Sayın Basın Mensubu,
18 Mart 2011 tarihinde saldırı sonucu yaralanmam nedeniyle başlayan tedavim sürüyor. Sağlığım elvermediği için bugüne kadar siz değerli basın mensuplarıyla bir araya gelip sorularınızı yanıtlayamadım. Ancak yarın (26 Nisan 2011, Salı) saat 11.00’de, kamuoyunu bilgilendirmek için sizlerle kişisel olarak bir araya gelmek, olayları anlatmak, düşüncelerimi paylaşmak ve sorularınızı yanıtlamak istiyorum.
Katılımınızı bekliyorum.
Saygılarımla
Bedri Baykam
Toplantı Bilgileri
Tarih : 26 Nisan 2011, Salı
Saat : 11:00
Yer : Acıbadem Maslak Hastanesi
Konferans Salonu, B 4 katı
Daha fazla bilgi icin:
Ceyda AKIN
0535 725 22 92
25 Nisan 2011 Pazartesi
BASIN TOPLANTISI..
Sayın Basın Mensubu,
18 Mart 2011 tarihinde saldırı sonucu yaralanmam nedeniyle başlayan tedavim sürüyor. Sağlığım elvermediği için bugüne kadar siz değerli basın mensuplarıyla bir araya gelip sorularınızı yanıtlayamadım. Ancak yarın (26 Nisan 2011, Salı) saat 11.00’de, kamuoyunu bilgilendirmek için sizlerle kişisel olarak bir araya gelmek, olayları anlatmak, düşüncelerimi paylaşmak ve sorularınızı yanıtlamak istiyorum.
Katılımınızı bekliyorum.
Saygılarımla
Bedri Baykam
Toplantı Bilgileri
Tarih : 26 Nisan 2011, Salı
Saat : 11:00
Yer : Acıbadem Maslak Hastanesi
Konferans Salonu, B 4 katı
Daha fazla bilgi icin:
Ceyda AKIN
0535 725 22 92
18 Mart 2011 tarihinde saldırı sonucu yaralanmam nedeniyle başlayan tedavim sürüyor. Sağlığım elvermediği için bugüne kadar siz değerli basın mensuplarıyla bir araya gelip sorularınızı yanıtlayamadım. Ancak yarın (26 Nisan 2011, Salı) saat 11.00’de, kamuoyunu bilgilendirmek için sizlerle kişisel olarak bir araya gelmek, olayları anlatmak, düşüncelerimi paylaşmak ve sorularınızı yanıtlamak istiyorum.
Katılımınızı bekliyorum.
Saygılarımla
Bedri Baykam
Toplantı Bilgileri
Tarih : 26 Nisan 2011, Salı
Saat : 11:00
Yer : Acıbadem Maslak Hastanesi
Konferans Salonu, B 4 katı
Daha fazla bilgi icin:
Ceyda AKIN
0535 725 22 92
23 Nisan 2011 Cumartesi
Bedri Baykam'dan basin aciklamasi.. / 22 Nisan 2011
Çok değerli basın mensupları, sevgili dostlarım,
Ne yazık ki benim bu basın toplantısına katkım çok sınırlı olacak. Asıl basın toplantısını sağlığım elverdiğinde yapacağım. Dün hastanenin önünde toplanıp bana sevgi, destek ve moral veren sanatçı dostlarım, sevgili vatandaşlarımız ve siz basın emekçisi arkadaşlarıma gönderdiğim teşekkür ve açıklamayı, elde edemeyenler için bugün yazılı olarak size sunacağız.
Bu toplantının ana hedefi, değerli Başhekimimiz ve doktorlarımızın kamuoyunu sağlığım konusunda bilgilendirmeleri ve ailemin bazı temel sorularınıza yanıt vermesi...
Şu ana kadar beni en çok mutlu eden konu, çok sevgili asistanım Tuba Kurtulmuş’un ve benim sağlığımızdaki olumlu gelişmeler. Umuyoruz ki, değerli doktorlarımızın çabalarıyla eski sağlığımıza pek yakında kavuşacağız.
Hastaneye bizzat gelerek ikimize de geçmiş olsun diyen binlerce insanın her biri çok değerli. Aynı şekilde arayarak, mesaj göndererek bu zor günlerde desteğini esirgemeyen herkese, durumumuzu merak edenlere ulaştıran siz basın çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse, hastane günlerimde gazete ve televizyonla pek haşır neşir olmadım. Medyayı çok çok az izledim. Yine de gözüme takılanlar olmadı değil…
Genelinde “mağdurdan yana” tavır koyan ve teşekkür borçlu olduğum birçok önemli köşe yazısı var. Bu yazarların hepsiyle fikren bire bir örtüşmüyoruz belki. Ama aldıkları terbiye sonucu, görüş farklılıklarının, gerçeğin yanında olmayı engellemeyeceğini gösterdiler.
Asistanımla birlikte yaşadığımız bu felaket olayı sadece Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin yıkılması konusuna bağlayıp, başımıza gelen menfur olay üstüne hiçbir araştırma yapmadan ahkam kesen yazılar da çıktı. Bunların düşüncesizlik derecesini ölçmek mümkün değil. Bu arkadaşlara hatırlatmak isterim ki, bu tarz acı veren olayların yaşandığı zamanlar, kalemi eline alanların “en farklı, en zeki” yorumları, arayıp, bulup, yazmaya çalıştıkları en uygun zamanlar değildir. Onlara gönül koymuyorum, Tanrı’nın onları her zaman böyle lanetlerden korumasını diliyorum.
Bir sanatçı olmama rağmen, 30 yıldır politik alanda her konuda ısrarla gösterdiğim ve yurdun her köşesine “çalışkanlıkla” taşıdığım laik, demokrat, özgürlükçü tavrın kararlılığı sonucu başıma gelmiş olan bu hain saldırıyı kınamak yerine, sebebini aslında çok iyi bildiğimiz şekilde akıl almaz eleştirilerle bir kez daha yaralıya saldırmayı seçen zihniyeti vicdanlarınıza havale ediyorum.
Madem ki bu ülkede 24 saat boyunca onlarca gazetede, onlarca kanalda sürekli siyasi yorumlar yapılıyor, madem sosyal medyanın da ana içeriği bu, lütfen artık karşılıklı saygı ve hoşgörüyü öğrenelim. Bunlar lafta kalmasın.
“Cinayete Teşebbüs Davası” na gelince… Bu saldırının sadece bana değil, aydınlanmaya, özgür düşünceye, sanata yapıldığını biliyorum. Bunun münferit bir olay olmadığına inanıyorum. Bu nedenle bu davayı üstlenme ve takip etmenin, İstanbul Barosu’nun seçip atayacağı, konunun en yetkin ceza avukatlarınca üstlenilmesini temenni ediyorum. Bedri Baykam ve Tuba Kurtulmuş’a yapılan bu hain saldırı toplumun tüm demokratik sistemlerini ilgilendiren temel bir davadır. Bu konuya böyle yaklaşılmalıdır.
Şayet böyle bir saldırıya uğramış olmasaydık ben ve asistanım Tuba Kurtulmuş, cumartesi günü dostlarımızla birlikte Kars’a gidiyor olacaktık. Kendilerine başarılar diliyorum, aklımız, desteğimiz ve sevgimiz onlarla…
Hepinize zamanınız için teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım.
BEDRİ BAYKAM
Ne yazık ki benim bu basın toplantısına katkım çok sınırlı olacak. Asıl basın toplantısını sağlığım elverdiğinde yapacağım. Dün hastanenin önünde toplanıp bana sevgi, destek ve moral veren sanatçı dostlarım, sevgili vatandaşlarımız ve siz basın emekçisi arkadaşlarıma gönderdiğim teşekkür ve açıklamayı, elde edemeyenler için bugün yazılı olarak size sunacağız.
Bu toplantının ana hedefi, değerli Başhekimimiz ve doktorlarımızın kamuoyunu sağlığım konusunda bilgilendirmeleri ve ailemin bazı temel sorularınıza yanıt vermesi...
Şu ana kadar beni en çok mutlu eden konu, çok sevgili asistanım Tuba Kurtulmuş’un ve benim sağlığımızdaki olumlu gelişmeler. Umuyoruz ki, değerli doktorlarımızın çabalarıyla eski sağlığımıza pek yakında kavuşacağız.
Hastaneye bizzat gelerek ikimize de geçmiş olsun diyen binlerce insanın her biri çok değerli. Aynı şekilde arayarak, mesaj göndererek bu zor günlerde desteğini esirgemeyen herkese, durumumuzu merak edenlere ulaştıran siz basın çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse, hastane günlerimde gazete ve televizyonla pek haşır neşir olmadım. Medyayı çok çok az izledim. Yine de gözüme takılanlar olmadı değil…
Genelinde “mağdurdan yana” tavır koyan ve teşekkür borçlu olduğum birçok önemli köşe yazısı var. Bu yazarların hepsiyle fikren bire bir örtüşmüyoruz belki. Ama aldıkları terbiye sonucu, görüş farklılıklarının, gerçeğin yanında olmayı engellemeyeceğini gösterdiler.
Asistanımla birlikte yaşadığımız bu felaket olayı sadece Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin yıkılması konusuna bağlayıp, başımıza gelen menfur olay üstüne hiçbir araştırma yapmadan ahkam kesen yazılar da çıktı. Bunların düşüncesizlik derecesini ölçmek mümkün değil. Bu arkadaşlara hatırlatmak isterim ki, bu tarz acı veren olayların yaşandığı zamanlar, kalemi eline alanların “en farklı, en zeki” yorumları, arayıp, bulup, yazmaya çalıştıkları en uygun zamanlar değildir. Onlara gönül koymuyorum, Tanrı’nın onları her zaman böyle lanetlerden korumasını diliyorum.
Bir sanatçı olmama rağmen, 30 yıldır politik alanda her konuda ısrarla gösterdiğim ve yurdun her köşesine “çalışkanlıkla” taşıdığım laik, demokrat, özgürlükçü tavrın kararlılığı sonucu başıma gelmiş olan bu hain saldırıyı kınamak yerine, sebebini aslında çok iyi bildiğimiz şekilde akıl almaz eleştirilerle bir kez daha yaralıya saldırmayı seçen zihniyeti vicdanlarınıza havale ediyorum.
Madem ki bu ülkede 24 saat boyunca onlarca gazetede, onlarca kanalda sürekli siyasi yorumlar yapılıyor, madem sosyal medyanın da ana içeriği bu, lütfen artık karşılıklı saygı ve hoşgörüyü öğrenelim. Bunlar lafta kalmasın.
“Cinayete Teşebbüs Davası” na gelince… Bu saldırının sadece bana değil, aydınlanmaya, özgür düşünceye, sanata yapıldığını biliyorum. Bunun münferit bir olay olmadığına inanıyorum. Bu nedenle bu davayı üstlenme ve takip etmenin, İstanbul Barosu’nun seçip atayacağı, konunun en yetkin ceza avukatlarınca üstlenilmesini temenni ediyorum. Bedri Baykam ve Tuba Kurtulmuş’a yapılan bu hain saldırı toplumun tüm demokratik sistemlerini ilgilendiren temel bir davadır. Bu konuya böyle yaklaşılmalıdır.
Şayet böyle bir saldırıya uğramış olmasaydık ben ve asistanım Tuba Kurtulmuş, cumartesi günü dostlarımızla birlikte Kars’a gidiyor olacaktık. Kendilerine başarılar diliyorum, aklımız, desteğimiz ve sevgimiz onlarla…
Hepinize zamanınız için teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım.
BEDRİ BAYKAM
Bedri Baykam'dan basin aciklamasi.. / 22 Nisan 2011
Çok değerli basın mensupları, sevgili dostlarım,
Ne yazık ki benim bu basın toplantısına katkım çok sınırlı olacak. Asıl basın toplantısını sağlığım elverdiğinde yapacağım. Dün hastanenin önünde toplanıp bana sevgi, destek ve moral veren sanatçı dostlarım, sevgili vatandaşlarımız ve siz basın emekçisi arkadaşlarıma gönderdiğim teşekkür ve açıklamayı, elde edemeyenler için bugün yazılı olarak size sunacağız.
Bu toplantının ana hedefi, değerli Başhekimimiz ve doktorlarımızın kamuoyunu sağlığım konusunda bilgilendirmeleri ve ailemin bazı temel sorularınıza yanıt vermesi...
Şu ana kadar beni en çok mutlu eden konu, çok sevgili asistanım Tuba Kurtulmuş’un ve benim sağlığımızdaki olumlu gelişmeler. Umuyoruz ki, değerli doktorlarımızın çabalarıyla eski sağlığımıza pek yakında kavuşacağız.
Hastaneye bizzat gelerek ikimize de geçmiş olsun diyen binlerce insanın her biri çok değerli. Aynı şekilde arayarak, mesaj göndererek bu zor günlerde desteğini esirgemeyen herkese, durumumuzu merak edenlere ulaştıran siz basın çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse, hastane günlerimde gazete ve televizyonla pek haşır neşir olmadım. Medyayı çok çok az izledim. Yine de gözüme takılanlar olmadı değil…
Genelinde “mağdurdan yana” tavır koyan ve teşekkür borçlu olduğum birçok önemli köşe yazısı var. Bu yazarların hepsiyle fikren bire bir örtüşmüyoruz belki. Ama aldıkları terbiye sonucu, görüş farklılıklarının, gerçeğin yanında olmayı engellemeyeceğini gösterdiler.
Asistanımla birlikte yaşadığımız bu felaket olayı sadece Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin yıkılması konusuna bağlayıp, başımıza gelen menfur olay üstüne hiçbir araştırma yapmadan ahkam kesen yazılar da çıktı. Bunların düşüncesizlik derecesini ölçmek mümkün değil. Bu arkadaşlara hatırlatmak isterim ki, bu tarz acı veren olayların yaşandığı zamanlar, kalemi eline alanların “en farklı, en zeki” yorumları, arayıp, bulup, yazmaya çalıştıkları en uygun zamanlar değildir. Onlara gönül koymuyorum, Tanrı’nın onları her zaman böyle lanetlerden korumasını diliyorum.
Bir sanatçı olmama rağmen, 30 yıldır politik alanda her konuda ısrarla gösterdiğim ve yurdun her köşesine “çalışkanlıkla” taşıdığım laik, demokrat, özgürlükçü tavrın kararlılığı sonucu başıma gelmiş olan bu hain saldırıyı kınamak yerine, sebebini aslında çok iyi bildiğimiz şekilde akıl almaz eleştirilerle bir kez daha yaralıya saldırmayı seçen zihniyeti vicdanlarınıza havale ediyorum.
Madem ki bu ülkede 24 saat boyunca onlarca gazetede, onlarca kanalda sürekli siyasi yorumlar yapılıyor, madem sosyal medyanın da ana içeriği bu, lütfen artık karşılıklı saygı ve hoşgörüyü öğrenelim. Bunlar lafta kalmasın.
“Cinayete Teşebbüs Davası” na gelince… Bu saldırının sadece bana değil, aydınlanmaya, özgür düşünceye, sanata yapıldığını biliyorum. Bunun münferit bir olay olmadığına inanıyorum. Bu nedenle bu davayı üstlenme ve takip etmenin, İstanbul Barosu’nun seçip atayacağı, konunun en yetkin ceza avukatlarınca üstlenilmesini temenni ediyorum. Bedri Baykam ve Tuba Kurtulmuş’a yapılan bu hain saldırı toplumun tüm demokratik sistemlerini ilgilendiren temel bir davadır. Bu konuya böyle yaklaşılmalıdır.
Şayet böyle bir saldırıya uğramış olmasaydık ben ve asistanım Tuba Kurtulmuş, cumartesi günü dostlarımızla birlikte Kars’a gidiyor olacaktık. Kendilerine başarılar diliyorum, aklımız, desteğimiz ve sevgimiz onlarla…
Hepinize zamanınız için teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım.
