Bir itirafta bulunayım mı size? Çok pis bir dönemde yaşıyoruz. Mesela 20. yüzyılda doğup 2002 sonbaharına kadar ölüp giden vatandaşlarımızı kıskanabileceğimizi düşünüyorum. Şu içinden geçtiğimiz rezilliklerin hiçbirini yaşamadan çekip gittiler. Bizler ise Cumhuriyet’e yaşatılan bu Çin işkencesini bizzat çekmeye mecbur kalarak her gün yeniden ölüyoruz.
Eskiden Türkiye Cumhuriyeti’nin “kırmızı çizgileri” vardı. Sonra özel televizyonlarla beraber demokratik maraton tartışmalar geldi. 15 yıla sığdırılan belki yüz bin saat beyin yıkamayla, o kırmızı çizgiler önce sarardı, ardından da “morardı”. Sözde demokrasi adına yapılan bu saldırılar sonucunda kitlelerin, özellikle gençlerin gözünde ve Türkiye siyasi yapısında Atatürk tutkalı sulandırılarak çözülünce ülke yörüngesinden çıktı. Var mı aksini iddia edebilen?
Bakın, hala doymadılar sistematik tahrifata... Malum kontrol altındaki gazetelerden Radikal’de, çıkacak bir kitabın yorumu üzerinden iştahla peydahlanan “Atatürk Malatyalıymış” saçmalığı, sanki ciddi bir çıkışmış gibi medyada yer bulurken, buna bir de Başbakan’ın göbekten saldırısı eklendi. Kadıköy-Kartal metrosunu açarken akıl almaz bir mantıkla Atatürk’ü hedef alan Erdoğan, şaka gibi “Neyi ördün? Hiç bir şey örmüş filan değilsin. Şimdi demir ağlarla biz örüyoruz” diyerek anakronizmin dik alası bir Ata’yla yarıştırmaya girmeye kalktı ... Oradaki AKP’liler bile buna “One minute!” demeyi akıllarına getirmiş olabilirler, bilemiyorum!
Hükümet, BDP-PKK arasındaki medyaya taşan açık flörtten rahatsız olmuş. Yalnız onlar değil bu duyguyu hisseden tabii. İyi de bu “acaip” ilişkileri en net şekilde başlatan zaten siz değil miydiniz “açılım” politikanızla? Bir doktora danışın. Dokularda ağır “dejeneresans” başladıktan sonra olan biteni kontrol edemezsiniz! Siz değil miydiniz “irtica”yı tehlike olmaktan çıkaran? Neye şaşırıyorsunuz? Biriniz “irtica artık mübah” derse, diğeri de “bölücülük=demokrasi” diyebilir!
Y-CHP’yi gerçekten takip edemiyorum. Onlar da bu “morarmış çizgiler” (!) konusunda, bir gün öyle, bir gün böyleler! Mesela, yaşanan PKK terörü ve sonuçlarını acilen tartışmak üzere parlamentoyu toplama çabaları tabii ki doğruydu. Ama bunu tersten dengeleyecek onca başka tartışmaya da şahit olduk. İşte Bakan Hüseyin Çelik’in “Birkaç Mehmet öldü diye parlamento toplanmaz” sözleri böyle bir gündemde patladı. Eşzamanlı bir diğer provokasyon olan “benim biber gazım, doğaldır, zararsızdır” safsatasını, bu “silaha” çocuklarını kurban vermiş ailelerle alay edercesine ortaya koyan İçişleri Bakanı ile yarışırcasına! Bu ağır cümlenin şehit ailelerinde hangi yıkımlara neden olduğu ortaya dökülmeli. Ama en azından, bu gelişmelerden sonra şehit ve hatta asker ailelerinin artık “vatan uğruna şehit olmak” kavramınndan giderek uzaklaştıklarını söyleyebilirim! Çünkü