyonlarca insanını bu uğurda perişan etti. Yine yukarılardan gelen baskı ve telkinlerin yönlendirdiği süreçler devreye sokulduğu zaman anında başarılı barış şarkıları isteniyorsa, bu düğmeye basan ülkelerin çok bilir “mastermind” larının biraz daha psikoloji okumaları lazım. “Kemalist olmayan akil adamlar” senaryosu bile bu konuda çok yetersiz kalabilir. Çünkü adı geçen kadronun Cumhuriyetçi milyonluk kitleler üzerinde pek ciddi bir etkisi olması tabii ki düşünülemez.
İşin başka tuhaf boyutları da var. “İmralı” misak-ı-milli sınırlarından söz ediyor, artık kimse ayrılık haritalarından dem vurmuyor ve “acaba hedefler mi büyüdü?” sorusu geliyor insanın aklına.
Hiç kimse bu ülkede ulusalcılara “siz ırkçısınız” iftirasını atamaz. Çünkü çoğumuz, hep “Istanbul sizin, Şırnak bizim, her yer hepimizin” diyoruz ama, birileri var ki, “Benim malım benim, senin malın da benim” demek istiyor sanki... Bizler “tek ırk, insan ırkı” sloganına prim verip, her türlü yapay ırk-din-mezhep bölünmesine karşı savaşırken, etnik bölücüler tam tersine ayrımları parlatıp, sivrileştirip sonra da demokrasi şampiyonluğuna soyunuyorlar! Aynen başka birilerinin “ileri demokrasi” masalı gibi! Yani “tuhaf” bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Herkes sağ gösterip sol çakıyor!
Halkımızın aklındaki sorular hergün çoğalıyor: “Benim arkamdan hangi tezgah çevriliyor?- Kürtlere hangi sözler ne karşılığında veriliyor?- Birileri medyada silahlar sustu derken, gerçekte ise sınır ötesine çekildi diyor! Bu yeni Anayasa’da kim hangi yetkiyle ne değiştiriyor?-Kürtlere ellerinde olmayan ne hak verilecek de bizlerden farklı bir yere oturacaklar?-Onların diğer etnisitelerden ve içimizdeki 1001 karışımlı “insan kokteylleri”nden hangi ayrıcalıkları var ki?-21. Yüzyıl’da ırk sorununu aşmak bu mudur? Bu soruları size “aştıran” birileri elbet çıkar!
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.