BEDRİ BAYKAM
Ne yazık ki benim bu basın toplantısına katkım çok sınırlı olacak. Asıl basın toplantısını sağlığım elverdiğinde yapacağım. Dün hastanenin önünde toplanıp bana sevgi, destek ve moral veren sanatçı dostlarım, sevgili vatandaşlarımız ve siz basın emekçisi arkadaşlarıma gönderdiğim teşekkür ve açıklamayı, elde edemeyenler için bugün yazılı olarak size sunacağız.
Bu toplantının ana hedefi, değerli Başhekimimiz ve doktorlarımızın kamuoyunu sağlığım konusunda bilgilendirmeleri ve ailemin bazı temel sorularınıza yanıt vermesi...
Şu ana kadar beni en çok mutlu eden konu, çok sevgili asistanım Tuba Kurtulmuş’un ve benim sağlığımızdaki olumlu gelişmeler. Umuyoruz ki, değerli doktorlarımızın çabalarıyla eski sağlığımıza pek yakında kavuşacağız.
Hastaneye bizzat gelerek ikimize de geçmiş olsun diyen binlerce insanın her biri çok değerli. Aynı şekilde arayarak, mesaj göndererek bu zor günlerde desteğini esirgemeyen herkese, durumumuzu merak edenlere ulaştıran siz basın çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse, hastane günlerimde gazete ve televizyonla pek haşır neşir olmadım. Medyayı çok çok az izledim. Yine de gözüme takılanlar olmadı değil…
Genelinde “mağdurdan yana” tavır koyan ve teşekkür borçlu olduğum birçok önemli köşe yazısı var. Bu yazarların hepsiyle fikren bire bir örtüşmüyoruz belki. Ama aldıkları terbiye sonucu, görüş farklılıklarının, gerçeğin yanında olmayı engellemeyeceğini gösterdiler.
Asistanımla birlikte yaşadığımız bu felaket olayı sadece Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin yıkılması konusuna bağlayıp, başımıza gelen menfur olay üstüne hiçbir araştırma yapmadan ahkam kesen yazılar da çıktı. Bunların düşüncesizlik derecesini ölçmek mümkün değil. Bu arkadaşlara hatırlatmak isterim ki, bu tarz acı veren olayların yaşandığı zamanlar, kalemi eline alanların “en farklı, en zeki” yorumları, arayıp, bulup, yazmaya çalıştıkları en uygun zamanlar değildir. Onlara gönül koymuyorum, Tanrı’nın onları her zaman böyle lanetlerden korumasını diliyorum.
Bir sanatçı olmama rağmen, 30 yıldır politik alanda her konuda ısrarla gösterdiğim ve yurdun her köşesine “çalışkanlıkla” taşıdığım laik, demokrat, özgürlükçü tavrın kararlılığı sonucu başıma gelmiş olan bu hain saldırıyı kınamak yerine, sebebini aslında çok iyi bildiğimiz şekilde akıl almaz eleştirilerle bir kez daha yaralıya saldırmayı seçen zihniyeti vicdanlarınıza havale ediyorum.
Madem ki bu ülkede 24 saat boyunca onlarca gazetede, onlarca kanalda sürekli siyasi yorumlar yapılıyor, madem sosyal medyanın da ana içeriği bu, lütfen artık karşılıklı saygı ve hoşgörüyü öğrenelim. Bunlar lafta kalmasın.
“Cinayete Teşebbüs Davası” na gelince… Bu saldırının sadece bana değil, aydınlanmaya, özgür düşünceye, sanata yapıldığını biliyorum. Bunun münferit bir olay olmadığına inanıyorum. Bu nedenle bu davayı üstlenme ve takip etmenin, İstanbul Barosu’nun seçip atayacağı, konunun en yetkin ceza avukatlarınca üstlenilmesini temenni ediyorum. Bedri Baykam ve Tuba Kurtulmuş’a yapılan bu hain saldırı toplumun tüm demokratik sistemlerini ilgilendiren temel bir davadır. Bu konuya böyle yaklaşılmalıdır.
Şayet böyle bir saldırıya uğramış olmasaydık ben ve asistanım Tuba Kurtulmuş, cumartesi günü dostlarımızla birlikte Kars’a gidiyor olacaktık. Kendilerine başarılar diliyorum, aklımız, desteğimiz ve sevgimiz onlarla…
Hepinize zamanınız için teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım.
BEDRİ BAYKAM
21 Nisan 2011 Perşembe
Bedri Baykam’dan açıklama – 21 Nisan 2011
Sevgili Arkadaşlarım,
Sevgili Sanatçı Dostlarım,
Çok teşekkür ediyorum, zahmet edip buralara kadar gelmişsiniz
Beni görebilmenizi, sizlerle kucaklaşabilmeyi isterdim . Ne var ki şu anda henüz buna sağlığım el vermiyor.
Yaşadığımız korkunç olaylar, ülkeyi her an gerenlere ve bu yıkıcı ruh haline taşıyanlara ne kadar dert onu bilmiyorum. Ama sanatı ve sanatçıları bir ülkede bu kadar hedef gösterirseniz, düşünce insanlarını bu kadar dışlarsanız, laik demokrasiyi, aydınlanmayı ve Atatürkçülüğü savunanları bu kadar yabancı göstermeye kalkarsanız, bu yaşanan felaketlere ve cinayet teşebbüslerine hiçbir şaşırma hakkınız kalmaz.
Türk sanatçısı ve Türk aydını tüm bu planlı ve hain saldırılara karşı dimdik ayaktadır. Olayın üstüne örtülmeye çalışılan “meczup” havası sahte ve uydurma senaryodur. Herkes şunu bilsin ki, bu hazin tezgahların kimseye bir yararı olmayacak. Aydınlanma devriminin ışığa, güzelliklere, dostluğa, barışa, evrensel kardeşliğe sanatın her türlüsüne doğru yol alan okun yörüngesini değiştiremeyecektir.
Bugün buraya gelerek Türk Sanatına sahip çıkan her kuruma, her örgüte, her sanatçıya, her sanatsevere ve her vatandaşımıza sonsuz teşekkür ediyorum, dayanışmamızı hiç kimse, hiçbir şekilde engelleyemeyecek..
Bedri Baykam
Sevgili Sanatçı Dostlarım,
Çok teşekkür ediyorum, zahmet edip buralara kadar gelmişsiniz
Beni görebilmenizi, sizlerle kucaklaşabilmeyi isterdim . Ne var ki şu anda henüz buna sağlığım el vermiyor.
Yaşadığımız korkunç olaylar, ülkeyi her an gerenlere ve bu yıkıcı ruh haline taşıyanlara ne kadar dert onu bilmiyorum. Ama sanatı ve sanatçıları bir ülkede bu kadar hedef gösterirseniz, düşünce insanlarını bu kadar dışlarsanız, laik demokrasiyi, aydınlanmayı ve Atatürkçülüğü savunanları bu kadar yabancı göstermeye kalkarsanız, bu yaşanan felaketlere ve cinayet teşebbüslerine hiçbir şaşırma hakkınız kalmaz.
Türk sanatçısı ve Türk aydını tüm bu planlı ve hain saldırılara karşı dimdik ayaktadır. Olayın üstüne örtülmeye çalışılan “meczup” havası sahte ve uydurma senaryodur. Herkes şunu bilsin ki, bu hazin tezgahların kimseye bir yararı olmayacak. Aydınlanma devriminin ışığa, güzelliklere, dostluğa, barışa, evrensel kardeşliğe sanatın her türlüsüne doğru yol alan okun yörüngesini değiştiremeyecektir.
Bugün buraya gelerek Türk Sanatına sahip çıkan her kuruma, her örgüte, her sanatçıya, her sanatsevere ve her vatandaşımıza sonsuz teşekkür ediyorum, dayanışmamızı hiç kimse, hiçbir şekilde engelleyemeyecek..
Bedri Baykam
Bedri Baykam’dan açıklama – 21 Nisan 2011
Sevgili Arkadaşlarım,
Sevgili Sanatçı Dostlarım,
Çok teşekkür ediyorum, zahmet edip buralara kadar gelmişsiniz
Beni görebilmenizi, sizlerle kucaklaşabilmeyi isterdim . Ne var ki şu anda henüz buna sağlığım el vermiyor.
Yaşadığımız korkunç olaylar, ülkeyi her an gerenlere ve bu yıkıcı ruh haline taşıyanlara ne kadar dert onu bilmiyorum. Ama sanatı ve sanatçıları bir ülkede bu kadar hedef gösterirseniz, düşünce insanlarını bu kadar dışlarsanız, laik demokrasiyi, aydınlanmayı ve Atatürkçülüğü savunanları bu kadar yabancı göstermeye kalkarsanız, bu yaşanan felaketlere ve cinayet teşebbüslerine hiçbir şaşırma hakkınız kalmaz.
Türk sanatçısı ve Türk aydını tüm bu planlı ve hain saldırılara karşı dimdik ayaktadır. Olayın üstüne örtülmeye çalışılan “meczup” havası sahte ve uydurma senaryodur. Herkes şunu bilsin ki, bu hazin tezgahların kimseye bir yararı olmayacak. Aydınlanma devriminin ışığa, güzelliklere, dostluğa, barışa, evrensel kardeşliğe sanatın her türlüsüne doğru yol alan okun yörüngesini değiştiremeyecektir.
Bugün buraya gelerek Türk Sanatına sahip çıkan her kuruma, her örgüte, her sanatçıya, her sanatsevere ve her vatandaşımıza sonsuz teşekkür ediyorum, dayanışmamızı hiç kimse, hiçbir şekilde engelleyemeyecek..
Bedri Baykam
Sevgili Sanatçı Dostlarım,
Çok teşekkür ediyorum, zahmet edip buralara kadar gelmişsiniz
Beni görebilmenizi, sizlerle kucaklaşabilmeyi isterdim . Ne var ki şu anda henüz buna sağlığım el vermiyor.
Yaşadığımız korkunç olaylar, ülkeyi her an gerenlere ve bu yıkıcı ruh haline taşıyanlara ne kadar dert onu bilmiyorum. Ama sanatı ve sanatçıları bir ülkede bu kadar hedef gösterirseniz, düşünce insanlarını bu kadar dışlarsanız, laik demokrasiyi, aydınlanmayı ve Atatürkçülüğü savunanları bu kadar yabancı göstermeye kalkarsanız, bu yaşanan felaketlere ve cinayet teşebbüslerine hiçbir şaşırma hakkınız kalmaz.
Türk sanatçısı ve Türk aydını tüm bu planlı ve hain saldırılara karşı dimdik ayaktadır. Olayın üstüne örtülmeye çalışılan “meczup” havası sahte ve uydurma senaryodur. Herkes şunu bilsin ki, bu hazin tezgahların kimseye bir yararı olmayacak. Aydınlanma devriminin ışığa, güzelliklere, dostluğa, barışa, evrensel kardeşliğe sanatın her türlüsüne doğru yol alan okun yörüngesini değiştiremeyecektir.
Bugün buraya gelerek Türk Sanatına sahip çıkan her kuruma, her örgüte, her sanatçıya, her sanatsevere ve her vatandaşımıza sonsuz teşekkür ediyorum, dayanışmamızı hiç kimse, hiçbir şekilde engelleyemeyecek..
Bedri Baykam
20 Nisan 2011 Çarşamba
Bedri Baykam 18 Nisan 2011 tarihinde uğradığı bıçaklı saldırı sonrasında Maslak Acıbadem Hastanesi'ne kaldırılmıştır.
4 saatlik bir operasyonun ardından gece 12 saat yoğun bakımda tutulduktan sonra, odasında istirahate geçmiştir. Sağlık durumu düne oranla iyidir ve kontrol altındadır.
Yardımcısı Tuba Kurtulmuş da geçirdiği operasyonun ardından yoğun bakımdan çıkarak odasında istirahate alınmıştır. Tuba Hanım'ın da durumu iyidir ve kontrol altındadır.
Bu arada Bedri Baykam medyada dolaşan bazı yanlış bilgileri düzeltmek istemektedir. Bıçaklama bacağa değil, bel ve karın boşluğuna yapılmıştır. Saldırgan görünmeden Baykam'ı arkadan bıçaklamıştır. Yine bazı medya organlarında yer alan saldırganın ifadeleri tamamen yanlıştır. Bedri Baykam saldırganı tanımamaktadır, kendisi ile girmiş olduğu hiç bir polemik yoktur, ve tabii ki kendisine de hiç bir hakarette bulunmamıştır.
Bedri Baykam'ın tüm sevenlerine desteklerinden dolayı teşekkür ederiz,
Sevgilerle
4 saatlik bir operasyonun ardından gece 12 saat yoğun bakımda tutulduktan sonra, odasında istirahate geçmiştir. Sağlık durumu düne oranla iyidir ve kontrol altındadır.
Yardımcısı Tuba Kurtulmuş da geçirdiği operasyonun ardından yoğun bakımdan çıkarak odasında istirahate alınmıştır. Tuba Hanım'ın da durumu iyidir ve kontrol altındadır.
Bu arada Bedri Baykam medyada dolaşan bazı yanlış bilgileri düzeltmek istemektedir. Bıçaklama bacağa değil, bel ve karın boşluğuna yapılmıştır. Saldırgan görünmeden Baykam'ı arkadan bıçaklamıştır. Yine bazı medya organlarında yer alan saldırganın ifadeleri tamamen yanlıştır. Bedri Baykam saldırganı tanımamaktadır, kendisi ile girmiş olduğu hiç bir polemik yoktur, ve tabii ki kendisine de hiç bir hakarette bulunmamıştır.
Bedri Baykam'ın tüm sevenlerine desteklerinden dolayı teşekkür ederiz,
Sevgilerle
Bedri Baykam 18 Nisan 2011 tarihinde uğradığı bıçaklı saldırı sonrasında Maslak Acıbadem Hastanesi'ne kaldırılmıştır.
4 saatlik bir operasyonun ardından gece 12 saat yoğun bakımda tutulduktan sonra, odasında istirahate geçmiştir. Sağlık durumu düne oranla iyidir ve kontrol altındadır.
Yardımcısı Tuba Kurtulmuş da geçirdiği operasyonun ardından yoğun bakımdan çıkarak odasında istirahate alınmıştır. Tuba Hanım'ın da durumu iyidir ve kontrol altındadır.
Bu arada Bedri Baykam medyada dolaşan bazı yanlış bilgileri düzeltmek istemektedir. Bıçaklama bacağa değil, bel ve karın boşluğuna yapılmıştır. Saldırgan görünmeden Baykam'ı arkadan bıçaklamıştır. Yine bazı medya organlarında yer alan saldırganın ifadeleri tamamen yanlıştır. Bedri Baykam saldırganı tanımamaktadır, kendisi ile girmiş olduğu hiç bir polemik yoktur, ve tabii ki kendisine de hiç bir hakarette bulunmamıştır.
Bedri Baykam'ın tüm sevenlerine desteklerinden dolayı teşekkür ederiz,
Sevgilerle
4 saatlik bir operasyonun ardından gece 12 saat yoğun bakımda tutulduktan sonra, odasında istirahate geçmiştir. Sağlık durumu düne oranla iyidir ve kontrol altındadır.
Yardımcısı Tuba Kurtulmuş da geçirdiği operasyonun ardından yoğun bakımdan çıkarak odasında istirahate alınmıştır. Tuba Hanım'ın da durumu iyidir ve kontrol altındadır.
Bu arada Bedri Baykam medyada dolaşan bazı yanlış bilgileri düzeltmek istemektedir. Bıçaklama bacağa değil, bel ve karın boşluğuna yapılmıştır. Saldırgan görünmeden Baykam'ı arkadan bıçaklamıştır. Yine bazı medya organlarında yer alan saldırganın ifadeleri tamamen yanlıştır. Bedri Baykam saldırganı tanımamaktadır, kendisi ile girmiş olduğu hiç bir polemik yoktur, ve tabii ki kendisine de hiç bir hakarette bulunmamıştır.