artık “ne uğruna şehit oluyoruz” sorusunun yanıtı çok absürd hisler uyandırıyordur askerde! MHP ise, her zamanki gibi, kritik bir noktada kendi ideolojisiyle ters düşmesine rağmen yine AKP’nin izinden gitti ve bu Meclis buluşmasını pas geçti. Onların da kafaları hemen karışıveriyor! “PKK Aygün’ü kaçırdı” haberi bu gündemin ortasına düştü. İlk reaksiyonum twitterda şu oldu: “Bence bırakırlar yakında. Sansasyon ve propaganda havası var”. 48 saat sonra Aygün serbest kalınca haklı çıkmama şaşırmadan sevindim. Kaçırılan, PKK’ya doğrudan muhalif milliyetçi, ulusalcı bir siyasi veya gazeteci değildi. Doğal olarak çok duman yükseldi. Duyulan çeşitli şüpheler ve gösterilen tepkiler ne kadar haklıydı, bilemeyiz. Ama diyelim ki Y-CHP yeniden “dizayn” edilirken, bu vesile sonucu Parti’de ve medyada Aygün’ün adının abartılı olarak öne çıkarılması, “bu kafatasçı ulusalcılarla bu parti bir yere varamaz” söyleminin ortalıkta sorumsuzca dillendirilmesi, yurt dışında da “CHP köklerini sarsan” vekilin adının yankılanması, ABD’yi mest etmiştir! Aygün’ün Parti’nin kökleriyle başından beri uyumsuz, her tarafa çekilebilecek demeçlerinin verdiği zarar ise, nasıl nötralize edilecek diye Genel Merkez günlerce dokuz doğurdu.
Moraran kırmızı çizgilerden söz ediyorduk, değil mi? AB üyeliği diye mi girişmiştik ülkemizin kökünü sarsma işlemlerine? Geçen hafta yapılan son bir araştırmada gördük ki, halkın AB’ye inanan “kısmısı” %17’ye inmiş! Bu oranlar 2000’lerin ortasında zirve yaparken bu ilişkiye sıfır şans tanımış bir yazar olarak, içim burkuldu resmen. Sonu malum bir tezgah uğruna değer miydi koca Cumhuriyeti yok edecek oyunlara göz yummak?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Eskiden Türkiye Cumhuriyeti’nin “kırmızı çizgileri” vardı. Sonra özel televizyonlarla beraber demokratik maraton tartışmalar geldi. 15 yıla sığdırılan belki yüz bin saat beyin yıkamayla, o kırmızı çizgiler önce sarardı, ardından da “morardı”. Sözde demokrasi adına yapılan bu saldırılar sonucunda kitlelerin, özellikle gençlerin gözünde ve Türkiye siyasi yapısında Atatürk tutkalı sulandırılarak çözülünce ülke yörüngesinden çıktı. Var mı aksini iddia edebilen?
Bakın, hala doymadılar sistematik tahrifata... Malum kontrol altındaki gazetelerden Radikal’de, çıkacak bir kitabın yorumu üzerinden iştahla peydahlanan “Atatürk Malatyalıymış” saçmalığı, sanki ciddi bir çıkışmış gibi medyada yer bulurken, buna bir de Başbakan’ın göbekten saldırısı eklendi. Kadıköy-Kartal metrosunu açarken akıl almaz bir mantıkla Atatürk’ü hedef alan Erdoğan, şaka gibi “Neyi ördün? Hiç bir şey örmüş filan değilsin. Şimdi demir ağlarla biz örüyoruz” diyerek anakronizmin dik alası bir Ata’yla yarıştırmaya girmeye kalktı ... Oradaki AKP’liler bile buna “One minute!” demeyi akıllarına getirmiş olabilirler, bilemiyorum!