Bedri Baykam'ın tüm sevenlerine desteklerinden dolayı teşekkür ederiz,
Sevgilerle
19 Nisan 2011 Salı
Sevgili CHP Örgütü.. / Bedri Baykam / 19 Nisan 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Sizlerle çeyrek asırdır omuz omuza yurdun her yerinde, “sahada” beraber olduk. Kimi zaman bir genel merkez yöneticiniz, kimi zaman Genel Başkan adayınız, kimi zaman sade bir üyeniz ama istisnasız her zaman samimi bir arkadaşınız, bir sıra neferiniz olarak beraber Türkiye'nin her yerini gezdik. Faşizme, yobazlığa, hukuksuzluğa karşı her cephede beraber yer aldık. Bu nedenle kişisel olarak ister tanışalım, ister tanışmayalım aramızda içten bir "hukuk olduğunu" biliyorum ve buna yaslanarak beni dinlemenizi rica ediyorum.
2011 Genel Seçimleri için CHP listeleri açıklandığından beri duyuyoruz: "CHP örgütü rahatsız, kızgın, küskün, örgüt 'ben bu liste için mi sahaya çıkacağım?' diyor."
Sevgili Atatürkçü dostlarım, sade bir parçası olmakla gurur duyduğum "altı ok" örgütünün değerli üyeleri, lütfen beni önyargısız dinleyin. Ben de listede yokum. Aday olmadım, genel merkez kendine has bazı tercihlere yöneldi, yetkilerine saygı duyduk ve önerilerimizi gündeme taşımakla yetindik. Arkadaşlar, bizler bu ülkede, bu Cumhuriyet'in temel kuruluş felsefesine damga vurmuş milyonlarca Atatürkçüyüz... Aramızdan, tüm sandalyeleri kazansak bile, (!) ancak 550 kişi vekil olabilir! Bu nedenle artık bu "aday oldum, olamadım" tartışmasını kaldırmamız lazım. Siyaseti sandalye için değil, özgür, demokrat ve laik bir Türkiye için, haksızlığa uğrayan vatandaşlar için yapın. Adaylar hakkında kişi analizi de yapmayın: Kimileri size göre CHP çizgisini taşımıyor olabilir. Bunları unutun. CHP çizgisi herşeyden önce sizsiniz. Kuvay-ı Milliye’den gelen CHP örgütü ve seçmenidir CHP çizgisi...
Listeler açıklandığı gece, PM üyesi bir arkadaş, listede yerini beğenmeyip, partiden ve partideki tüm görevlerinden istifa etti. Medya kendisini neredeyse CHP’nin yeni sembolü haline getirmişti. Bu olay herkese, başta o medyaya ders olsun: İnsan üç günde CHP'nin bayrağı da, sözcüsü de olamaz. Partide milletvekili "yapılmadan", önerdiği demokratik çözümler yok sayılarak, dışlanarak, haksızlığa uğrayan onca insan hep olmuştur. "Zaman testi" veya CHP'de "sıfat" için siyaset yapmadığını kanıtlamak orda başlar. Bu CHP kültürünün alfabesidir.
Aslında tüm CHP lilerin artık şunu görmesi lazım: Hazırladığımız "CHP tüzüğünde Demokratik Devrim" yapılmış olsaydı, bu şikâyetlerin HİÇBİRİ yaşanmayacaktı. Listelerin belki yarısı farklı olacaktı! Ve kimse kimseyi, kimseye şikâyet edemeyecekti! CHP Yönetimi de artık şunu görsün: "CHP değişti, Statükocu eski CHP gitsin" diye tepinen tüm kadro, CHP'nin iyiliğini isteyen değil, tersine AKP'nin sonsuz iktidarını isteyen ideoloji özürlü grubun üyesidir!
Hepimizin bildiği sorunlar ortada. Evet listeler farklı olabilirdi. Örneğin son anda YSK’nın müdahalesinden sonra listeye İlhan Cihaner 'in girmiş olması çok sevindirici. Gerçek bir başka CHP’li, Adnan Keskin’le beraber Ege’yi sallayacaklarına eminim. Ben o listelerde Tuncay Özkan'ı, Ümit Zileli'yi ve hatta bir formülle İP Başkanı olmasına rağmen, Doğu Perinçek'i ve başkalarını görmek isterdim. Keşke "Cumhuriyet için güç birliği", CHP ile uzlaşabilip ayrı bir liste çıkarmak durumunda kalmasaydı. Onların da parlamentoya girip, Atatürkçü ödünsüz ilkelerin takipçiliğini yapmaları, tartışmasız ülkenin kazancı olur.
İşte "bu şartlar altında dahi", sizden beklenen, kişisel kırgınlıklarınızı rafa kaldırıp, "AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulma" hedefine kendimizi kilitlememiz. Lütfen tüm bu mahsurları elinizin tersiyle kenara itin, büyük düşünün. Sanki öz kızınızın adaylığını destekler gibi bu seçimde listedeki isimlerin kimliğine takılmadan çalışın. Hedeflerimiz demokrasi, Cumhuriyet ve özgürlük olsun. Başbakan'ın Strasbourg'da sanki "terör örgütü üyesi" oldukları kanıtlanmış gibi sözettiği, Silivri'de ne ile suçlandığını bilmeden yatan aydınlar için çalışın... İnançla meydanlara, mitinglere, Anadolu’ya, "varoşlara" çıkın. "Güneşli Günler Göreceğiz" ve "Uğurlar Olsun" şarkılarını Edip Akbayram ve Selda ile beraber her sokakta söyleyin halkımızla beraber.
Halkımıza, Haberal'ı cezaevine yollayan raporu veren doktorun eşinin ya da Sivas sanıklarının avukatlarının nasıl yargıya veya bürokrasiye yerleştirildiğini veya aday yapıldığını, hangi yolsuzlukların üzerine sünger çekildiğini, fakirliğin kader olmadığını anlatın.
Lütfen hiç kimse "13 Haziran hesabı” yaparak Parti içi siyaseti, seçime karıştırmasın. İster kişisel haksızlık hesabı, ister liderlik iddiası olsun, farketmez. Savcılara, Baykalcılara, tarafsızlara, tüm örgüte sesleniyorum: Önce Türkiye'yi hak etmediği bir orta çağ zihniyetinden kurtaralım. Ardından Kurultay'da her birimiz istediğimiz mücadeleyi veririz.
Şunu unutmayın: Partinin başarısızlığı, ülkemizin çöküşünü getirecekse, sonrasında bu batan gemide kaptan olsan kaç yazar?
2011 Genel Seçimleri için CHP listeleri açıklandığından beri duyuyoruz: "CHP örgütü rahatsız, kızgın, küskün, örgüt 'ben bu liste için mi sahaya çıkacağım?' diyor."
Sevgili Atatürkçü dostlarım, sade bir parçası olmakla gurur duyduğum "altı ok" örgütünün değerli üyeleri, lütfen beni önyargısız dinleyin. Ben de listede yokum. Aday olmadım, genel merkez kendine has bazı tercihlere yöneldi, yetkilerine saygı duyduk ve önerilerimizi gündeme taşımakla yetindik. Arkadaşlar, bizler bu ülkede, bu Cumhuriyet'in temel kuruluş felsefesine damga vurmuş milyonlarca Atatürkçüyüz... Aramızdan, tüm sandalyeleri kazansak bile, (!) ancak 550 kişi vekil olabilir! Bu nedenle artık bu "aday oldum, olamadım" tartışmasını kaldırmamız lazım. Siyaseti sandalye için değil, özgür, demokrat ve laik bir Türkiye için, haksızlığa uğrayan vatandaşlar için yapın. Adaylar hakkında kişi analizi de yapmayın: Kimileri size göre CHP çizgisini taşımıyor olabilir. Bunları unutun. CHP çizgisi herşeyden önce sizsiniz. Kuvay-ı Milliye’den gelen CHP örgütü ve seçmenidir CHP çizgisi...
Listeler açıklandığı gece, PM üyesi bir arkadaş, listede yerini beğenmeyip, partiden ve partideki tüm görevlerinden istifa etti. Medya kendisini neredeyse CHP’nin yeni sembolü haline getirmişti. Bu olay herkese, başta o medyaya ders olsun: İnsan üç günde CHP'nin bayrağı da, sözcüsü de olamaz. Partide milletvekili "yapılmadan", önerdiği demokratik çözümler yok sayılarak, dışlanarak, haksızlığa uğrayan onca insan hep olmuştur. "Zaman testi" veya CHP'de "sıfat" için siyaset yapmadığını kanıtlamak orda başlar. Bu CHP kültürünün alfabesidir.
Aslında tüm CHP lilerin artık şunu görmesi lazım: Hazırladığımız "CHP tüzüğünde Demokratik Devrim" yapılmış olsaydı, bu şikâyetlerin HİÇBİRİ yaşanmayacaktı. Listelerin belki yarısı farklı olacaktı! Ve kimse kimseyi, kimseye şikâyet edemeyecekti! CHP Yönetimi de artık şunu görsün: "CHP değişti, Statükocu eski CHP gitsin" diye tepinen tüm kadro, CHP'nin iyiliğini isteyen değil, tersine AKP'nin sonsuz iktidarını isteyen ideoloji özürlü grubun üyesidir!
Hepimizin bildiği sorunlar ortada. Evet listeler farklı olabilirdi. Örneğin son anda YSK’nın müdahalesinden sonra listeye İlhan Cihaner 'in girmiş olması çok sevindirici. Gerçek bir başka CHP’li, Adnan Keskin’le beraber Ege’yi sallayacaklarına eminim. Ben o listelerde Tuncay Özkan'ı, Ümit Zileli'yi ve hatta bir formülle İP Başkanı olmasına rağmen, Doğu Perinçek'i ve başkalarını görmek isterdim. Keşke "Cumhuriyet için güç birliği", CHP ile uzlaşabilip ayrı bir liste çıkarmak durumunda kalmasaydı. Onların da parlamentoya girip, Atatürkçü ödünsüz ilkelerin takipçiliğini yapmaları, tartışmasız ülkenin kazancı olur.
İşte "bu şartlar altında dahi", sizden beklenen, kişisel kırgınlıklarınızı rafa kaldırıp, "AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulma" hedefine kendimizi kilitlememiz. Lütfen tüm bu mahsurları elinizin tersiyle kenara itin, büyük düşünün. Sanki öz kızınızın adaylığını destekler gibi bu seçimde listedeki isimlerin kimliğine takılmadan çalışın. Hedeflerimiz demokrasi, Cumhuriyet ve özgürlük olsun. Başbakan'ın Strasbourg'da sanki "terör örgütü üyesi" oldukları kanıtlanmış gibi sözettiği, Silivri'de ne ile suçlandığını bilmeden yatan aydınlar için çalışın... İnançla meydanlara, mitinglere, Anadolu’ya, "varoşlara" çıkın. "Güneşli Günler Göreceğiz" ve "Uğurlar Olsun" şarkılarını Edip Akbayram ve Selda ile beraber her sokakta söyleyin halkımızla beraber.
Halkımıza, Haberal'ı cezaevine yollayan raporu veren doktorun eşinin ya da Sivas sanıklarının avukatlarının nasıl yargıya veya bürokrasiye yerleştirildiğini veya aday yapıldığını, hangi yolsuzlukların üzerine sünger çekildiğini, fakirliğin kader olmadığını anlatın.
Lütfen hiç kimse "13 Haziran hesabı” yaparak Parti içi siyaseti, seçime karıştırmasın. İster kişisel haksızlık hesabı, ister liderlik iddiası olsun, farketmez. Savcılara, Baykalcılara, tarafsızlara, tüm örgüte sesleniyorum: Önce Türkiye'yi hak etmediği bir orta çağ zihniyetinden kurtaralım. Ardından Kurultay'da her birimiz istediğimiz mücadeleyi veririz.
Şunu unutmayın: Partinin başarısızlığı, ülkemizin çöküşünü getirecekse, sonrasında bu batan gemide kaptan olsan kaç yazar?
Sevgili CHP Örgütü.. / Bedri Baykam / 19 Nisan 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Sizlerle çeyrek asırdır omuz omuza yurdun her yerinde, “sahada” beraber olduk. Kimi zaman bir genel merkez yöneticiniz, kimi zaman Genel Başkan adayınız, kimi zaman sade bir üyeniz ama istisnasız her zaman samimi bir arkadaşınız, bir sıra neferiniz olarak beraber Türkiye'nin her yerini gezdik. Faşizme, yobazlığa, hukuksuzluğa karşı her cephede beraber yer aldık. Bu nedenle kişisel olarak ister tanışalım, ister tanışmayalım aramızda içten bir "hukuk olduğunu" biliyorum ve buna yaslanarak beni dinlemenizi rica ediyorum.
2011 Genel Seçimleri için CHP listeleri açıklandığından beri duyuyoruz: "CHP örgütü rahatsız, kızgın, küskün, örgüt 'ben bu liste için mi sahaya çıkacağım?' diyor."
Sevgili Atatürkçü dostlarım, sade bir parçası olmakla gurur duyduğum "altı ok" örgütünün değerli üyeleri, lütfen beni önyargısız dinleyin. Ben de listede yokum. Aday olmadım, genel merkez kendine has bazı tercihlere yöneldi, yetkilerine saygı duyduk ve önerilerimizi gündeme taşımakla yetindik. Arkadaşlar, bizler bu ülkede, bu Cumhuriyet'in temel kuruluş felsefesine damga vurmuş milyonlarca Atatürkçüyüz... Aramızdan, tüm sandalyeleri kazansak bile, (!) ancak 550 kişi vekil olabilir! Bu nedenle artık bu "aday oldum, olamadım" tartışmasını kaldırmamız lazım. Siyaseti sandalye için değil, özgür, demokrat ve laik bir Türkiye için, haksızlığa uğrayan vatandaşlar için yapın. Adaylar hakkında kişi analizi de yapmayın: Kimileri size göre CHP çizgisini taşımıyor olabilir. Bunları unutun. CHP çizgisi herşeyden önce sizsiniz. Kuvay-ı Milliye’den gelen CHP örgütü ve seçmenidir CHP çizgisi...
Listeler açıklandığı gece, PM üyesi bir arkadaş, listede yerini beğenmeyip, partiden ve partideki tüm görevlerinden istifa etti. Medya kendisini neredeyse CHP’nin yeni sembolü haline getirmişti. Bu olay herkese, başta o medyaya ders olsun: İnsan üç günde CHP'nin bayrağı da, sözcüsü de olamaz. Partide milletvekili "yapılmadan", önerdiği demokratik çözümler yok sayılarak, dışlanarak, haksızlığa uğrayan onca insan hep olmuştur. "Zaman testi" veya CHP'de "sıfat" için siyaset yapmadığını kanıtlamak orda başlar. Bu CHP kültürünün alfabesidir.
Aslında tüm CHP lilerin artık şunu görmesi lazım: Hazırladığımız "CHP tüzüğünde Demokratik Devrim" yapılmış olsaydı, bu şikâyetlerin HİÇBİRİ yaşanmayacaktı. Listelerin belki yarısı farklı olacaktı! Ve kimse kimseyi, kimseye şikâyet edemeyecekti! CHP Yönetimi de artık şunu görsün: "CHP değişti, Statükocu eski CHP gitsin" diye tepinen tüm kadro, CHP'nin iyiliğini isteyen değil, tersine AKP'nin sonsuz iktidarını isteyen ideoloji özürlü grubun üyesidir!
Hepimizin bildiği sorunlar ortada. Evet listeler farklı olabilirdi. Örneğin son anda YSK’nın müdahalesinden sonra listeye İlhan Cihaner 'in girmiş olması çok sevindirici. Gerçek bir başka CHP’li, Adnan Keskin’le beraber Ege’yi sallayacaklarına eminim. Ben o listelerde Tuncay Özkan'ı, Ümit Zileli'yi ve hatta bir formülle İP Başkanı olmasına rağmen, Doğu Perinçek'i ve başkalarını görmek isterdim. Keşke "Cumhuriyet için güç birliği", CHP ile uzlaşabilip ayrı bir liste çıkarmak durumunda kalmasaydı. Onların da parlamentoya girip, Atatürkçü ödünsüz ilkelerin takipçiliğini yapmaları, tartışmasız ülkenin kazancı olur.