Hükümet, BDP-PKK arasındaki medyaya taşan açık flörtten rahatsız olmuş. Yalnız onlar değil bu duyguyu hisseden tabii. İyi de bu “acaip” ilişkileri en net şekilde başlatan zaten siz değil miydiniz “açılım” politikanızla? Bir doktora danışın. Dokularda ağır “dejeneresans” başladıktan sonra olan biteni kontrol edemezsiniz! Siz değil miydiniz “irtica”yı tehlike olmaktan çıkaran? Neye şaşırıyorsunuz? Biriniz “irtica artık mübah” derse, diğeri de “bölücülük=demokrasi” diyebilir!
Y-CHP’yi gerçekten takip edemiyorum. Onlar da bu “morarmış çizgiler” (!) konusunda, bir gün öyle, bir gün böyleler! Mesela, yaşanan PKK terörü ve sonuçlarını acilen tartışmak üzere parlamentoyu toplama çabaları tabii ki doğruydu. Ama bunu tersten dengeleyecek onca başka tartışmaya da şahit olduk. İşte Bakan Hüseyin Çelik’in “Birkaç Mehmet öldü diye parlamento toplanmaz” sözleri böyle bir gündemde patladı. Eşzamanlı bir diğer provokasyon olan “benim biber gazım, doğaldır, zararsızdır” safsatasını, bu “silaha” çocuklarını kurban vermiş ailelerle alay edercesine ortaya koyan İçişleri Bakanı ile yarışırcasına! Bu ağır cümlenin şehit ailelerinde hangi yıkımlara neden olduğu ortaya dökülmeli. Ama en azından, bu gelişmelerden sonra şehit ve hatta asker ailelerinin artık “vatan uğruna şehit olmak” kavramınndan giderek uzaklaştıklarını söyleyebilirim! Çünkü artık “ne uğruna şehit oluyoruz” sorusunun yanıtı çok absürd hisler uyandırıyordur askerde! MHP ise, her zamanki gibi, kritik bir noktada kendi ideolojisiyle ters düşmesine rağmen yine AKP’nin izinden gitti ve bu Meclis buluşmasını pas geçti. Onların da kafaları hemen karışıveriyor! “PKK Aygün’ü kaçırdı” haberi bu gündemin ortasına düştü. İlk reaksiyonum twitterda şu oldu: “Bence bırakırlar yakında. Sansasyon ve propaganda havası var”. 48 saat sonra Aygün serbest kalınca haklı çıkmama şaşırmadan sevindim. Kaçırılan, PKK’ya doğrudan muhalif milliyetçi, ulusalcı bir siyasi veya gazeteci değildi. Doğal olarak çok duman yükseldi. Duyulan çeşitli şüpheler ve gösterilen tepkiler ne kadar haklıydı, bilemeyiz. Ama diyelim ki Y-CHP yeniden “dizayn” edilirken, bu vesile sonucu Parti’de ve medyada Aygün’ün adının abartılı olarak öne çıkarılması, “bu kafatasçı ulusalcılarla bu parti bir yere varamaz” söyleminin ortalıkta sorumsuzca dillendirilmesi, yurt dışında da “CHP köklerini sarsan” vekilin adının yankılanması, ABD’yi mest etmiştir! Aygün’ün Parti’nin kökleriyle başından beri uyumsuz, her tarafa çekilebilecek demeçlerinin verdiği zarar ise, nasıl nötralize edilecek diye Genel Merkez günlerce dokuz doğurdu.
Moraran kırmızı çizgilerden söz ediyorduk, değil mi? AB üyeliği diye mi girişmiştik ülkemizin kökünü sarsma işlemlerine? Geçen hafta yapılan son bir araştırmada gördük ki, halkın AB’ye inanan “kısmısı” %17’ye inmiş! Bu oranlar 2000’lerin ortasında zirve yaparken bu ilişkiye sıfır şans tanımış bir yazar olarak, içim burkuldu resmen. Sonu malum bir tezgah uğruna değer miydi koca Cumhuriyeti yok edecek oyunlara göz yummak?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.