İşte "bu şartlar altında dahi", sizden beklenen, kişisel kırgınlıklarınızı rafa kaldırıp, "AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulma" hedefine kendimizi kilitlememiz. Lütfen tüm bu mahsurları elinizin tersiyle kenara itin, büyük düşünün. Sanki öz kızınızın adaylığını destekler gibi bu seçimde listedeki isimlerin kimliğine takılmadan çalışın. Hedeflerimiz demokrasi, Cumhuriyet ve özgürlük olsun. Başbakan'ın Strasbourg'da sanki "terör örgütü üyesi" oldukları kanıtlanmış gibi sözettiği, Silivri'de ne ile suçlandığını bilmeden yatan aydınlar için çalışın... İnançla meydanlara, mitinglere, Anadolu’ya, "varoşlara" çıkın. "Güneşli Günler Göreceğiz" ve "Uğurlar Olsun" şarkılarını Edip Akbayram ve Selda ile beraber her sokakta söyleyin halkımızla beraber.
Halkımıza, Haberal'ı cezaevine yollayan raporu veren doktorun eşinin ya da Sivas sanıklarının avukatlarının nasıl yargıya veya bürokrasiye yerleştirildiğini veya aday yapıldığını, hangi yolsuzlukların üzerine sünger çekildiğini, fakirliğin kader olmadığını anlatın.
Lütfen hiç kimse "13 Haziran hesabı” yaparak Parti içi siyaseti, seçime karıştırmasın. İster kişisel haksızlık hesabı, ister liderlik iddiası olsun, farketmez. Savcılara, Baykalcılara, tarafsızlara, tüm örgüte sesleniyorum: Önce Türkiye'yi hak etmediği bir orta çağ zihniyetinden kurtaralım. Ardından Kurultay'da her birimiz istediğimiz mücadeleyi veririz.
Şunu unutmayın: Partinin başarısızlığı, ülkemizin çöküşünü getirecekse, sonrasında bu batan gemide kaptan olsan kaç yazar?
2011 Genel Seçimleri için CHP listeleri açıklandığından beri duyuyoruz: "CHP örgütü rahatsız, kızgın, küskün, örgüt 'ben bu liste için mi sahaya çıkacağım?' diyor."
Sevgili Atatürkçü dostlarım, sade bir parçası olmakla gurur duyduğum "altı ok" örgütünün değerli üyeleri, lütfen beni önyargısız dinleyin. Ben de listede yokum. Aday olmadım, genel merkez kendine has bazı tercihlere yöneldi, yetkilerine saygı duyduk ve önerilerimizi gündeme taşımakla yetindik. Arkadaşlar, bizler bu ülkede, bu Cumhuriyet'in temel kuruluş felsefesine damga vurmuş milyonlarca Atatürkçüyüz... Aramızdan, tüm sandalyeleri kazansak bile, (!) ancak 550 kişi vekil olabilir! Bu nedenle artık bu "aday oldum, olamadım" tartışmasını kaldırmamız lazım. Siyaseti sandalye için değil, özgür, demokrat ve laik bir Türkiye için, haksızlığa uğrayan vatandaşlar için yapın. Adaylar hakkında kişi analizi de yapmayın: Kimileri size göre CHP çizgisini taşımıyor olabilir. Bunları unutun. CHP çizgisi herşeyden önce sizsiniz. Kuvay-ı Milliye’den gelen CHP örgütü ve seçmenidir CHP çizgisi...
Listeler açıklandığı gece, PM üyesi bir arkadaş, listede yerini beğenmeyip, partiden ve partideki tüm görevlerinden istifa etti. Medya kendisini neredeyse CHP’nin yeni sembolü haline getirmişti. Bu olay herkese, başta o medyaya ders olsun: İnsan üç günde CHP'nin bayrağı da, sözcüsü de olamaz. Partide milletvekili "yapılmadan", önerdiği demokratik çözümler yok sayılarak, dışlanarak, haksızlığa uğrayan onca insan hep olmuştur. "Zaman testi" veya CHP'de "sıfat" için siyaset yapmadığını kanıtlamak orda başlar. Bu CHP kültürünün alfabesidir.
Aslında tüm CHP lilerin artık şunu görmesi lazım: Hazırladığımız "CHP tüzüğünde Demokratik Devrim" yapılmış olsaydı, bu şikâyetlerin HİÇBİRİ yaşanmayacaktı. Listelerin belki yarısı farklı olacaktı! Ve kimse kimseyi, kimseye şikâyet edemeyecekti! CHP Yönetimi de artık şunu görsün: "CHP değişti, Statükocu eski CHP gitsin" diye tepinen tüm kadro, CHP'nin iyiliğini isteyen değil, tersine AKP'nin sonsuz iktidarını isteyen ideoloji özürlü grubun üyesidir!
Hepimizin bildiği sorunlar ortada. Evet listeler farklı olabilirdi. Örneğin son anda YSK’nın müdahalesinden sonra listeye İlhan Cihaner 'in girmiş olması çok sevindirici. Gerçek bir başka CHP’li, Adnan Keskin’le beraber Ege’yi sallayacaklarına eminim. Ben o listelerde Tuncay Özkan'ı, Ümit Zileli'yi ve hatta bir formülle İP Başkanı olmasına rağmen, Doğu Perinçek'i ve başkalarını görmek isterdim. Keşke "Cumhuriyet için güç birliği", CHP ile uzlaşabilip ayrı bir liste çıkarmak durumunda kalmasaydı. Onların da parlamentoya girip, Atatürkçü ödünsüz ilkelerin takipçiliğini yapmaları, tartışmasız ülkenin kazancı olur.
İşte "bu şartlar altında dahi", sizden beklenen, kişisel kırgınlıklarınızı rafa kaldırıp, "AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulma" hedefine kendimizi kilitlememiz. Lütfen tüm bu mahsurları elinizin tersiyle kenara itin, büyük düşünün. Sanki öz kızınızın adaylığını destekler gibi bu seçimde listedeki isimlerin kimliğine takılmadan çalışın. Hedeflerimiz demokrasi, Cumhuriyet ve özgürlük olsun. Başbakan'ın Strasbourg'da sanki "terör örgütü üyesi" oldukları kanıtlanmış gibi sözettiği, Silivri'de ne ile suçlandığını bilmeden yatan aydınlar için çalışın... İnançla meydanlara, mitinglere, Anadolu’ya, "varoşlara" çıkın. "Güneşli Günler Göreceğiz" ve "Uğurlar Olsun" şarkılarını Edip Akbayram ve Selda ile beraber her sokakta söyleyin halkımızla beraber.
Halkımıza, Haberal'ı cezaevine yollayan raporu veren doktorun eşinin ya da Sivas sanıklarının avukatlarının nasıl yargıya veya bürokrasiye yerleştirildiğini veya aday yapıldığını, hangi yolsuzlukların üzerine sünger çekildiğini, fakirliğin kader olmadığını anlatın.
Lütfen hiç kimse "13 Haziran hesabı” yaparak Parti içi siyaseti, seçime karıştırmasın. İster kişisel haksızlık hesabı, ister liderlik iddiası olsun, farketmez. Savcılara, Baykalcılara, tarafsızlara, tüm örgüte sesleniyorum: Önce Türkiye'yi hak etmediği bir orta çağ zihniyetinden kurtaralım. Ardından Kurultay'da her birimiz istediğimiz mücadeleyi veririz.
Şunu unutmayın: Partinin başarısızlığı, ülkemizin çöküşünü getirecekse, sonrasında bu batan gemide kaptan olsan kaç yazar?
17 Nisan 2011 Pazar
Cehennemde 101 dakika! / Bedri Baykam / Fotogol yazisi..
BAZI maçlar anlatılmaz yaşanır. İşte bu öyle bir maçtı.
Bundan tam 10 yıl önce Mustafa Denizli’nin Fenerbahçe’si, şampiyonluk yolunda aynı Gaziantep’e karşı 0-3’ten 4-3’ü bulup şampiyonluğa yürümüştü.
Dün de bütün maç boyunca bazen iyi bazen kötü oynayan ama her an gol kovalayan Fenerbahçe, kendisine sanki cennet kapılarını açan sayıyı 94. dakikada Santos’un ayağından bulurken belki de Türkiye’de 10 kişi sevinçten veya üzüntüden kalp kiriz geçirdi.
Türkiye’de hayat gerçekten tamamen futbol üzerine kurulu.
Kritik maç son derece sert ve gergin başladı. Uçuşan kartlar, Fenerbahçe seyircisinin anlaşılmaz sarı kart arayışları derken 20. dakikada sarı-lacivertlilerin 2. penaltısını vermeyen Hüseyin Göçek oyunu çığırından çıkardı.
30. dakikada Gökhan Gönül’ün şutu direkte patlamasa oyun bambaşka noktalara akabilirdi.
Alex’in ortalarının dün ayarının bozuk olduğu kesindi. Ama zaten her maçta her an Alex’in kurtarıcılığı da nereye kadar beklenebilirdi? İlk yarının uzatma dakikalarında Lugano’nun hak ettiği direkt kırmızı kartın verilmemesi, oyunun kontrolünü kaybeden hakemin plansız bir hediyesinden ibaretti.
İkinci yarıda Olcan’ın şutu aynı üst direkte patlayınca takımlar ödeşti.
52. dakikada Semih’in sırtının üstüyle attığı gol neden verilmedi anlamadım? Bence faul yoktu.
Bu strese dayanılmazdı.
Biz Fenerbahçeliler kendi sahamızda, “Vur kır parçala bu maçı kazan” dedirten gerginlikleri bu yil unutmuştuk. Maçın sonu yaklaşırken Semih’in kaçırdığı, Volkan’ın kurtardığı pozisyonlar nefes keserken Aykut Hoca üst üste en doğru değişiklikleri yaptı.
Fener’in aradığı, Dia’nın sürati, Stoch’un dar sahadaki sorumluluk alan hareketleri olacaktı.
Uzun uzatma dakikalarına girildiğinde top bir türlü Fenerbahçe’yi sevmiyor ve Trabzonlular sokağa fırlamak için saniye sayıyorlardı.
İşte Stoch bütün sezon bir türlü atamadığı uzak şut golünü deneyecek fırsatı yine yarattı. Ve gerisi Santos’un ayağından malumunuz...
Peki ya o sut gol olmasaydı? Düşünmeye bile takatim yok. Ben tavana bakıp dinlenmeye gidiyorum eve...
Cehennemde 101 dakika! / Bedri Baykam / Fotogol yazisi..
BAZI maçlar anlatılmaz yaşanır. İşte bu öyle bir maçtı.
Bundan tam 10 yıl önce Mustafa Denizli’nin Fenerbahçe’si, şampiyonluk yolunda aynı Gaziantep’e karşı 0-3’ten 4-3’ü bulup şampiyonluğa yürümüştü.
Dün de bütün maç boyunca bazen iyi bazen kötü oynayan ama her an gol kovalayan Fenerbahçe, kendisine sanki cennet kapılarını açan sayıyı 94. dakikada Santos’un ayağından bulurken belki de Türkiye’de 10 kişi sevinçten veya üzüntüden kalp kiriz geçirdi.
Türkiye’de hayat gerçekten tamamen futbol üzerine kurulu.
Kritik maç son derece sert ve gergin başladı. Uçuşan kartlar, Fenerbahçe seyircisinin anlaşılmaz sarı kart arayışları derken 20. dakikada sarı-lacivertlilerin 2. penaltısını vermeyen Hüseyin Göçek oyunu çığırından çıkardı.
30. dakikada Gökhan Gönül’ün şutu direkte patlamasa oyun bambaşka noktalara akabilirdi.
Alex’in ortalarının dün ayarının bozuk olduğu kesindi. Ama zaten her maçta her an Alex’in kurtarıcılığı da nereye kadar beklenebilirdi? İlk yarının uzatma dakikalarında Lugano’nun hak ettiği direkt kırmızı kartın verilmemesi, oyunun kontrolünü kaybeden hakemin plansız bir hediyesinden ibaretti.
İkinci yarıda Olcan’ın şutu aynı üst direkte patlayınca takımlar ödeşti.
52. dakikada Semih’in sırtının üstüyle attığı gol neden verilmedi anlamadım? Bence faul yoktu.
Bu strese dayanılmazdı.
Biz Fenerbahçeliler kendi sahamızda, “Vur kır parçala bu maçı kazan” dedirten gerginlikleri bu yil unutmuştuk. Maçın sonu yaklaşırken Semih’in kaçırdığı, Volkan’ın kurtardığı pozisyonlar nefes keserken Aykut Hoca üst üste en doğru değişiklikleri yaptı.
Fener’in aradığı, Dia’nın sürati, Stoch’un dar sahadaki sorumluluk alan hareketleri olacaktı.
Uzun uzatma dakikalarına girildiğinde top bir türlü Fenerbahçe’yi sevmiyor ve Trabzonlular sokağa fırlamak için saniye sayıyorlardı.
İşte Stoch bütün sezon bir türlü atamadığı uzak şut golünü deneyecek fırsatı yine yarattı. Ve gerisi Santos’un ayağından malumunuz...
Peki ya o sut gol olmasaydı? Düşünmeye bile takatim yok. Ben tavana bakıp dinlenmeye gidiyorum eve...
12 Nisan 2011 Salı
UPSD, GUADALAJARA'DA "DÜNYA SANAT GÜNÜ"NÜ NASIL İLAN ETTİRDİ? / Bedri Baykam / 12 Nisan 2011 Cumhuriyet makalesi..
Bugün Türkiye’nin ana gündeminde CHP’nin dün açıklanan adaylık listeleri olduğunu biliyorum. Ancak yazımı, adaylıkların açıklandığı saatlerden önce kaleme aldığım için, “duyum” üzerine yorum yapmak istemiyorum. Haftaya CHP ile ilgili yorumlarımı okursunuz.
Dünya Plastik Sanat Dernekleri’nin (A.I.A.P.) 17. Genel Kurulu’na katılmak üzere Meksika’nın Guadalajara kentine uçarken, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) olarak çeşitli hedeflerimiz vardı. Guadalajara, daha önce gördüğüm yerlerle kıyaslarsam, Havana ile Tiflis karışımı bir kent…
İstanbul’da Yönetim Kurulu’nun aldığı kararların en önemlisi, Dünya Genel Kurulu’na bir “Dünya Sanat Günü” önerisi taşımaktı. Derneğin Genel Sekreteri Safiye Mine Erdurak ile beraber bu projeyi en iyi gündeme getirme zamanlamasını ararken 1. günde karar kıldık. Bu tip uluslararası buluşmalarda birinci günün ayrı bir önemi vardır. Daha sonra dikkatler azalır. “Dünya Sanat Günü” olarak “Leonardo Da Vinci’nin doğum günü” olan 15 Nisan’ı seçmiştik.Leonardo, dünyada “tartışılmaz” bir değer. O’nun dışında vereceğiniz herhangi bir isme biri çıkıp burun kıvırabilir. Hatta bu isim Picasso olsa bile… Bu nedenle seçimimizden şüphemiz yoktu. Teklifimiz ortaya güçlü bir şekilde çıksın diye önergeye ortak imzalar aradım. Sonuçta sabah görüşmelerinin ardından bir gündür yürüttüğümüz lobi çalışmaları doğrultusunda İsveç, Norveç, Fransa, Slovakya, Mauritius, Irak, Japonya dışında aldığımız üç imza son derece belirleyici oldu: Bunlar ev sahibi Meksika Başkanı Burillo-Velasco, Dünya A.I.A.P. Başkanı Çinli Liu Dawei ve Avrupa A.I.A.P. Başkanı Güney Kıbrıslı Christos Symeonides’in imzalarıydı. Sunuş konuşmamdan sonra Divan da Burillo-Velasco Genel Kurul’a önergeyi oylattı ve metin oybirliği ve alkışlarla kabul edildi.
Böylece bu önergeyi sunup kabul ettirmiş olan Türkiye ve bu karara imza atmış olan A.I.A.P dışında herkes ne kazandı? Artık dünyanın “Kadınlar Günü”, “İşçi Hakları Günü”, “Barış Günü”, ”Tiyatro Günü”, “Sevgililer Günü”nden sonra bir de sanatçıların kararıyla “Sanat Günü” oldu.15 Nisan’ı bu yıl aramızda mütevazı bir şekilde kutlayacağız ve ilk kutlama 2012’de olacak. Bu günün kabul görmesi için en etkin yayma çabalarını sürdürmesi gereken ülkeler, kararı öneren Türkiye, o Genel Kurul’a ev sahipliği yapan Meksika, Leonardo’nun ülkesi İtalya… ve tabii tüm diğer ülkeler! Çünkü bu günün sayılamayacak kadar yararı var: Dünya sanatçılarının tüm bir gün boyunca her yerde kutlama yapacakları bir dayanışma fırsatı, genç sanatçılara destek olmak için oluşturulacak özel veya kamu bütçeleri, sanatın gücünün her türlü baskı ortamına karşı hatırlatılması, herkesin birbirine sanat eseri hediye etmesi, konferanslarla sanat bilincinin yaygınlaştırılması gibi…
Bunun dışında Genel Kurul gündeminde öncelikle eski yönetimin hazırlayıp sunduğu tüzük değişiklikleri vardı. Bu önerilerden neredeyse salt Türkiye Masası’nın izin verdikleri geçti, itiraz ettiğimiz her değişiklik reddedildi! Tüm bu kongre içi akışı kontrol altında tutmamızda siyasi kurultay deneyimlerimin rolü olmadı desem yalan olur!
Diğer önemli konumuz, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nı bekleyen tehdide karşı Genel Kurul’a gereken bilgilerin sunulması ve bir koruma kararının çıkmasıydı. Konuyu yakından takip eden Avrupa A.I.A.P Başkanı Symeonides konuyu gündeme taşıdı, ben ek bilgileri verdim ve sonuçta bu koruma kararı da Genel Kurul’dan oybirliğiyle çıktı.
Daha sonra 11 kişilik Yeni Dünya Yönetimi’ne Türkiye ve UPSD adına ben de seçildim. Mükemmel bir ev sahipliği yapan Meksikalı Rosa Maria Burillo Velasco Başkan olurken, ben de beş bölgesel Dünya Koordinatöründen biri oldum. Türkiye’nin A.I.A.P. içinde etkin roller alabilmesinde bir önceki UPSD Başkanı Mehmet Güleryüz’ün bıraktığı olumlu izlerin de büyük etkisi vardır.
Dünyayı savaşlardan, faşizmden ve robotlaşmalardan koruyacak bir şey varsa, o da tabii sanat! UPSD olarak Dünya Genel Kurulu’nda bu savaşları verirken yurt içinde de bu akşam, Salı 12 Nisan günü saat 19’da Akatlar da Beşiktaş Belediyesi’nin MKM Beşiktaş Çağdaş Galerisi’nde otuz beş yaş altı “111” sanatçının işlerinin yer aldığı “GENÇ ETKİNLİK 5” sergisi açılıyor. Serginin çağrı metnini oluştururken başlığa “Özgürlük Sil Baştan”ı yerleştirdik. İçinden geçtiğimiz karanlık günlerde özgürlük arayışından daha çok öne çıkarılacak kavram var mı? Bu sergiyi oluştururken birçok üniversiteyi gezdik ve sanatçılarla birebir görüştük. Bu akşam sergimize gelin ve Türkiye’nin yeni aydınlık yüzleriyle tanışın!
Dünya Plastik Sanat Dernekleri’nin (A.I.A.P.) 17. Genel Kurulu’na katılmak üzere Meksika’nın Guadalajara kentine uçarken, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) olarak çeşitli hedeflerimiz vardı. Guadalajara, daha önce gördüğüm yerlerle kıyaslarsam, Havana ile Tiflis karışımı bir kent…
İstanbul’da Yönetim Kurulu’nun aldığı kararların en önemlisi, Dünya Genel Kurulu’na bir “Dünya Sanat Günü” önerisi taşımaktı. Derneğin Genel Sekreteri Safiye Mine Erdurak ile beraber bu projeyi en iyi gündeme getirme zamanlamasını ararken 1. günde karar kıldık. Bu tip uluslararası buluşmalarda birinci günün ayrı bir önemi vardır. Daha sonra dikkatler azalır. “Dünya Sanat Günü” olarak “Leonardo Da Vinci’nin doğum günü” olan 15 Nisan’ı seçmiştik.Leonardo, dünyada “tartışılmaz” bir değer. O’nun dışında vereceğiniz herhangi bir isme biri çıkıp burun kıvırabilir. Hatta bu isim Picasso olsa bile… Bu nedenle seçimimizden şüphemiz yoktu. Teklifimiz ortaya güçlü bir şekilde çıksın diye önergeye ortak imzalar aradım. Sonuçta sabah görüşmelerinin ardından bir gündür yürüttüğümüz lobi çalışmaları doğrultusunda İsveç, Norveç, Fransa, Slovakya, Mauritius, Irak, Japonya dışında aldığımız üç imza son derece belirleyici oldu: Bunlar ev sahibi Meksika Başkanı Burillo-Velasco, Dünya A.I.A.P. Başkanı Çinli Liu Dawei ve Avrupa A.I.A.P. Başkanı Güney Kıbrıslı Christos Symeonides’in imzalarıydı. Sunuş konuşmamdan sonra Divan da Burillo-Velasco Genel Kurul’a önergeyi oylattı ve metin oybirliği ve alkışlarla kabul edildi.
Böylece bu önergeyi sunup kabul ettirmiş olan Türkiye ve bu karara imza atmış olan A.I.A.P dışında herkes ne kazandı? Artık dünyanın “Kadınlar Günü”, “İşçi Hakları Günü”, “Barış Günü”, ”Tiyatro Günü”, “Sevgililer Günü”nden sonra bir de sanatçıların kararıyla “Sanat Günü” oldu.15 Nisan’ı bu yıl aramızda mütevazı bir şekilde kutlayacağız ve ilk kutlama 2012’de olacak. Bu günün kabul görmesi için en etkin yayma çabalarını sürdürmesi gereken ülkeler, kararı öneren Türkiye, o Genel Kurul’a ev sahipliği yapan Meksika, Leonardo’nun ülkesi İtalya… ve tabii tüm diğer ülkeler! Çünkü bu günün sayılamayacak kadar yararı var: Dünya sanatçılarının tüm bir gün boyunca her yerde kutlama yapacakları bir dayanışma fırsatı, genç sanatçılara destek olmak için oluşturulacak özel veya kamu bütçeleri, sanatın gücünün her türlü baskı ortamına karşı hatırlatılması, herkesin birbirine sanat eseri hediye etmesi, konferanslarla sanat bilincinin yaygınlaştırılması gibi…
Bunun dışında Genel Kurul gündeminde öncelikle eski yönetimin hazırlayıp sunduğu tüzük değişiklikleri vardı. Bu önerilerden neredeyse salt Türkiye Masası’nın izin verdikleri geçti, itiraz ettiğimiz her değişiklik reddedildi! Tüm bu kongre içi akışı kontrol altında tutmamızda siyasi kurultay deneyimlerimin rolü olmadı desem yalan olur!
Diğer önemli konumuz, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nı bekleyen tehdide karşı Genel Kurul’a gereken bilgilerin sunulması ve bir koruma kararının çıkmasıydı. Konuyu yakından takip eden Avrupa A.I.A.P Başkanı Symeonides konuyu gündeme taşıdı, ben ek bilgileri verdim ve sonuçta bu koruma kararı da Genel Kurul’dan oybirliğiyle çıktı.
Daha sonra 11 kişilik Yeni Dünya Yönetimi’ne Türkiye ve UPSD adına ben de seçildim. Mükemmel bir ev sahipliği yapan Meksikalı Rosa Maria Burillo Velasco Başkan olurken, ben de beş bölgesel Dünya Koordinatöründen biri oldum. Türkiye’nin A.I.A.P. içinde etkin roller alabilmesinde bir önceki UPSD Başkanı Mehmet Güleryüz’ün bıraktığı olumlu izlerin de büyük etkisi vardır.
Dünyayı savaşlardan, faşizmden ve robotlaşmalardan koruyacak bir şey varsa, o da tabii sanat! UPSD olarak Dünya Genel Kurulu’nda bu savaşları verirken yurt içinde de bu akşam, Salı 12 Nisan günü saat 19’da Akatlar da Beşiktaş Belediyesi’nin MKM Beşiktaş Çağdaş Galerisi’nde otuz beş yaş altı “111” sanatçının işlerinin yer aldığı “GENÇ ETKİNLİK 5” sergisi açılıyor. Serginin çağrı metnini oluştururken başlığa “Özgürlük Sil Baştan”ı yerleştirdik. İçinden geçtiğimiz karanlık günlerde özgürlük arayışından daha çok öne çıkarılacak kavram var mı? Bu sergiyi oluştururken birçok üniversiteyi gezdik ve sanatçılarla birebir görüştük. Bu akşam sergimize gelin ve Türkiye’nin yeni aydınlık yüzleriyle tanışın!
UPSD, GUADALAJARA'DA "DÜNYA SANAT GÜNÜ"NÜ NASIL İLAN ETTİRDİ? / Bedri Baykam / 12 Nisan 2011 Cumhuriyet makalesi..
Bugün Türkiye’nin ana gündeminde CHP’nin dün açıklanan adaylık listeleri olduğunu biliyorum. Ancak yazımı, adaylıkların açıklandığı saatlerden önce kaleme aldığım için, “duyum” üzerine yorum yapmak istemiyorum. Haftaya CHP ile ilgili yorumlarımı okursunuz.
Dünya Plastik Sanat Dernekleri’nin (A.I.A.P.) 17. Genel Kurulu’na katılmak üzere Meksika’nın Guadalajara kentine uçarken, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) olarak çeşitli hedeflerimiz vardı. Guadalajara, daha önce gördüğüm yerlerle kıyaslarsam, Havana ile Tiflis karışımı bir kent…
İstanbul’da Yönetim Kurulu’nun aldığı kararların en önemlisi, Dünya Genel Kurulu’na bir “Dünya Sanat Günü” önerisi taşımaktı. Derneğin Genel Sekreteri Safiye Mine Erdurak ile beraber bu projeyi en iyi gündeme getirme zamanlamasını ararken 1. günde karar kıldık. Bu tip uluslararası buluşmalarda birinci günün ayrı bir önemi vardır. Daha sonra dikkatler azalır. “Dünya Sanat Günü” olarak “Leonardo Da Vinci’nin doğum günü” olan 15 Nisan’ı seçmiştik.Leonardo, dünyada “tartışılmaz” bir değer. O’nun dışında vereceğiniz herhangi bir isme biri çıkıp burun kıvırabilir. Hatta bu isim Picasso olsa bile… Bu nedenle seçimimizden şüphemiz yoktu. Teklifimiz ortaya güçlü bir şekilde çıksın diye önergeye ortak imzalar aradım. Sonuçta sabah görüşmelerinin ardından bir gündür yürüttüğümüz lobi çalışmaları doğrultusunda İsveç, Norveç, Fransa, Slovakya, Mauritius, Irak, Japonya dışında aldığımız üç imza son derece belirleyici oldu: Bunlar ev sahibi Meksika Başkanı Burillo-Velasco, Dünya A.I.A.P. Başkanı Çinli Liu Dawei ve Avrupa A.I.A.P. Başkanı Güney Kıbrıslı Christos Symeonides’in imzalarıydı. Sunuş konuşmamdan sonra Divan da Burillo-Velasco Genel Kurul’a önergeyi oylattı ve metin oybirliği ve alkışlarla kabul edildi.
Böylece bu önergeyi sunup kabul ettirmiş olan Türkiye ve bu karara imza atmış olan A.I.A.P dışında herkes ne kazandı? Artık dünyanın “Kadınlar Günü”, “İşçi Hakları Günü”, “Barış Günü”, ”Tiyatro Günü”, “Sevgililer Günü”nden sonra bir de sanatçıların kararıyla “Sanat Günü” oldu.15 Nisan’ı bu yıl aramızda mütevazı bir şekilde kutlayacağız ve ilk kutlama 2012’de olacak. Bu günün kabul görmesi için en etkin yayma çabalarını sürdürmesi gereken ülkeler, kararı öneren Türkiye, o Genel Kurul’a ev sahipliği yapan Meksika, Leonardo’nun ülkesi İtalya… ve tabii tüm diğer ülkeler! Çünkü bu günün sayılamayacak kadar yararı var: Dünya sanatçılarının tüm bir gün boyunca her yerde kutlama yapacakları bir dayanışma fırsatı, genç sanatçılara destek olmak için oluşturulacak özel veya kamu bütçeleri, sanatın gücünün her türlü baskı ortamına karşı hatırlatılması, herkesin birbirine sanat eseri hediye etmesi, konferanslarla sanat bilincinin yaygınlaştırılması gibi…
Bunun dışında Genel Kurul gündeminde öncelikle eski yönetimin hazırlayıp sunduğu tüzük değişiklikleri vardı. Bu önerilerden neredeyse salt Türkiye Masası’nın izin verdikleri geçti, itiraz ettiğimiz her değişiklik reddedildi! Tüm bu kongre içi akışı kontrol altında tutmamızda siyasi kurultay deneyimlerimin rolü olmadı desem yalan olur!
Diğer önemli konumuz, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nı bekleyen tehdide karşı Genel Kurul’a gereken bilgilerin sunulması ve bir koruma kararının çıkmasıydı. Konuyu yakından takip eden Avrupa A.I.A.P Başkanı Symeonides konuyu gündeme taşıdı, ben ek bilgileri verdim ve sonuçta bu koruma kararı da Genel Kurul’dan oybirliğiyle çıktı.
Daha sonra 11 kişilik Yeni Dünya Yönetimi’ne Türkiye ve UPSD adına ben de seçildim. Mükemmel bir ev sahipliği yapan Meksikalı Rosa Maria Burillo Velasco Başkan olurken, ben de beş bölgesel Dünya Koordinatöründen biri oldum. Türkiye’nin A.I.A.P. içinde etkin roller alabilmesinde bir önceki UPSD Başkanı Mehmet Güleryüz’ün bıraktığı olumlu izlerin de büyük etkisi vardır.
Dünyayı savaşlardan, faşizmden ve robotlaşmalardan koruyacak bir şey varsa, o da tabii sanat! UPSD olarak Dünya Genel Kurulu’nda bu savaşları verirken yurt içinde de bu akşam, Salı 12 Nisan günü saat 19’da Akatlar da Beşiktaş Belediyesi’nin MKM Beşiktaş Çağdaş Galerisi’nde otuz beş yaş altı “111” sanatçının işlerinin yer aldığı “GENÇ ETKİNLİK 5” sergisi açılıyor. Serginin çağrı metnini oluştururken başlığa “Özgürlük Sil Baştan”ı yerleştirdik. İçinden geçtiğimiz karanlık günlerde özgürlük arayışından daha çok öne çıkarılacak kavram var mı? Bu sergiyi oluştururken birçok üniversiteyi gezdik ve sanatçılarla birebir görüştük. Bu akşam sergimize gelin ve Türkiye’nin yeni aydınlık yüzleriyle tanışın!
Dünya Plastik Sanat Dernekleri’nin (A.I.A.P.) 17. Genel Kurulu’na katılmak üzere Meksika’nın Guadalajara kentine uçarken, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) olarak çeşitli hedeflerimiz vardı. Guadalajara, daha önce gördüğüm yerlerle kıyaslarsam, Havana ile Tiflis karışımı bir kent…
İstanbul’da Yönetim Kurulu’nun aldığı kararların en önemlisi, Dünya Genel Kurulu’na bir “Dünya Sanat Günü” önerisi taşımaktı. Derneğin Genel Sekreteri Safiye Mine Erdurak ile beraber bu projeyi en iyi gündeme getirme zamanlamasını ararken 1. günde karar kıldık. Bu tip uluslararası buluşmalarda birinci günün ayrı bir önemi vardır. Daha sonra dikkatler azalır. “Dünya Sanat Günü” olarak “Leonardo Da Vinci’nin doğum günü” olan 15 Nisan’ı seçmiştik.Leonardo, dünyada “tartışılmaz” bir değer. O’nun dışında vereceğiniz herhangi bir isme biri çıkıp burun kıvırabilir. Hatta bu isim Picasso olsa bile… Bu nedenle seçimimizden şüphemiz yoktu. Teklifimiz ortaya güçlü bir şekilde çıksın diye önergeye ortak imzalar aradım. Sonuçta sabah görüşmelerinin ardından bir gündür yürüttüğümüz lobi çalışmaları doğrultusunda İsveç, Norveç, Fransa, Slovakya, Mauritius, Irak, Japonya dışında aldığımız üç imza son derece belirleyici oldu: Bunlar ev sahibi Meksika Başkanı Burillo-Velasco, Dünya A.I.A.P. Başkanı Çinli Liu Dawei ve Avrupa A.I.A.P. Başkanı Güney Kıbrıslı Christos Symeonides’in imzalarıydı. Sunuş konuşmamdan sonra Divan da Burillo-Velasco Genel Kurul’a önergeyi oylattı ve metin oybirliği ve alkışlarla kabul edildi.
Böylece bu önergeyi sunup kabul ettirmiş olan Türkiye ve bu karara imza atmış olan A.I.A.P dışında herkes ne kazandı? Artık dünyanın “Kadınlar Günü”, “İşçi Hakları Günü”, “Barış Günü”, ”Tiyatro Günü”, “Sevgililer Günü”nden sonra bir de sanatçıların kararıyla “Sanat Günü” oldu.15 Nisan’ı bu yıl aramızda mütevazı bir şekilde kutlayacağız ve ilk kutlama 2012’de olacak. Bu günün kabul görmesi için en etkin yayma çabalarını sürdürmesi gereken ülkeler, kararı öneren Türkiye, o Genel Kurul’a ev sahipliği yapan Meksika, Leonardo’nun ülkesi İtalya… ve tabii tüm diğer ülkeler! Çünkü bu günün sayılamayacak kadar yararı var: Dünya sanatçılarının tüm bir gün boyunca her yerde kutlama yapacakları bir dayanışma fırsatı, genç sanatçılara destek olmak için oluşturulacak özel veya kamu bütçeleri, sanatın gücünün her türlü baskı ortamına karşı hatırlatılması, herkesin birbirine sanat eseri hediye etmesi, konferanslarla sanat bilincinin yaygınlaştırılması gibi…
Bunun dışında Genel Kurul gündeminde öncelikle eski yönetimin hazırlayıp sunduğu tüzük değişiklikleri vardı. Bu önerilerden neredeyse salt Türkiye Masası’nın izin verdikleri geçti, itiraz ettiğimiz her değişiklik reddedildi! Tüm bu kongre içi akışı kontrol altında tutmamızda siyasi kurultay deneyimlerimin rolü olmadı desem yalan olur!
Diğer önemli konumuz, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nı bekleyen tehdide karşı Genel Kurul’a gereken bilgilerin sunulması ve bir koruma kararının çıkmasıydı. Konuyu yakından takip eden Avrupa A.I.A.P Başkanı Symeonides konuyu gündeme taşıdı, ben ek bilgileri verdim ve sonuçta bu koruma kararı da Genel Kurul’dan oybirliğiyle çıktı.
Daha sonra 11 kişilik Yeni Dünya Yönetimi’ne Türkiye ve UPSD adına ben de seçildim. Mükemmel bir ev sahipliği yapan Meksikalı Rosa Maria Burillo Velasco Başkan olurken, ben de beş bölgesel Dünya Koordinatöründen biri oldum. Türkiye’nin A.I.A.P. içinde etkin roller alabilmesinde bir önceki UPSD Başkanı Mehmet Güleryüz’ün bıraktığı olumlu izlerin de büyük etkisi vardır.
Dünyayı savaşlardan, faşizmden ve robotlaşmalardan koruyacak bir şey varsa, o da tabii sanat! UPSD olarak Dünya Genel Kurulu’nda bu savaşları verirken yurt içinde de bu akşam, Salı 12 Nisan günü saat 19’da Akatlar da Beşiktaş Belediyesi’nin MKM Beşiktaş Çağdaş Galerisi’nde otuz beş yaş altı “111” sanatçının işlerinin yer aldığı “GENÇ ETKİNLİK 5” sergisi açılıyor. Serginin çağrı metnini oluştururken başlığa “Özgürlük Sil Baştan”ı yerleştirdik. İçinden geçtiğimiz karanlık günlerde özgürlük arayışından daha çok öne çıkarılacak kavram var mı? Bu sergiyi oluştururken birçok üniversiteyi gezdik ve sanatçılarla birebir görüştük. Bu akşam sergimize gelin ve Türkiye’nin yeni aydınlık yüzleriyle tanışın!
9 Nisan 2011 Cumartesi
ALEX BÖYLE İSTEDİ... / Bedri Baykam / Fotogol yazisi
Fenerbahçe kendisine pek uğurlu gelmeyen bir deplasmanda 3 puanı 3 golle alırken şampiyonluk yolunda önemli bir engeli atlatmayı başardı...
Maçtan önce es-es taraftarınuı keyifle izlerken aklıma o takımın 1960 lardaki heyecan verici günleri geldi. Kırmızı şimşekler de o izlere uygun bir başlangıç yaptılar. 6. dakikada hızlı bir kontratakta Batuhan'ın golü bir kafa vuruşundan çok bir basketçinin şık smaçını hatırlattı bana. Ama geçen haftaki Bursa beraberliğinin de etkisiyle taraftarın kalbinin fazla sıkışmasına kaptan Alex izin veremezdi. Önce Caner'le girdiği verkaç, hemen ardından Niang'a adrese teslim yolladığı ara pasla sekiz dakikaya sığdırdığı iki asistle skoru 2-1 e taşıyıverdi.
Özellikle Caner'in yeni yerinde getirdiği hareketlilik ve Alex'in maestroluguyla sarı lacivertliler hücumlarını çok rahat bir akışla gerçekleştirmeye başladılar. Bu anlarda 21 ve 27. dakikalarda Alex'in vurduğu çok iyi kafa şutlarını Izvestia başarılı reflekslerle çıkarmasa maç baştan kopup gidecekti. Bu dakikalardan sonra sarı lacivertliler ortada top dolaştırırken dar alanda kısa paslaşmalarda abartıya kaçınca, kimi tehlikeli top kaptırmalar yaşadılarsa da, devreyi kontrollü şekilde 2-1 e taşıyabildiler.
İkinci yarıya her iki takım da hata yapmaktan korkarak temkinli başladılar. Niang 60. dakikada kontratağında egoistlik yapmayıp Alex'e topu yuvarlamadı. Oyunu orta sahada rölantiye alan Fenerbahçe adına 70. dakikada tarihi bir an yaşandı ve Lugano sarı kartını belki hayatında ilk defa kabul etti!
Maçın kırılma anı 75. dakikaydı. Batuhan'ın kafa şutu Volkan'a rağmen direğe çarptı ve dönen tehlikeli topta kaleyi bulmadı. Bu futbol tanrılarının kanaryayı koruduğu bir saniyeydi.
Aykut Hoca doğru değişiklikleri yaptıktan sonra dünyanın en iyi gol/dakika sayısı oranına sahip oyuncularından Semih, beliyle bilinçli bir 3. golü filelere bırakarak perdeyi indirdi.
TV de spiker "Alex-Niang-Semih beraber oynarken yalnız 3 gol atmışlar" diye ahkam kesti. Ben de ona soruyorum burdan: "Beraber kaç maç oynadılar ki?"...
Maçtan önce es-es taraftarınuı keyifle izlerken aklıma o takımın 1960 lardaki heyecan verici günleri geldi. Kırmızı şimşekler de o izlere uygun bir başlangıç yaptılar. 6. dakikada hızlı bir kontratakta Batuhan'ın golü bir kafa vuruşundan çok bir basketçinin şık smaçını hatırlattı bana. Ama geçen haftaki Bursa beraberliğinin de etkisiyle taraftarın kalbinin fazla sıkışmasına kaptan Alex izin veremezdi. Önce Caner'le girdiği verkaç, hemen ardından Niang'a adrese teslim yolladığı ara pasla sekiz dakikaya sığdırdığı iki asistle skoru 2-1 e taşıyıverdi.
Özellikle Caner'in yeni yerinde getirdiği hareketlilik ve Alex'in maestroluguyla sarı lacivertliler hücumlarını çok rahat bir akışla gerçekleştirmeye başladılar. Bu anlarda 21 ve 27. dakikalarda Alex'in vurduğu çok iyi kafa şutlarını Izvestia başarılı reflekslerle çıkarmasa maç baştan kopup gidecekti. Bu dakikalardan sonra sarı lacivertliler ortada top dolaştırırken dar alanda kısa paslaşmalarda abartıya kaçınca, kimi tehlikeli top kaptırmalar yaşadılarsa da, devreyi kontrollü şekilde 2-1 e taşıyabildiler.
İkinci yarıya her iki takım da hata yapmaktan korkarak temkinli başladılar. Niang 60. dakikada kontratağında egoistlik yapmayıp Alex'e topu yuvarlamadı. Oyunu orta sahada rölantiye alan Fenerbahçe adına 70. dakikada tarihi bir an yaşandı ve Lugano sarı kartını belki hayatında ilk defa kabul etti!
Maçın kırılma anı 75. dakikaydı. Batuhan'ın kafa şutu Volkan'a rağmen direğe çarptı ve dönen tehlikeli topta kaleyi bulmadı. Bu futbol tanrılarının kanaryayı koruduğu bir saniyeydi.
Aykut Hoca doğru değişiklikleri yaptıktan sonra dünyanın en iyi gol/dakika sayısı oranına sahip oyuncularından Semih, beliyle bilinçli bir 3. golü filelere bırakarak perdeyi indirdi.
TV de spiker "Alex-Niang-Semih beraber oynarken yalnız 3 gol atmışlar" diye ahkam kesti. Ben de ona soruyorum burdan: "Beraber kaç maç oynadılar ki?"...
ALEX BÖYLE İSTEDİ... / Bedri Baykam / Fotogol yazisi
Fenerbahçe kendisine pek uğurlu gelmeyen bir deplasmanda 3 puanı 3 golle alırken şampiyonluk yolunda önemli bir engeli atlatmayı başardı...
Maçtan önce es-es taraftarınuı keyifle izlerken aklıma o takımın 1960 lardaki heyecan verici günleri geldi. Kırmızı şimşekler de o izlere uygun bir başlangıç yaptılar. 6. dakikada hızlı bir kontratakta Batuhan'ın golü bir kafa vuruşundan çok bir basketçinin şık smaçını hatırlattı bana. Ama geçen haftaki Bursa beraberliğinin de etkisiyle taraftarın kalbinin fazla sıkışmasına kaptan Alex izin veremezdi. Önce Caner'le girdiği verkaç, hemen ardından Niang'a adrese teslim yolladığı ara pasla sekiz dakikaya sığdırdığı iki asistle skoru 2-1 e taşıyıverdi.
Özellikle Caner'in yeni yerinde getirdiği hareketlilik ve Alex'in maestroluguyla sarı lacivertliler hücumlarını çok rahat bir akışla gerçekleştirmeye başladılar. Bu anlarda 21 ve 27. dakikalarda Alex'in vurduğu çok iyi kafa şutlarını Izvestia başarılı reflekslerle çıkarmasa maç baştan kopup gidecekti. Bu dakikalardan sonra sarı lacivertliler ortada top dolaştırırken dar alanda kısa paslaşmalarda abartıya kaçınca, kimi tehlikeli top kaptırmalar yaşadılarsa da, devreyi kontrollü şekilde 2-1 e taşıyabildiler.
İkinci yarıya her iki takım da hata yapmaktan korkarak temkinli başladılar. Niang 60. dakikada kontratağında egoistlik yapmayıp Alex'e topu yuvarlamadı. Oyunu orta sahada rölantiye alan Fenerbahçe adına 70. dakikada tarihi bir an yaşandı ve Lugano sarı kartını belki hayatında ilk defa kabul etti!
Maçın kırılma anı 75. dakikaydı. Batuhan'ın kafa şutu Volkan'a rağmen direğe çarptı ve dönen tehlikeli topta kaleyi bulmadı. Bu futbol tanrılarının kanaryayı koruduğu bir saniyeydi.
Aykut Hoca doğru değişiklikleri yaptıktan sonra dünyanın en iyi gol/dakika sayısı oranına sahip oyuncularından Semih, beliyle bilinçli bir 3. golü filelere bırakarak perdeyi indirdi.
TV de spiker "Alex-Niang-Semih beraber oynarken yalnız 3 gol atmışlar" diye ahkam kesti. Ben de ona soruyorum burdan: "Beraber kaç maç oynadılar ki?"...
Maçtan önce es-es taraftarınuı keyifle izlerken aklıma o takımın 1960 lardaki heyecan verici günleri geldi. Kırmızı şimşekler de o izlere uygun bir başlangıç yaptılar. 6. dakikada hızlı bir kontratakta Batuhan'ın golü bir kafa vuruşundan çok bir basketçinin şık smaçını hatırlattı bana. Ama geçen haftaki Bursa beraberliğinin de etkisiyle taraftarın kalbinin fazla sıkışmasına kaptan Alex izin veremezdi. Önce Caner'le girdiği verkaç, hemen ardından Niang'a adrese teslim yolladığı ara pasla sekiz dakikaya sığdırdığı iki asistle skoru 2-1 e taşıyıverdi.
Özellikle Caner'in yeni yerinde getirdiği hareketlilik ve Alex'in maestroluguyla sarı lacivertliler hücumlarını çok rahat bir akışla gerçekleştirmeye başladılar. Bu anlarda 21 ve 27. dakikalarda Alex'in vurduğu çok iyi kafa şutlarını Izvestia başarılı reflekslerle çıkarmasa maç baştan kopup gidecekti. Bu dakikalardan sonra sarı lacivertliler ortada top dolaştırırken dar alanda kısa paslaşmalarda abartıya kaçınca, kimi tehlikeli top kaptırmalar yaşadılarsa da, devreyi kontrollü şekilde 2-1 e taşıyabildiler.
İkinci yarıya her iki takım da hata yapmaktan korkarak temkinli başladılar. Niang 60. dakikada kontratağında egoistlik yapmayıp Alex'e topu yuvarlamadı. Oyunu orta sahada rölantiye alan Fenerbahçe adına 70. dakikada tarihi bir an yaşandı ve Lugano sarı kartını belki hayatında ilk defa kabul etti!
Maçın kırılma anı 75. dakikaydı. Batuhan'ın kafa şutu Volkan'a rağmen direğe çarptı ve dönen tehlikeli topta kaleyi bulmadı. Bu futbol tanrılarının kanaryayı koruduğu bir saniyeydi.
Aykut Hoca doğru değişiklikleri yaptıktan sonra dünyanın en iyi gol/dakika sayısı oranına sahip oyuncularından Semih, beliyle bilinçli bir 3. golü filelere bırakarak perdeyi indirdi.
TV de spiker "Alex-Niang-Semih beraber oynarken yalnız 3 gol atmışlar" diye ahkam kesti. Ben de ona soruyorum burdan: "Beraber kaç maç oynadılar ki?"...
6 Nisan 2011 Çarşamba
TÜRKİYE'NİN GİRİŞİMİYLE "DÜNYA SANAT GÜNÜ" BELİRLENDİ… LEONARDO DA VİNCİ'NİN DOĞUM GÜNÜ 15 NİSAN ARTIK "DÜNYA SANAT GÜNÜ"!
ACİL BASIN BÜLTENİ
TÜRKİYE’NİN GİRİŞİMİYLE “DÜNYA SANAT GÜNÜ” BELİRLENDİ…
LEONARDO DA VİNCİ’NİN DOĞUM GÜNÜ 15 NİSAN
ARTIK “DÜNYA SANAT GÜNÜ”!
MEKSİKA’NIN GUADALAJARA KENTİNDE YAPILAN 17. DÜNYA PLASTİK SANAT DERNEKLERİ GENEL KURULU’NDA (A.I.A.P) TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEN UPSD’NİN (ULUSLARARASI PLASTİK SANATLAR DERNEĞİ) ÖNERİSİYLE
LEONARDO DA VİNCİ’NİN DOĞUM GÜNÜ OLAN 15 NİSAN, “DÜNYA SANAT GÜNÜ” İLAN EDİLDİ!
BEDRİ BAYKAM (A.I.A.P.) DÜNYA PLASTİK SANAT DERNEKLERİ YÜRÜTME KURULU’NA SEÇİLDİ.
Meksika’nın Guadalajara kentinde “Instituto Cultural Cabanas” da yapılan 17. Dünya Sanat Dernekleri (A.I.A.P.) Genel Kurulu’nun dün biten ilk gün çalışmalarından sonra, Türkiye’yi temsil eden Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin girişimiyle, ünlü İtalyan Sanatçı Leonardo Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan, “Dünya Sanat Günü” ilan edildi.
Türkiye Delegasyonu’nu temsil eden UPSD Başkanı Bedri Baykam’ın önerisiyle gündeme gelen bu karar, dört yılda bir toplanan Dünya Genel Kurulu’na damgasını vurdu.
Baykam, Genel Kurul’un ilk gününde Divan Kurulu’na bir önerge vererek bir teklif sunacağını bildirdi. Öğleden sonra görüşmelerinde söz alan Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Baykam, üç sayfalık bir metinle ve Türkiye’yi temsil eden UPSD Yönetim Kurulu’nun aldığı bir kararla Rönesans’ın unutulmaz efsanevi ismi, İtalyan ressam, heykeltıraş, filozof, bilim insanı, matematikçi ve her şeyden önce büyük sanatçı Leonardo’nun doğum gününün “Dünya Sanat Günü” ilan edilmesini önerdi. Baykam ayrıca Genel Kurul’a sunduğu Türkiye masası önerisini daha önceden İsveç, Irak, Çin, Slovakya, Fransa, Norveç, Güney Kıbrıs, Meksika, Japonya ve Afrika Bölgeleri temsilcilerinin onaylamaları ve imzalamalarını sağladı. Genel Kurul Divan Başkanı’nın oylamaya sunduğu öneri, oy birliğiyle itiraz görmeden kabul edildi. Böylece 15 Nisan 2012, tüm ülkelerin ulusal sanat dernekleri komitelerinin ortak kararıyla ilk defa tüm dünyada “Dünya Sanat Günü” olarak kutlanacak.
Türkiye’nin kabul ettirdiği bu tarihi öneriyle artık dünyada “İşçi Bayramı”, “Kadın Hakları Günü”, “Barış Günü”, “Sevgililer Günü” gibi günlerden sonra “Sanat Günü” de olacak. Önergeye Türkiye adına Baykam’ın yanı sıra Guadalajara Genel Kurulu’na katılan Safiye Mine Erdurak ve UPSD Yönetim Kurulu’nda yer alan şu diğer isimler imza attı: Bahri Genç, Hülya Küpçüoğlu, Berna Erkün, Melik İskender, Murat Havan.
Baykam Genel Kurul’a sunumunu yaparken, özellikle Leonardo’nun disiplinlerarası geçiş kabiliyeti ve yorulmaz yaratıcılığı üzerinde durdu. “Dünya Sanat Günü”nü belirlemenin sanat ekonomisi ve piyasasını canlandırmanın yanı sıra, dünyaya ve yeni kuşaklara sanat bilinci ve sanata saygıyı getireceğini savunan Baykam’ın geçirdiği önerge, uzun uzun alkışlandı.
İsveç Delegasyonu Başkanı Anders Liden, Guadalajara’da alınan bu kararın dünya sanatı için tarihi bir an ve bir mihenk taşı olduğunu söyledi ve Türkiye’yi övdü. Avrupa A.I.A.P. Başkanı Christos Symeonides de bu karar sayesinde A.I.A.P’ın evrensel planda öneminin artabileceğini ve çok daha görünür hale gelebileceğini savundu
Ardından devam edilen Genel Kurul çalışmalarında, A.I.A.P. Avrupa Başkanı Christos Symeonides ve Bedri Baykam, Mehmet Aksoy’un yıkılmak istenen “İnsanlık Anıtı” konusunda Genel Kurul’a bilgi verdiler. Genel Kurul, bu konuda, yeni seçilecek Başkan ve Yürütme Kurulu’nun bu Anıtın korunması konusunda yetkilendirilmelerine ve gerekli girişimleri yapmalarına karar aldı.
Daha sonra seçimlere geçildi ve Meksikalı Rosa Maria Burillo, Çinli Başkan Liu Dawei’in ardından A.I.A.P Dünya Başkanı olurken, Bedri Baykam da 5 bölgesel sorumlu koordinatörden biri olarak Yürütme Kuruluna seçildi.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN: Hülya Küpçüoğlu---UPSD Tel: +90532 227 75 70
Saygılarımızla;
Bedri Baykam
UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi
Uluslararası Plastık Sanatlar Derneği
Başkan
Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Safiye Mine Erdurak
Berna Erkün
Hülya Küpçüoğlu
Murat Havan
Melik İskender
TÜRKİYE'NİN GİRİŞİMİYLE "DÜNYA SANAT GÜNÜ" BELİRLENDİ… LEONARDO DA VİNCİ'NİN DOĞUM GÜNÜ 15 NİSAN ARTIK "DÜNYA SANAT GÜNÜ"!
ACİL BASIN BÜLTENİ
TÜRKİYE’NİN GİRİŞİMİYLE “DÜNYA SANAT GÜNÜ” BELİRLENDİ…
LEONARDO DA VİNCİ’NİN DOĞUM GÜNÜ 15 NİSAN
ARTIK “DÜNYA SANAT GÜNÜ”!
MEKSİKA’NIN GUADALAJARA KENTİNDE YAPILAN 17. DÜNYA PLASTİK SANAT DERNEKLERİ GENEL KURULU’NDA (A.I.A.P) TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEN UPSD’NİN (ULUSLARARASI PLASTİK SANATLAR DERNEĞİ) ÖNERİSİYLE
LEONARDO DA VİNCİ’NİN DOĞUM GÜNÜ OLAN 15 NİSAN, “DÜNYA SANAT GÜNÜ” İLAN EDİLDİ!
BEDRİ BAYKAM (A.I.A.P.) DÜNYA PLASTİK SANAT DERNEKLERİ YÜRÜTME KURULU’NA SEÇİLDİ.
Meksika’nın Guadalajara kentinde “Instituto Cultural Cabanas” da yapılan 17. Dünya Sanat Dernekleri (A.I.A.P.) Genel Kurulu’nun dün biten ilk gün çalışmalarından sonra, Türkiye’yi temsil eden Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin girişimiyle, ünlü İtalyan Sanatçı Leonardo Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan, “Dünya Sanat Günü” ilan edildi.
Türkiye Delegasyonu’nu temsil eden UPSD Başkanı Bedri Baykam’ın önerisiyle gündeme gelen bu karar, dört yılda bir toplanan Dünya Genel Kurulu’na damgasını vurdu.
Baykam, Genel Kurul’un ilk gününde Divan Kurulu’na bir önerge vererek bir teklif sunacağını bildirdi. Öğleden sonra görüşmelerinde söz alan Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Baykam, üç sayfalık bir metinle ve Türkiye’yi temsil eden UPSD Yönetim Kurulu’nun aldığı bir kararla Rönesans’ın unutulmaz efsanevi ismi, İtalyan ressam, heykeltıraş, filozof, bilim insanı, matematikçi ve her şeyden önce büyük sanatçı Leonardo’nun doğum gününün “Dünya Sanat Günü” ilan edilmesini önerdi. Baykam ayrıca Genel Kurul’a sunduğu Türkiye masası önerisini daha önceden İsveç, Irak, Çin, Slovakya, Fransa, Norveç, Güney Kıbrıs, Meksika, Japonya ve Afrika Bölgeleri temsilcilerinin onaylamaları ve imzalamalarını sağladı. Genel Kurul Divan Başkanı’nın oylamaya sunduğu öneri, oy birliğiyle itiraz görmeden kabul edildi. Böylece 15 Nisan 2012, tüm ülkelerin ulusal sanat dernekleri komitelerinin ortak kararıyla ilk defa tüm dünyada “Dünya Sanat Günü” olarak kutlanacak.
Türkiye’nin kabul ettirdiği bu tarihi öneriyle artık dünyada “İşçi Bayramı”, “Kadın Hakları Günü”, “Barış Günü”, “Sevgililer Günü” gibi günlerden sonra “Sanat Günü” de olacak. Önergeye Türkiye adına Baykam’ın yanı sıra Guadalajara Genel Kurulu’na katılan Safiye Mine Erdurak ve UPSD Yönetim Kurulu’nda yer alan şu diğer isimler imza attı: Bahri Genç, Hülya Küpçüoğlu, Berna Erkün, Melik İskender, Murat Havan.
Baykam Genel Kurul’a sunumunu yaparken, özellikle Leonardo’nun disiplinlerarası geçiş kabiliyeti ve yorulmaz yaratıcılığı üzerinde durdu. “Dünya Sanat Günü”nü belirlemenin sanat ekonomisi ve piyasasını canlandırmanın yanı sıra, dünyaya ve yeni kuşaklara sanat bilinci ve sanata saygıyı getireceğini savunan Baykam’ın geçirdiği önerge, uzun uzun alkışlandı.
İsveç Delegasyonu Başkanı Anders Liden, Guadalajara’da alınan bu kararın dünya sanatı için tarihi bir an ve bir mihenk taşı olduğunu söyledi ve Türkiye’yi övdü. Avrupa A.I.A.P. Başkanı Christos Symeonides de bu karar sayesinde A.I.A.P’ın evrensel planda öneminin artabileceğini ve çok daha görünür hale gelebileceğini savundu
Ardından devam edilen Genel Kurul çalışmalarında, A.I.A.P. Avrupa Başkanı Christos Symeonides ve Bedri Baykam, Mehmet Aksoy’un yıkılmak istenen “İnsanlık Anıtı” konusunda Genel Kurul’a bilgi verdiler. Genel Kurul, bu konuda, yeni seçilecek Başkan ve Yürütme Kurulu’nun bu Anıtın korunması konusunda yetkilendirilmelerine ve gerekli girişimleri yapmalarına karar aldı.
Daha sonra seçimlere geçildi ve Meksikalı Rosa Maria Burillo, Çinli Başkan Liu Dawei’in ardından A.I.A.P Dünya Başkanı olurken, Bedri Baykam da 5 bölgesel sorumlu koordinatörden biri olarak Yürütme Kuruluna seçildi.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN: Hülya Küpçüoğlu---UPSD Tel: +90532 227 75 70
Saygılarımızla;
Bedri Baykam
UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi
Uluslararası Plastık Sanatlar Derneği
Başkan
Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Safiye Mine Erdurak
Berna Erkün
Hülya Küpçüoğlu
Murat Havan
Melik İskender
5 Nisan 2011 Salı
Secim gecesi pisman olmamak icin... / Bedri Baykam / 5 Nisan 2011 Cumhuriyet makalesi..
Dünyanın öbür ucundayım. Meksika’nın Guadalajara kenti, kendi içinde fazla iddia taşımayan, biraz terkedilmiş, biraz kırık dökük bir sakin orta Amerika kenti… Hani gazetelerde rastlarız ya? “Yazarımız Güney Afrika’da olduğundan ve yazısı elimize ulaşmadığından yayınlayamıyoruz” gibi açıklamalar… Ben ömrümde tek bir gün okuyucularıma bunu söyletmedim… Yanlış anlamayın bunu söyleyene tabii ki saygım var ama ben olaya bir disiplin penceresinden bakıp böyle bir hak kullanmamaya karar verdiğim için, UPSD Genel Sekreteri Safiye Erdurak ile katılacağım Dünya Sanat Dernekleri Genel Kurulu'nun başlamasına saatler kala, uyumak yerine sizlere yazmayı tercih ediyorum
Aslında vatandan o kadar uzakken ilginç bir şekilde insan kuş bakışı olarak ülkeye de, kendi hayatına da daha geniş açıyla bakabiliyor… İşte Türkiye’nin girdiği seçim sürecinden, gençlerimizin yarınlara nasıl baktığı, ya da halkın “umut” kavramıyla ne kadar ilgili olduğuna kadar bir dizi konu aklımda cirit atıyor.
Seçimlerin ülkenin önünü açıp açamayacağı sorusu, tabii ki en kritik tereddütleri beraberinde getiriyor. Orada da, ne yazık ki görülen manzara şu: Ne DSP Başkanı, ne diğer küçük partileri yönetenler, ne sivil toplum kuruluşları: hiç kimse geçmiş mağlubiyetlerden bir ders çıkarmamış ve herkes delice planlar peşinde… Mesela biri kalkmış Facebook'tan “ neden oyların yalnız Osman Pamukoğlu’na verilmesi gerektiği” konusunda kompozisyonlar döktürmüş. Maalesef elimden geldiği nezakette bir fırça geçtim. Ülke uçurumun dibine gelmiş insanlar hala eksantriklik peşinde! Herkesi ikaz etmeyi görev biliyorum: Seçim gecesi yaşanacak pişmanlıkların sizlere hiçbir faydası olmayacak! O gece insanlar yalnız AKP ve CHP oylarına bakacaklar her bölgede. Bu hükümeti samimiyetle eleştiren biri, %10 barajına takılacak küçük partilere oy veremez, oyunu yırtıp atamaz! CHP tüm muhalif oyların toplanması gereken tek siyasi Partidir. Bunun dışında muhalif oyların yegane gidebilecekleri yer, seçime bağımsız giren ve bir kısmı Silivri'de bulunan adaylardır.
Aslında bana sorsanız bu ince hesapları engelleyebilecek tek hamle, CHP'nin her türlü pazarlığı yaparak bir abi gibi solu toparlaması ve tüm muhalifleri bir şekilde bünyesine alarak seçim serüvenine girmesiydi. Bunu başarmak CHP'nin olmazsa olmaz ödevi olmalıydı… Şimdi bu makale yayınlandıktan sonra adayların kesin açıklanacağı tarihe bir haftadan az kalmış olacak. Kılıçdaroğlu ve takım arkadaşları bu mahsurları ve bölünmeleri ne ölçüde engelleyebiliyorlar, ben de bilmiyorum. (10 gündür yurtdışındayım. Seçim dedikodularını o kadar zamandır yeterince alamadığım gibi, Akdeniz Üniversitesi’nin bana verdiği “Akdeniz Art Sanatın Tanıtımına Katkı Ödülü”nü bile almaya gidemedim, yönetim kurulumdan bir arkadaşımı yolladım) Bildiğim tek şey, bölünme kanamasının durması gerektiği! Bu kadar akılsız bir siyasi intihardan ülke hala rahatsız değilse acele olarak bir ruh doktorunun devreye girmesi gerekiyor! Tam 25 yıldır bu ülkede solun birbirini sabote etmesini önlemeye çalışıyorum…
Bu parçalanmanın arkasında bir ideolojik sebep olduğu söylendiği zaman bu da anlaşılmaz ama hafifletici bir neden olarak görenler olabilir. Ben buna da kesinlikle hoşgörüyle bakmıyorum ama esas derdim koltuk kavgasından ülkeye bu kötülüğü yapanlar! Bazı küçük Partilerin birleşmeye yanaşmamalarının nedeni, televizyonlarda yer kapma savaşı veya sıfat yitirme korkusu! Aksini söyleyebilen var mı?
Evvelsi hafta “aday olmama” kararı aldım. Halktan ve gençlerden aldığım büyük desteğe rağmen. Bunun derin nedenleri bende kalsın ama bunun kesinlikle “sorumluluktan kaçma” olmadığını lütfen bilin. CHP'nin bu dar kulvarda, bu süreçte Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibilerini aday gösterilmesini tercih ederim. 11 Nisan’da adaylar açıklandıktan sonra kimse bana gelip hayal kırıklığından söz etmesin. Aday olamayınca Partiyi kötüleyecek olanlar derhal şimdiden bıraksın! Zaten bu özürlü, ayıplı, çirkin sistemi kimse kabul edemez. Sekiz ay boyunca CHP'nin mükemmel bir tüzüğe kavuşması için yaptığımız çabaları düşündüğümde bir tuhaf oluyorum ve “lütfen bu artık son olsun” diyorum. Bu halk kendi seçtiği insanları parlamentoda görmeyi hak ediyor… Ricam herkese: Lütfen sandıkta intiharın önüne geçin ve çalışın: Eşim yanımda ve bu makalenin tıpkısını bir önceki seçimde aynı başlıkla yazdığımı iddia ediyor! Kontrol sizden! Ne yazık ki bazı şeyler çok zor değişiyor!
Aslında vatandan o kadar uzakken ilginç bir şekilde insan kuş bakışı olarak ülkeye de, kendi hayatına da daha geniş açıyla bakabiliyor… İşte Türkiye’nin girdiği seçim sürecinden, gençlerimizin yarınlara nasıl baktığı, ya da halkın “umut” kavramıyla ne kadar ilgili olduğuna kadar bir dizi konu aklımda cirit atıyor.
Seçimlerin ülkenin önünü açıp açamayacağı sorusu, tabii ki en kritik tereddütleri beraberinde getiriyor. Orada da, ne yazık ki görülen manzara şu: Ne DSP Başkanı, ne diğer küçük partileri yönetenler, ne sivil toplum kuruluşları: hiç kimse geçmiş mağlubiyetlerden bir ders çıkarmamış ve herkes delice planlar peşinde… Mesela biri kalkmış Facebook'tan “ neden oyların yalnız Osman Pamukoğlu’na verilmesi gerektiği” konusunda kompozisyonlar döktürmüş. Maalesef elimden geldiği nezakette bir fırça geçtim. Ülke uçurumun dibine gelmiş insanlar hala eksantriklik peşinde! Herkesi ikaz etmeyi görev biliyorum: Seçim gecesi yaşanacak pişmanlıkların sizlere hiçbir faydası olmayacak! O gece insanlar yalnız AKP ve CHP oylarına bakacaklar her bölgede. Bu hükümeti samimiyetle eleştiren biri, %10 barajına takılacak küçük partilere oy veremez, oyunu yırtıp atamaz! CHP tüm muhalif oyların toplanması gereken tek siyasi Partidir. Bunun dışında muhalif oyların yegane gidebilecekleri yer, seçime bağımsız giren ve bir kısmı Silivri'de bulunan adaylardır.
Aslında bana sorsanız bu ince hesapları engelleyebilecek tek hamle, CHP'nin her türlü pazarlığı yaparak bir abi gibi solu toparlaması ve tüm muhalifleri bir şekilde bünyesine alarak seçim serüvenine girmesiydi. Bunu başarmak CHP'nin olmazsa olmaz ödevi olmalıydı… Şimdi bu makale yayınlandıktan sonra adayların kesin açıklanacağı tarihe bir haftadan az kalmış olacak. Kılıçdaroğlu ve takım arkadaşları bu mahsurları ve bölünmeleri ne ölçüde engelleyebiliyorlar, ben de bilmiyorum. (10 gündür yurtdışındayım. Seçim dedikodularını o kadar zamandır yeterince alamadığım gibi, Akdeniz Üniversitesi’nin bana verdiği “Akdeniz Art Sanatın Tanıtımına Katkı Ödülü”nü bile almaya gidemedim, yönetim kurulumdan bir arkadaşımı yolladım) Bildiğim tek şey, bölünme kanamasının durması gerektiği! Bu kadar akılsız bir siyasi intihardan ülke hala rahatsız değilse acele olarak bir ruh doktorunun devreye girmesi gerekiyor! Tam 25 yıldır bu ülkede solun birbirini sabote etmesini önlemeye çalışıyorum…
Bu parçalanmanın arkasında bir ideolojik sebep olduğu söylendiği zaman bu da anlaşılmaz ama hafifletici bir neden olarak görenler olabilir. Ben buna da kesinlikle hoşgörüyle bakmıyorum ama esas derdim koltuk kavgasından ülkeye bu kötülüğü yapanlar! Bazı küçük Partilerin birleşmeye yanaşmamalarının nedeni, televizyonlarda yer kapma savaşı veya sıfat yitirme korkusu! Aksini söyleyebilen var mı?
Evvelsi hafta “aday olmama” kararı aldım. Halktan ve gençlerden aldığım büyük desteğe rağmen. Bunun derin nedenleri bende kalsın ama bunun kesinlikle “sorumluluktan kaçma” olmadığını lütfen bilin. CHP'nin bu dar kulvarda, bu süreçte Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibilerini aday gösterilmesini tercih ederim. 11 Nisan’da adaylar açıklandıktan sonra kimse bana gelip hayal kırıklığından söz etmesin. Aday olamayınca Partiyi kötüleyecek olanlar derhal şimdiden bıraksın! Zaten bu özürlü, ayıplı, çirkin sistemi kimse kabul edemez. Sekiz ay boyunca CHP'nin mükemmel bir tüzüğe kavuşması için yaptığımız çabaları düşündüğümde bir tuhaf oluyorum ve “lütfen bu artık son olsun” diyorum. Bu halk kendi seçtiği insanları parlamentoda görmeyi hak ediyor… Ricam herkese: Lütfen sandıkta intiharın önüne geçin ve çalışın: Eşim yanımda ve bu makalenin tıpkısını bir önceki seçimde aynı başlıkla yazdığımı iddia ediyor! Kontrol sizden! Ne yazık ki bazı şeyler çok zor değişiyor!
Secim gecesi pisman olmamak icin... / Bedri Baykam / 5 Nisan 2011 Cumhuriyet makalesi..
Dünyanın öbür ucundayım. Meksika’nın Guadalajara kenti, kendi içinde fazla iddia taşımayan, biraz terkedilmiş, biraz kırık dökük bir sakin orta Amerika kenti… Hani gazetelerde rastlarız ya? “Yazarımız Güney Afrika’da olduğundan ve yazısı elimize ulaşmadığından yayınlayamıyoruz” gibi açıklamalar… Ben ömrümde tek bir gün okuyucularıma bunu söyletmedim… Yanlış anlamayın bunu söyleyene tabii ki saygım var ama ben olaya bir disiplin penceresinden bakıp böyle bir hak kullanmamaya karar verdiğim için, UPSD Genel Sekreteri Safiye Erdurak ile katılacağım Dünya Sanat Dernekleri Genel Kurulu'nun başlamasına saatler kala, uyumak yerine sizlere yazmayı tercih ediyorum
Aslında vatandan o kadar uzakken ilginç bir şekilde insan kuş bakışı olarak ülkeye de, kendi hayatına da daha geniş açıyla bakabiliyor… İşte Türkiye’nin girdiği seçim sürecinden, gençlerimizin yarınlara nasıl baktığı, ya da halkın “umut” kavramıyla ne kadar ilgili olduğuna kadar bir dizi konu aklımda cirit atıyor.
Seçimlerin ülkenin önünü açıp açamayacağı sorusu, tabii ki en kritik tereddütleri beraberinde getiriyor. Orada da, ne yazık ki görülen manzara şu: Ne DSP Başkanı, ne diğer küçük partileri yönetenler, ne sivil toplum kuruluşları: hiç kimse geçmiş mağlubiyetlerden bir ders çıkarmamış ve herkes delice planlar peşinde… Mesela biri kalkmış Facebook'tan “ neden oyların yalnız Osman Pamukoğlu’na verilmesi gerektiği” konusunda kompozisyonlar döktürmüş. Maalesef elimden geldiği nezakette bir fırça geçtim. Ülke uçurumun dibine gelmiş insanlar hala eksantriklik peşinde! Herkesi ikaz etmeyi görev biliyorum: Seçim gecesi yaşanacak pişmanlıkların sizlere hiçbir faydası olmayacak! O gece insanlar yalnız AKP ve CHP oylarına bakacaklar her bölgede. Bu hükümeti samimiyetle eleştiren biri, %10 barajına takılacak küçük partilere oy veremez, oyunu yırtıp atamaz! CHP tüm muhalif oyların toplanması gereken tek siyasi Partidir. Bunun dışında muhalif oyların yegane gidebilecekleri yer, seçime bağımsız giren ve bir kısmı Silivri'de bulunan adaylardır.
Aslında bana sorsanız bu ince hesapları engelleyebilecek tek hamle, CHP'nin her türlü pazarlığı yaparak bir abi gibi solu toparlaması ve tüm muhalifleri bir şekilde bünyesine alarak seçim serüvenine girmesiydi. Bunu başarmak CHP'nin olmazsa olmaz ödevi olmalıydı… Şimdi bu makale yayınlandıktan sonra adayların kesin açıklanacağı tarihe bir haftadan az kalmış olacak. Kılıçdaroğlu ve takım arkadaşları bu mahsurları ve bölünmeleri ne ölçüde engelleyebiliyorlar, ben de bilmiyorum. (10 gündür yurtdışındayım. Seçim dedikodularını o kadar zamandır yeterince alamadığım gibi, Akdeniz Üniversitesi’nin bana verdiği “Akdeniz Art Sanatın Tanıtımına Katkı Ödülü”nü bile almaya gidemedim, yönetim kurulumdan bir arkadaşımı yolladım) Bildiğim tek şey, bölünme kanamasının durması gerektiği! Bu kadar akılsız bir siyasi intihardan ülke hala rahatsız değilse acele olarak bir ruh doktorunun devreye girmesi gerekiyor! Tam 25 yıldır bu ülkede solun birbirini sabote etmesini önlemeye çalışıyorum…
Bu parçalanmanın arkasında bir ideolojik sebep olduğu söylendiği zaman bu da anlaşılmaz ama hafifletici bir neden olarak görenler olabilir. Ben buna da kesinlikle hoşgörüyle bakmıyorum ama esas derdim koltuk kavgasından ülkeye bu kötülüğü yapanlar! Bazı küçük Partilerin birleşmeye yanaşmamalarının nedeni, televizyonlarda yer kapma savaşı veya sıfat yitirme korkusu! Aksini söyleyebilen var mı?
Evvelsi hafta “aday olmama” kararı aldım. Halktan ve gençlerden aldığım büyük desteğe rağmen. Bunun derin nedenleri bende kalsın ama bunun kesinlikle “sorumluluktan kaçma” olmadığını lütfen bilin. CHP'nin bu dar kulvarda, bu süreçte Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibilerini aday gösterilmesini tercih ederim. 11 Nisan’da adaylar açıklandıktan sonra kimse bana gelip hayal kırıklığından söz etmesin. Aday olamayınca Partiyi kötüleyecek olanlar derhal şimdiden bıraksın! Zaten bu özürlü, ayıplı, çirkin sistemi kimse kabul edemez. Sekiz ay boyunca CHP'nin mükemmel bir tüzüğe kavuşması için yaptığımız çabaları düşündüğümde bir tuhaf oluyorum ve “lütfen bu artık son olsun” diyorum. Bu halk kendi seçtiği insanları parlamentoda görmeyi hak ediyor… Ricam herkese: Lütfen sandıkta intiharın önüne geçin ve çalışın: Eşim yanımda ve bu makalenin tıpkısını bir önceki seçimde aynı başlıkla yazdığımı iddia ediyor! Kontrol sizden! Ne yazık ki bazı şeyler çok zor değişiyor!
Aslında vatandan o kadar uzakken ilginç bir şekilde insan kuş bakışı olarak ülkeye de, kendi hayatına da daha geniş açıyla bakabiliyor… İşte Türkiye’nin girdiği seçim sürecinden, gençlerimizin yarınlara nasıl baktığı, ya da halkın “umut” kavramıyla ne kadar ilgili olduğuna kadar bir dizi konu aklımda cirit atıyor.
Seçimlerin ülkenin önünü açıp açamayacağı sorusu, tabii ki en kritik tereddütleri beraberinde getiriyor. Orada da, ne yazık ki görülen manzara şu: Ne DSP Başkanı, ne diğer küçük partileri yönetenler, ne sivil toplum kuruluşları: hiç kimse geçmiş mağlubiyetlerden bir ders çıkarmamış ve herkes delice planlar peşinde… Mesela biri kalkmış Facebook'tan “ neden oyların yalnız Osman Pamukoğlu’na verilmesi gerektiği” konusunda kompozisyonlar döktürmüş. Maalesef elimden geldiği nezakette bir fırça geçtim. Ülke uçurumun dibine gelmiş insanlar hala eksantriklik peşinde! Herkesi ikaz etmeyi görev biliyorum: Seçim gecesi yaşanacak pişmanlıkların sizlere hiçbir faydası olmayacak! O gece insanlar yalnız AKP ve CHP oylarına bakacaklar her bölgede. Bu hükümeti samimiyetle eleştiren biri, %10 barajına takılacak küçük partilere oy veremez, oyunu yırtıp atamaz! CHP tüm muhalif oyların toplanması gereken tek siyasi Partidir. Bunun dışında muhalif oyların yegane gidebilecekleri yer, seçime bağımsız giren ve bir kısmı Silivri'de bulunan adaylardır.
Aslında bana sorsanız bu ince hesapları engelleyebilecek tek hamle, CHP'nin her türlü pazarlığı yaparak bir abi gibi solu toparlaması ve tüm muhalifleri bir şekilde bünyesine alarak seçim serüvenine girmesiydi. Bunu başarmak CHP'nin olmazsa olmaz ödevi olmalıydı… Şimdi bu makale yayınlandıktan sonra adayların kesin açıklanacağı tarihe bir haftadan az kalmış olacak. Kılıçdaroğlu ve takım arkadaşları bu mahsurları ve bölünmeleri ne ölçüde engelleyebiliyorlar, ben de bilmiyorum. (10 gündür yurtdışındayım. Seçim dedikodularını o kadar zamandır yeterince alamadığım gibi, Akdeniz Üniversitesi’nin bana verdiği “Akdeniz Art Sanatın Tanıtımına Katkı Ödülü”nü bile almaya gidemedim, yönetim kurulumdan bir arkadaşımı yolladım) Bildiğim tek şey, bölünme kanamasının durması gerektiği! Bu kadar akılsız bir siyasi intihardan ülke hala rahatsız değilse acele olarak bir ruh doktorunun devreye girmesi gerekiyor! Tam 25 yıldır bu ülkede solun birbirini sabote etmesini önlemeye çalışıyorum…
Bu parçalanmanın arkasında bir ideolojik sebep olduğu söylendiği zaman bu da anlaşılmaz ama hafifletici bir neden olarak görenler olabilir. Ben buna da kesinlikle hoşgörüyle bakmıyorum ama esas derdim koltuk kavgasından ülkeye bu kötülüğü yapanlar! Bazı küçük Partilerin birleşmeye yanaşmamalarının nedeni, televizyonlarda yer kapma savaşı veya sıfat yitirme korkusu! Aksini söyleyebilen var mı?
Evvelsi hafta “aday olmama” kararı aldım. Halktan ve gençlerden aldığım büyük desteğe rağmen. Bunun derin nedenleri bende kalsın ama bunun kesinlikle “sorumluluktan kaçma” olmadığını lütfen bilin. CHP'nin bu dar kulvarda, bu süreçte Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibilerini aday gösterilmesini tercih ederim. 11 Nisan’da adaylar açıklandıktan sonra kimse bana gelip hayal kırıklığından söz etmesin. Aday olamayınca Partiyi kötüleyecek olanlar derhal şimdiden bıraksın! Zaten bu özürlü, ayıplı, çirkin sistemi kimse kabul edemez. Sekiz ay boyunca CHP'nin mükemmel bir tüzüğe kavuşması için yaptığımız çabaları düşündüğümde bir tuhaf oluyorum ve “lütfen bu artık son olsun” diyorum. Bu halk kendi seçtiği insanları parlamentoda görmeyi hak ediyor… Ricam herkese: Lütfen sandıkta intiharın önüne geçin ve çalışın: Eşim yanımda ve bu makalenin tıpkısını bir önceki seçimde aynı başlıkla yazdığımı iddia ediyor! Kontrol sizden! Ne yazık ki bazı şeyler çok zor değişiyor!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)